HABER MERKEZİ –
“Demokratik Uygarlık ve Kapitalist Uygarlık arasında çetin savaş sürerken baharın bütün güzellikleri büyük bir öfke ile savaşa başarıya daha fazla kilitlenmiştir. Ülkemizde ve toplumumuzda geçmişten bugüne Dehak’ların hiç bitmediği bilinen bir gerçekliktir. Fakat Dehak’lara karşı Kawa’ların mücadelesininde hiç bitmediği tartışılmaz bir gerçekliktir. Yarım asırdan fazladır yürütülen Kürdistan Özgürlük Mücadelesi bugün öncülerinden aldığı mirası Kürdistan Dağlarında, Metropollerde ve özgürleşmeyi bekleyen bütün alanlarda layıkıyla temsil etmektedir. Mücadelemiz açısından artık her güne, her saate ve her saniyeye tarihte eşi benzeri görülmemiş bir anlam yüklenmekte ve her saniyemiz tarihe geçecek düzeyde kendini örgütlemektedir.
Özellikle Newroz sürecini yaşadığımız bugünlerde halkımız büyük yurtseverlik duygularıyla alanlara çıkarak faşizme haykırarak, itaat ettirilme çabalarına karşı itiraz geliştirmesi sömürgeciliğin hiçbir politikasını kabul etmemesi adeta Türk sömürgeciliğinin mayasını bozmuştur. Halkımız bütün acılara bütün katliamlara bütün savaşlara rağmen hiçbir zaman karamsarlığa düşmemiş ve öncülerimizden aldığı mirası zaferle taçlandırmak için büyük bir çaba içerisinde olmuştur. Newroz’ la beraber gelişen Serhildan ve mücadele ruhu Kahramanlık Haftasıyla birleşerek faşizme karşı büyük bir ihtilal olmaktadır. Mücadele tarihimizde Mart ayı gerek bizim açımızdan gerek sömürgeciler açısından büyük bir dönüm noktasıdır denilebilir.
Türkiye Devrimi’nin öncü Lideri Mahir Çayan yoldaşın direniş ve kararlılığı önümüzde büyük bir miras olarak kalmaktadır. Türk faşizminin ve ABD işbirliğinin politikalarına meydan okuyan Mahir Çayan yoldaş bununla kalmayarak yoldaşları Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in idamını engellemek için gerçekleştirdiği eylem Kızıldere’de büyük bir katliam ile bastırılmıştı. Bu katliam bir neslin, bir topluluğun öncüsüz bırakılarak katliamlara uğraması ile sonuçlanmıştı. Duyarsızlaştırılmak istenen Türkiye toplumuna karşı büyük bir özveri ve kararlılık ile öncülük eden Mahir Çayan yoldaş; Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesinin başlamasında da fikir ve mücadelesi ile tarihi bir rol oynamıştı. Kürdistan Halk Önderliği Rêber Apo’nun kendisinin idolü olarak tanıttığı Mahir Çayan’ın şehadeti üzerine Ankara DTCF örgütleyerek büyük bir gösteri düzenlemişti. Sonrasında gelişen tutuklama Rêber Apo’nun derin bir yoğunlaşma ve tartışma ortamına sahip olmasını sağlayarak partileşmenin oluşmasına sebep olmuştur. Kızıldere katliamı ile beraber öncüsüz bırakılmak istenen kitlelere ve devrimci mücadelelere karşı başarılı olamayan Sömürgeci güçler özellikle de grup aşamasında olan Apocuları yok etmek ve toplumu etkisi altına alabilmek amacıyla 12 Eylül faşizmini planlayarak yeni bir tasfiye ve imha konsepti başlatmıştı.
12 Eylül faşist Askeri Darbesi ile beraber tutsak edilerek yok edilmek istenen Kürdistan Ulusal Kurtuluş mücadelesi, tarihte eşi benzeri görülmemiş Diyarbakır Zindan direnişini sergileyerek Dehaklaşan anlayışa karşı Kawalaşarak tarih karşısındaki sorumluluğunu yerine getirmiştir.
Mazlum Doğan yoldaş şahsında gelişen mücadele ve direniş bugün ülkemizin her karış toprağında, halkımızın olduğu her alanda, faşizmin olduğu her yerde, bütün direniş barikatlarında filizlenerek Demokratik Uygarlık savaşımıza büyük bir öncülük yapmaktadır. Mazlum Doğan yoldaşın çok zor imkânlarla öncülük ettiği bu mücadele, Kürdistan Halk Önderliği Reber Apo tarafından şöyle tanımlanıyordu; “Mazlum yoldaş eylemi ile beraber nasıl yaşaması gerektiği ve nasıl şehid olması gerektiğini kendi şahsında somutlaştırarak ortaya net bir Militan-Kadro ölçüsü çıkarmıştır. Mazlum Doğan yoldaş ise yapacağı eyleminin büyüklüğünü şu sözlerle dile getiriyordu; “Bu ülke neden bu kadar sessiz, bu şehir neden bu kadar sessiz, bu zindan, bu hücre neden bu kadar karanlık? And olsun ki bu kör sessizliğe bir ses, bu kör karanlığa bir meşale olacağım.” İnsanlık tarihinin en büyük direnişi bu büyük idealler ve amaçlar ışığında gerçekleşmişti.
Mazlum Doğan yoldaşın gerçekleştirdiği eylem yaratılmak istenen devrimci militanın erişebileceği en yüksek zirve idi. Mazlum Doğan yoldaş mücadelesi ile beraber Amed zindanında tasfiyeciliğin gelişmesini engellemiş ve herkese her şeye rağmen her koşulda özgür bir ülke için direnmenin en büyük erdem olabileceğini net bir şekilde ifade etmiştir. Geriye Mazlum Doğan yoldaşın anısına sahip çıkmak ve onun mücadelesini Kürdistan dağlarına taşımak kalıyordu. Dörtlerin eylemi ve 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu Direnişi Mazlum Doğan yoldaşın mücadelesini daha da büyüterek dirilişten direnişe, yok oluştan varoluşa, kölelikten özgürlüğe giden yolda büyük bir adım atmıştır. Amed zindanında geliştirilen bütün insanlık dışı politikalara rağmen Kürdistan mücadelesini bitiremeyen faşist, sömürgeci Türk devleti büyük bir korku ve paniğe kapılarak toplumun duyargalarını kapatarak, korkuyu hakim kılarak özgürlük mücadelesini denetimine alabileceğini düşünüyordu. Halkın kendi arasında bir kelime dahi kullanamayacak düzeye gelmesi, sindirilerek edilgen bir toplum haline getirilme çabaları elbetteki ne devrimcilerin ne de Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin ve Kürdistan Halk Önderliği’nin kabul edebileceği bir durum değildi. Reber Apo’nun faşizme karşı geliştirdiği büyük mücadele darbe sürecinde savaş alanı dışına çıkmak yerine savaşın tam merkezine yani Ortadoğu’ya geçmesiyle yeni bir boyut kazanmıştı.
Denizlerin İbrahimlerin ve Mahirlerin uğruna şehit düştükleri gerilla mücadelesi artık Kürdistan Halk Önderliği tarafından yaratılarak uzun ve meşakatli bir savaş başlatılmıştı. Reber Apo’nun büyük emeği ve çabaları sonucu Türk devletinin korkulu rüyası olan 15 Ağustos 1984 Atılımı ‘Büyük Komutan Agit’ yoldaş öncülüğünde gelişerek karanlığa giden yola karşı aydınlık ve özgürlük yolunu hiç kapanmamak üzere açtı. Rêber Apo bir değerlendirmesinde 15 Ağustos’un sadece askeri bir eylem olarak ele almamak lazım demişti. 15 Ağustos’u tanımlarken orada sıkılan kurşunun bir demir parçasından daha fazla olduğunu o kurşunun ölen bir halka, işbirlikçiliğe, pasifizme ve faşizme sıkıldığını net bir şekilde ifade etmişti. Bu eylem faşist Türk devletine yapıldığı kadar NATO’ya ve Kürdistan’ı dört parçaya bölen güçlere karşı da yapılmıştı. Bundan dolayı bu eylem sömürgeci güçleri her ne kadar bozguna uğratmışsada sömürgeci güçler bu eylemin üzerini kapatmak için bütün yol ve yöntemlere başvurmuştur. Basit bir eşkiyalık, bir grubun saldırısı, 24 saatte bitecekler gibi yalanlar ile kendilerini kandırarak yarattıkları korku imparatorluğu’nun altında nasıl böyle bir atılımın olabileceğinin iç muhasebesini yapmaktaydılar. Ölü bir halk nasıl olurda uyanabilirdi?
Bu sömürgecilerin yüz yıllık planlarınında yok olması demekti. İsmini buradaki eylemin başarısında ilk kez duyacağımız Agit Komutan sıktığı ilk kurşun ile ‘Sömürgeciliğin Kürdistan’da meftu’ olduğunu dost düşman herkese göstermişti. Gerilla ordusunun kurulup gelişmesinde, gerillanın Kürdistan’a yerleşip savaşı gelişirmesinde Komutan Agit’in rolü ve misyonu çok fazlaydı. Kürdistan’da serhıldanlaşmanın ve gerilla mücadelesinin efsane Komutanı Agit (Mahsum Korkmaz) yoldaş 28 Mart 1986 yılında faşist Türk ordusu ile girdiği çatışmada ölümsüzleşerek, şehitler kervanına katıldı. Agit yoldaşın eylemi düşmanda o kadar büyük bir korku ve moral bozukluğu yaratmıştı ki Agit yoldaşın cenazesi kaybettirilerek intikam alma çabasına girilmişti. Agit Komutanın şehadeti mateme değil büyük bir isyana ve büyümeye vesile olarak bugün Kürdistan dağlarında binlerce Agit ile yürütülmektedir. Rêber Apo’nun ‘Ben miraslarına sahip çıkacağım’ dediği Mahir Çayan yoldaş ve ‘Ben söyledim, beni anladı ve eylemi gerçekleştirdi’ dediği Agit Komutan yıllardır özlemini çektiğimiz birleşik mücadelenin vücut bulmuş halidir. Kızıldere’den Gabar Dağı’na sarsılmaz bir Enternasyonal köprü kurulurak bugün birleşik mücadelemizin zafer yürüyüşü daha da heybetli hal almıştır.
Özellikle toplumun bugün 12 Eylül faşizminden daha beter bir şekilde yönetilmeye çalışıldığı gibi, Kızıldere’de öncüsüz bırakılma girişimlerinin günümüzde imralı ve Rêber Apo şahsında gelistirilmesi bizlere görevlerimizi bir kez daha hatırlatmaktadır. Bizlere düşen en büyük görev Mazlumlaşarak bir hücrede bir ordu gibi savaşabilmektir. Bizlere düşen Agitleşerek düşmanın beyninde patlamaktır. Bizlere düşen görev Kızıldere ruhu ile direnerek topluma öncülük edebilmektir. Bu rol bizleri öncülerimizin bıraktığı mirasa layık kılacak tek yol olduğu gerçeğini bir kez daha yineliyor ve Komutan Agit, Mahir Çayan ve Mazlum Doğan yoldaşın anısı önünde saygı ile eğiliyor, onlar şahsında tüm devrim şehitlerimizin açtıkları yolda ilerleme amacımızı yineliyoruz.”
Munzur Serhat