HABER MERKEZİ – Türkiye’de kadına karşı şiddet ve tecavüz başta olmak üzere, toplumun birçok farklı kesimlerine karşı şiddet ve tecavüz günlük yaşamın normalleri halini alıyor. Öyle ki, günlük olarak basının ekran ve sayfaları şiddet ve tecavüzlerle doluyor. Bu bağlamda Türkiye’de çok bilinçli bir şekilde şiddet ve tecavüz kanıksar hale getirilerek, toplumun bu tür ahlaki düşüşe karşı direnci kırılarak, normal yaşanılan durumlar imiş gibi topluma empoze ediliyor.
Birincisi ifade ettiğimiz gibi öncelikli olarak kadına karşı geliştirilen şiddet ve tecavüz normal hele getirilip, toplumun tümüne yayarlarken, olup biteni basitleştiren, hafifleten bu bağlamda özünde kopartarak yumuşatan kavramlarla da toplum manipüle edilerek etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor.
Çok açık ve bilinçli bir şekilde toplumun farklı kesimlerine, özelde de kadın ve gençlere karşı sistematik olarak geliştirilen tecavüzü istismar olarak vermek, tecavüzcüleri akladığı gibi söz konusu bu ahlaki saldırıya karşı gelişecek olan direnişi ise pasifleştiriyor.
Halbuki, lügatler istismarı: işletme, yararlanma, birinin niyetini kötüye kullanma ve sömürme olarak tanımlarken, tecavüzü ise; hücum etme, saldırma, saldırı, saldırış, başkasının hakkına el uzatma, namusuna saldırma, sarkıntılık etme olarak tanımlıyor. Birisi iyi niyeti suiistimal etmek iken, birisi yekser iradeyi kırmaya dönük bir eylem oluyor. Birisi bir şekilde kendi çıkarı temelinde bir yaklaşım olurken, bir diğeri ahlaki olarak çökertmeye dönük bir eylem oluyor. Bu bağlamda tecavüzü, el atmayı, tacizi, sarkıntılığı istismar kavramlarıyla açıklamaya çalışmak tek bir cümle ile ifade edecek olursak; tecavüzcülerin yanında yer alarak onları aklama girişimi oluyor.
Ve bilelim ki –niyet ne olursa olsun-bu tür yumuşatmalara gidenler, bu yumuşatmayı ısrarla sürdürenler son tahlilde, kadına karşı şiddeti ve tecavüze toplumun refleksini zayıflatarak arka çıkmış oluyorlar.
İktidar, işgal ve talan üzerine kurulmuştur. İşgal ise şiddet ve tecavüzdür. Nedeni ise birilerinin biriktirdiğine göz dikmedir. Bu bağlamda şiddetin dolayısıyla iktidarın gaspla dolaysız bağı vardır. Gasp ise ancak şiddetle gerçekleştirebilir.
İktidar yapıları dolasıyla iktidarın kurumsallaşmış hali olan devlet yapıları- kendilerini var ederlerken, şiddete dayanarak var etmişlerdir. Şiddetin ilk uygulamaları ise kadına karşı uygulanmıştır. İlk olarak kadının ortaya çıkardığı değerlere karşı saldırı gerçekleşmiştir. Kadının ortaya çıkardığı ürünler gasp edilerek el konulduğu gibi kadın ilk köle haline getirilendir. İlk önce kadın evin duvarlarına içine hapsedilmiştir. Erkeğin ise; köleleştirilmesi, mal varlıklarına el konulması, şiddete maruz kalması dolasıyla gaspa uğraması daha sonra gelişmiştir. Bilelim ki, özü itibariyle her irade kırma eylemi bir tecavüzdür. Ve bunu iktidarın en rafine biçimde örgütlenmiş olan devlet yapıları çok bilinçli ve sistematik olarak geliştiriliyorlar.
Dikkat edelim, kadına karşı şiddet ve tecavüz sadece bazı yerlerde gelişmiyor. Benzer bir şekilde çocuk ve genç erkeklere karşı geliştirilen tecavüzler de sadece bazı yerlerde geliştirilmiyor. Birçok farklı alanda, farklı biçim ve genişlikte çocuk ve genç erkeklere de bu tecavüzler uygulanıyor. Ve bu çok bilinçli bir şekilde geliştirip, topluma; ”yerinde durmasanız çocuklarınız ve genç erkeklerinize yapıyorsak, size hayli hali aynısını yaparız” mesajı oluyor. Bu tür kirli yöntemlerle toplum baskılanıyor, susturuluyor ve teslim alınıyor. Ve bu yöntemleri baskıcı, zorbacı ve zoraki toplumun değerlerine el koyan iktidarla çok daha ileri düzeyde bunu uyguluyorlar.
Örneğin Fransa’nın seçkin filozoflarından olan Michel Foucault zindanların iktidar güçleri tarafından muhaliflerini terbiye ederek teslim alma merkezleri olarak ele alıyor. Başka bir deyimle, zindanlar muhalif olan insanların iradesini kırmak için oluşturulan merkezler oluyor.
Sözü şuna getirmek istiyoruz, bugün Türkiye’de yaşanan kadına karşı şiddet ve tecavüz, çocuklara ve genç erkeklere karşı taciz, sarkıntılık, tecavüz; insanları, toplumları bilinçli bir şekilde teslim almak için geliştirilmiş sistematik uygulamalardır. Bu kirli ve ahlak dışı işleri bir şekilde düşürdükleri, insanlıktan çıkarttıkları ve bu bağlamda da devlete çalışan, devlete bağımlı kişiliklerin elliyle yapılarak, devletin tecavüzcü kültürü gizlenmekte, hedef olarak ortada kalanlar ise ‘sapık’ bireyler oluyor. Bu tür bireylere karşı tepki ve refleksler elbette olmalıdır. Ancak bu tür bireylere karşı geliştirilecek olan tepkinin bin katını, daha fazlasını ve sertini yani radikalini ise devletin bu özel savaş uygulamalarına yöneltmek en doğru olandır.
Gerçeklik böyle iken ve toplumun tümünü ayaklandırıp kıyamet kopartılması gerekli iken, onca olup biteni iki de ‘bir istismar var, istismar ediliyor’ denilerek, tecavüz kültürü aklanmış olunmuyor mu?
Ne var ki ve de çok acıdır ki, bu kavramı en fazla bilinçli bir şekilde geliştiren ve yaygınlaştıran tecavüz kültürünü geliştirenler iken, sözde bunun karşısında olanlar, olduklarını söyleyenler de aynı kavramları tıpkı tecavüz kültürünü kullananlar gibi kullanmaktadırlar.
Halbuki istismar kavramını en fazla Süleyman Soylu gibi duruşu ve bakışı bile tecavüz kokan bir özel savaş elemanı tarafından kullanılmaktadır. Kadına karşı şiddet ve tecavüzü dolasıyla toplumun birçok farklı kesimine karşı tecavüzü baş yöntem olarak kullanan böylesine bir özel savaş elemanının kavramlarıyla konuşmak, yazmak, propaganda etmek ne kadar toplumu etkileyebilir ve ne kadar toplumu bu tecavüz kültürüne karşı ayaklandırabilir?
Uzatmadan, topluma karşı tecavüz gibi insan onurunu rencide eden, iradesini yok sayarak kıran her türlü insanlık karşıtı eyleme karşı toplumun en doğal ve haklı olan karşı duruşunu, refleksini ve direnişini kırmak, zayıflatmak, yumuşatmak, belirsiz kılarak bulanıklaştırmak, tek bir kelime ile ifade edecek olursak; tecavüz suçuna ortak olmaktır!
Kasım ENGİN
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi