HABER MERKEZİ
Yaklaşık on yıldır kavramlaşan ve 8 yıldır bilim dalı olma iddiasında olan Jineoloji, bu kısa süre içerisinde önemli aşamalar kat etti. Jineoloji bilimi, tarihi ve toplumu kadın varlığıyla yorumlamada izleyeceğimiz yöntemin bilimi olmaktadır. Zira, kadının tarihte başat rol oynadığı Neolitik dönemden bu yana ataerkin asır-asır, yıl-yıl, ay-ay, gün-gün ve saat-saat yaşamımıza nüfus etmesine karşın, demokratik toplumların direngen damarında kadının rolünü göz ardı etmek, tarih yorumumuzu sakat bırakacaktır.
Verili tarih yazımı, erkek efsanesidir. Egemenler bize bu tarihi ezberletmiş, tarihin kahramanları hep erkekler olagelmiştir. Bu tarih yazımında kadına yer yoktur. Avcılıkla başlayan erkeğin egemenlik öyküsü, toplumlar tarihi boyunca erkeğin kadını avladığı, kafeslediği bir öykü olarak günümüze kadar gelmiştir. Tarih, aslında biraz da erkekliğin 7000 yıl boyunca süren av hikayesidir. 7000 yıl boyunca süren iktidarın, ölümün, savaşın, zulmün, gözyaşının tarihi…
İşte Jineoloji, bu egemen erkek hikayesinin yalanlarla örüldüğünü, kadın şahsında kaybolan insanlığa nasıl da kaybettirdiğini, toplumu nasıl alaşağı ettiğini ifşa etme bilimidir.
İlk yalanı kim söyledi, ilk kurnazlığı kim yaptı, ilk iktidar nasıl oluştu, ilk zulmü kim uyguladı, ilk genel ev kimin icadıydı, ilk cinayet, ilk toplu katliamlar hangi zihnin ürünüydü ve kimin eliyle geliştirildi? Jineoloji tüm bunlara ışık tutma ve gün yüzüne çıkarma arayışıdır.
Kadının bilgisini, icatlarını, yaratımlarını hırsızlayan erkek aklı böylelikle iktidarını aşama aşama bina etmiş ve günümüze kadar devasalaşan bir erkeklikle toplumu nefes alamaz duruma getirmiştir. Gün geçtikçe derinleşen insanlık krizi, erkek merkezli uygarlık sisteminin öteden beri neyin peşinde olduğunu gösteriyor. Erkek patentli uygarlık sistemi içinde gizlenen mantık, artık en acı meyvelerini veriyor. Toplum çürüyor, bireycilik kök salıyor, paylaşım değil yarış öğretiliyor. Her gün ekranlara, gazete sayfalarına ölümün ve acının bilançosu düşüyor. Ve en çok da kadın kıyımı yaşanıyor. Sistemik cinayetler, tecavüzler, şiddet ve kadını yok sayma politikaları, erkekliğin ölümcül çarklarında aslında toplumun özünü öğütüyor.
Mitolojilerle başlamıştı kadın karşıtı söylenceler. İlk günah da kadınındı zaten. Tek tanrılı dinler kadın varlığını iyice karanlığa çekmiş, kadın olgusunu parçalamış ve günümüzde ise kadın adına geriye hiçbir şey bırakmamıştır. Kadın tamamen kendine yabancılaştırılmıştır. Kadın köleliği en kaba halinden en ince haline kadar sistemin vazgeçilmez politikası olmuştur. Dinden felsefeye, bilimden tarihe kadar hiçbir şey kadın düşmanlığında bu denli güçlü buluşmamıştır. Yeryüzünde hiçbir ön yargı kadın düşmanlığı kadar köklü olmadı, hiçbir halk bu kadar uzun süre şiddete maruz kalmadı, hiçbir sınıf böylesine haksızlığa uğramadı, bu denli nefret öğesi haline getirilmedi. Peki nedir bu nefretin kökeni? Bu büyük düşmanlığın kaynağı nereye dayanıyor? İlk üreten kadındı, dili barışçıldı, kadın niteliği farklıydı, doğayı duyumsuyordu, paylaşımı değerli kılıyordu. Doğurgandı, güneşi ve yıldızları anlıyordu. Doğayla, insanla, yaşamla bu kadar uyumlu bir varlığın olduğu yerde iktidara, kâra, kavgaya, savaşa, ganimete ve talana yer var mıydı? Yoktu, dolayısıyla kadın varlığı hiçe sayılmalı, başını kaldırmasına izin verilmemeliydi. İşte, düşmanlığın kaynağı buna dayanıyordu. Jineoloji bilimi tüm bunları daha etraflıca sorgulayacak, nedenlerini daha güçlü serimleyecek ve pozitivist bilimlerin karşısında duracaktır.
7000 yıldır erkek tarihinin ne yazık ki bize öğrettikleri var. Zihinlerimiz, duyumsayışlarımız, vicdanlarımız neye göre şekilleniyor? Toplumsal cinsiyetçiliğin temelinde hangi kodlar var? Bugün hepimizin zihinlerinde bu kodlar çok etkili. Toplumun birbirine dayattığı erkeklik ve kadınlık halleri bu kodlar üzerinden şekillenmektedir. Kadın köleliği bu kodların ürünüdür. Nasıl yaşayacağız, nasıl davranacağız, neyi seveceğiz, şeklimiz nasıl olacak? Tüm bunlar toplumsal cinsiyet temelinde üretilmektedir. Jineoloji bilimi bu kodları çözmenin, kadın ve erkeğin birbirini yücelttiği, güçlendirdiği ve ileriye taşıdığı bir yaşam formu geliştirmenin iddiasındadır.
Toplumsal cinsiyetçiliğin kendini her gün yeniden ürettiği alan aile gerçekliğidir. Kadın hem sistemin hem de ailenin kölesi olarak aslında kölelerin de kölesidir. Jineolojinin üzerinde durduğu alanlardan biri de de aile kurumu ve araştırmalarını en yoğunlaştırdığı dal Özgür-Eş yaşamdır. Varlık ikilem üzerinde kurulduğu gerçeğinden yola çıkarsak salt bir cinsin varlığı yaşamın sürdürülebilmesi için bir anlam ifade etmeyecektir. Peki neden hiçbir canlıda cinsiyet farklılığı bir sorun teşkil etmezken insanda sorun haline gelmiştir. Toplumsal sorunların özü aslında burada yatmaktadır. Çünkü tüm eşitsizliklerin, köleliğin, faşizmin kaynağı bu ilişki tarzlarıdır. Egemen sistem, aile kurumu ile kadını toplumsallık görevlerinden uzaklaştırarak yalnız evin, erkeğin kölesi durumuna getirmiştir. Jineoloji bilimi, aile kurumunu da sorgulayacak, buradaki gerici ilişki yumağını da irdeleyecektir. Bunun karşısına özgür eş yaşam formülünü koyacaktır. Nedir bu formül? Kadın ve erkek birbirini doğru temellerde tanıyacak, güç verecek, yaşamda tamamlayıcı güç olacak ve toplumsallığa kopmaz bağlarla bağlanacaktır.
Bir kez daha neden Jineoloji diye soracak olursak:
Kadın merkezli doğal toplumun, toplumsallığın çekirdeği olduğunu,
Kadınların ilk bilginin, ilk üretimin ve çok sayıda ilklerin öncülüğünü yaptığını,
Tarihte kadınların rolünün ve başarılarının sayısız yaratıma vesile olduğunu,
Kadınların yaşanmışlığı ve deneyimlerini gün ışığına çıkarmak için,
Kadınların insanlığa sunduğu katkıları aydınlığa kavuşturmak için
Tarihi yazma işlevini erkeklerin elinden almak için,
Mevcut bilimlerin parçalayıcı, erkek merkezli normlarına itiraz için,
Etik ve estetik kavramlarını tüm cinsiyetçi tanımlardan arındırmak için,
Kapsamlı mücadele, özgür düşünce ve irade kazanmak için,
Kadına dayalı bir değişim gücü ve çalışması için,
JİNEOLOJİ diyoruz.
PKK SAKİNE CANSIZ OCAĞI ÖĞRENCİLERİNDEN