HABER MERKEZİ
Sistemin Savaş ve Şiddete Dayalı Krizi
Kapitalist ekonomi savaşla beslenir. Uluslar, mezhepler, dinler arası çatışmalar, sistemin kendi eliyle yaratıp toplum üzerine saldırttığı DAİŞ gibi çete örgütleri toplumu sürekli savaş halinde tutarken, kapitalist sermaye bu savaşlara silah yetiştirir ve palazlanır. Sürekli savaş halindeki dünyanın hiç bir yerinde insanlar güvenlik altında değildir. Kapitalist sistemin yarattığı bu çatışmalı ortamda, öz savunma insanlık için varlık yokluk krizi noktasındadır. Sadece savaşlar değil, yok edilen kültürler, diller, sömürge toplumlar, ulus devletin tek tip insan anlayışına karşı, öz savunmasını sağlamak durumundadır. Topluma saldıran sisteme karşı, toplum kendini savunmak durumundadır.
Savunma, kadın için en az ekonomi kadar erkek egemenliğinden kurtuluş için önemli bir alan- dır. Savaşların bedelini en ağır ödeyen kadınlardır. Bin bir emekle büyüttükleri ana kuzusu evlatlar sistemin savaş çarkında un gibi öğütülmektedir. Erkeklerin egemenlik savaşlarında kadınlara düşen gözyaşı dökmektir. Savaşlarda ganimet olarak ele geçirilen, köle pazarlarında satılan yine kadınlardır. Şengal katliamının kadınlara acı bedeli tüm dünya tarafından sessizce izlendi. Buradan çıkan sonuç çok nettir, kadınlar kendi kendini korumalıdır. Erkek egemen sis- temin pof pofladığı namus bekçisi kocalar eşlerini bile korumaktan acizdir. Sokakta namus adına kadın katleden namuslu erkekler, eşleri, kızları DAİŞ tarafından satılırken, tecavüzden geçerken izleyici olmaktan başka bir şey yapamadı. Bu dünyanın bütün erkekleri için geçerli bir gerçektir. Çünkü dünyanın savaş çarkı beşbin yıldır böyle işlemektedir.
Savaş içinde olmayan toplumlarda ise toplum içi bir kaynama, savaş hali yaşanmaktadır. Cinnet geçiren eşler, namus cinayetleri egemen erkeğin kadına karşı savaş halini ifade etmektedir. Kadın ticareti, kadın katliamları, taciz ve tecavüz anlık olarak kadına dayatılırken, sistem tarafından olağanlaştırılmaktadır. Medya, kadın cinayetlerini üzülüyormuş gibi bir havayla haberlerin sonunda sunarken, sıradan, kader, istisnai bir durum gibi lanse etmektedir. Sistemin bu cinayet ve şiddet olaylarına karşı hiç bir tedbir almaması, bu olayları meşrulaştırmakta ve normalleştirmektedir. Kadın cinayetleri erkeklerin bir deşarj olayına dönüşmektedir. “İster sever ister döver” sözüne “ister öldürür” eklenmiştir.
Sistem koşullarında kadınların kendisini savunma olanağı yoktur. O erkeğe teslim edilmiştir, devletin önerdiği erkeğe karşı tedbir yöntemlerinin henüz bir kadını kurtardığı görülmemiştir. Dışardan güvenlik sağlama vb. yöntemler tam tersi aile içinde güveni tamamen yıkmakta ve erkekleri kadın katliamına teşvik etmektedir.
Tüm bunlardan hareketle, öz savunma, özgürlük arayan kadının birincil örgütlülük esası olmaktadır. Kendini savunamayan nasıl özgür olabilir? Özgürlük kendini savunabilmekle başlar. Örgütsüz bir savunma ise imkansızdır. Kadına karşı gelişen erkek egemenlikli tüm saldırılara ancak örgütlü olarak karşı konulabilir. Öz savunma, şiddete karşı meşru savunma yaparak kendini savunmak değildir yalnızca, saldırının ölümcül olduğu yerde kadınlar kendilerini fiziki de savunmalıdır. Erkeğe muhtaç olmaktan çıkmak en büyük öz savunmadır. Ekonomik, siyasi, kültürel, tüm alanlarda kadın olarak kendini irade haline getirmek, erkeğin kadına biçtiği sınırlardan kurtuluşu getirir. Erkek sınırlarından kurtulan kadın kendi yaşam kararlarını özgürce inşa edebilir.
Alternatif Sosyal Bilim Arayışlarına Örnekler
Batı kökenli sosyal bilim düşünce sistemini batı merkezli başlatır. Toplumsal hareketliliği Fransız devrimi ile başlatır. Daha öncesini tanımaz, bilmez, ya da görmek bilmek istemez. Bu yüzden sığdır, yarımdır, parçalıdır, taraflıdır. Tüm dünya halklarını kapsamaz, sadece Avrupa deneyimlerinden çıkan sonuçlara dayanır. Daha önceki filozof ve düşünürlerden beslenmez, Antik Yunan felsefesini tekrar canlandırıp gündemleştiren ve batıya tekrar taşıyan doğulu düşünürler olduğu halde onları görmezden gelir. Ve sanki aydınlanma tanrıdan kendilerine vahiy inmiş gibi kendilerini her şeyin merkezi ilan ederler. Dünya coğrafyasını bu kadar parçalı almak bile ne kadar taraflı bir sosyoloji yapıldığının göstergesidir. Batı özneleştirilirken dünyanın geri kalanı nesneleştirilir. Batı dünyanın merkezine konurken diğer yerler sömürülmeyi hak eden yerlerdir. Kadınınsa adı bile geçmez. Batı sosyolojisinin tüm özelliklerine erkek ege- menliği sinmiştir. Toplum, kadın ve tüm ezilenler adına elle tutulacak yanı yoktur.
Aslında sosyolojinin Auguste Comte’tan önce de tanımları yapılmıştır. Tunus’lu, İslam filozofu İbni Haldun sosyolojiye ve tarih bilimine ilk tanımlama getirenlerdendir. Tabi ki batı düşüncesiyle dayatılan hegemonik karakter ne İbni Haldun’u tanır, ne de Şeyh Bedreddin’i. Daha doğrusu görmezden gelir. Sosyolojiyi Auguste Comte’nin belirlediği anlayışla başlatmayı tercih etmesi kendi çıkarları gereğidir.
Kısaca İbni Haldun’a vurgu yaparsak, Ona göre tarih yalnızca olaylar yığını değildir, yalnızca olayların anlatımı değil, anlatılanların doğruluk derecesini saptama yöntemidir. Nasıl ki, maddenin kendine özgü bir doğası varsa, insan topluluklarının da ayırıcı ve süreklilik taşıyan bir doğası, neden sonuç ilişkisi vardır. Tarihsel olayları toplumsal, etnik, kültürel, siyasal, ekonomik hatta coğrafi ve biyolojik koşullarla bağlantılı ele alır. Yöntem olarak akılcılığı esas alır. Kişisel duruş olarak bir dönem baş vezirlik yapsa da siyasetten uzak durmayı ve kendini bilime adamayı tercih eder.
Toplumsal hareket olarak sosyalizm, batıda ütopik sosyalistlerle başlangıç yapmış olarak tanınır. Marx ve Engels ise bilimsel sosyalizmin kurucusudurlar. Sosyal bilimin öngörüsüyle inşa edilecek toplumsal yaşam modeli elbette ki sosyalizmdir. Batı sosyolojisi ve felsefesinin etkisiyle sosyalizmin bilimsel ilkelerinin oluşması, sosyalizmi, kapitalist sistemin karşıt kutuptaki benzerine çevirmiştir. Fransız sosyal bilimi, İngiliz ekonomi-politiği ve Alman felsefesinin eleştiri ve alternatifi olarak öngörülen bilimsel sosyalist teori, salt bunlara bakarak kendi anlayışını oluşturduğu için, aslında bunların sınırlarını da aşmamıştır ve bu nedenle zıt kutupta da olsa benzeşmiştir. Dini afyondur diye bir celsede silip atarken, insanlığın binlerce yıllık düşünce tarzını ve maneviyat dünyasını söküp atmıştır. Tüm toplumsal tarihin binlerce yıllık birikiminden miras olarak faydalanmamıştır.
Salt kapitalizme alternatif olmak üzerinden yola çıkılırken kapitalizmin beş bin yıllık bir hegemonik sistemin zirvesi ve birikimi olduğu göz ardı edilmiştir. Hatta sosyalizme geçmek için kapitalizm aşamasına gelmenin gerektiği şeklindeki tarihi düz ilerleyen bir mantıkla ele ala- rak; kapitalizmi hem eski sistemlerden ileri olarak yorumlamış, hem de varlığını zorunlu görerek meşrulaştırmıştır. Yeni bir çağın doğuşu olan sosyalizm, zihniyetinin kurgusundaki bu yetersizlikler nedeniyle, toplum adına yola çıksa da toplumsal sorunları gereğince çözmemiştir. Elbette ki reel sosyalist deneyim önemli bir miras oluşturmuştur. Bugün, bu mirasa sahip çıkış temelinde, yetersizliklerin sebebinin çözümlenmesi ve demokratik sosyalizmin yeniden inşası, sosyal bilimin temel arayışlarından biri olmak durumundadır. Sosyalizmin demokratik temelde yeniden inşası, toplumsal tarih boyunca yaşanan tüm sosyal direniş hareketlerinin mirasını değerlendirerek olabilir.
Örneğin, bir sosyal bilimci olan Şeyh Bedreddin’in, biliminde ulaştığı düzeyi toplum yaşamında somutlaştırma deneyimi vardır. ‘‘Şeyh Bedreddin, toprak ve ürünleri insanların ortak malıdır ve insanlar eşit yaratılmıştır’’ düşüncesindedir. Bilimsel anlamda derinleştikçe iktidar gerçekliğini daha fazla sorgular. Sarayın, saltanatın zorbalığın ürünü olduğu, bunlara başkaldırmak gerektiği görüşüne ulaşır. Halkın mutlu olabileceği yaşamı ancak halkın kendisinin kurabileceğine inanmıştır. Toplumsal ortak bir yaşamı kurmak için başkaldırır ve bunu pratikleştirir. Kurduğu sistemde değişik, inanç ve kültürlerden insanlar yer alır. Kadın, yaşlı, genç ve çocuklara kadar herkesin rol ve misyonu vardır.
Toplumsal yaşamın özgürlükçü inşası girişimleri tarihte hiç eksik olmamıştır. Karmatiler eşitlikçi yaşam anlayışını esas alan ve bu temelde kendilerini sistemleştiren halk topluluklarına bir örnektir. Kadınlar her türlü toplumsal faaliyet içerisinde erkeklerle yan yana yer alırlar. İki yüz yıla varan bir dönemde Ortadoğu’nun büyük bir kısmına yayılmış, büyük toplumsal hareketlerden biridir. Her türlü etnik ve inanç gruplarını kapsarlar. Abbasi iktidarını büyük oranda gerileten İslam Komüncüleri olarak adlandırılırlar. Köylü, emekçi yoksul kesime dayandığı için köylüler hareketi anlamında Kûramitiler-Karmatiler olarak adlandırılırlar. Bir sosyal devrim örneğidir.
En çarpıcı bir örnek ise kapitalizme geçiş aşamasında kadınların cadı avı adı altında soykırımdan geçirilmesidir. Cadı diye tabir edilen bu kadınlara hem eski feodal toplumun dolayısıyla kilise ve engizisyon mahkemelerinin, hem de yeni uygarlık olarak doğuşu yaşayan kapitalizmin öncü güçlerinin bu kadar öfkesi nedendir?
Bu dönemde kadınların kendi sistemleri olduğu söylenir. Bu kadınlar Avrupa’da geç döneme kadar etkisini sürdüren neolitik toplumun mirasçısı olan bilge kadınlardır. Belki de kapitalizmin çıkışına izin vermeyecek alternatif bir toplumsal çıkışın öncüsü olabilirlerdi. Kadın sos- yal direnişi olarak bu kadınların direnişlerinin güçlü bir sosyal direniş olduğunu daha fazla görünür kılacak araştırmaları devam ettirmek gerekiyor.
Bu belirttiklerimiz, sosyal arayış ve direniş hareketlerine sadece birkaç örnektir. Mitolojilerde güçlü izler bırakan tanrıça kadın direnişlerinden başlayıp Zerdüşt, Mani, Sühreverdi, Hallac-ı Mansur, Peygamberlik geleneği ve Tasavvuf felsefesi, Alevilik geleneği, Ortadoğu’lu ozan ve bilgeler, sosyal bilim açısından incelenmesi ve miras olarak değerlendirilmesi gereken düşünce ve direniş odaklarıdır. Bin yılların toplum adına direniş arayışı ve kültürel birikimidirler. Antik çağda felsefenin simgesi bir tanrıçayla ifade edilir, Sofia bilgi tanrıçasıdır. Bilgi sevgisi olarak tercüme ettiğimiz felsefe (phylo-sofia) kavramı aslında bilgi tanrıçası Sofia’ya duyulan sevgidir. Cinsiyetçiliği kadınla birlikteliği aşağılar derecede yoğun yaşayan Antik Yunan felsefe çağında, adı yazılmamış birçok kadın filozof vardır. Rönesans insanlık adına onurlu yeniden doğuşu ifade eder. Ortaçağın karanlığında boğulan toplumu ve kadını onurlu varlık olarak tanımlar. Öncülerinden Bruno özgür görüşlerinden taviz vermediği için yakılır. Kapitalizm Rönesans’ı kendi doğuş zemini olarak yansıtsa da, özünde Rönesans tam bir toplumsal uyanıştır ve yarattığı değerler Kapitalist modernite tarafından gasp edilmiştir.
Tarihe toplum penceresinden bakmaya çalışan bu kişilikler ve düşünce gelenekleri, sosyal bilim açısından incelenmesi gereken tarihsel birikimi ifade eder. Her birinin kendi özgünlüğünde farklılıklarından çıkacak tecrübe, tarihten doğru yöntemi süzme anlamında paha biçilmez değerdedir. Kadınlar bu düşünce geleneklerine etkide bulunmuşlar, aktif katılmışlar hatta yön göstermişler. Halklar adına direniş odakları egemen yaklaşımın kadına biçtiği kılıfı değiştiremeseler, hatta o sınırları aşamasalar da, toplum yaşamına dair yapmaya çalıştıkları düzeltmeler, onları tarihsel direniş ve adalet mirası yapar. Jineolojî’nin tarihsel mirası tüm toplumsal hareketlerde, düşünce ve felsefi akımlarda gizlidir. Jineolojî, Doğu ve Batı’nın ve tüm dünyanın insanlık adına olan tüm uyanış ve direnişlerini miras alır.
Kadından soyut, hiç bir çağ ve uygarlık, düşünce akımı yaşanmamıştır. ‘‘Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır sözü’’ sosyolojik olarak çok büyük bir gerçeğin ifadesi. Sistemler tarafından söz hakkı elinden alınan ve lanetlenen kadınlar, aslında tarih boyunca erkeklere yine de yön göstermişlerdir. Ya da kendi görüşlerini onlar aracılığıyla dile getirmişlerdir. Yazılı tarihin satır aralarında kadınların etkin varlıklarını çözmek ve tarihi yeniden yorumlamak Jineolojî’nin tarihe karşı görevi olarak karşımızda duruyor. Tarihin yeniden toplumlar lehine yorumunun çıkaracağı sonuç, sosyal bilimin doğru tanımının temeli olacaktır.
Devam edecek…
Emine Erciyes