HABER MERKEZİ- Ronahi Lolan’ın Kaleminden
Kadını Topraktaktan Koparamazsınız!
Lice’de ormanlık alanın 700 hektarlık bir bölümünün bakır madeni projesi kapsamında yok edilmesi planlanıyor. Geliye Goderne’de yapılacak Silvan Barajı için binlerce ağaç kesiliyor. Pasur Hasandin Yaylası’nda maden projesi hayata geçirilmek isteniyor. Agiri Giyadin’de siyanürle altın arama çalışmalarıyla insanlığın beşiği zehirleniyor…
”…yok ediliyor, …tahrip ediliyor, …yakılıyor, …kesiliyor, …biçiliyor, …bombalanıyor.” diye biten cümleleri ne sık duyar ve okur olduk. Günlük yaşam literatürümüzde en çok dillendirdiğimiz kelimeler haline geldiler adeta. Hiç şüphesiz bu kelimelerin içerdiği tek bir anlam var ki, o da ; KÜRDİSTAN TALAN EDİLİYOR! gerçeğidir. Tabi bu kelimelerin ardı sıra ”…direniyor, …boyun eğmiyor, …vazgeçmiyor, …mücadeleyi bırakmıyor” kelimelerini de duyuyor ve okuyoruz. Telekomünikasyon, bilgi ve enformasyon çağının devasa tekniği karşısında hala bu umut verici kelimelerin duyuluyor ve okunuyor olması şaşırtıcı mı? Yaylaların, ormanların ve tepelerin başını tutmuş ”Em bimrin ji dev ji axa xwe bernadin” (Ölsekte toprağımızdan vazgeçmeyiz) diye haykıran eli sopalı kadınlar neyine güveniyor? Bu cesareti nereden alıyorlar da sömürgeci – soykırımcı güçlere parmak sallama cürretinde bulunuyorlar?
Bu yakıcı soruların cevaplarını da elbette tarih içerisinde aramalıyız. Çünkü geçmişte yaşanan olay ve olguları anda çözümler ve bu çözümlemeler ışığında geleceği öreriz ve anlamlandırırız. O halde kadının toprakla kopmaz bağına dair tarihsel bir yolculuğa çıkalım da bu cürretin kaynağını nereden aldığını anlayalım.
Yaşamın devamlılığı her canlı için barınma, korunma ve üreme gibi üç temel fonksiyon üzerinden sağlanır. Bu fonksiyonlardan birinin eksik kalması yaşamın sonlanması anlamına gelir. İnsan ölüm olgusuna direnebilmek, hayatta kalabilmek, kendini koruyabilmek için yabanıl hayvanların erişemeyeceği stratejik alanlarda barınmalı ve nicel üstünlük sağlayabilmek için kendini çoğaltmalı. Barınmak birinci doğada korunmak amaçlı bir fonksiyon iken, ikinci doğa olan insan doğasında da aynı amacı taşımakla beraber farklı amaçları da içermektedir. Bu farklı amaçları irdeleyecek olursak ilkin insanın savunmasını doğadaki diğer canlılar gibi biyolojik ve fiziksel donanımlarla değil zihin gücüyle gerçekleştirmesinden ötürü kendi denetimi altında olacak güvenli yerlere daha fazla gereksinim duymasına değinmememiz lazım. Belli bir erişkinliğe ulaşıncaya değin anaya bağımlı olan bebeklerin yaşama hazırlanması ve eğitilmesi için uygun barınma koşullarının yaratılması ananın önem verdiği en temel şeydir. Fakat bu durum ağaç kovuğu ve mağara alanlarında yerleşik yaşama geçmek için yeterli bir sebep değildir. Çünkü ondan daha da önemli olan besin bulabilmektir. Beslenmek için de avlanmaya ve toplamaya ihtiyaç duyan insan doğası verimli topraklara ve hayvan bolluğu olan ormanlara doğru hep göç halinde olmuştur.
M.Ö. yaklaşık 12.000 yıl öncesinde hakim olan avcılık – toplayıcılık kültüründen dolayı bir yeri mesken edinemeyen konar göçer haldeki insan, fiziksel olarak doğa karşısında zayıf kaldığından hep yaşamsal tehdit altındadır. Avlamak için ok, yay, bıçak, sapan, mızrak gibi kesici aletler korunmada yetersiz kalabilmektedir. Hele ki kucağında bebek ile gezen kadının uygun eğitim ortamı oluşturup insanlığı eğitmesi bu koşullarda çok daha zorludur. Sorumluluğu erkekten çok daha fazla ve yükü daha ağırdır. Bu nedenle Zagros – Toros dağ silsilesi eteklerinin verimli topraklarında yabanıl buğday tanelerini toprağa saçıp ilk başakları filizlendirerek, olduğu yerde besinini üretmek ve böylelikle yükünü hafifletmek isteyen kadının müthiş zekası olmuştur. Ot toplamak veya hayvan avlamak için sürekli göç halinde olmak zorunda değildir artık.
Kadın bazı hayvanları da evcilleştirerek hayvanların gücünden de yararlanabilme imkanını oluşturmuştur. İşte yerleşik yaşam insanlık tarihinde ilk ve en büyük niteliksel sıçrama olarak tanımlanan M.Ö. 12.000’de Yukarı Mezopotamya’da gerçekleşen Neolitik Devrim’le başlamıştır. Kadın toprakla kopmaz bir bağ içindedir artık. Çünkü toprağa emek vermiştir. Paye biçilmez bir çabayla toprağa tohumları saçmış ve bu çabanın karşılığı olarak buğday başaklarını, arpa tanelerini biçmiştir.
Bereketli Dicle – Fırat havzasında küçük gruplar şeklinde örgütlenen insanlar toplumlaşma aşamasına da girmiş bulunmaktadır. Klan olarak tanımlanan bu küçük gruplar besin ihtiyacını direkt doğadan hazır şekliyle değil kendi emeğiyle üretme sürecini yaşıyorken aynı zamanda kadının bu doğayla özdeş doğurgan, üretken, besleyen özelliklerinden ötürü kadını kutsuyorlar. Toplumu yöneten, yürüten, ahlaki ve politik ölçüleri geliştiren kadının bizatihi kendisidir. Kadın için ise kutsal olan kendi bedeni ve rahmi gibi sürekli akış halinde olan, değişen dönüşen ve üreten doğa ve topraktır. Kadının toprakla arasındaki güçlü bağlılık böyle gelişmiştir. Toprak onun için aidiyet, namus, emek ve var olmadır.
Devamı gelecek…