HABER MERKEZİ – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’nin ‘Özel Program’ında gündeme dair soruları yanıtladı. Kalkan’ın değerlendirmeleri şöyle:
İMRALI’DA TARİHİ BİR MÜCADELE YAŞANIYOR
Öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Tecrit gündemini hep değerlendiriyoruz, tartışıyoruz, tartışmamız da gerekiyor. Sadece tartışmak değil, hem İmralı işkence ve soykırım sistemini hem de 25 yıldır uygulanan tecridi doğru anlamamız gerekiyor. Buna göre de doğru tutum, mücadele geliştirmemiz lazım. Orada sıradan bir durum yaşanmıyor. Sadece Kürtler için de değil, tüm ezilenler, kadınlar ve işçi emekçiler başta olmak üzere tüm ezilen halkları ilgilendiren çok önemli bir durum. Tarihi bir mücadele yaşanıyor. Tecrit bu temelde uygulanıyor. Zaten o sistem bu esas üzerinde kuruldu. Tecride dair yeni bir şey yok. Herhangi bir değişiklik yok. Türkiye’de siyasi gündem değişiyor, seçim oluyor, savaş oluyor, şu oluyor, bu oluyor. Bunlar gerçekten değişiyor mu, o da tartışmalı. Bunlar oluyor ama siyaset gündeminde bir değişiklik var mı? Bunlara gerçekten değişik bir siyasi gündem denebilir mi? Tartışmalıdır bizce. Gerçek siyaset değişmiyor. İmralı, işkence, tecrit ve soykırım sisteminde bir değişiklik olmuyor. Aslında Türkiye’de siyaseti belirleyen bu işte.
Şimdi seçim var deniliyor. Yine herhangi bir değişiklik yoktur. Eylül’den bu yana tartışılan bir CPT’nin İmralı’ya gitme meselesi vardı. Son olarak CPT raporunu hazırlayıp Mart’ta TC yönetimine gönderdiğini açıkladı. Tecride, İmralı işkence ve soykırım sistemine dair açıklama diyebileceğimiz son açıklama bu fakat bir içerik yok bu raporda. Ne yer alıyor, ne almıyor herhangi bir bilgi yok. İşte biz gönderdik ,diyor Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi, gerisi TC devletine aittir. Yani AKP-MHP faşist hükümetine. Yani bu tecridi, İmralı’da baskı ve soykırım sistemini uygulayanlara ait. Gerisi, yayınlarlar mı yayınlamazlar mı, içeriği hakkında doğru bilgi verirler mi vermezler mi onlara aittir, diyorlar.
CPT’NİN TUTUMU DOĞRU DEĞİL
İlginç bir durum. Gerçekten insan ne diyeceğini bilemiyor. Gerçekten de ciğerin kediye emanet edilmesi gibi bir durum. Zaten tecrit uygulayanlar onlar, bu sistemi yürütenler onlar. Eğer CPT Türkiye ziyaretinde, İmralı ziyaretinde İmralı’daki işkence durumuna ilişkin kararlar almışsa, bunu AKP-MHP faşist diktatörlüğüne, TC devletine söylemesinin bir anlamı yok. Onlar zaten yapıyorlar. Yapanlar herhalde biliyor. Siz bunu yapıyorsunuz, demenin ne anlamı var? Zaten bilerek yapıyorlar.
Bizim kuralımız bu deniliyor ama bu kuraldan hiçbir şey anlamıyoruz. Bunun özgürlük ve demokrasiyle bir alakası olmadığı gibi normal bir akılla bile bir kural olarak görülemez. Eğer oradan TC devletinin, AKP-MHP hükümetinin İmralı’daki uygulamalarına dair bir karar çıkacaksa bunu en azından CPT mi belirliyor, açıklaması lazım. Baskı oluşturması gerekli, başka kurumlara göndermesi lazım. Yapana sanki haberi yokmuş gibi gönderiyor, ne yapacaksan bunun üzerinde serbesttir, diyor. Sen yapacaksın. Zaten işkenceyi uygulayan o, tecridi uygulayan o. Hiçbir şey yapmaz. Kaldırıp rafa koyacak.
EL BİRLİĞİYLE YÜRÜTÜLEN SİSTEM
Böyle kural olmaz, hiçbir anlamı yok. Dolayısıyla aslında CPT’nin öyle bir açıklama yapması, Kürt halkının ve dostlarının eylemleri karşısında oluşan baskıyı üzerinden atmak için oluştu ama bu baskıyı üzerinden atmadı. Bir ucubelik var ortada. Bir şey yapıyormuş gibi görünüyor, aslında yapılmıyor. Bir aldatma var, hile var işin içinde. Bunun görülmesi lazım. Daha fazla kendisini ele verdi. Bu böyle olmamalı. Buna böyle bir şey diyecek durumumuz yok. O halde şu görünüyor; İmralı sistemi el birliğiyle yürütülen bir sistemdir. 25 yıldır Kürt’e tecrit de işkence de İmralı sistemi de birlikte yürütülüyor. 2 yılı aşkın süredir bu mutlak tecrit de el birliğiyle yürütülüyor. Biraz birbirlerini eleştiriyorlar mı bilemiyoruz. Eleştirseler de kendi içlerindedir. Kimsenin haberi yok. Dolayısıyla bir sonucu olmayacak girişimdir.
Buna rağmen teşhir etmek lazım bunları. Buna hukuki sistem deniliyor. Sözde demokratik hukuk devleti. Bunun demokrasiyle bir alakası yok. Böyle bir hukuk da olamaz. Bu aslında işkenceciye her türlü yetkiyi veriyor. Zulüm görene, mazluma herhangi bir hak yok burada. Sözde hak varmış gibi görünüyor ama aslında işte işkenceyi meşrulaştıran, işkencecilere bir şey diyemeyen bir komite oluyor. Peki işkenceyi nasıl önleyecek bu komite işkenceciye bir şey demezse. İşin gerçeği bu. Bunun üzerinde durmak lazım. Böyle bırakmamak gerekiyor. Bu İmralı durumu sadece TC devletinin durumunu değil, Avrupa demokrasisinin, hukukunun da ne olduğunu ortaya çıkarıyor. Bir bütünlük var, biz onun da üzerinde durmalıyız. Hukuki mücadeleden vazgeçmemeliyiz ama esas olan tabii ideolojik, siyasi mücadeledir. Eylemlilikler, gelişiyor. Bu geçen süreçte de önemli girişimler oldu. Dünyanın dört bir yanında Kürt halkı, dostları, devrimci demokratik güçler, aydınlar Önder Apo’nun özgürlüğü için ayakta, yürüyüşler yapıyorlar. Yani Amara’dan dünyanın dört bir yanına yayılan Önder Apo’ya destek tutumu, eylem birliği var. İşte 4 Nisan kutlamaları gerçekten de çok ve güçlü bir biçimde oldu, etkili bir biçimde oldu.
ÖNDER APO TECRİDİ KIRMIŞTIR
Bu eylemler toplumun, Kürt halkının, demokratik çevrelerin, Önder Apo ile nasıl bütünleştiğini ortaya koydu. Ardından bir iki gün sonra Hamburg’da Önder Apo’nun tezlerinin tartışıldığı önemli bir konferans gerçekleştirildi, “kapitalist moderniteye meydan okuma” adı altında. Kuşkusuz kapitalizme, moderniteye meydan okuyan düşünce, demokratik modernite kuramıdır. Bunu da Önder Apo geliştirdi. Bunu tartıştılar.
Dünyanın aydınları, demokratik devrimci güçleri, özgürlükçü demokratik çevreleriyle çok önemli ciddi tartışmalar oldu. Demek ki her ne kadar CPT’nin desteğiyle, Avrupa’sı, NATO’sunun desteğiyle AKP-MHP faşizmi görülmemiş bir tecrit uygulamaya çalışsa da Önder Apo bu tecridi kırmıştır. İmralı duvarlarını parçalanmıştır. Düşüncelerini dünyanın dört bir yanına kadınlara, gençlere, işçi ve emekçilere, tüm ezilenlere ulaştırmıştır. Bu açık bir gerçek.
Önder Apo’ya destek çığ gibi büyüyor ve yayılıyor dünyanın dört bir yanına. Önder Apo’nun düşüncelerini, tezlerini anlama, benimseme, özümseme, onunla bütünleşme, onları pratiğe geçirmek için çalışma çığ gibi büyüyor, dünyanın her tarafına yayılıyor. Tüm ezilenleri başta kadınlar olmak üzere kapsıyor bu. Önemli olan bu, esas olan bu. İmralı işkence, tecrit sistemini yıkacak olan da bu. Bu geçtiğimiz süreçte de Önder Apo’nun doğum günü vesilesiyle çok daha kapsamlı bir biçimde yaşandı. Önümüzdeki süreçte de yaşanacak. Aslında siyaseti de belirleyen, kalıcı sonuçlar doğuracak olan da kesinlikle bu mücadeledir. Bu mücadele İmralı işkence ve tecrit sistemini yıkacak, İmralı duvarlarını parçalayacak, faşizmi yıkacak, Türkiye’yi demokratik, Kurdistan’ı özgür kılacak. Böylece insanlığın özgürlük yürüyüşüne tarihin en önemli katkısını sunacak.
MÜCADELE FEDAİ ÇİZGİSİNDEDİR
Bugünler, tarihi günler. Aslında 50 yıllık Önder Apo’nun öncülüğünde gelişen özgürlük yürüyüşü, tarihin en önemli kahramanlarını ortaya çıkardığı gibi, yılın her gününü de kahramanlık eylemleriyle dolu gün haline getirdi. Bu çok önemli işte. Mart ayına Kahramanlık Ayı diyoruz; Mayıs ayı, şehitler ayı; Haziran ayı, fedailik ayı; Temmuz ayı, ulusal onur ayı. Ağustos zaten 15 Ağustos, 27 Kasım diriliş, yeniden kuruluş ayı. Bu ayın her günü kahramanlıklarla dolu mücadele sürüyor. Bu mücadele fedai çizgisindedir, kahramanlık düzeyinde bir cesaret ve fedakarlıkla yürütülüyor. Kürt halkında tarihi kahramanlık duruşunu hem daha yüce ve anlamlı hale getiriyor hem de kitleselleştiriyor. Halk kahramanlığını ortaya çıkarıyor. Bu Haki Karer yoldaş ile birlikte başlayıp günümüze kadar gelen bir süreçtir.
İşte en son Botan’ın yiğit evladı, ARGK’nin, HPG’nin öncü komutanı, partimizin Merkez Komite Üyesi Fazıl Botan yoldaşın şehadeti açıklandı. Yine Lice halkının, Amed halkının yiğit evladı Cemal Amed arkadaşın şehadeti açıklandı. O da oldukça yurtsever bir aileden geliyor. Şehitleri çok olan bir aileden, mücadeleci bir toplumsal zeminden geliyor. Özgürlük mücadelemize de çok değerli katkılar yapmış oluyorlar. Ben bu temelde öncelikle ARGK ve HPG’nin büyük komutanları Fazıl Botan ve Cemal Amed yoldaşları, onların şahsında tüm şehitlerimizi saygı ve minnetle anıyorum.
KAHRAMANLIK KUŞAĞININ ÖNCÜ MİLİTANI
Fazıl arkadaş için Merkezi Karargahımız açıklamalarda bulundu. Çok önemliydi, anlamlıydı. Değerli anmalar yapıldı, tartışmalar oldu. Hareket ve halk olarak anlamaya ve üzerimize yüklediği görev ve sorumlulukların bilincine varıp gereklerini yerine getirmeye çalıştık. Botan’ın tarihten gelen yiğitliğini, yurtseverliğini, direnişçiliğini, kahramanlığını en iyi temsil eden yoldaşlardan birisi. Bunu insan rahatlıkla ifade edebilir. Büyük komutanımız Agit yoldaşın yaktığı özgürlük ateşine koşan, o ateşi tutan ve günümüze kadar her türlü zorluğa rağmen büyüterek geliştiren, Newroz ateşi olarak özgürlük dağlarında yakan bir kuşağın, kahramanlık kuşağının seçkin, öncü militanı. Gerçekten de Botan gençliği 1980 ortasından bu yana böyle bir kahramanlık kuşağını çıkardı. Kimler gelip geçmedi ki! Ahmet Rapolardan Kerim Şırnaklara, Adil arkadaştan Reşit arkadaşa, Fazıl arkadaşa; gerçekten de böyle onlarca mücadeleye değerli katkılar sunan, tarihe iz bırakan değerli komutanlar ortaya çıktı. Apocu özgürlük düşüncesi Botan insanını, kadınını, erkeğini yeniden yurtseverleştirdi, yeniden kahramanlaştırdı. Yeni bir duyguyu, ruhu, düşünceyi yaşayan bir düzeye getirdi. Bunların öncü temsilcilerinden oluyor bu arkadaşlar. Bu çağrıya koştular. Agit arkadaşın başlattığı kahramanlık yürüyüşüne tereddütsüz katıldılar. Kahramanlık destanları yazdılar. Fazıl arkadaş en zor savaşçılık dönemlerinde büyük bir iradeyle savaştı. Zor ortamların, kaygan ortamların sağlam çizgi duruşunun sahibi oldu. Önder Apo’ya ve halk özgürlüğüne tereddütsüz en küçük bir sapma bile göstermeden bağlı kalan bir militan oldu. Gerillanın yeniden yapılanmasında, paradigma değişiminde yeni dönemin gerillası, demokratik modernite gerillası geliştirilmesine öncülük etti.
HER ŞEYİNİ ADAMIŞ BİR ARKADAŞTI
Fazıl arkadaşı uzun süredir tanıdık. Özellikle de bu tasfiyeci şeye karşı mücadele, İmralı işkence ve tecrit sistemine, komploya karşı mücadele, gerillanın demokratik modernite paradigma temelinde yeniden yapılandırılması sürecinde tanıdık. Yani sıradan bir insan kesinlikle değildi. Tam tersine tüm gücüyle, enerjisiyle özgürlüğe kilitlenmiş, kendini özgürlük mücadelesine, savaşına vermiş, her şeyini buna adamış bir arkadaşımızdı. Düşmanı bu temelde takip etti. Tarz ve taktik üzerinde bu temelde yoğunlaştı. Yoldaşlarıyla, genç arkadaşlarımızla da bu temelde ilk iyi ilgilendi ilişkilerinde.
ZAP DİRENİŞİ’NİN KOMUTANIYDI
Fazıl arkadaş kadar çevresiyle ilgilenen, ayrıntılar üzerinde duran, 24 saat savaş üzerinde yoğunlaşan komutan az bulunur tabii. Bütün bunların sonucunda da işte günümüzdeki tim tünel koordineli savaşı dediğimiz savaş tarzının geliştirilmesine öncülük eden, bunun ilk denemelerini yapan ve Şubat 2008’de Zap savaşında zafer kazanan bir pratiğin sahibi oldu. Zap Direnişi’nin komutanıydı. TC ordusunun Zap’ta tarihinin en büyük yenilgi almasını sağlayan komutandı. Fazıl yoldaş öncülük etti. Ayrıntılar üzerinde durdu. Başka hiçbir şeyle uğraşmadı. Tüm gücünü, enerjisini bu özgürlük mücadelesine, savaşına verdi. Doğru anlamak lazım Fazıl arkadaşın özelliklerini. Botan gençliği, Kürt gençliği iyi anlamalı. Üzerinde daha da daha çok yönlü, derinlikli durmalı. Fazıl arkadaşın yükselttiği bayrağı daha da ilerilere, zafere taşımak için Botan halkı, gençliği, kadınları gerçekten de tarihi bir sorumlulukla mücadeleye yürümeli.
HER AYI, HER GÜNÜ KAHRAMANLIKTIR
50 yıllık özgürlük yürüyüşü her günü kahramanlık eylemlerinin gerçekleştirdiği gün haline getirdi. Her ayı kahramanlık ayı yaptı. Nisan ayının her günü de böyle. Biz sembol olarak bazı isimler üzerinde duruyoruz ama onlar bu 50 yıllık kahramanlık mücadelesinin bütün şehitlerini temsil ediyor. Halkın emeğini temsil ediyorlar. Öyle anlamamız lazım. Mesela her gün şehitlerimiz var. Hem de onlarca. İşte bu Nisan ortasına geliyoruz. Nisan ortasında da önemli şehitler verdik. Sanıyorum 15 ya da 16 Nisan’dı; Hozan Sefkan arkadaşla birlikte bir grup arkadaş Heftanîn’de şehit düştü. Heftanîn’deki ilk şehitlerimiz oldular. Bir provokasyona kurban gittiler. Bu provokasyonun, komplonun içinde KDP var. Bugünkü ihaneti nasıl sürdürüyorsa aslında o zaman da rol oynadı işte. Bazı Iraklı partiler, örgütler vardı. Bakur’da PKK’ye karşı özgürlük düşüncesi ve eyleminin gelişimine karşı komplolar örgütlemekle uğraşıyorlardı. Bunlarla mücadele ederken bu provokasyonlar geliştirildi.
Yine Nisan ortasında; 17 Nisan olabilir sanıyorum. ’86 ya da sonrası Arap toplumundan katılan ilk şehidimizi verdik. Yani Aziz Arap yoldaşı… 17 Nisan, yanlış hatırlamıyorsam Aziz arkadaşın da şehadet günüdür. Arap toplumunun öncüsüydü. Suriye’den, Lübnan’dan kopup geldi. Daha ortada herhangi bir gerilla örgütlenmesi, ciddi bir gelişme yokken bile, yeni yeni özgürlük kıvılcımları çakılırken bile, bunun ne kadar anlamlı, önemli olduğunu ve gelişme yaratacağını görerek fedaice gelip katıldı. Kurdistan dağlarında, Botan’da hiçbir tereddüt yaşamadan savaş verdi. Kahramanca savaştı. Şimdi yüzlerce, binlerce Arap genci Aziz yoldaşın izinden yürüyor.
Kadın-erkek yüzlerce şehidimiz oldu. Kürt-Arap dostluğu özgürlük ve kardeşlik temelinde en ileri düzeyde pekişmiş bulunuyor. İşte Kuzey- Doğu Suriye’de yaratılan gerçeklik bu. Bütün bunların öncülüğünü yaptı. Aziz yoldaş anısına şimdi bir akademi var. Arap gençleri bu akademide eğitim görüyor. Özgürlük bilinci, kardeşlik bilinci ediniyorlar, savaşı öğreniyorlar. Kürtlerle, diğer halklarla kardeşlik temelinde bu iktidar ve devlet sistemine karşı özgür yaşam için mücadele ediyorlar. Tarihi bir gelişme oldu yani. Bu yoldaşları da Hozan Sefkan ve grubunu, yine Aziz yoldaşı şehadet yıl dönümleri vesilesiyle saygı ve minnetle anıyorum. Anılarını özgürlük mücadelemizde yaşattık, yaşatıyoruz. PKK bu kadar gelişmeyi, bu şehitlerin anısına yarattı. Bundan sonrasını da bu temelde yürütecek ve bu anıları büyük zaferlerde hep yaşatılacak.
EYLEMSİZLİK KARARINI UYGULUYORUZ
6 Şubat’taki ağır depremlerin ardından yönetimimiz eylemsizlik ilan etti. Depremde zarar gören halkın yaralarını el birliğiyle sarmanın imkanını, zeminini güçlü kılmak adımını bu temelde atmak istedi. Böyle bir girişimde bulundu. Daha sonra AKP-MHP faşizminin her türlü saldırganlığına rağmen içine girilen seçim süreci nedeniyle bu süreçte provokasyonlara taraf olmamak amacıyla seçime kadar bu eylemsizlik durumunu sürdürmeyi kararlaştırdı. Bunu da yönetimimiz kamuoyuna açık bir biçimde duyurdu. Bu süreç bizden yana devam ediyor. Aldığımız kararlar, yaptığımız açıklamalara uygun davranıyoruz. Gerillaya saldırı olmadıkça gerilla eylem yapmıyor. Saldırı olur, imha edilmek istenirse kendini savunuyor. Bu, bütün özgürlük güçleri için geçerli. Özellikle şehirler açısından yönetimimiz daha da somut çağrı yaptı. İşte şimdi bizden yana durum bu. Tek yanlı ateşkes, tek yanlı eylemsizlikle savaş durdurulamıyor. Savaşın da ateşkesin de çift taraflı olması lazım. Geçen süreçte tek yanlı sayısız ateşkes ilan etti Önder Apo. Peki niye cevap alamadı? Şimdi bu gerçeklik, bu durumda daha net ortaya çıkıyor. AKP-MHP faşist diktatörlüğü saldırılarını daha çok devam ettiriyor. Medya Savunma Alanları’nda yapıyor bunu. Tünellere karşı, kendi üslerindeki gerillaya karşı yapıyor. Sadece orayla sınırlı da tutmuyor. Her yere saldırıyor. Çukurca’da, Mardin’de, Gever’de saldırdı. Mardin’de Omeryan’da saldırılar oldu. Daha önce Amed’de, Dersim’de saldırılar oldu. Bunları biliyoruz.
AKP-MHP İKTİDARI HER GÜN SALDIRIYOR
Bunlarla da sınırlı değil işte. Süleymaniye’ye saldırdılar, Şengal’e saldırıyorlar, Rojava’ya her gün saldırı yapıyorlar. Her gece sivil halkı vuruyorlar. Öyle silahlı güçler de değil. Bütün Kürtler, Kürtlerle ilişki kuran, özgürlük temelinde işbirliği yapan herkesi düşman ilan etmişler ve bu temelde saldırıyorlar. HPG Basın İrtibat Merkezi günlük sonuçları açıklıyor. Bizden yana herhangi bir şey yok ama AKP-MHP faşizmi saldırılarına devam ediyor. Onlar saldırılarını hiç durdurmadı. Hatta bu durumu bir zayıflık gibi görüp buradan faydalanmak istiyorlar. Gerillayı daha fazla darbelemek, zayıflatmak için bir de bahane uyduruyorlar.
Şunu söyleyeyim; yani geçenlerde bazıları tartışıyorlardı. Güya ateşkes ya da eylemsizlik bir bahaneymiş, daha fazla saldırmak için bir oyun olarak PKK bunu yapıyormuş, gerilla yapıyormuş diye uyduruyorlar. Saldıracak olsa niye yapsın bunu? Zaten açıktan savaş oluyor, eylem yapılıyor, sonuçlarını da açıklıyor. Bunda bir kusur yaptı mı? Günlük bilançolar da herhangi bir eksiklik oldu mu? Olmadı şimdiye kadar. PKK buna niye gerek duysun? Derler ya, işte öküz altında buzağı aramak gibi bir şey. Kendi niyetlerini bir yerde bu biçimde ele vermiş oluyorlar. Nasıl bir saldırganlık içindeler, her türlü provokasyona, komploya nasıl başvuruyorlar; bu görülüyor. Bu önemli bir durum. Bunun değerlendirilmesi, anlaşılması lazım. Gerçekten de Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da, Xakurkê ve Heftanîn’de saldırılar sürüyor. Her gün bilançolar var. Uçaklar vuruyor, keşif uçakları vuruyor, helikopterler vuruyor, top atıyorlar, tankla vuruyorlar. Gerilla da tabii ki kendini savunmak durumunda kalınca savunma çatışmalarına giriyor. Kendini savunuyor gerekli gördüğü yerde. Fakat TC devleti durmuyor, bunu herkes bilmeli.
Diğer yandan sadece Medya Savunma Alanları’na yönelik değil, Gever’de Cîlo Dağı’nın eteklerinde üç yoldaş saldırılar sonucunda şehit düştü. Omeryan’da çatışma oldu, iki gerilla deniliyordu. Sonra birisinin halktan sivil yurtsever olduğu ortaya çıktı. Bunları görmemiz lazım. Bu düşman saldırılarında şehit düşen yoldaşları saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. İşte Cîlo eteğinde Raperîn, Botan ve Rêvan arkadaşlar şehit düştüler. Yine Mardin’de Çiyager isimli bir arkadaşın şehit düştüğü ifade edildi. Önemlidir bunlar. İki bakımdan önemli. Bir; gerilla direnişi bakımından önemli. İki; eylemsizlik kararına rağmen AKP-MHP faşizminin saldırganlığının görülmesi bakımından önemli. Gerçekten de Cîlo eteklerinde alanda bulunmak, o tarihi yerleri günlük olarak özgür yaşam alanı haline getirmek, orada özgürlüğü solumak çok çok önemli. Dolayısıyla Raperîn, Rêvan ve Botan yoldaşları, onlar şahsında tüm şehitlerimizi saygıyla anmak lazım. Bu tarihi dönemin başarısını ortaya çıkardılar.
BİR YILDIR İŞGAL EDEMEDİ
Bir de burada şunu değerlendirmek lazım. Önceki yıllarda da Medya Savunma Alanları’na dönük saldırılar vardı. Ama tümden işgal etmek amacıyla Zap, Avaşîn ve Metîna derinliklerine dönük AKP-MHP faşist diktatörlüğünün işgal saldırısı başlattığı sürecin yıl dönümünü de yaşıyoruz. Onu da görmemiz lazım. 14 Nisan’da hava saldırıları başladı. 17 Nisan’da kara saldırıları başladı. Bir yıl oldu. Bir yıldır kimyasal silah, taktik nükleer silah, fosfor bombası, her türlü yasak bombayı, her türlü tekniği kullanarak, NATO’dan Rusya’ya kadar herkesten destek alarak saldırmasına rağmen buraları işgal edemedi. Gerillayı ezme hedefini başaramadı. Gerilla, tarihin en anlamlı direnişlerinden birisini burada verdi. İşgal saldırılarının kırdı, önünü aldı, düşmanın başarısını önledi. AKP-MHP, kısa sürede Zap’ı ardından Rojava’yı işgal etme, dolayısıyla PKK’yi ezip Kürt soykırımını tamamlayarak bir ay sonra yapılacağı söylenen seçimlere büyük zafer kazanmış olarak girme hayali içindeydi. Şimdi bütün hayalleri kırıldı. Öyle bir şey yapamıyorlar. Bunu o büyük gerilla direnişi ortaya çıkardı. Şunu gördük; biz bu bir yıllık direniş içerisinde gerçekten savaşta belirleyici olan savaşanların amaç bağlılığı, fedailiği, cesaret ve fedakarlığıdır, bilincidir. Yaratıcılığı, ustalığıdır, kahramanlığıdır. Zap, Avaşîn ve Metîna’da gerçekten de Apocu direniş ve zafer ruhu, fedai ruhu savaştı, direndi. Bu kadar eşitsizlik ortamında her türlü imkana sahip olan bir saldırgan güce geçit vermedi. Bu çok çok önemli, çok anlamlıdır. Bunu da görmemiz lazım. Gerillanın her koşulda halkların, ezilenlerin özgürlük mücadelesini yürütebileceğini ortaya koydu. Yürütme gücünde olduğunu ortaya koydu. Herkes ders çıkarabilir burada. Bunu görmemiz, anlamamız lazım.
HERKES BİRAZ SORUMLULUK ÜSTLENMELİ
6 Şubat depremlerinden sonra ilan edilen eylemsizlik karşısında AKP-MHP faşizminin saldırganlığını iyi görüp anlamak lazım. Bu çerçevede herkes, biraz sorumluluk üstlenmeli. Aslında bazı çevrelerden kısmi açıklamalar geldi ama cılızdır. Hala daha güçlü tutumlar olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu iç çevreler açısından da böyle, dış çevreler açısından da böyle. Hiç kimse sanmasın ki bu savaş yapılamadığı için oldu, farklı tutumlar gelişmez. Hayır, böyle sananlar yanılır. Bunun güçle, şununla bununla bir alakası yok. O faşist şefler şöyle vurduk, böyle kırdık, zayıflattık diye açıklamalar yapıyor. Sanki bazıları buna inanıyor gibi geliyor bize. Bunun zayıflamayla bir alakası yok. Bir Kürt genci bile bir orduyu, bir birliği yenme gücüne sahiptir. Zîlanlar bunu yapmadılar mı? Zinarlar bunu yapmadılar mı? Saralar, Rûkenler bunu yapmadılar mı. Her biri yaptı, herkes yapar. Onun için hiç kimse bir defa gerillayı yanlış anlamamalı, yanlış hesap yapmamalı. Bu bakımdan da büyük bir ahlaki, vicdani yaklaşım nedeniyle, işte siyasi durumları da gözeterek yönetimimizin aldığı eylemsizlik kararı yanlış anlaşılmamalı. Bu herkese sorumluluk yüklüyor. Bütün siyasi çevrelere, toplumsal çevrelere, devlet güçlerine sorumluluk yüklüyor. Herkesin sorumluluğu farklı farklı olsa da ama herkesin herkese sorumluluk yüklüyor. Bu bilinmeli. Onun için de herkes sorumluluğunun gereğine sahip çıkmalı diyoruz.
SÜLEYMANİYE SALDIRISI ÇOK YÖNLÜ
Süleymaniye’deki saldırının öncesinde iki helikopter düştü. TC devleti, Süleymaniye Havaalanı’na uçuşları durdurduğunu ilan etti. Hemen ardından da bu saldırı geldi. YNK yönetimini tehdit eden açıklamaları oldu. ABD üzerinde baskı uygulama yönünde sürekli açıklamalar yapıyorlar. İşte Kuzey-Doğu Suriye’de QSD ile oradaki yönetimle DAİŞ’e karşı mücadele ortaklığı yaptıkları için ABD’ye nefretle şey yapıyorlar, bu açık. Herkes de bunu biliyor. Kuzey-Doğu Suriye yönetimi de açıkladı, ABD yöneticileri de açıklıyor. DAİŞ’e karşı mücadelemizi zayıflatıyor AKP yönetiminin yaklaşımları, politikaları diye. Bu tehditler de vardı. Bir de seçim öncesinde bu oldu. Çok yönlü değerlendirilebilir, onu ifade etmek istiyorum. YNK’ye zaten tehdit var, bir taraftan ABD’ye tehdit olabilir, Kuzey-Doğu Suriye’ye zaten sürekli saldırıyor, onun bir parçasıdır.
Diğer iki nokta da; PKK’ye karşı saldırılarla, seçimlerle bağlantılı olması. TC tesadüfen yapmıyor bunu. İşte mesela 10 sene önce Oslo’da görüşmeler oluyordu. Oslo’daki MİT heyetinin söylemlerinden hep şunu duyuyorduk, hissediyorduk. Ne zaman öleceğimizi bekliyorlar. Yani bizi onunla tehdit ediyorlardı. Yönetiminiz yaşlanmış, uzun süre yaşayamaz, öleceksiniz. Bu mücadeleyi kimse devam ettirmez gibi. Şunu söylemek istiyorum. Kürt özgürlük iradesinin yok edilmesi için saldırıyorlar. Yok edilmesi, ölümü üzerine bir siyaset kuruyorlar.
KÜRTLERİ ÖLDÜRECEĞİM DİYOR
Diğer yandan bunu açık bir şekilde de yapıyorlar. İşte listeler oluşturmuşlar, kırmızı liste, sarı liste, yeşil liste, gri liste. Her listeye 30-40 isim koymuşlar, resim koymuşlar. Bunlar böyle arananlar listesi değil, alenen öldürülecekler listesi. Dünyada kim bir başkasını ben öldüreceğim dese, herkes onun gırtlağını sıkar. TC devleti liste liste açıklamış. Onlarca isim, yüzlerce isim. Ben bunları öldüreceğim diyor. Her gün de öldürüyor; kimseden çıt çıkmıyor. Ölenlere terörist diyorlar, öldüren dost oluyor. Bir sürüsü dostluk kuruyor. Demokrasi adına yapıyorlar bunu. Akıl alacak gibi değil. Bu anlamda bütün yönetimimiz PKK yönetimi, KCK, HPG, PAJK, Komalên Ciwan yönetimi, KJK yönetimi, Kurdistan parçalarındaki yöneticilerimiz bu listelerde. Hepsi ölüm listelerine alınmış. Bunun için böyle kelle avcıları oluşturulmuş, ölüm mangaları kurulmuş. Böyle saldırılar oluyor. Yani şimdi dünyada örneği yoktur. Evet, arananlar listesi oluyor ama öldürülecek listesi yayınlayan tek devlet TC devletidir. AKP-MHP faşist diktatörlüğüdür. Kürtlere karşı bunu yapıyor. Kürtleri öldüreceğim, diyor. Başka hiç kimsenin sesi çıkmıyor. Dünyada demokratım, özgürlükçüyüm diyen Birleşmiş Milletlerim diyen kimsenin sesi çıkmıyor. Herkes göz yumuyor, açık gizli onaylıyor bu durumu. Bu terör değil de başka ne olabilir? Buna ses çıkarmayanlar teröre ortak olmuyor mu? Oluyor işte.
QSD Genel Komutanı’na saldırı olmuş. Zaten bunun ilk saldırı olmadığını açıkladı. “Kaç sefer benzer saldırılara maruz kaldım, hepsi başarısız kaldı” dedi. Sadece Mazlum Ebdî değil, Kuzey-Doğu Suriye’de birçok yöneticiye saldırdılar. Katlettiler, “vurduk” diye açıklama yaptılar. Bu açık. Bunun görülmesi lazım öncelikle. Gerçekten de Heval Şahinlerin nasıl bir takip altında olduklarını gördük yani. Bunu herkesin de görmesi lazım. Biz tedbirlerimizi geliştirmeliyiz ama bütün dünya da bu gerçeği görmeli. Buna karşı bir tavır, tutum olmalı.
SEÇİMLE DE BAĞI VAR
Tabii bunun seçimle de bağı var. Şunu anlıyoruz ki; AKP-MHP faşizmi, MİT’i, kontrgerillayı son sınırına kadar seferber etmiş. PKK yönetimini bulmak ve vurmak için seferber olmuşlar, oradan alacakları sonuçla da 14 Mayıs’ta seçim kazanmak istiyorlar. Bu da çok açık. Geçmişte yaptılar, biraz etkisi oluyor. Şunu hesap ediyorlar; PKK yönetiminden, Kürtlerden, öne çıkmış Kürtlerden bazılarını vurursak ırkçı, şoven, faşist, milliyetçi, Türkçü çevrelerden Türkiye’de oy alır, bu oyları birleştirir, seçim kazanırız. Bugün Tayyip Erdoğan’ın seçim propagandası tamamen bunun üzerine oturtulmuş. Cumhurbaşkanlığı seçiminde belirlediği yöntem Kürtlerin katledilmesidir. PKK yöneticilerinin, özgürlük için mücadele eden Kürtlerin katledilmesidir. Böyle bir şey olabilir mi? Bunu herkes görmeli.
KİMSE BUNU NORMAL GÖREMEZ
Bunun böyle normal bir durum olarak görülmesi, bu dünyanın nasıl bir dünya olduğunu gösterir bize. Kimse normal göremez, görmemeli. Şöyle diyemeyiz; saldırdıları da boşa çıkardık, işte başarısız kaldı. Biz bunu esas alamayız, bunu bir ölçü edemeyiz. İyi de yani bu saldırı nasıl oldu? Bu saldırının meşruiyeti var mıdır? Bu saldırı insanlığa neler anlatıyor? Böyle bir saldırının olduğu dünyadaki yaşam nedir, insanlığın durumu ne? Bunu herkes görmeli, değerlendirmeli. Herkes kendi durumunu ortaya koymalı Süleymaniye’deki saldırı karşısında. Herkes sorumlu çünkü. Herkes geçit veriyor. Bu yönetimle işbirliği yapıyorlar. Para veriyorlar, ilişki kuruyorlar. Hatta seçimi kazandırmak isteyenler bile var. Utanmak lazım, utanmak! Başka ne diyelim…
DEPREM DOĞAL AFET AMA KATLİAMA DÖNÜŞMESİ DOĞAL DEĞİL
AKP-MHP’nin, TC devletinin yürüttüğü bir Kürt katliamından söz ediyoruz. Bu deprem de bir tür katliam oldu. Evet, deprem doğal bir afet. Deprem doğal, ölüm doğal değil. Ölüm inşa edilmiş sistemin sonucunda. Deprem öldürmedi kimseyi. İnşa edilmiş şehirler, dikilmiş apartmanlar, yani iyi, doğru olmayan bir yaşam tarzı öldürdü. Hiçbir tedbiri alınmamış. Her şey çalınmış. Demir konmamış, çimento konmamış, yağma yapılmış. İnsanlar adeta mezara gömülmüş gibi orada. Aslında depremden önce oraya girenler zaten ölüme girmiş gibiydiler. Bunu böyle değerlendirmek, anlamak lazım. Şimdi bu da bir katliam. Bunu böyle görmek gerekli, bir katliam bu. 20 milyona yakın insan etkilendi. Yüz binlerce insanın yaşamını yitirdiği kesin gibi. Şimdi molozları nasıl kaldıracaklar? O bile yapılamıyor. Böyle bir anda unutuluyor. Hiç kimse istifa etmedi. Büyük başarı kazanmış gibi seçime gidiyorlar.
İNDİREBİLİRSENİZ İNDİRİN DEDİLER
Şöyle dediler; biz istifa etmiyoruz, yönetimden inmiyoruz; siz indirin indirebilirseniz. Bence Kürtler, Türkiye halkları, kadınları, gençleri, işçi ve emekçileri bunu yapabilmeli. Sen inmezsen biz seni indirmeyi biliriz, demeliler. Bu kadar ağır bir durum görmezden gelinemez, yok sayılamaz. Aslında normal bir ortamda bunlara yol açan bir yönetim, toplumun karşısına çıkamaz. Yüzü kızarır, insanlarla yüz yüze gelemez. Değil seçime girmek, oy istemek, iyi bir şey yapmış gibi oyunuzu bana verin, sizi yeni mezarlara gömelim, demez yani ama Tayyip Erdoğan diyor. Gerçekten de Türkiye’deki insanları ahmak mı, sürü mü sanıyor? Aslında daha iyi mezarlar yapacağım size, diyerek oy istiyor. Bunu herkes görmeli, anlamalı. Bu kadar cüretkar olmamalıydı. Nereden alıyor bu cüreti, cesareti? Bunu görmek lazım. Demek ki bir zayıflık var, anlaşmazlık var. Toplumda işte parçalılık var. Gerçekleri görmede yetersizlik var. Bunu esas olarak anlamalıyız, üzerinde durmalıyız. Adeta beyinleri yıkanmış, böyle bazı imkanlarla sürüleştirilmiş bir kitle çıkartılmış, istediği gibi güdüyor o kitleyi. Kendisi istifa etmediyse, çekilip gitmediyse, seçimle en ağır hesap sorarak yenilgiye uğratılmalı, düşürülmeli.
Herkes dikkat etmeli, gerçeği görmeli. Bu şehircilik, bu imarcılık, bu yapı zaten önceden mezarını kazmaya benziyor. Böyle olmaz. Biraz ekolojik bilinç olmalı. Deprem doğaldır. Doğa depremler yapar. O zaman sen onun gereğine göre yaşam örgütleyeceksin. Şehrini ona göre örgütleyeceksin. Binanı ona göre yapacaksın, yaşamını ona göre kuracaksın. Beton yığınları zaten birer toplu mezar gibidir. İnsanlar bunu görmeli. Bu bilinç biraz gelişmeli. Herkes biraz kendi yaşamını örgütleyebilmeli. Yaşamımızdan biraz sorumluluk duymalıyız yeniden. Bir de para vererek kendinize mezar yaptırmayın. Bu kadar zarara yol açtı, katliama yol açtı. Bir defa bunun hesabını soralım. Bir de tekrarına kesinlikle düşmeyelim, izin vermeyelim.
TERÖR YOK KÜRT SOYKIRIMI VAR
Seçimlere ilişkin bazı açıklamalar yaptık. AKP-MHP’nin televizyonları cımbızlayarak, biraz da ters yüz ederek kıyameti kopardı. Vay siyaset konuşuyorlar, vay işte seçime dair görüş belirtiyorlar, seçime karışıyorlar. Şimdi tuhaf bir durum. Bizi yok etmek için kendileri Türkiye’nin bütün imkanlarını seferber ediyor. Siyaseti de askerliği de bunun üzerine kuruyorlar. Seçim propagandalarını hepsini bize karşı, bizimle mücadele üzerine oturtmuşlar. PKK’ye böyle yaptık, şunu böyle yaptık, öbürü senin PKK ile ilişkim var mı, senin şu kadar vardır, bu kadar var diye onu bunu suçluyorlar. Halbuki PKK ile en çok Tayyip’in ilişkisi oldu, AKP’nin oldu. Yani İmralı’ya da gitti. Önder Apo ile o kadar görüşme yaptırdılar, Kandil’e de o kadar elçi gönderdiler. Bunu Tayyip Erdoğan yönetimi gönderdi. Herkes biliyor. Oslo’da görüşmelere de Tayyip Erdoğan yönetimi gönderdi. Bütün bu katliamları yapan MİT Başkanı gitti, görüşmeler yaptı. Şimdi bazıları da gerçekten PKK ile ilişkili olmak suçmuş gibi bu baskı altında kalıyor. Biz değiliz, diyorlar. Kendileri yaptılar o kadar. Niye bu görülmüyor? Yavuz hırsız, ev sahibini borçlu çıkarır, haksız çıkarır misali. Bunu, Tayyip Erdoğan kadar yapanı bu dünyada hiç görmedik. Gerçekten yavuz hırsızlığın da bu kadarına aşk olsun ama niye bunu yapabiliyor. Çok mu mahir? Öyle değil. Karşıdakiler çok zayıf. Kendilerini savunma güçleri bile yok. Bir tutturulmuş terördür, şudur, budur. Terör filan yok, haksızlıklar var, saldırı var, eşitsizlik var, Kürt soykırımı var, Kürtler yok sayılıyor, yok edilmek isteniyor. TC sınırları içerisinde 30 milyona yakın belki daha fazla Kürt var. Bunların kimliği yok, adı yok, ismi yok, dili yok, Kürt yok, diyor Tayyip Erdoğan. Var olan öldürülecek, diyor, öyle karar alıyor. Ben Kürt’üm diyen ya zindana ya da mezara girer. Başka bir şey tanımıyor.
İnsanlar biraz gerçeği görebilmeli, biraz empati yapabilmeli. Bu kadar şey göremeyenler kendilerini Kürtlerin yerine koysun, Kürt olduklarını düşünsünler bir. Birilerinin Kürtlere yapılanı, kendilerine yaptığını, böyle yaptığını düşünsünler. Acaba ne yaparlar? O durumda tutumları ne olur, yaklaşımları ne olur? Gerçekten de biraz gerçekçi olmak lazım şimdi. Bize neredeyse konuşma yasaklanacak. Kandil’den şu söyleniyor, bilmem PKK’den destek geliyor. Evet, biz PKK olarak bütün özgürlükçü ve demokratik güçleri de destekliyoruz. AKP-MHP faşizmini yıkacağız. Kesinlikle bu faşizm yıkılacak. Bunu herkes de söylüyor, biz de söyledik. Tecridi kıracağız, faşizmi yıkacağız. Özgürlüğü ve demokrasiyi kazanacağız. Bu bir ölçü bunun için.
BİZİ DİNLEYEN HERKESE ÇAĞRIMIZDIR
Ben Kürt halkına, kadınlarına, gençlerine, işçi ve emekçilerine, Türkiye’nin bütün halklarına, ezilenlere çağrı yapıyorum. Demokratik adaylara oy versinler. Yani AKP-MHP faşizmini yıkmayı temel gündemleri yapsınlar. Özellikle de özgürlükçü, demokratik kadınlara daha çok oy versinler. Bu bizim tutumumuzdur. Bizden yana olan, bizi dinleyen herkese çağrımız bu.
AKP-MHP faşizmi artık kaldırılamaz bir durumda. Bunun gerçekten de tarihin çöp sepetine atılması lazım. Gömmek lazım tarihe. Yani bir daha, biraz daha AKP-MHP’nin yönetim olacağını düşünün. Türkiye’de ne kalır elle tutulacak? İnsanlık adına, özgürlük adına, demokrasi adına, kardeşlik adına hiçbir şey kalmaz. Bu çok önemli. Simdi böyle bir gücün bir daha yönetim olmasına, biraz daha yönetimde kalmasına kesinlikle izin vermemek lazım. Öyle bir durum katliamdan katliam beğenmeye götürür.
SÖMÜRGECİ SOYKIRIMCI ZİHNİYET DEĞİŞMEDİ
1923’te kuruldu bu Türkiye Cumhuriyeti. Şimdi 100. yılı yaşanıyor. 100. yılını tamamlıyor. İkinci yüzyıla girecek, Türkiye yüzyılı ilan ediyoruz, dedi faşistler. Bu faşist diktatörlükle Türkiye yüzyılı olamaz, olmamalı. Geçen yüzyıl ne oldu? Bazıları ikiye ayırıyor. Birinci Cumhuriyet biraz daha bürokratik bir devlet yapısına sahipti. İkinci Cumhuriyet dedikleri 12 Eylül darbesinden sonra o özelliklerini de kaybetti. Şimdi AKP-MHP çete devleti haline geldi yani. Devlet kurumlaşmasını, bürokratik yapısını da kaybetti. Bazı değişiklikler bunlar temelinde oldu. Bu tür ayrımlara bakarak, şu şu değişikliğe bakarak böyle sınıflandırılabilir, ikiye ayrılabilir, dörde ayrılabilir, ne yapılabilir? İdeolojik siyasi çizgi, temel çizgiden baktığın zaman, yüzyıl bir bütündür, hiçbir şey değişmiyor. Bütün olan nedir? Faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaset. Bu devletin kuruluşundan günümüze kadar var. İttihat ve Terakki Cemiyeti yönetiminden devralındı. Kürt düşmanlığı üzerine kuruldu, Kürt soykırımı üzerine kuruldu. Yüzyıl böyle geçti. Kürt soykırımı üzerine kurulması Türkiye’yi demokratik yapmadı, özgürlükçü yapmadı, insan haklarına saygılı yapmadı, despotik yaptı. Askeri diktatörlük yaptı, faşist diktatörlük yaptı dönem dönem. Bu yüzyıl içerisinde bunların hepsi yaşandı. Tek kişi diktatörlüğü yaptı. Yaptı da yaptı ama hep diktatörlük oldu. Dikkat edilirse neden? Kürt düşmanlığından dolayı. Kürt karşıtlığından dolayı.
BU İKTİDAR YIKILMALIDIR
Sadece Kürt karşıtlığı değil aslında Ermenilere, Rumlara, Süryanilere de böyle yaklaşıldı. Soykırımcı bir zihniyetle bu devletin mayasını oluşturdu. Esas ideolojik siyasi çizgisini oluşturdu. İşte şimdi ikinci yüzyıl Türkiye’si böyle olmamalı. Bu devlet aşılmalı artık. Bitti yani. Son AKP-MHP faşist diktatörlüğünün, 8 yıldır ‘çöktürme eylem planı’ temelindeki saldırıları bunun zirvesidir artık. Bu iktidar yıkılmalıdır. Sokaklarda söylüyor kadınlar. Katılıyoruz onlara. Bu iktidarı kesinlikle yıkmak lazım. Gitmesi lazım. Tarihe gömülmesi lazım. Bu kokuşmuş bir iktidardır. Böyle bir yönetim altında Türkiye’nin geleceği olmaz, birliği olmaz, özgürlüğü, demokrasisi olmaz. O halde ikinci yüzyılda Türkiye demokratik olmalı, özgürlükçü olmalı, kardeşleşme olmalı. Bu sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaset kesinlikle aşılmalı, yıkılmalı, yıkılması gereken bu. Bunun için Türkiye’nin yeniden yapılanması gerekiyor yani. Çok açık bu. Bu seçim, işte böyle bir yüzyılın sonu, ikinci yüzyılın başlangıcında, yeni bir yüzyılın temellerini atmayı ifade ediyor ki bu bakımdan da önemli. Türkiye ikinci yüzyılda nasıl olacak, biraz da buna cevap verecek. Yani işte Kürt düşmanı, kadın düşmanı, Alevi düşmanı, işçi, emekçi düşmanı, halklar düşmanı zihniyetle siyaset devam mı edecek AKP-MHP eliyle? Yoksa bunlar aşılacak, yıkılacak, kardeşliğe dayalı, özgürlükçü, demokratik bir sistem mi kurulacak? Kürt özgürlüğünü, kadın özgürlüğünü, inanç özgürlüğünü, fikir özgürlüğünü, emek ve özgürlüğünü esas alan, demokratik, çoğulcu, kardeşleşmiş bir Türkiye mi kurulacak? Toplum olarak, yönetim olarak, sistem olarak böyle bir Türkiye mi kurulacak? Biraz da bunun adımı atılacak.
SEÇİM DE MÜCADELENİN ÖNEMLİ PARÇASI
Her şeyi seçime bağlamamak lazım, fakat seçim de bu süreçteki mücadelenin önemli bir parçası. Bunun büyük bir devrim mücadelesi olduğu açık. Seçim de bu devrim mücadelesinde değişim ve dönüşümün önemli bir aracı. Bir şeyler netleşecek seçimle birlikte. Burada herkes doğru vermeli, doğru değerlendirmeli. Türkiye’nin insanları bu gerçeği görmeli. Buna göre bir yaklaşım içinde olunmalı. Bu geçmiş, kesinlikle aşılmalı. Değişim olmalı; yani Kürt düşmanlığı yıkılmalı, kadın düşmanlığı yıkılmalı, aşılmalı, Alevi düşmanlığı aşılmalı, işçi ve emekçi düşmanlığı karşıtlığı aşılmalı, halklar düşmanlığı aşılmalı, bunları aşacak bir gelişme ortaya çıkmalı. Biz devrim mücadelesi yürütüyoruz fakat bu seçim, böyle bir devrimci değişimin çok güçlü bir dönemeci, önemli bir halkası olabilir. Halkların, kadınların, işçi ve emekçilerin, ezilenlerin demokratik devrim sürecini başlatabilir, demokratik devrimin önünü açabilir. Türkiye’yi dünyanın en özgür ve demokratik ülkesi haline getirecek süreci başlatabilir. Bunu böyle net ifade edebiliriz. Bu bakımdan, AKP-MHP faşizminin her türlü faşist zihniyet ve siyasetin yıkılması lazım. Bu kesinlikle böyle.
SEÇİM SAĞLIKLI OLURSA HER EĞİLİM MECLİS’E GİRER
Herkesin bu faşizme karşı aktif tutum alabilmesi gerekli. Muhalefetin de buna göre olması lazım. Şunu söyleyebilirim; Türkiye’de geçmişte çok seçim, farklı yasalarla oldu. Bazı zamanlarda baraj yoktu. Her eğilim, hemen hemen her ideolojik eğilim Meclis’e girebiliyordu. Yeter ki milletvekili çıkaracak kadar oy alsın. Ülke genelinde herhangi bir baraj olmuyordu. Şimdi 12 Eylül’den bu yana baraj var ama öyle bir bilanço ortaya çıktı ki, mevcut seçim listelerinde hemen hemen bütün eğilimler bu Meclis’e girecekler. Ortada partiler yok, ittifaklar da yok, büyük büyük ittifaklar oldu. Öyle ki her ideolojik eğilimle, eğer seçim olursa gerçekten yani AKP-MHP hile yapmaz, engel olmaz, adil olmaz da adile yakın bir seçim olursa, yeni Meclis’e bütün eğilimler girecek. Öyle bir durum ortaya çıktı. AKP-MHP de bütün faşist cepheyi dikkat edilirse birleştiriyor. Özgürlükçü demokratik güçler Emek ve Özgürlük İttifakı’nda birleşti. Şimdi Yeşil Sol Parti ile seçime giriyoruz, diyorlar. Öyle bir liste oluşturdular. Hemen hemen bütün ideolojik eğilimler var. Meclis’e girecekler. Şöyle diyebiliriz; bir seçim olursa sonuçları önemli olacak. İlginç bir Meclis ortaya çıkacak. Bu anlamda Emek ve Özgürlük İttifakı’nın listesi de çok önemli. Diğerleri açısından da benzer bir durum var.
İki şeyi söyleyebilirim; birincisi faşizmi yıkmak, ikincisi demokratik devrim sürecini başlatmak. Demokratik devrim sürecini başlatacak ağlara oy verip Meclis’te özgürlükçü ve demokratik güçleri en büyük güç haline getirmek ve böylece yeni bir süreci başlatmak. Kuşkusuz mücadele sürecek, biz devrim mücadelesini sürdüreceğiz ama seçim bunda çok önemli bir hamle yapabilir. Bunu bütün ezilenler görmeli, Türkiye halkları görmeli, kadınlar görmeli, özellikle Kürt halkı görmeli.
HESAP SORMALI
Kürtler açısından da yüzyıllık soykırımı zihniyet ve siyaseti sona erdirme sürecidir. O halde herkes daha duyarlı, dikkatli oy kullanmalı. Ben bütün Türkiye halklarını, kadınları, gençleri yani özgürlükçü ve demokratik güçlere destek olmaya, oy vermeye çağırıyorum. Özellikle Kürt toplumunu, Kürt düşmanlarından hesap sormaya çağırıyorum. Kadınları kadın düşmanlarından hesap sormaya çağırıyorum. İşçi ve emekçileri işçi ve emekçi düşmanlarından hesap sormaya çağırıyorum. Alevileri Alevi düşmanlarından hesap sormaya çağırıyorum. Halkları halklara düşmanlık yapanlardan hesap sormaya çağırıyorum. Kürtler Amed’i, Serhat’ı, Botan’ı bir bütün Kuzey Kurdistan’ın her tarafı, metropollere yayılmış Kürtler tarihi bir rol oynayacaklar. Bu rolü bilinçli, doğru ve etkili bir biçimde oynamalılar. Bunun koşulları oluştu, imkanları ortaya çıktı. Herkes bilinçli davranmalı, rolünü, misyonunu doğru oynamalı, görev ve sorumluluğuna sahip çıkmalı. 14 Mayıs seçimi, faşizmin yıkıldığı, demokratik devrimin önünün açıldığı bir tarihe dönüştürülmeli.
Son olarak şunu söylüyorum; 14 Mayıs’ı seçti Tayyip Erdoğan. Güya işte 1950 yılının 14 Mayısında seçim oldu. CHP yenildi de Demokrat Parti iktidara geldi, iktidar değişimi oldu. Onun yıl dönümünde yapıyor ama ben Tayyip Erdoğan’a şunu hatırlatayım; Bir de 14 Mayıs 1997 var. Zap’a saldırdılar ARGK’nin ana karargahını yok etmek için. Saldıranların başına neler geldi? O 14 Mayıs saldırısına karşı gerilla nasıl büyük bir zafer kazandı? Şimdi demokrasi ve özgürlük güçleri bu 14 Mayıs’ta da, 1997’dekine benzer büyük bir zaferi kazanacak. Buna kesinlikle inanıyor, herkese başarılar diliyorum.