HABER MERKEZİ
Özgürlük, toplumsal bir olgudur. Toplum, kadın ve erkekten oluştuğuna göre bir toplumun özgürlük düzeyi her iki cinsin özgürlük düzeyiyle bağlantılıdır. Ancak özgürlük konusunda kadının daha belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü iktidarcı-devletçi uygarlık kültürünün gelişmesiyle beraber ilk düşürülen cins, kadın cinsi olmuştur. Bütün kölelik biçimleri kadının düşürülüşü üzerinden geliştirilmiştir. Kadın ne kadar düşürülmüşse, kölelikte o kadar derinleştirilmiş ve genelleştirilmiştir. Bundan dolayı kadındaki özgürlük düzeyi toplumun özgürlük düzeyinin belirlenmesinde bir ölçü olmaktadır.
Kadınların özgür olmadığı bir toplumda özgürlükten bahsedilemez. Kadınların özgür olmadığı bir toplumda eşitlikten, adaletten, iyilikten, doğruluktan, güzellikten bahsedilemez. Ancak bu değerler için yürütülen mücadeleden bahsedilebilir. Sağıyla soluyla liberalizm anlayışına dayalı bütün rejimlerin birey özgürlüğünün, büyük bir yalandan ibaret olduğu ve bireyciliği hortlatmaktan öteye bir sonuç vermediği günümüzde fazlasıyla açığa çıkmıştır. Toplumun yaşadığı kölelik düzeyi ve kadına yönelik gelişen şiddet kültürü bunu yeterince ortaya koymaktadır.
Günümüz toplumuna baktığımız zaman çok derinlikli, içerilmiş bir köleliğin yaşanmakta olduğunu belirtebiliriz. Yaşanan toplumsal sorunlar bunu göstermektedir. Bugün yaşadığımız toplumsal sorunların kaynağı toplumu oluşturan kadın ve erkek cinsi arasındaki eşitsizlikten, erkek lehine kurulu olan ataerkil düzenden, erkek egemen sistemin değer yargılarından kaynaklanmaktadır. Bu sistem ki erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu, erkeklerin kadınların sahip olmadığı haklara sahip olduğu anlayışını topluma yedirmiştir ve yedirmektedir.
Tek tanrılı dinlerdeki Adem ve Havva mitolojisinde de Havva, Ademin kaburga kemiğinden yaratılmıştır denerek kadının erkeğin bir uzvu onun bir uzantısı olduğu vurgulanmak istenmiştir. Yani kadının erkeğin malı olduğu, erkeğin aynı zamanda kadının sahibi olduğu bu biçimiyle zihinlere yerleştirilmiştir. Bu da özgürlükçü bir felsefik-ideolojik zihniyete sahip olmayan klasik namus anlayışına dayalı bir kadın sahiplenmesini ortaya çıkarmıştır. Sahiplenilen kadın sahiplenilen erkek olurken her iki cinsinde köleleşmesini beraberinde getirmiştir. Ancak erkek, iktidar-devlet kültürünün iktidarsız kılarak güçten düşürdüğü erkekliğini, tek alan olan aile ve cins olarak kadın üzerinde sergilerken kendisinin erkek olduğunu zannetme yanılgısı içinde yaşamaktadır. Toplumda çok yoğun yaşanan namus anlayışına dayalı şiddet ve kadın katliamı bu erkeğin, bitmiş-tükenmiş erkeğin eseridir.
İktidarcı-devletçi kültürle birlikte kadın cinsinin düşürülüşü başladı ancak tarihin hiçbir döneminde toplumun içinden kadına yönelik günümüzde yaşandığı gibi bir şiddet yaşanmamıştır. Tarihte çeşitli kurumlar tarafından kendi iktidarlarını sürdürmek için kadını günah keçisi yapan ve öldüren olaylar, süreçler yaşanmıştır. Ama bunlar toplumun üstünde olan iktidar-devlet kültürünün, kadına yönelik gelişen şiddet kültürünün ifadesi olmuştur. Toplumun kendisinden hareketle kadına yönelik bir şiddet kültürü yaşanmamıştır. Eğer bugün toplumun içinden insanlar tanıdığı veya tanımadığı kadına yönelik taciz etmekten tecavüz etmeye ve vahşice parçalayarak yakacak kadar her türlü şiddeti rahatlıkla uygulayacak hale gelmişse o zaman çok ciddi bir ahlaki bozulmanın, toplumsal çürümenin yaşanmakta olduğunu söyleyebiliriz.
Bugün yaşanan ahlaki bozulma ve toplumsal çürümenin kapitalist moderniteyle bağı vardır. Kapitalist modernitenin toplumsal dokuda yaygınlaştırdığı şiddet kültürü şiddeti adeta yaşamın bir parçası haline getirmektedir. Kadın cinsi üzerinden geliştirilen şiddet kültürü aynı zamanda kapitalist modernitenin kadını, doğalında erkeği ve bir bütün toplumu ne kadar düşürmüş olduğunu gözler önüne sermektedir. Kadının toplumsal değerlerinin kurutularak bir meta haline getirilerek bedeninin her yönüyle pazarlanması yaşanmaktadır. Kadının düşürülmesiyle bağlantılı geliştirilen şiddet kültürü yine en fazla kadına karşı uygulanmaktadır. Kadın yaşamın her alanında şiddetle karşı karşıya kalmaktadır. Öyle ki şiddet görmeyen kadın kalmamıştır. Kadına yönelik şiddet üzerinden sistem kendini güvenceye almaktadır. Bu da kadına uygulanan şiddetin politik olduğunu ortaya koymaktadır.
Kendi anası, bacısı, eşi, kızı olan kadına karşı bu kadar düşmanlık yapılıyorsa belki de artık sözün bittiği yere gelinmiş olunmaktadır. Çünkü kadın şahsında aslında bitirilmek istenen toplumsal değerlerdir. Toplumu toplum yapan ruhsal değerler olan maneviyat dünyası, komünal yaşamın açığa çıkardığı ahlaki değerler, ortak yaşam ve paylaşımın ortaya çıkardığı dayanışma kültürü yani bir bütün toplumun kendisidir, bitirilmek istenen. Kapitalist modernitenin ve onun liberal ideolojisinin şahlandırdığı bireyciliğin yarattığı toplumsal sorunlar her alanda SOS işareti vermektedir.
Türkiye’ye baktığımızda da neredeyse her gün ya bir kadının dövüldüğü ya tecavüz edildiği ya da akıl almaz bir biçimde öldürüldüğüne dair haberleri basından duyuyoruz, izliyoruz. Toplum cinnet mi geçiriyor diye sormadan edemiyor insan. Gerçekten insanın duygularını alt üst eden, aklını zorlayan kadına yönelik bu kadar aşırı şiddet, bu kadar düşmanlık nasıl yaşanıyor? Kendiliğinden yaşanmadığı açıktır. Kapitalist modernitenin yarattığı tahribatlar bu konuda zaten sonuna kadar açık bir yapı ortaya çıkarmıştır. Ancak sorunu sadece kapitalist moderniteyle açıklamaya çalışmak iktidar güçlerini, hükümetleri aklamayı beraberinde getirebilir. Aslında en az kapitalist modernite kadar, belki de ondan daha fazla sorumlu tutulması gereken iktidar güçleridir. Çünkü halkın oyuyla iktidar olan bu güçler, halkın toplumsal refah, özgürlük, adalet, eşitlik gibi taleplerini istismar ederek kendi iktidar çıkarları için kullanmaktadırlar.
Türkiye tarihinde, TC’nin kuruluşundan bu yana hiçbir dönemde bu düzeyde kadına yönelik şiddet, kadın katliamları yaşanmamıştır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun birleşik verilerine göre son 13 yılda tam 5406 kadın cinayete kurban gitmiştir.
İHD’nin verilerine göre Türkiyede her 4 saatte 1 kadın tecavüze uğruyor veya erkek şiddetine maruz kalıyor.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformuna göre 2014 yılında en az 294 kadın erkek şiddetiyle hayatını kaybederken, mağdurların % 89u yaşadığı şiddet sonrası hiçbir kuruma başvurmuyor.
Son 15 yılda 241 polis, 91 asker, 17 özel timci, 15 korucu, 45 gardiyan tecavüzden yargılanmış ancak hiçbiri de herhangi bir ceza almamıştır.
Daha fazla da çoğaltılabilecek tüm bu örnekler gösteriyor ki AKP’nin iktidarı döneminde kadına yönelik şiddette çok fazla bir artış olduğudur. İşin ilginci AKP ve bu süreçte Türkiye başbakanlığı yapan Erdoğan’ın kendisini ‘İslami’ değerlere dayanarak ifade etmesidir. İslamiyet’te dahil hiçbir inançta ve dinde kadına yönelik bir şiddet anlayışı veya kültürü gelişmemiştir. Ataerkil zihniyete dayanan tek tanrılı dinlerde kadın ve erkeğin eşit tutulduğunu tabii ki söyleyemeyiz. Ancak bu dinler kendi dönemleri açısından başta kadın olmak üzere toplumun ahlaki politik düzeyini geliştirmişlerdir. Bozulmalar ve toplum aleyhine kullanılmalar daha sonra bu dinlerin iktidar-devlet kültürü haline getirilmesiyle yaşanmaya başlamıştır. 21. yüzyılda AKP’nin İslamiyet adına uyguladığı politikalara baktığımız zaman rahatlıkla diyebiliriz ki İslamiyet’in çıkış süreci olan 6. yüzyıldaki politikalarından çok daha geridir. O zaman AKP şahsında siyasallaşmış, iktidar çıkarları için kullanılan bir İslam’la karşı karşıya olduğumuz açıktır.
Türkiye’de kadına yönelik şiddet kültürüyle kadın şahsında bir düşmanlık yaratılıp tüm toplum böyle bir şiddet sarmalı içine çekilmeye çalışılıyorsa bundan başta Erdoğan olmak üzere AKP yetkilileri sorumludur. AKPnin milliyetçi, mezhepçi, cinsiyetçi, kadın düşmanı politikaları böyle bir insan ve toplum gerçeğini açığa çıkarmaktadır. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere AKP yetkililerinin kadınların yaşamıyla ilgili yaptıkları her açıklama, kadına yönelik yaptıkları düşmanca konuşmalar sonuçlarını toplumda kadın tecavüzcüleri ve katilleri olarak vermektedir. Siyasi iktidar olan bu kişiler tarafından yapılan açıklamalar ve kadına yönelik geliştiren şiddet kültürü ve cinayetler, kadına yönelik şiddet kültürünün ve cinayetlerin politik olduğunu ortaya koymaktadır.
Türkiye’de yaşananlar ataerkil zihniyetin, kof erkeklik kültürünün, vahşet dolu siyasi kimliğinin yarattığı sorunlardır. Bu yüzden tek tek bireylerin yaptığı sıradan münferit olaylar biçiminde ele alınamaz. Çok bilinçlice yapılan belli bir ideolojiye hizmet eden politikaların ortaya çıkardığı gerçekliklerdir. Kendi düşünce dünyalarına dayalı olarak kadının nasıl düşüneceğinden nasıl yaşayacağına ve nasıl davranacağına kadar her şeyine karışan ve sınır çizmeye çalışan eril zihniyet kültürünün benmerkezci anlayışının sonuçlarıdır. Türkiye’de cins bilincine dayalı olarak kendisini özgür kılmak isteyen kadına, bu anlayış sahiplerine ve hareketlere yönelik gerçekleştirilen bir faşizm durumudur. Kendi adına söz söylemek isteyen, karar almak isteyen ve yaşamak isteyen kadına tahammülsüzlüğün ortaya çıkardığı iktidar kültürünün cevabıdır. Kadın eşit ve özgür olamaz anlayışının ürünleridir. Bu anlayış sahipleri kendilerini yaptıkları açıklamalarla da ortaya koymuşlardır.
Tayyip Erdoğan’ın;
‘Makyaj yapan kadının kaportası bozuktur.’
‘Kadın mıdır, kız mıdır bilemem.’
‘Kadın erkek eşit olamaz, fıtrata ters.’
Bülent Arınç’ın;
‘Kadın iffetli olacak’
‘Kadın mahrem, namahrem bilecek’
‘Kadın bütün hareketlerinde cazibedar olmayacak’
Ayhan Sofer Üstün, TBMM İnsan Hakları AKPli başkanı;
‘Tecavüzcü, kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur.’
Fatma Şahin, Kadın ve Aileden sorumlu eski bakan;
‘Medya olayları abartıyor. Kadına yönelik şiddet tamamen algıda seçicilikten ibarettir.’
Melih Gökçek, Ankara Büyükşehir Belediye başkanı;
‘Yılda yüz bin kürtaj yüz bin cinayettir. Anası olacak kişinin hatası için suçu neden çocuk çekiyor. Anası kendisini öldürsün.’ diyebilmektedirler.
Bunlar ve bu zihniyete sahip olan kişiler Türkiyeyi yönetmektedirler. Devlet kademesinde yer alan kişilerin kadınları aşağılamaya, sindirmeye, erkekleri azmettirmeye yönelik bu politikalarla ortaya çıkacak Türkiye tablosunun bundan başka olamayacağı yeterince anlaşılırdır. Eğer insanlar, kadınları parçalara ayırıp yakıyorlarsa orada şiddet kültürüyle kendi iktidarını ayakta tutmak isteyen bir iktidar ve onun politikalarının ortaya çıkardığı bir toplumsal cinnet durumundan bahsedilebilir. Bundan dolayı da kadın cinayetleri politiktir.
Kadına yönelik şiddetten çocuklarda etkilenmektedir. Şiddet sarmalında büyüyen, gözlerinin önünde annesi dövülen, öldürülen çocuklar yaşamları boyunca bunun etkisinde kalmaktadırlar. Nefret ve şiddet dolu ortamda yetişen çocuklar hastalıklı bir neslin yetişmesine neden olmaktadır. Sonuçta ortaya hastalıklı bir toplum çıkmaktadır. Hasta toplum, tam da iktidarın istediği güdülebilecek toplum olmaktadır.
Kadına yönelik erkek egemen zihniyetin geliştirdiği şiddet kültüründen erkeklerinde büyük çoğunluğu zarar görmektedir. Zaten yaşananlar ne düzeyde zarar gördüklerini ortaya koymaktadır. Bir insan kendi varoluş gerçeğine bu kadar ters düşebilir mi, kendisine bu kadar yabancı hale gelebilir mi? Yaşananlardan aslında gerçekten erkek olma adına pek bir şeyin kalmadığı söylenebilir. Kaba güce dayalı olarak kadın ve çocuğa şiddet uygulamakla erkek olunamayacağı, tersine erkeklikten de, insanlıktan da ne kadar düşülmüş olduğu ancak açığa çıkar.
Kadına yönelik şiddetin, katliamların önüne geçilebilmesi için her şeyden önce bir zihniyet ve vicdan devrimine ihtiyaç vardır. Geleneksel zihniyet kalıplarıyla ve liberal ideolojilerin yaşam anlayışlarıyla şiddet kültürünün önüne geçilemez. Bakış açıları değiştirilmeden farklı yaklaşımların gelişemeyeceği açıktır. Bu anlamda en temel sorun zihniyet sorunu olmaktadır. Kendindeki kadın yanıyla barışık olmayan her erkek kadına karşı şiddet uygulama potansiyeline sahiptir. Kendisiyle ve karşı cinsle barışık insanı-toplumu inşa etmek gerekmektedir. İktidar kültürünün toplumu birbiriyle savaşan, kavgalı hale getiren gerçeği toplumda şiddetin bu kadar artmasına yol açmaktadır. Bunun önüne de ancak zihniyet alanında yapılan değişimlerle geçilebilir.
Bu sorun iktidar-devletçi kültür patentli derneklerle veya sahte örgütlenmelerle çözümlenemez. Devletten çözüm beklemek en gafil yaklaşım olur. Kendi hukukunu bile uygulamayan bir devlet gerçeği vardır. Kadın özgürlük ideolojisine dayanan örgütlenmelerle ve kurumlaşmalarla çözüm konusunda mesafe alınabilir. Bu anlamda kadının kendi özgücüne dayanan örgütlenmeler büyük önem taşımaktadır. Kadın ne kadar örgütlenirse o kadar güç haline gelebilir ve kendi cinsine karşı gelişen her türlü saldırı karşısında kendini savunabilir ve mücadele edebilir hale gelebilir. Bu anlamda kadın yaşamın her alanında kendini örgütlü kılabilmelidir. Bu biçimiyle devleti de daha duyarlı kılmaya, hukuki tedbirler almaya ve uygulamaya zorlayabilir.
Kadın özgürlük sorununun toplumsal bir sorun olduğunun bilinciyle erkeğinde bu sorunu kendi sorunu olarak ele alması şiddet kültürünün önüne geçilmesi açısından önemli olmaktadır. Dar cins bakış açısına düşülmeden eril zihniyet karşısında erkek cinsinin de mağdur olduğunu bilerek toplumun bütününü kapsayan bir bilinçlenme, örgütlülük ve eylemsellikle sonuç alınabilir. İktidar-devletçi kültür karşısında erkeklerin özgürlüğünün de kadın özgürlüğünden geçtiğinin bilincini topluma taşırmak önemli olmaktadır.
Düzgün KAYA
Kaynak: komünar.net