HABER MERKEZİ –
“Neolitik toplumun yaratıcısı kadındır. Kültürün çeşitlendiği ve zenginleştiği, yaratımların büyüdüğü bir dönemi ifade eder. Kadın eliyle yaratılan kültür ve sanatın zenginliğiyle yaşam daha bir anlamlı olup Dicle ile Fırat nehirleri gibi coşar ve akar. Erkeğin rolü kadının gölgesindedir. Kadının etkinliği, yaratılıcılığı, üretkenliği ve birliktenliği önemli bir yer tutar. Doğal duruşu ve yaratıcılıyla öne çıkar. Kadın bu gücünü erk olmada yada kendine ayrıcalık sağlamada kulanmaz, aksine hayvan evcilleştirmede, ev kurmada, ekin ekip biçmede, ekini öğütmede, dokumada, çocuk doğurup büyütmede, komünal yaşamı toplumun dinamiklerine taşırmada, yaşamı anlamlandırıp doğaya saygı göstermede, toplumla doğayı dengede tutmada kullanır. Kadının genel olarak toplumsal rolü önemlidir. Kadın bu yaratımları gerçekleştirmeseydi belkide insan toplulukları tıpkı homo habilis, homo erektus, neandartel vb gibi yok olurdu. Ancak insanlığı doğayla bütünleştirip doğanın zenginliklerinden yararlanmayı ve öümsüz kılmayı başarmıştır. Ölümsüzlük arayışlarının gerçek kökeni budur. Doğada yaşayan bir çok tür ve bitki zamanla yok oldu. Bu gerçeklikten yola çıkarak insanlarda ölümsüzlük arayışı başladı. Kadının gerçekleştirdiği doğum ve doğurduğu yavruyu besleme ve yaşam alanları yaratıp devamlılığı sağlama aslında ölümsüzlük arayışının sonuç almasıdır. Çok çocuk doğurmanın esas sebeblerinden birisi ölümsüzlük arayışı ve türünü geleceğe taşırma dürtüsüdür. Ortadaoğuda ve Kürdistanda çocuk doğurmanın esas sebeblerinden biri binyılarca saldırı ve işgal altında yaşamasındandır. Dikkat edilirse savaş psikolojisinin az olduğu yerlerde çocuk doğurma sayısıda az oluyor. İnsanlar kadın sayesinde ölümsüzlüğü toğlumsal gerçeklikte sağlamışlardır. Ancak uygarlığın geliştiği, erkeğin eğemen olmaya çalıştığı dönemde Gılgameş bireysel ölümsüzlüğü aramış ancak başarısız olmuştur. Cocuk doğurup büyütmek toplumsal gerçekliğin ölümsüzlüğüdür. Ölümsüzlüğü bireyselleştirip arayanlar kaybetmiştir. Toplumsal gerçeklikten kopup bencilce yürütülen arayışlar yavaş yavaş insanlık soyunu yok olmayla yüz yüze getirmektedir. Bireysel ölümsüzlük peşinde koşan eğemen zihniyete sahip erkektir. İnsanlık kadın öncülüğünde yaşamı ve kültürel zenginliği yakalarken, erkeğin bencilce arayışıyla da yok olmayla yüzyüze gelmektedir. Sistem eğemen bir zihniyete sahip olduğundan dolayı soy devamlılığını bireysel soyda ve erkek çocuk sahibi olmada aramaktadır. Her erkek kendi devamını sağlamak için erkek çocuğa sahip olmak ister, ne kadar çok erkek çocuk o denli devamlılık ve kendi soyunu garantilemek anlamına gelmektedir. Bundan dolayıdır ki günümüzde erkek çocuk için kadın katledilmekte, kuma getirilmekte ve akle hayale gelmeyen işkence ve tecavüz yöntemleri sergilenmektedir. Dogal toplumda soy sürdürme bireysel ve aile kapsamında olmamaktadır. Doğal toplumda çocuk kişiye ait değildir toplumun yani klanındır. Öldürülme ve öldürme için değil, devamlılığını sağlayacak kadar çocuk sahibi olmaktadır.
Uygarlık aşamasının zihinlerde yarattığı etkileri görmek ve ele almak gerekir. Salt fazla çocuk doğurmayla tanımlanamaz. Neden uygarlığa geçiş sağlandı, neden şehirler kuruldu ve kadın kaybetti. Bunları sağlıklı tahlil etmezsek geleceğimizide sağlıklı yaratamaz ve tekrar bir kısır döndü yaşarız.
Mitolojiyi doğru okuduğumuzda kadın kaybedişinin nedenleri de ortaya çıkmaktadır. Mitolojiyi abartılı hikaye olarak ele alamayız. Mitoloji toplumun yaşadığı gerçekliği tanrı ve tanrıçalar yoluyla ilahlaştırarak anlatma yöntemidir. Mitolojiye sosyolojik bakar ve toplumsal gerçekliğe uyarlarsak o dönemin yaşadığı toplumsal gerçeklite açığa çıkar. Gılgameş destanında, Enkidu şahsında bir kültürün devşirilmeye çalışılması ve ihanet yoluyla dağ kabilelerin ‘Kürt kabilesinin’ yok edilmeye çalışıldığını görürüz. Enkidu dağ kabilesinden olmasına rağmen düşürülmüş kadın eliyle kendi kabilesine ihanet eder. Tarihte bilinen ilk ihanettir. Enkidu kadın eliyle düşürülürken Enkidunun ilk katlettiği de kendi kültürüne sahip çıkan, ağaç kavuğunda gizlenen ve doğayı katletmeye gelenlere izin vermeyen Liliti katletmektedir. Direniş ve ihanetin iç içe olduğu bir süreç olarak tanımlayabiliriz. Kürtler dağların ve ormanların içinde uygarlıktan uzak ve uygarlığın doğaya yönelimini engellemek için mücadele eden bir konumdayken, uygarlık Enkidunun zaaflarından yararlanarak işbirlikçiliğe ve ardından kendi soyuna ihanete yöneltir.
Dıştan gelişen saldırılar ve nufüsün büyümesi kentlerin oluşumunu getirmiştir. Kimi yerlerde insanlar kendilerini ve kültürlerini korumak için dağlara çekilirken kimi yerlerde insanlar bir araya gelerek kendini korumak istemişlerdir. Bu anlamda ilk kentlerin kuruluşu koruma amaçlı olup, öncülüğünü başta kadın yürütürken sonrasında öncülük rolünü çalıp kadınla çatışmaya giren erkek olmuştur. Peki neden kadın kaybetti. Bunun bir çok nedeni olabilir. Bu konu derin araştırma ve tahlil isteyen bir konu. Neden kadın kaybetti, nerde kaybetti. Şunu öncelikle vurgulamakta fayda görüyoruz. Neolitik dönem yukarı mezopotamyada yaşanırken uygarlık ve şehirler bilinen haliyle ilkin aşağı Mezopotanyada yaşanmıştır. Neolitiğin kök saldığı yerde şehirleşme gelişmemiştir. Bir kültürün kök saldığı yerde başka kültür kök salamaz. Bir kültürün zengin olduğu yerde zayıf kültür gelişemez. Uygarlık Neolitiğe göre daha gelişkin değil, aksine kadının üretimlerini çalarak kendi sistemine uyarlayan ve içeriğini değiştirip yeni gibi sunan bir gerçekliği yaşamaktadır.
Kentlerin ilk oluşumu art niyetle değil aksine bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Saldırıların yoğunlaşması ve ticaret ihtiyacının duyulması kentin oluşumunu sağlarken, saldırılar karşısında savunmaya geçen erkeklerin kendilerini eğemen hala getirmesi de yaşam kültüründe değişimi getirmiştir. Erkeğin avcılıktan öğrendiği saldırı deneyimi saldırılar karşısında güçlü kılmış ve bu gücünü toplumda üstünlük sağlamaya araç yapmıştır. Kadının eksik kaldığı esas noktalardan biri savunma gücünde edilgen kalmasıdır. Bundan dolayıdır, günümüzde de en çok vurguladığımız yön kadının kendi savunmasını kendisinin yapması ve genel savunmayı erkeğe kesinlikle terk etmemesidir. Kendi savunma gücümüzü yaratmadığımız her koşulda kaybetmeyle yüz yüze geliriz. Erkekte gelişen savaş tecrübesi onu eğemen kılmaya, kurnaz olmaya, komplo kurmaya götürmüştür. Elbette bunu yapmayabilirdi. Savaş deneyimini erk olmaya, güç kullanmaya ve kendi köklerine ihanet etmemeye götürebilirde de ama neden olmadı. Neden onu yaratan ve yaşatan kadına ihanet etti. Başta Şaman olmak üzere yaşanan süreçlerde erkeğin kendinde oluşturduğu algı ve rahip rolüne soyunan erkek doyumsuzluk başladı. Herşeye sahip olma açgözlülüğü. Kadın eksik kaldığı yön ise bunu görememesi ve tedbir alamamasıdır. Kadının kendine ve yarattıklarına aşırı güvenmesi onu gelişen gelişmeler karşısında savunmasız kılmasını getirmiştir. Oysa gelişen durumlar yeni yöntem ve çabaları gerektirmektedir. Enki kadının yaratımları olan ME leri çalınca İnnanna bu ME leri geri alır, ancak alınan ME leri tekrar çalınma ihtimaline dönük tedbir geliştirmez. Kimi durumlar şahsında Enki’yi cezalandırır ama af ediciliğini devreye sokarak af eder. Af etmek önemli bir erdemdir ama karşıdaki yanlışlığına inanırsa. Kurnaz ve Tilki olarak tanımlanan Enki yine komplolar üreterek saldırır.
İnnanna ile Enki çatışmasını yorumlamak gerek elbette. Çalınan kadının yaratımlarıdır. Ancak kadın yartımları geri alır ancak bu yaratımları koruyacak savunma mekanizması geliştirmez. Bu dönem kadın ile erkegin kavgasını temsil eder. Erkeğin yarattığı bir şey yoktur, kadın yaratımları çalıp kendine mal etmeye ve içeriğini değiştirmeye çalıştırır. Erkek kadının yetiştirdiği meyve bahçesini talan eder, ama kadın onu af eder ve hastalıklarını iyleştirmek için Enkinin kaburgasından Nintiyi yaratır. Ancak erkek ne yapar Nintiyi sanki kendisine çocuk doğurmak için tanrının yarattığını iddia eder ve Nintinin adını Hava yapar. Erkek güç olmak için ve kadının yaratımları kendine mal etmek için kadına her daim komplo yapar ve kadınla çatışmaya girer. Kadın yaratımlarını erkeğe vermeyi kabul etmediği içinde sürekli bir çatışma içinde olur. Bu çatışma tam iki bin yıl sürer. İki bin yıllık çatışmanın sonunda Enuba Eliş mitolojisi olarak tarihe geçen sürece kadar. Enuba Eiliş mitolojinde Tiamat ve Marduk hikayesini kadının kaybediş hikayesi olarak ele alabiliriz. Bu hikaye bize ne anlatıyor. Erkek tüm gücünü toplayarak kadının kendi oğlu tarafından saldırıya uğramasını anlatıyor. Tiamata üç ok fırlatılıyor, birinci ok beyne, yani kadının yaratımlarına, ikinci ok kalbe, yani kadının duygularına, üçüncü ok, rahime yani kadının üretimine. Daha sorasında erkek kadın bedeni parçalayarak istediği uygarlığı şekillendiriyor. Marduk artık karar verici tek tanrı oluyor. Zaten diğer tanrılar “tiamatı yeterki yok et biz seni tek belirleyen olarak kabul eder ve gücümüzü sana veririz” diyorlar. Önemli olan nedir kadının kaybedişi, diğer tanrılar için kadın olmasın ne olursa olsun yaklaşımı. Bu durum devletin kurumlaşmasını ve kültürel değişimini ifade ediyor. Evet kadınla birlikte toplum kaybediyor, kültür değişiyor ve tekçi zihniyet yaşam buluyor. Bundan dolayı Önderlik bu süreci birinci cinsel kırılma olarak tanımladı. Tiamatın oğlu Marduk tarafından öldürülmesi toplumun kadın şahsında kaybetmesini getiriyor. İlkin kadın köleleştirilir ardı sıra toplumun tüm üyeleri. Bundan dolayı diyoruz ki, kadın özgürlüğünü yakalayamadan toplum özgürlüğü yakalanamaz.
Kültürel açıdan ciddi değişimler bu süreçten sonra başladı. Kadın ile erkek çatışmasının olduğu dönemler kültürel çatışmaların olduğu dönemdir de. Erkek kazandıktan sonra devletçi zihniyet yaşam buldu ve gunümüze değin devletçi zihniyet yaşamaya devam ediyor. Kölecilik ve boyun eğmecilik toplumun da gelişmeye başladı. Toplumu yaratan öğeler ters yüz edilerek her şey devlet için yapılmaya başlandı. Doğayla uyumluluk yerni doğaya hakimiyete bıraktı, komünal ve kollektif yaşam yerini toplumu araç yaparak devlete kölelik yapmaya bıraktı. Kültürel yaşam, yavaş yavaş erimeye başladı. Kadın neden bu sistemin dışında kaldı derseniz çünkü kadının dağası ve düşünce şekli bu gerçekliğe yapancıdır. Kadının yaşam şekli ve kültürel biçimlenişi bu sisteme terstir. Kadından bu anlamda korku vardır. Kadının tekrar eski gücüne kavuşmaması için hep sistem dışı bırakıldı ve tüm argumanlarda kadın küçümsendi. Psikolojide eğer bir insana hep eksik derseniz o kendini eksik hisseder. Kadın hep eksik olarak tanımlanarak kadına sadece erkeğe hizmet etme ve çocuk doğurma rolü verildi. Eğer hizmet etmez ve çocuk doğurmazsa yapılacak her şey mubah sayıldı.
Evet uygarlığın gelişimi ve devletleşmesi kadına kaybettirdi. Kadın dirensede bu denli entrika karşısında ayakta durmayı başaramadı. Ancak kadın mevcut sistemide kabul etmedi veya benimsemedi. Direndiği kadar kadar direndi, dağlara çekilerek sistem dışı kalmayıda tercih edenler oldu veya sessizleşerek isyan gününü beklemeye başladı. Bugün İSYAN GÜNÜ. İsyan zamanını aynı topraklarda ve doğal toplumu yaratan halkın torunları başlatıyor. PKK ve PAJK ın başlattığı direniş, erkek eğemen sisteme ve toplumu toplum olmaktan çıkaran devletçi zihniyetlere bir isyandır. Kadının ve Ateşin çocuklarının başlattığı isyan ateşi yavaş yavaş yayılıyor ve büyüyor. PKK ve PAJK ın manifestosunda ve programında bu gerçeklik yatmaktadır. İsyan zamanı, isyanı büyütme zamanı. Uygarlıktan intikam alma ve devletleri yıkma zamanı. Yarın çok geç olabilir, yarını bekmeden bugünden başlayarak devletçi zihniyetlerle savaşma zamanı. Herkes neden Kürtlerin dostu yoktur der. Bunu söylerken mevcut devletler açısından söylemektedir. Elbette hiçbir devletçi zihniyet bizim dostumuz olmaz, çünkü onlar kendi çıkarları için hareket ederler. Bizim dostlarımız ve yoldaşlarımız halkların birliktenliğini düşünen ve mevcut sistemleri red eden halklar ve bireylerdir. Halklar birlik oldumu çapulcu devletler tek tek yıkılacaktır. Yıkılmamak için her gün bir yere saldırıyorlar buna rağmen başarılı olmadıklarını görünce Korona adı altında bir hastalık yaydılar. Bu hastalık adı altında toplumsal ilişkilenmeyi ve çalışmaları durdurmaya çalıştılar. Ancak ne olursa olsun fitili yanmış ve yayılmış direniş ateşini söndüremeyecekler, zafer halkların olacak. Devletçi zihniyetin zamanı dolmuş yaşamaz bir konuma gelmiştir. Devletçi zihniyet hem toplumun tüm bireylerini hem doğanın tüm güzelliklerini tüketmiştir. Doğa yavaş yavaş intikam alıyor, Ateşin ve Güneşin kadınları ve gençleri hem doğanın hemde insanlığın intikamını alacaktır. Başka şansımız olmayabilir. Önderliğin aydınlattığı yoldailerlersek zafer kaçınılmaz olacaktır.
Bu yazıyı burada sonlandırıyoruz, gelecek yazımızda dinlerin kadın kültürü üzerindeki etkilerini ele almaya çalışacağız. Şehit Çiyager yoldaşın dediği gibi “ne olursa olsun son MUHTEŞEM olacaktır.”
Kevana Zerin Ş. Mizgin Akademisi