HABER MERKEZİ
Halepçe Katliamında Saddam Hüseyin ile TC yöneticilerinin aralarında geçen bir olaydan sıkça bahsedilir. Halepçe katliamından sonra TC devleti her zamanki iki yüzlü politikları gereği katliamı kınayan bir mesaj yayınlar. Fakat buna karşı Saddam Hüseyin de “Evet Kürtler üzerine bomba yağdırdım ama sizin gibi dillerini yasaklamadık, bir halkın dilini yasaklayan bir devletin kalkıp da başka devletlerin politikalarını kınamaya ve eleştirmeye hakları yoktur.” diye cevap verir. Saddam Hüseyin’in, TC faşist devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü soykırımcı zihniyetini çok iyi açıklayan bu söyleminin üzerinde 30 yıl geçti. Fakat Türkiye’de hala Kürtçe konuşmak Kürtlerin sokak ortasında tek bir kurşunla canlarına mal olmaktadır. Kürtçe sadece devletin resmi kurumlarında değil, sokakta da yasaktır. Yani Saddam Hüseyin’in bile bombardımandan dahi tehlikeli gördüğü soykırım metodu 21. yy’da AKP faşizmi tarafından uygulanmaktadır.
En son 16 Aralık 2018 tarihinde Türkiye metropolü olan Sakarya’da aslen Muşlu olan Kadir Sakçı, Hikmet Usta tarafından tabancayla vurularak öldürüldü, oğlu Burhan Sakçı da yaralanarak hastaneye kaldırıldı. Hikmet Usta yanındakilerle birlikte oğlunu berberden alan Kadir Sakçı’nın önünü keserek “Kürt müsünüz?” sorusunu yöneltiyor. Bunun karşılığında “Evet Kürdüz” cevabını alınca da “Zaten sizi sevmiyorum” Diyerek tabancasını çıkarıp baba ile oğlu üzerine kurşun yağdırıyor.
Sonuç; 2019 yılına giriş yapacağımız son günlerde bir insan sırf “Kürdüm” dediği için öldürüldü.
AKP ve Türk medyası son günlerde bir papağana yapılan işkenceyi haftalarca haber yaparak işlediler. Fakat bu olayı bir adli vaka mahiyetinde bile olsa tek bir kanal dahi vermedi. Kaldı ki, olay adli bir vaka da değil, AKP ve Erdoğan diktatörlüğünün topluma empoze ettiği şovenist duygularının pratiğe koyulmasıdır. Bundan kaynaklı da tek bir haber kanalı ve sosyal medya hesaplarında Kadir Sakçı’nın öldürülmesine yer verilmedi.
Her ne kadar tekil gibi görünse de Kadir Sakçı’nın öldürülmesi bir cinayet değil, katliamdır. Burada öldürülen ve yaralanan iki Kürt var. Fakat saldırı bunların şahsına değil, dillerinedir, Kürtlüklerinedir. Dilinden, kültüründen kaynaklı bir insanı öldüren bir zihniyet fırsat bulduğunda o dil ve kültür sahibi tüm insanları da gözünü kırpmadan öldürür. Bundan kaynaklı da bu bir cinayet değil, bir insan şahsında bir dilin, halkın katliamıdır. Nitekim bu maşanın kendisinden güç aldığı esas katil Erdoğan, Efrin’den Asos dağlarına kadar elinin uzandığı ve gücünün yettiği her yerde çocuk yaşlı demeden hergün Kürtleri öldürüyor, katlediyor.
Olayın esas katili de söz konusu şahıs değildir. O da sadece bir maşadır. Fakat bu gücü nereden aldığı da önemlidir. İktidardaki AKP faşizmi bu tür olayları yaygınlaştırmak ve meşrulaştırmak için meclisten yasa bile geçirdi. Bu durumda katilin asas olarak kim olduğu net olarak ortaya çıkmıyor mu? Yasal olarak da bu tür katilleri sahiplenen AKP faşizmi bu insanları sadece cezasız bırakarak teşvik etmiyor. Günlük olarak da kendilerine her türlü olanaklar sağlanmakta, imkanlar sunulmaktadır. AKP faşizminin atadığı kayyumlar eliyle Kürdistan’da Kürtçe eğitim veren tüm kurslar kapatıldı, Kürtçe yazılı tabelalar indirildi. Bugün Efrin’de köylerin isimleri değiştirilerek Türkçe yapılıyor. Yine daha birkaç gün önce sırf Kürtçe müzik dinledikleri için havalimanı işçileri gözaltına alındı, bazıları tutuklanma talebiyle AKP’nin mahkemesine gönderildi. İşte bu tür katiller güçlerini, devlet düzeyinde resmi olarak Kürt katliamını yapan AKP faşizminden almaktadır.
Bu katliamın esas sorumlusu “Terörist Kürtleri iyi tanıyoruz” ve “Yursever gerektiğinde esnaf, terzi, kasap gerektiğinde askerdir, alperendir, gerektiğinde vatanını savunan şehittir, gerektiğinde asayişi tesis eden polistir, gerektiğinde adaleti savunan hakimdir” diyen diktatör Erdoğan’dır. İşte burada “olay esnasında sarhoştum, bir şey hatırlamıyorum” diyen Hikmet Usta tam da Erdoğan’ın dediği ‘yurtsever!’ ve Kürt kimliğini dile getirmekten korkmayan Kadir Sakçı da kendisinin iyi tanıyorum dediği bir ‘terörist!’tir. Unutulmamalıdır ki, Silopi’de 57 yaşındaki Taybet Ananın cenazesini bir hafta yerde bıraktıran AKP faşizmi ardından basında onu terörist olarak göstermiştir.
Olayın faili 28 Mart 2006 serhildanlarında “Kadın da olsa, çocuk da olsa güvenlik güçlerimiz gereğini yerine getirecektir” diyen diktatör Erdoğan’dır. Çünkü bu söyleminden hemen sonrasında Batman’da 3 yaşındaki Fatih Tekin ve Amed’de de 6 yaşındaki Enes Ata’dan tutalım 78 yaşındaki Halil Söğüt’e kadar onlarca insan katledildi.
Kadir Sakçı’nın ölümünde Kürdün katilini tanımak gerekir. Roboski’de ‘vurun’ emrini veren yine diktatör Erdoğan’dı. Ardında yaptığı pişkince konuşması hala hafızalarda yerini korumaktadır. “30-40 kişilik grup, katırlar, insanlar var. O yükseklikten bu Ahmet mi Mehmet midir? Bilmek mümkün değil. TSK görevini samimi şekilde yapmıştır. Kendilerini kutluyorum.” diyen ve çoğu çocuk yaşta olan ekmek derdindeki Kürdün ölüm emrini veren ve üstüne bu katliamı gerçekleştirenleri kutlayan da yine faşist Erdoğan’ın kendisiydi.
Kürtlere karşı başlatılan kapsamlı soykırım saldırılarının üzerinde tam üç yıl dört ay geçti. İlk etaplarda sadece PKK’ye karşı savaş ilan ettiğini söyleyen AKP faşizmi önündeki engelleri kaldırdığında gerçek yüzünü ve esas amacını her geçen gün daha açık ortaya koymaktadır. Gelinen noktada artık sadece PKK’nin hedef olmadığı, renklerden tutalım giyim-kuşama kadar Kürtlük adına ne varsa her şeyi kırımdan geçirmeyi amaçladıkları görülüyor. Şüphesiz, PKK daha savaş başlamadan önce TC’nin 30 Ekim 2014’teki MGK toplantısında böyle bir karar alındığını bildiklerini, hareket olarak buna karşı duracaklarını belirtti. Bununla beraber görüşü ne olursa olsun Kürtlük adına mücadele yürüten diğer tüm örgüt ve partilerin de bu soykırım kararına karşı hazırlıklı olmaları ve düşman saldırdırğında da direnmeleri çağrısında bulundu. Fakat Kürt Özgürlük Mücadelesi dışındaki diğer fraksiyonların tamamına yakını bunu anlamadı ya da anlamamazlıktan geldi. Saldırının sadece PKK’ye karşı yapıldığını, hatta PKK’nin zayıflaması durumunda kendilerine alan açılacağı hayallerine kapılanların sayısı hiç de az değildi. Ve trajik bir şekilde bu dört yıla yakın devam eden savaşın sonucunda hala bazı gruplar düşmanın amacını anlamakta güçlük çekmekte ve durdukları tehlikeli yerde kalmaya devam etmektedirler.
Peki Kadir Sakçı PKK’li olduğu için mi öldürüldü? 3 yaşındaki Fatih Tekin, 78 yaşındaki Halil Söğüt PKK’li oldukları için mi öldürüldüler? Yine Roboski de yaşamını yitirenler PKK’li oldukları için mi katledildiler? 6 aylık Solin bebek PKK’li olduğu için mi öldürüldü? Ya da Başur Kürdistan’ında referandumu gerçekleştiren PKK miydi ki AKP faşizmi Silopi sınırına yüzlerce tank ve on binlerce asker yığdırdı? Diktatör Erdoğan kendi ağzından Başur Kürdistan’a bir yere kadar alan açtıkları için hata yaptıklarını kendi ağzıyla dillendirmedi mi? Yine Efrin işgalinde tüm Kürtler hedef haline getirilmedi mi, parti ve örgüt düzeyinde Efrin işgalini destekleyen Kürt oluşumlarının tabanı da Efrin’den sürülmediler mi, köyleri yakılıp öldürülmediler mi?
Kadir Sakçı’nın ölümü Kürtlerin Halepçe Katliamından daha ağır bir soykırımla karşı karşıya olduğunu bir kez daha gözler önüne sermiştir. Çünkü bu şahıs sadece Kürt kimliğinden ve anadiliyle konuştuğu için katledilmiştir. Şüphesiz Kürtlere karşı yürütülen bunca soykırım saldırıları süresince bunun gibi binlerce örnek vardır. Fakat Kadir Sakçı’nın ölümü bize şunu açıkça gösteriyor ki, AKP faşizminin dört yıla yakındır sürdürdüğü saldırının amacının PKK olmadığı, Kürtlük adına ne varsa her şeyin soykırımdan geçirilmesidir.
Kaynak: Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi/Gelhat Cudî