Bugün demokratik modernitenin en güçlü temsilcisi olması gereken üniversiteler ve diğer akademik kurumlaşmalar gençliğe hegemon sistem tarafından en fazla bilgi hamallığının yaptırıldığı kurumlar haline gelmiştir.
HABER MERKEZİ
“Gençlerini kaybeden toplum veya tersine toplumunu kaybeden gençlik yenilmiş olmaktan öteye kendi varlık hakkını kaybetmiş, ona ihanet etmiş demektir. Gerisi çürüme, dağılma ve yok olmadır. Buna karşı toplumun temel görevi, varoluşunun temel araçları olarak kendi eğitim kurumlarını geliştirmektir. İçerik olarak bilimsel, felsefi, sanatsal ve dilsel yorumlarını bilim-iktidar yapılanmasından ayrıştırmak, anlam devrimini başarmaktır. Aksi halde toplumsal varlığın ahlâki ve politik dokularını işlevsel kılmak mümkün olmaz.” Halklar Önderi Abdullah Öcalan
Bir toplum gençlerini nasıl kaybeder? Bedensel olarak varlığını sürdüren toplum, her yaştan insandan oluşmasına rağmen gençlerini nasıl kaybeder? Bir toplumun gençlerini kaybetmesi, o toplumun genç kuşaklarının o toplumun toplumsallığına, varoluş zihniyetine, kimliğine, kültürüne göre yaşamaması demektir. Kapitalist modernitenin tüm toplumlara yaptığı saldırıların amacında toplumlara gençlerini kaybettirmek vardır. Bilgi-iktidar yapılanmalarının karşı devrim olarak gerçekleştirdikleri bu eylem karşısında yapılması gereken, bir yandan toplumların gençlerini bu yapılanmalardan kurtarması için kendi eğitim kurumlarını geliştirerek yeni sosyal bilimsel inşalar gerçekleştirmesidir. Diğer yandan da gençlerin kendi kaybolmuşluklarının farkına vararak özgür kendiliklerini yaşayacak kurumlaşmaların inşasına öncülük etmek, bu vesileyle toplumlarının kendi kendine ihanet içinde olmasını engellemek, bir anlamda toplumu özgürleştirmektir.
Gençlik hareketleri demokratik uygarlığın temel bileşenlerinden biridir. Çünkü tarihi yapanlar toplumlardır ve toplumun zihinsel ve bedensel olarak en dinamik kesimi gençlik kesimidir. Gençlik kendi özgünlüğünden dolayı devrimsel mücadelenin tüm dinamiklerinde yer almak, hatta daha öncelikli olarak dinamikleri de kendi konumlarına göre belirlemek durumundadırlar. Toplum karşıtı saldırılar, tarihte ilk karşı devrim olarak niteleyebileceğimiz hiyerarşinin doğuşu ağırlıklı olarak hile ve yalana, zihniyet gücüne dayanıyorsa, mücadelenin zihniyet boyutu tabi ki öncelik arzedecektir. Özgürlük mücadelelerinde zihniyet devrimi yapılmazsa toplumun dönüşmesi, değişmesi de beklenemez. Gençliğin zihniyet devrimi yapabilmesi ve bunu toplumsal devrime taşıyabilmesinin ön koşulu sosyal bilim alanını en temel mücadele alanı olarak görmesidir.
Bugünün en yetkin sosyologlarının ‘Hepimiz burjuvazinin kutsal mabedinde aynı şerbeti içtik’0 diyerek öz eleştiri verdikleri durum gençlik için olmuş ve bitmiş bir şey değildir. Gençlik, burjuvazinin kutsal mabedinde şerbeti içmiş bitirmiş değiller henüz, bu eylem geçmiş zamandaki bir eylem değildir. Gençlik şu an, nerede olursa olsun, hangi konumda, sınıfta, iş yerinde, mekânda bulunursa bulunsun, bu şerbet yanılsamalı zehri içmeye zorlanmaktadır. Sosyal bilimlere yönelmek bu zehrin farkına varmayı ya da şerbet yanılsamasını sorgulamayı önceller. Aydın gençlik diyebileceğimiz öğrenci gençliğin de sistemin farkında olmasına rağmen aynı zehri şerbet niyetine içmeyi kabullendiğini tespit etmek zor değildir. Gençlik birey ya da hareketleri için, sistem içinde sistemin bilincinde, farkında olduğunu savunmak, bu durumdan kurtulmadıkça gençliği sistemin mezheplerini yaratan gönüllü hizmetkârlara dönüştürmekten başka bir işe yaramaz. Çünkü bu durumlar ya da kesimler, sistemin krizini aştıracak devinimleri de kendi varlıklarında barındırmaktadırlar. Devrimler tarihi boyunca bu konumdaki insanların sistemin inşasında ne kadar büyük roller oynadıkları bilinmektedir. Türkiye sol hareketlerinin 68 devrimci çıkışına rağmen bugün içinde bulundukları durum bunu açıklamaya yetecek düzeydedir.
Tüm devrimler zihniyette başlamaktadır. Bundan dolayı kendi ufkuna zihniyet devrimini yerleştiremeyen gençlik sistemin zehriyle ölüm sınırlarında yaşamaktan asla kurtulamayacaktır. Zihniyet devrimi nedir, nasıl gerçekleştirilmelidir?
Genç kuşaklar açısından zihniyet devriminin ilk koşulu gençliğin sistem içileştirildiği eğitim kurumlarının sorgulanması ve reddedilmesidir. Mevcut hâkim sistemin dayattığı eğitim kurumlarını, bilgi yapılanmalarını aşmanın ilk koşulu budur. Hiç doğru bulmadığı halde sınıf geçmek için hiçbir yanlışı ezberlemek zorunda değildir gençler. Ezberlenen her yanlış, yanlışlara aşinalık ve katlanılırlık, giderek yanlışların çoğunda hiç farkında olmadan- dogmatikçe savunuculuğunu getirdiği gibi özgür iradeyi felç etmekte ve genç yaşlarda iradeyi kırarak sisteme bağımlılığın duvarlarını örmektedir. Gençliğin zihniyette felç edilme durumuna karşı büyük bir itinayla ve kararlılıkla hayal kurması, ütopya oluşturması ve bu ütopyalarını koruyacak öz örgütlülük oluşturması gerekir. Ütopyalar bir toplumun özgürlük düzeyini gösterir. Hayaller insanların özgürlük düzeyini ve yaşam penceresinin genişliğini gösterir. Hayalleri özgür olan bir genç ona dayatılan köleleştirici yaklaşımları asla kabul etmez. Özgürlük eğilimi olan kişi bana dayatıldığı gibi yaşamak zorunda değilim diyebilecek güçtedir ve bu düşüncenin gerektirdiği eyleme yönelebilir.
Eyleme yönelebilmenin zihniyet devrimine yönelmekle başladığı bir gerçektir. Zihniyet devrimi gerçekleştirilmezse gelişecek eylemlerin birikip dolacağı bir özgür bilinç ve aydınlanmış zihniyet havuzu olamayacaktır. Kapitalist modernite karşısında kendi özgürlük ideallerimizi yaşayacağımız demokratik modernitemizi yaratmak çağın bilgi sınırlarını aşmakla mümkündür. Aydınlanmanın farklı yol ve yöntemleri vardır. Gençlik dinamizmi açısından gerekli olan yol ise aydın gençliğe dayatılan bilgi yapılanmalarını bilmek, bunların aydınlık değil karanlık yarattığını fark etmek ve kendi karanlığından kurtulmanın yöntem arayışına yönelmektir.
Yöntem arayışı özsel ve biçimsel olarak her iki boyutta da gelişmelidir. Örneğin milyonlarca insanın moda adı altında faşizm yaşadığını bilmek gerekir. Bugün tek tip giysiler sadece hane kültürünün hâkim kılındığı hapishanelerde, hastanelerde, ordugâhlarda değil sokakta, evlerin içinde de dayatılmaktadır. Sistemin moda diye dayattığı makineden çıkmış insan tipini reddetmek, biçimsel olarak da kesinlikle belirlenmiş kalıplara girmemek, gençlik için zihniyetin köleliği reddettiğinin bir göstergesi olmaktadır. Devrimin ya da devrimsel eylemin temeli olmamakla birlikte kapitalist modernitenin dayattığı giyim tarzına karşı Kürt kültürel giysilerini giymenin bir zihniyet eylemi olduğunu bilmek gerekir. Bu küçük örnek, kendi yerelliğinden, kültüründen ya da göreneklerinden utanır hale getirilmiş Kürdün kölelik zincirlerini kırması demektir ki bunun için bir aydınlanma gerekmektedir. Çünkü demokratik uluslaşmanın temel şartı öncelikle kendi yerelliğini bilmek, bu anlamda kültürüne sahip çıkmak, kültürünü yaşatmak ve korumaktır. Bu öncül gerçekleştiğinde diğer uluslarla, etnik gruplarla ve inanç kesimleriyle ortaklıklar anlam kazanır. Yerelde özgürleşmeyen evrenselde özgürleşemez. Yereli bilmeyen evrenseli de doğru bilemez.
Demokratik ulusun inşasında gençliğin entelektüel görevlerinin temelinde kapitalist modernitenin tüm unsurlarına karşı direnme yer almalıdır. Endüstriyalizme, ulus devletçiliğe ve kapitalizme karşı direnmedikçe, köklü olarak sistem karşıtı bir konumda durmadıkça yaşam da mümkün değildir. Bu anlamdaki entelektüel çabalar bilimi sermaye ya da hamallık olarak ele almayacak düzeyde olmalıdır. Ki bunun için de aydınlanma çalışmalarında direniş ilk koşul olmaktadır. Bununla bağlantılı olarak da yapılacak araştırmaların konuları, içerikleri, araştırma yöntemleri bir bütün sistem karşıtı olmalı ve bilimin gerçek anlamına yakışır tarzda olmalıdır. Öncelikli olarak sosyal bilimin esas alınması tabi ki olağandır. Çünkü sosyal bilim artan toplumsal sorunlara çözüm bulma amacıyla ortaya çıkmışsa da mevcut sistem içi ve pozitivist haliyle sorun çözücü olamamakta, tam tersine yeni sorunlar yaratan bir araç haline gelmektedir. Bundan dolayı toplum biliminden başlamak, özellikle Önderliğimizin Özgürlük Sosyolojisi adlı savunmalarından yola çıkarak yeni bir sosyal bilim tanımı yapabilmek şarttır.
Egemen sistem içinde mücadele yürütebilmenin, sistem karşıtı olmanın ve demokratik modernitenin aydınlanma görevlerini gerçekleştirmenin ilk koşulu sosyal bilim alanını gençliğin temel mücadele alanı olarak görmektir, dedik. Bunun gerçekleşebilmesi için pozitivizmin, somut olarak da mevcut sosyal bilimlerin yol ve yöntemlerini sorgulamak ve hâkim yöntemlerin köleleştiriciliğini fark ederek aşmak şarttır. İdealizm ya da materyalizm olarak somutlaşan felsefi bakış açılarını sorgulamak ve eleştirmek kadar her ikisinin de ters uçlardan içine düştükleri yanlışları görmek ve yöntem sorgulamasını gerçekleştirmek gerekir. Zihniyet yapılanmasındaki düz çizgisel ilerlemeci, mutlakçı, kesintisizlikçi ve evrenselci yöntemlerin farkına varmak, bu yöntemleri eleştirmek şarttır.
Bu yöntemleri eleştirirken mutlakçılığın ve evrenselciliğin karşısına sonsuz göreciliği koymak da aynı derecede yanlış bir yöntem olmaktadırlar. Doğru tüm evren için bir değilken sonsuz sayıda da değildir. Her ikisi de toplum bilimler açısından baktığımızda toplum oluşturmayan, toplumsallığa hizmet etmeyen zihniyet yapılanmaları olmaktadır. İlki faşizme götürürken ikincisi de toplumun sonsuz parçalanmasına, hatta bireyin dahi atomize olduğu bir anlayışa götürecektir. Toplumsal doğanın temel özelliği esnek zekâ kapasitesini en yüksek düzeyde barındırmasıdır. Zihniyetin özgürlük seçeneğine en fazla yakınlaştıran tarzda ilerlemesi de bu esnek zekâ sayesinde mümkündür. Önemli olan yöntemlerimizde bu esnekliği evrenselci katı sınırlara hapsetmeden ve değişim adına sonsuz bir formsuzluğa yöneltmeden uygulayabilmektir.
Kapitalist modernite karşısında demokratik moderniteyi inşa ederken sistem içinde sistemden farklılaşarak kendini varetmeye çalışan akımlar da incelenmelidir. Postmodernizm bu anlamda ele alınmalı ve ciddi analizlere tabi tutulmalıdır. Hâkim modernitenin eleştirisinden yola çıkılıyorsa da postmodernist yaklaşımların toplum doğasıyla buluştuğu ve ideal olduğu söylenemez. Bizim mücadele yaklaşımımız sistemi nasıl olursa olsun ya da hangi eksenden olursa olsun eleştirelim şeklinde ortaya çıkmamaktadır. Eleştirdiğimiz ve durduğumuz eksen, toplumsal, ahlaki-politik ve insan yaşamının özgürlüğüyle bağlantılıdır. Bundan dolayı postmodernist akımların liberalizmle buluşan yanları iyi görülmeli ve eleştirel yaklaşım esas alınmalıdır. Modernitenin aşırı evrenselci, mutlakçı ve nesnellik adına putlaştırıcı yöntemi karşısında postmodernitenin aşırı göreci ve öznellik yaklaşımı da hakikate götürmekten uzaktır ve yanlış durumda olmaktan öte yanlışın hizmetkarı haline de getirebilir. Sonsuz göreceliğin mutlakçılığın karşı kutbu olduğunu bilmek gerekir. Mutlakçılığın bilimcilik putları karşısında sonsuz göreciliğin sayısız öznel putları da anlamlı toplumsal yaşam yaratmaktan uzaktırlar.
Gençliğin entelektüel görevlerini yerine getirebilmesinin önkoşullarından biri de insanlığın mahkûm edildiği özne-nesne zihniyetinden kurtulmanın adımlarını atmaktır. Özne nesne ikileminin ortaya çıkması bilginin ahlaktan kopmasının başlangıcıdır. Entelektüel alanın ahlak alanından kopması, toplumun varlığının ilk koşullarından olan ahlakı geri ve fazlasıyla öznel bulması, aynı zamanda nesnel bilgi adına insan gerçeğinden ve insan yaşamını oluşturan gerçeklerden kopması entelektüel alanın toplum için bir aydınlanma formu olmasından çıkmasıdır. Bu durum bilginin iktidar sahiplerinin eline geçmesiyle ortaya çıkmış olan bir durumdur. Bilgi, iktidarların eline geçince zaten toplumu aydınlanmaktan da uzaklaşmış olmaktadır. En büyük felaketin kapısı keskin nesnelik-öznellik ayrımına gitmekle açıldı. Ardından ben-öteki ayrımıyla derinleşti. Daha sonra da birbirini yok eden diyalektik uçlara dönüştü. Bu ikilemler kesinlikle ahlâki ve politik toplumla sermaye ve iktidar ayrışmasının, çelişkisinin bir yansımasıdır. Doğanın, daha sonra kadının ve kölenin, en son tüm toplumun nesne konumuna indirgenmesi, bilimde halen kullanılan çok ünlü nesnellik kuralı olarak karşımıza çıktı. Eskinin tanrı-kul ilişkisi özne-nesne ilişkisine dönüştü. Daha eskinin canlı doğa anlayışı yerini ölü nesne doğa ile üzerinde tanrısal özne insana bıraktı.
İkilemlerle düşünmek ve yaşamı bu düşünsel eksenle ele alarak yaşamak, özgür yaşam karşıtlığı anlamına gelir. Evrensel oluşuma ve yaşamın anlamına terstir. Çünkü yaşam özünde farklılaşmaya dayalıdır. Tüm doğada ve toplumsal yaşamda farklılaşarak varolma gerçeği esastır. Yaşamın özgür ve esnek olan, aynı zamanda esnek olduğu değişken olan gerçeğine ikilemlerle yaklaşmak yaşamı hapsetmek olacaktır. Farklılaşma tüm tarih, yaşam ve evren sorularına verilecek temel ve ortak cevap olmaktadır. Bu ortak yaşam cevabına karşı yaşamı ikilemlere hapsetmek evren ve insan hakikatinin inkârı anlamına gelir. Bu esnek zekâ yoluyla zihniyetin gerçekleştirmeye ve ulaşmaya çalıştığımız düzey, toplumsallaşmanın varlık koşulu olan ahlaki ve politik toplum olma halidir. Zihniyet yapılanmaları eğer ahlaki ve politik topluma yöneltmiyorsa ve bu varoluş zeminine dayanmıyorsa hiçbir şekilde özgürlükçü olamazlar ve hâkim sistemlerin hizmetkârlığından da kurtulamazlar. Bu anlamda gençliğin tüm düşünsel çabalarını ahlaki ve politik toplum olmaya odaklamaları, tüm düşünsel eylemlerini bu hakikatin ışığıyla süzmeleri gerekmektedir.
Bilginin ahlaki, politik ve etik-estetik yanı olmazsa bilgi adına toplum karşıtlığı yapılabilir ancak. Entelektüel görevler salt bilgiye, teoriye dayalı olmadığı gibi teorinin ve bilginin önemsenmemesi de değildir. Temelde bilginin nasıllığını önemseyen demokratik modernite, gençliğin yeni ve güzel bilgiye en yakın toplum kesimi olduğu gerçeğine göre şekillenmek durumundadır. Demokratik modernitenin inşasında esas alınan entelektüel, ahlaki ve politik görevlerin birbiriyle bağlantısı da önemlidir ve Önderliğimiz bu konuyu şöyle ortaya koymaktadır:
Üçü de birbiriyle sıkı sıkıya bağlantılı olan bu görevler entelektüel, ahlâki ve politik boyuttadır. Fakat aralarındaki sıkı ve karşılıklı bağlantı, kurumsal olarak kesin bağımsız olmaları gereğini ortadan kaldırmıyor. Tersine, her alan kurum olarak tarihte de, günümüzde de, gelecekte de bağımsızlığını korumak durumundadır. Aksi halde işlevlerini hakkıyla yerine getiremezler. Tarihte oldukça iç içe geçen bu alanlarla ilgili kurumlaşma ve görevleri netleştirmek, nasıl işbirliği içinde bulunabileceklerini düzenlemek çözümlenmesi gereken hususlardır.
Sistemin yaşadığı kriz temelde bir zihniyet krizidir ve öncelikle entelektüel alandan kaynağını almaktadır. Zihniyet devriminin gerçekleşmesinin önemini bu krizle bağlantılı olarak düşünmek şarttır. Sosyal bilimde entelektüel açılımlar yoluyla arayışlar yaratan düşün insanları bu krizi sorgulatmada önemli roller oynamaktadırlar. Ama bu rollerin yeni bir modernite inşasına yönelecek düzeyde olduğunu söylemek mümkün değildir. Toplum bilim araştırmaları ve çalışmaları toplumu ahlaki ve politik yaşamına yakınlaştırdığı oranda anlam kazanabilir. Toplumlar üzerinde zor yoluyla inşa edilen kapitalist modernite kurumları karşısında mücadele edebilmek, güç olabilmek ve yanlışı ortadan kaldırıp doğruyu yaşanılır kılmanın yolu, demokratik modernite güçleri açısından esasta zor dışındaki yöntemlerdir. Bunun en sağlam yolu da toplumun özü olan ahlak ve politikayı, demokratik, özgürlükçü ve farklılıkların eşitliğini esas alan yöntemlerin yaşamsal kılınacağı kurumlaşmalar oluşturmak ve toplumun kendi özgür varoluşunu yaşamasını sağlamaktır.
Devam Edecek…
Abdullah Öcalan Sosyal Bilimler Akademisi