HABER MERKEZİ
Tanrıça kültürü; insanlığın kaybettiğini kabul etmeyen ve insanlığa kaybettirilen anlamı tekrar kazandırma kültürüdür. Tanrıça kültürü; pozitif ayrımcılığı, cins eşitliğini aşan, özgürlüğü esas alan, akış halidir. Bu kültür donmuş formlara gelmeyen, esnek, akışkan enerjinin özgürlükle ifade bulduğu ve kadın özüne en çok yakışan kültür olduğuna inanmak, yaşamak ve mücadele etmek için gerekçelerimizi çoğaltır. Tanrıçalık bir konum değil, bir kültürdür ve kültürleşme insanlaşmayla direkt bağlantılıdır. Tanrıçalık kültürünün güncelleşmesi ancak kendinden nefret edecek hale getirilen kadın ruhunun gerçek tarihte arınmasıyla anlam bulabilir. Sonsuz bir aşkla egemenlikten boşanma düzeyinde kendini bulma, kendini arındırma, kendini yeniden yaratmanın iradesi ortaya çıkarılmalıdır. Tanrıçalık; insanlık ve toplumsallığın doğal bir ihtiyacı olarak yaşamsallaşıyor. Ama tanrı olma istemi, arzusu, kıskançlıkla, taklit bir şekilde sonradan ortaya çıkıyor. Tanrıların temel yaratımı egemenliktir.
Mitolojilerde ki tanrı isimlendirmeleri ve işlerinin karakterinden de anlaşılacağı gibi bütün tanrılar insan özünden epey uzaklaşmış, yıkıcı eylemcileri ifade ediyor. Örneğin Adad; Sümer’de fırtına tanrısı, Anubis; Mısırda ölüler tanrısı iken Seth; de Mısırda şiddet ve fırtına tanrısı olarak biliniyor ve daha sayısız savaş, karanlık, ölüm ve yer altı tanrısı sıralanabilir. Tanrı hep gözetleyen, cezalandıran, sonsuz güçleriyle insanlar üzerinde korku yaratan, insan aklının eremeyeceği özgünlükte bir varlık olurken, tanrıça kültürünün en belirgin özelliği ve tanrılardan en temel farkı ise yaşamın ve insanların dışında veya üstünde olması değil, içinde ve ilişkili olması, yarattığı değerlerin yaşamsal, doğasal ve evrensel olmasıdır. Bu isimlendirmelerine ve işlerinden de çok rahat anlaşılabilir bir gerçekliktir.
İştar; Mezopotamya da aşk ve doğurganlık tanrıçası, İsis; mısırda ana tanrıça, Hathor; Mısırda aşk ve neşe tanrıçası, Maat; Mısırda evrensel uyumu temsil eden tanrıça, Nut; Mısırda gök tanrıçası, Bo; Sümer’de sağlık tanrıçası, Vuyu; Vedalarda rüzgâr tanrıçası, İsis; Sanat Tanrıçası, Ninhursag, Zağros dağ bölgesinin tanrıçası, İnanna da; Mezopotamya’da Aşk Tanrıçası olarak bilinir. Oysa yukarda bahsi geçen çok az tanrının meziyetine değinmiştik ki bu kötülük saçan tanrıların sayısı yirmi binlerle ifade edilecek kadar çok ama toplumsallık ve insanlık adına erdemleri yok. Tanrıçalık ise tersine bir erdemler toplamıdır. Tanrıçalık çoğul, tanrılık ise tekildir. Tanrıçalık kültürleşen bir toplumsal eylemin ifadesidir, tanrılık toplum üstü bir kurumsallaşmadır, istediğinde devlet olur, istediğinde fırtınalar estiren savaş komutanı…
Bu günden bakıldığında mitoloji insana çok eskileri anlatan bir öykü olarak gelebilir ama eski olması bize uzak olduğunu ifade etmez. Zira her insan tarihin yaratımı bir varlıktır. Bilinmelidir ki mitoloji tarihte yolculuk yapmak isteyen insan için en çok gerekli olan haritadır. Bütün mitolojik öykülere bakıldığında görülecektir ki müthiş akıl ve duygu ile işleyen bir toplumsallık üstüne tahripkâr bir bireycilik inşa edilmiş, yine yaratan tanrıçalığa karşılık, ölüm fermanları yağdıran bir tanrı kurumu peyda edilmiştir. Burada sorun sadece sağaltan, neşe dağıtan bir tanrıçalığın yerine, savaşla yaralayan, öfke yayan bir tanrılığın geçmesi değil, sorun toplumların öz olan kültürel kimliklerini barbar ahdeden, kendini de uygar ilan eden iktidar kurumsallaşmasıdır. Ve bu sadece mitolojilerde yaşanan ve kalan bir gerçeklik değildir, belki de bu gün halk kültürünün istismarını en çok yapan, birikmiş barbarlık ve iktidar külliyatı kapitalizmin kendisidir.
Bu günün yeryüzüne inmiş, her yere sızmış, en soyut ama bir o kadarda somut tanrısı devletleşmiş, bankalaşmış her türlü iktidara bulaşmış kapitalizmin ta kendisidir. Tarihteki bütün hırsızların miras yedicisi en büyük hırsız olan kapitalist sistem karşısında mücadelesiz kalmak, artık gerçekten kötülüğe teslim olmak, bütün kutsallıkların öldüğüne inanmak olacak. Oysa damarlarımızda kanla beraber tarihsel zerrelerin dolaştığını, yapılan her haksızlığın bütün beyin hücrelerimizi sarstığını bilmek gerekir. Hele tanrıça soyundan gelme kadın ve erkekler olduğumuzu unutmamak gerekir- ki geçmişimize saygı duyalım, insanlığın şimdiki ütopyası olan özgürlüğün, hakikatin geçmişimizde yaşandığını bilmeksizin onur payesi olan tek bir adım bile olamaz. Özellikle kadınlar tanrıçalaşmanın asıl öz insanlaşma olduğunu bilerek mücadelede öncü olmayı gururla karşılamalıdır.
Çünkü tanrıçalık soylu olmakta ısrardır. Tanrıçalık sadece tarihsel değil bir o kadar da günceldir. Her düzeyde ana tanrıçaya dayalı bir düşünce ve inanç yapısı geliştirmeyi amaç edinmek insanlığın aşkla yaşamasına kapıyı aralamak demektir.
Medya DOZ
Devam edecek…