HABER MERKEZİ
“Kadın doğası karanlıkta kaldıkça, tüm toplum doğası aydınlanmamış olarak kalacaktır. Toplumsal doğanın gerçek ve kapsamlı aydınlanması, ancak kadın doğasının kapsamlı ve gerçekçi aydınlanmasıyla mümkündür.” Özgürlük sosyolojisi kitabında Önderliğimiz kadın doğasının bilinmesi
ve açığa çıkarılmasının toplum için ne kadar önemli ve gerekli olduğunu bu şekilde çözümlüyor. Kadın ve toplumun iç içe olduğunu, birbirinden ayrılmaz bağlarla bağlı oldukları belirtiyor. Kadın doğasının tekrardan tanımlanmasının, doğru bir yorumlamaya kavuşmasının aslında toplumun da nasıl bir doğaya sahip olduğunu yani özün, kaynağın neresi olduğunu, nasıl oluştuğunu güçlü bir şekilde analiz ediyor. Bu gerçeğe ışık tutan Önderliğimiz, çözüm kaynağının da burası olduğunu belirtiyor. Bu tespitler biz kadınlara nereden başlamamız gerektiğini gösteriyor.
Evet, kadın doğası tekrardan tanımlanmalı. Tekrardan tanımlamak diyorum çünkü kadın gerçeği bin yıllardır egemen erkek akıl ve onun her türlü argümanı tarafından çarpıtılmış, özünden boşaltılmış olarak ele alınıyor. Kadın kimliği, gerçeği erkek aklının ürünü olan günümüz sisteminin ideolojik ve zihinsel söylemleri tarafından belirleniyor. Kadın kendisini tanımlamıyor, erkek kadını tanımlıyor. İnsan bu konuyu araştırınca o kadar vahim bir tablo ile karşılaşıyor ki. En doğru kaynak olarak ele alınan sözlüğü eline alıp “kadın nedir” diye bir araştırma yaptığında, oldukça ilginç ama aslında insanı hiç de şaşırtmayan cevaplar ile karşılaşıyorsun. İşte insana “güler misin, ağlar mısın” dedirten tanımlar; “Dişi cinsten erişkin insan, erkek veya adam karşıtı, evlenmiş kız, analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan, hizmetçi”. Kadına ilişkin bu belirlemeler göze çarparken bir de acaba erkek nasıl tanımlanıyor diye sordum ve erkek-adam kelimelerine baktım. İşte karşılaştığım sonuçlar; “İnsan, hayvan ve bitkilerin dişiyi dölleyecek cinsten olanı, yetişkin adam, kadın karşıtı, sözüne güvenilir, mert, iyi yetişmiş, değerli kimse, iyi huylu, güvenilir kimse, bir alanda derin bilgisi olan veya bir alanı benimseyen”.
Ne kadar çok ve olumlu tanımlamalar yapılmış değil mi?
Burada anlatmak istediğim bunların doğru ya da yanlış olması değil. Sanırım aradaki farkı herkes görebilir. Kadın erkek olmayan, evli olan, çocuk doğuran, ev işlerini yapan, ev işleri dışında kendisine alan tanınmayan, erkeğin hizmetini gören olarak tanımlanıyor. Yine birçok kesim, hatta çok bilimsel(!) geçinen kesimler tarafından dahi kadın sadece fiziki, biyolojik özellikleri üzerinden tanımlanıyor. Çocuk doğurmak üzerinden tanımlanıyor. Ne kadar çok çocuk doğurursan o kadar iyi bir kadınsın, anasın demektir. Kadınlar ev hanımı, anne, karı, avrat, hayat kadını, erkek gibi kız gibi kavramların içine hapsedilmiş durumda. Dillerde bile yansımasını bu şekilde buluyor. Örneğin; bay-bayan, zevç-zevce, melik-melike, ilah-ilahe, tanrı-tanrıça, kral-kraliçe. Yani erkeği tarif eden kelimeler kök olurken, sonuna bir harf eklenerek kadın tarifi yapılıyor. Kadın erkeğin eki, erkekten sonra gelen, onun gölgesi olan insan oluyor. Böyle tanımlanıyor çünkü kadına bırakılan yaşam alanı bu. Kadın sonradan gelen, ilk olan değil, arkadan gelen demek oluyor, çünkü o zaten yaratılırken eksik yaratılmış(!) (Adem ve Havva mitinde öyle anlatılıyor. Halbuki bu mitin ilk kaynağı Sümer mitolojisinde Ninhursag -dağlık bölge tanrıçası- ile Sümer tanrısı Enki arasında geçmiştir ve olaylar tam tersidir).
Kadın olmak erkeğin malı olmak, onun kölesi olmak demek. Bol bol çocuk doğurmak, döl fabrikası olmak demektir. En zor iş olan çocuk büyütmek ve ev işlerinde yirmi dört saat hizmetçi gibi çalışmak ancak hiçbir şekilde emeğinin karşılığını alamamak, üstüne dayak yemek, tecavüze uğramak, öldürülmek demektir. Bu şekilde kadın toplum içerisindeki olumsuz örneklerin kaynağı oluyor. Ahlaksızlık, dedikodu, tembellik, akılsızlık, güçsüzlük, beceriksizlik, açgözlülük gibi. Erkeği yanlışa, hataya, kötüye sevk eden doğal olarak o oluyor, çünkü mayası kötü. Ama buna karşı erkek mert, akıllı, güvenilir, yaratıcı, çalışkan, yardımsever insan olarak tanımlanıyor.
Kadın ve erkek birbirinden o kadar ayrıştırılmış ve o kadar uzaklaştırılmış ki bu insan doğasına tamamıyla ters bir durum. İnsan dişi ve erilden oluştuğuna göre birbirinden bu kadar koparmak, birini göklere çıkarmak, bir diğerini ise yerin dibine sokmak, kadın açısından bu kadar olumsuz bir algı oluşturmak tam anlamıyla insanlık karşıtlığı, toplum karşıtlığı oluyor. Kadın ve erkek arasında bu kadar derin uçurumların oluşturulması, kadının egemen erkek tarafından uğradığı baskı ve sömürü, zulmün sonuçları bugün artık toplum için içinden çıkılmaz bir durumu ifade ediyor. Bugün toplumun bir kaos ve travma yaşaması çarpıtılan kadın doğası, kimliği üzerinden besleniyor. Yaşanan bu kadar katliam, tecavüz, ölüm bunu ifade ediyor.
Kafalardaki bu algının değiştirilmesi gerekiyor. Bu topluma ait olan bir algı değil, bu toplumun bakış açısı değil. Çünkü toplumsallığın ilk dönemlerinde kadının hep kutsal, yaratıcı, bilge olarak ele alındığına dair birçok kanıt, birçok örnek var. Bu algı tamamıyla sonradan oluşturulmuş, iktidarlaşma ile ortaya çıkan bir zihniyetin ürünü. İyi tahlil eden bir kişi oluşturulan bu algının ne kadar eklektik, gerçek dışı, yapay olduğunu anlayacaktır. Bu algıyı değiştirecek olanlar da kadınlardır elbette. Kadın ancak kendisini tanımlayabilir. Özellikle günümüzdeki erkeklik kadını tanımlayabilecek bir durumda değil, çünkü egemenlik algısı üzerinden kendisinin üstün, kadının ise aşağı olduğu bir düşüncenin empoze edilmesi ile şekilleniyor.
Kadını yeniden tanımlamak üzere Jineoloji çalışmasında yer alan bir grup arkadaş olarak biz de kadın doğası üzerine yoğun araştırmalar, tartışmalar yürütüyoruz. Jineoloji’nin çıkış noktası da kadın doğası üzerine oluyor elbette. Jineoloji’yi tartışırken en fazla tartıştığımız, yorumlamaya çalıştığımız konulardan bir tanesi kadın doğası. Kadın demenin ne demek olduğu, kadın olmanın ne olduğu, kimlik olarak, kişilik olarak, ruhsal olarak, duygusal ve düşünsel olarak neyi ifade ettiği konuları bizim açımızdan çok önemli. Kadın bilimi öncelik olarak kadının ne olduğu, kim olduğu ile işe başlıyor. Çarpıtılmış olguları yeniden ele alarak başlıyor. Bugüne kadar kadın hep toplumsal cinsiyetçilik üzerinden yapılan tahliller üzerinden ele alınıyor. Bu tarz ele alış kadın-erkek gerçekliği boyutunda kısır döngü yaratmaktan başka bir sonuca ulaşamıyor. Ancak kadına dair farklı ele alışlar, yorumlar var. Bugünün bilimi kadın gerçeğini anlamaya zaman ve emek harcamazken, ilk toplumsallıklar, uygarlıklar, mitolojiler, inançlar içerisinde kadın için o kadar harika belirlemeler var ki. Bunlar bizim unuttuğumuz ama aslında yaşamın bir parçası olan gerçekler. Kadınlar bir dönem; jin-jiyan, amargi (Sümerce özgürlük ve anaya dönüş demek), tanrıça (kendi evrenselliğini bilince çıkaran, özgür ve eşit toplumsal ilişkiler yakalayan kadın), hayat/ölüm/hayat döngüsü (doğum, ölüm, yeniden doğum, hem ruhsal hem de bedensel olarak) kutsal ana, La inocente (İspanyolca kadın ve masumiyet anlamına geliyor, buradaki masumiyet meselenin ne olduğunu bilmek ve onu onarabilmek demek), güneş-gece-şafak (bir günün döngüsü olarak Hint mitolojisindeki Vedalarda bu isimlerde tanrıçalar vardır) yaratıcı, şifacı, paylaşımcı, kahin (örneğin Apollon’un Delphoi tapınağının kelime kökenini Latincede rahim anlamına gelen delphys’tir ve bu tapınak kadınlar tarafından yönetilir) gibi bir çok tanımlamayı örnek verebiliriz. Erkek aklına göre sonradan yeniden şekillenen mitoslarda kötülüğün kaynağı olarak sembolize edilen Pandora’nın da gerçek anlamı “bütün iyiliklerin anası” demektir. Sanırım bu tanımlamalar günümüzün o çok güvenilen sözlüklerini oldukça geride bırakıyor. Çünkü felsefi, toplumsal, kültürel, düşünsel, biyolojik gerçeklere dayanarak açığa çıkan gerçek kadın doğasını ifade ediyor ve bu gerçek oldukça güçlü bir toplumsal mirasa, insanlık mirasına dayanıyor.
Son olarak bir grup kadın arkadaş olarak bu konuya ilişkin yaptığımız tartışmalarda, sohbetlerde önemli bulduğum bazı belirlemeleri de burada paylaşmak istiyorum.
“Kadın ruh olarak, duygu olarak, kültürel, düşünsel olarak sürekli kendini oluşturuyor, kendisi ile birlikte yaşamı da oluşturuyor.”
“Kadın toplumu, doğayı yapılandırabiliyor, bu bir sihir gibi, bir nehrin geçtiği her yeri yeşertmesine, çiçeklendirmesine benziyor.”
“Kadın doğası çok kapsamlı, farklı bir enerji niteliğine sahip, kadındaki enerji döngüsel ve yaratıcıdır.”
“Bir şeyin doğası kendine has olmak, kendi olmak, farkındalığını bilmek, özünü korumak zorundadır. Kendi özü ile yaşamalıdır. Kadın doğası bunları ifade ediyor.”
“Kadın da xweza kök olarak xwe zayîn, sürekli kendinden doğuran, her zaman devinimin-değişimin özelliklerini taşıyor, sabit değil, her zaman farklılığa açık bir yapıya sahip.”
“Kadını tanımlamak, yaşamı, insanı ve toplumu tanımlamak oluyor, günümüzde yaşama, insana ve topluma dair yanlış tanımların kaynağında da kadının yanlış tanımlanması yatıyor.”
“Kadın kendi etrafında paylaşıma, emeğe, sevgiye dayalı bir yaşam örüyor.”
“Kadın olgusunu sadece biyolojik özellikleri üzerinden tanımlamak çok yetersiz ve eksik sonuçlara götürüyor. Kadın toplumsal, düşünsel özellikleri üzerinden ele alınmalı.”
Kadın üzerindeki baskıya, sömürüye, katliama, tecavüze rağmen kadının kendini tartışması, kendini yeniden tanımlaması, ele alması ve kendi gerçeğine herkesle paylaşması çok güzel…
Armanç Sarya