HABER MERKEZİ
Her şey ışıktan gelmedi mi, onsuz var olduğumuz tek bir an var mı ya da yaşadık mı?
Her şey ışıktan gelmedi mi, onsuz var olduğumuz tek bir an var mı ya da yaşadık mı? Her şeyin kökeni bing bang ya da tanrı ile izah ederken onlar da ışıkla tanımlamadılar mı kendilerini? Canlı yaşamı ışığa muhtaç, ışığa mahkûm, ışığa tutku ile bağlıdır. Niye bu bağlılık ve sevda, hangi serüvendir ki bizi hep buraya çeken. Enerjiden maddeye maddeden milyonlarca farklı çeşide evrilirken her canlının hem özü hem yaratıcısı olduğunun farkına vardık. Kendini hep somut olarak hissettirirken, bazen karanlığı parçalayan güneş, bazen bir yıldızın parlaklığı bazen ayın suyla buluşması oldu. Tüm zayıflığına rağmen doğa da insanın var olabilmesi için toplum oldu, yaratan ana, var eden klan oldu. Sadece bu değil anasına hasret bir çocuğun gülüşün de, çocuğuna sevdalı bir ananın tebessümünde, toplumuna aşık bir tanrıçanın me’lerin de, kutsal toprağına ve tanrıçalarına bağlı Hunbaba’nın destanın da yer aldı. Yaşamın yasası olup ahlak diye tanımlarken kendini yaratıcılık ve özgürlüğün mekânı olan politika da gördük o sıcak yüzü. Ömrüne ömür katan toplumsallık ışığı her an bizi var eden ve kollayan gerçekliği ile yürürken, yoktan var olmadı zifiri karanlık. Yanı başımızda sinsice bakıp devşirirken her değeri, ışık onun varoluşundan habersiz değildi. Ancak ihanet dipsiz karanlık ve nankördü. Lanetin ittifakı karanlık köşeler de adım adım örülürken hemen aşağıda El Ubeyd’te ihanetin yüzü ayyuktaydı. Susmadı büyük ışık İnnan’a öncülüğün de Uruk’ta cenge dururken hep umut hep koruyucu oldu. Tarih şahidimizdir hasret kaldı zifiri karanlık rahat bir geceye. Kah dağlar da, kah köyler de kah şehirler de zılgıtlar ve ateşler yandı. Savaş derinleştikçe ilmik ilmik yaşamı ören büyük terzi Hermes devralmadı mı o kutlu bayrağı? Tarih yarılmadı mı iyilik, doğruluk, güzellik ve karanlık, yanlışlık, çirkinlik diye? Onların basbas bağırmaları kellelerden kaleler yapmaları bizi yıldırmadı ve yok edemedi, ışık hep yürekler de, beyinler de, yanan ocaklar da sallanan iman kılıcında, küçük ve büyük yerleşkeler de eksik olmadı.
Büyürken kaleler, büyük imparatorlukların ihtişamı için değil yaşadıkları büyük korkularından idi. Duvarların uzunluğu ve genişliği yaşadıkları korkunun ve karşı direnişlerin dışa vurumu ile yapılan yapılardı. Işık kendini etnisite direnişleri ile var ederken güneşin ve ateşin peygamberi Zerdüşt, ışığın adı ve sanı oldu. Halkların bayramı Med’in zaferi, Kawa’nın ateşi dalga dalga yayılırken yeni gün diye kutlandı Newroz. Bundan feyz aldı cümle alem çünkü zifiri karanlığın ne dili ne de vatanı vardı. Bu geleneğe yeminle bağlanırken peygamberler, Mani ve İsa ahlakın ve ezilenlerin dili ve eylemi oldu. Ortadoğu büyük savaşın dergahı olurken nice Hürremler, Babekler, Hallaclar ve Karmatiler büyüttü bu kutsal beşik.
Devrederken büyük savaşı kardeş kıtaya, doruklara, zozanlara, çöllere ve varoşlara çekilir büyük ışık. Donuk kaleleri mutlak vahiler kaplarken bölgem de, dogmalar sis misali gündüzü geceye çevirdi. Kardeş kıta yırtmaya başlarken tüm karanlıkları, devraldığı direniş mirasına bağlı kalır. Büyük direniş halkalarının devamı olduğunu ve ödenen bedellerin farkındalığı ile sarılır mücadeleye. Felsefe ve bilim yüzünü çevirir doğaya. Sana bağlılığın bedelini biliriz kutsal ana ama yolun dikenleri ve zorlukları caydırmadı yiğitlerini. Diri diri yanan bilge kadınlardan, Bruno’ya, Simyacılardan, işçi direnişlerine kadar her bedel göze alınarak verildi büyük mücadele. Zorbanın kılıcı yarıklarda gizlenen hırsızın elindedir şimdi. Soysuz hırsız bin bir hile ile kendini lanete pazarlarken karanlığa ortak olma hayali ile tutuşur. Zifiri karanlık yeni ittfaka muhtaçtır zira ışık hiç bu kadar küçültmemiş ve daralmamıştı onu. Can havli ile sarılırken yeni yüzüne, kendini hücrelere bölmeden yaşayamayacağını bilir. Işığı, bölerek yönetme gayreti içinde bireyciliğe sarılır. Dağılma ve dağıtma karanlığın felsefesi olur. Her şeye ve herkese bu hastalığı yayarak, varlığını koruyacağının bilincindedir. Zifiri karanlığın yeni yetmesi bireycilik oldu. Işığa saldıran veled uzakta değil hemen yanımızda yüreğimiz de ve beynimizde idi. Büyük tanrı – iktidar- uygarlığı modernleştirme çabasında ve savaşırken herkesi hem tanrı hem kul, hem köle hem efendi hem özne hem nesne yapar. Kral hiç olmadığı kadar çıplak, tanrı hiç düşmediği kadar yerler de sürünür olmuş. Işık adına hiç bir kutsallığın kalmaması için altından kafesler ve sahte ışıklardan mega kentler var eder. Kendi yalanını kutsamak ve büyütmek için ulus devlet, endüstiriyalizm, kapitalizm sistemlerini kurgular ve uygular. Dincilik, bilimcilik, cinsiyetçilik yeni dinin afyonu olurken sarsılmaz pozitif yasalar kutsal tanrının sözleri oluyordu. Savaşlar hiç olmağı kadar taraf ve taraftar bulur, ülkem ve bölgem yamalı bohçaya dönmüş. Bir, iki derken dünya savaşlarından sonra ışığın parlaklığı ülkemde kızılla boyanır. Işığın tohumları kadim kente düşerken, Amara da sancılar ve acılar içinde inleyen bir ana değil insanlıktır. Ama doğan bir bebe değil bir tarihtir, karanlık değil güneştir, insan değil evrendir. Kavganın diyarında, nanın onurla bir olduğu, emeğin insan yarattığı bir süreçte ışık yeniden gencecik bir bedenle buluşur. Arayışlar ve kavgalar erken başlar o gencecik beden de. Karanlığa mahkum olmamak içi direnirken, adı çöllerin delisi olsa bile kavga ışıktan gelmiş yüreğe sığmaz, kaçınılmaz olan savaş hazırlık ister elbet. Cesaret ve inanç yüreğinin harmanı olurken Şems’i, Ankara da Kemal olur Haki olur. Güneş denizle buluşur da insan Kemal’e ermez mi? Deniz güneşle buluşur da insanlığın intikamı alınmaz mı? Öcalan, Karer ve Pir ışığın sönmez meşaleleri olurken insanlık bölgem de kendi değerleri ile yeniden canlanıyor. Ne Amed zindanı ne cunta ne karanlık hücreler ışığın evrensel gerçekle ile insanlık değerleri ile buluşmasına engel olamadı. Bu gün her çocuğa Kemalin, ışığı, Kemalin umutları, Kemalin direnişi, Kemalin kavgası serpilirken, Işığın adı KEMAL oldu ülkemde.
Baran ŞAHİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi