BEHDİNAN – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, Medya Haber TV’de yayınlanan Ülkeden programının konuğu oldu ve gündemdeki konularla ilgili soruları yanıtladı. Medya Haber TV’deki söyleşinin tamamını paylaşıyoruz.
DTK Eşbaşkanı Leyla Güven öncülüğündeki açlık grevi direnişleri, Öcalan’ın çağrısı üzerine son buldu. Açlık grevleri nasıl sonuçlandı ve bundan sonra “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistan’ı Özgürleştirelim” direniş hamlesi nasıl devam edecek?
Açlık grevleri önüne koyduğu amacı, hedefi çok büyük oranda gerçekleştirdi. Dolayısıyla başarıyla sonuçlanmıştır. Başarı kazanan, sonuç veren, zafere ulaşan bir büyük eylem olarak tarihe geçti. Böyle tanımlamak lazım. Temel amacı zaten belliydi o doğrultuda da yürüdü. Genel direnişimiz, hamlemiz ise sürüyor. Yönetimimizde çeşitli biçimlerde bunu açıklardı. Açlık grevleri bu büyük hamlenin bir parçasıydı. Önemliydi, fakat hepsi değildi. Başarıyla sonuçlanması hamlemizi önemli bir noktaya getirdi. Bu nedenle 26 Mayıs’ta Önder Apo’nun çağrısı temelinde sonlandırılan açlık grevi direnişini kutlamamız lazım. Şehitlerini saygı ve minnetle anıyoruz. Bütün direnişçileri selamlıyoruz.
KÜRDİSTAN VE MÜCADELE TARİHİNDE İLKTİR
Bu direniş, DTK Eşbaşkanı ve HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde Amed’deki zindanda başladı. Bu da önemlidir. Tıpkı 14 Temmuz 1982 Büyük Ölüm Orucu Direnişi gibi aynı ruhla aynı çizgide yürüdü, aynı sonucu verdi. Direnişçiler bu bakımdan 200 gün boyunca son derece inançlı, kararlı, iddialı, iradeli, cesur ve fedakar bir duruşu gösterdiler. Sonuç da aldılar. Hiçbir şey boşa gitmedi. Bu son derece açık ve nettir. Açlık grevi direnişleri karşılığını buldu. Bir de Kürdistan tarihinde ilk oldu. Evet, 1982’de Diyarbakır zindanında açlık grevi ve ölüm orucu direnişleri yapıldı, daha sonra da zindanlarda, dışarıda direniş oldu ama 200 gün süren, 6-7 bin kişiyi içine katacak kadar genişleyen, dört parça Kürdistan’da Ortadoğu’da ve dünyanın dört bir yanında yürütülen böyle kapsamlı bir açlık grevi, Kürdistan tarihinde, mücadele tarihimizde de ilktir. Herhalde dünya tarihinde de ilktir.
AÇLIK GREVİNİN AMACI NETTİ
Açlık grevleri somut amaçlar temelinde yürütüldü. “Tecridi Kıralım, Faşizmi Yıkalım, Kürdistan’ı Özgürleştirelim” direniş hamlemizin amacını ortaya koyuyordu. Tecrit, İmralı işkence ve tecrit sistemi temelinde bütün Kürdistan’a, Türkiye’ye yayılan, hatta insanlığa dayatılmaya çalışılan bir faşist-sömürgeci ve soykırımcı saldırganlık durumuydu. Türkiye’deki AKP-MHP faşist diktatörlüğüyle doğrudan bağlantılıydı. AKP-MHP faşist diktatörlüğünün de Kürdistan’ın sömürgeci-soykırımcı bir sistem altına alınmasıyla kopmaz bağı var. Türkiye’de ulus-devlet şovenizmi, milliyetçiliği, ırkçılığı bu kadar gelişiyorsa bu Kürt düşmanlığı temelinde oluyor. Kürdistan’a dayatıla inkar ve imha zihniyet ve siyasetinin sonucunda gelişiyor. Bu nedenle tecride karşı olmak, faşizme karşı olmaktır. Eğer doğru temelde faşizme karşı olmak sömürgeciliğe, soykırımcılığa karşı olmak demekti. Bu da Kürdistan’ın özgürlüğü, Türkiye’nin demokratikleşmesi demektir. Özgür Kürdistan, Demokratik Türkiye, Demokratik Ortadoğu amacının gerçekleştirilmesi oluyor. Bizim hamlemiz bu temelde başladı ve sürüyor. Bu 10. yılına girdiğimiz 1 Haziran 2010 Devrimci Halk Savaşı stratejik atılımımızın son hamlesi oluyor. En kapsamlı, örgütlü, iddialı hamlesi oluyor ve önemli siyasi sonuçlar yaratarak da ilerliyor.
MUTLAK TECRİDİN DUVARLARI KIRILDI
Açlık grevleri bunun bir parçasıydı, amaçları netti, tecridin kırılmasıydı. Buna dayalı olarak Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara ulaşmasının önünü açacak bir konuma ulaşması, anayasada yasalarda diğer cezaevlerinde kullanılan hukuki haklarını kullanması, dahası faşist baskı ve kısıtlamaların engellenerek demokratik bir yaklaşımın başta İmralı olmak üzere bütün zindanlarda gösterilmesini hedefliyordu. Bu doğrultuda ağırlaştırılmış tecrit vardı. Önder Apo ile 5 Nisan 2015’ten bu yana görüşme olmuyordu. 11 Eylül 2016’da kısa bir görüşme oldu. Ondan sonra mutlak bir tecrit dayatıldı. Sesisin, düşüncelerinin Kürdistan’a, Ortadoğu’ya, dünyaya ulaşmasını engellemek için AKP-MHP diktatörlüğü her türlü engeli koymaya çalıştı. Açlık grevleri bunu kırdı. Belki tecridi tümden yok etmedi, bu bir gerçek, dolayısıyla faşizm yıkılmadı ama İmralı’daki mutlak tecrit duvarları kırıldı, tecridin kapısı aralandı. 8 yıldır görüşemeyen avukatlar, 2 ve 22 Mayıs tarihlerinde iki kez görüşme yaptı. En son 5 Haziran’da ailelerinin de görüştükleri söyleniyor. Önder Apo dışında İmralı’ya götürülmüş olan devrimci tutsaklar İmralı’ya gittiklerinden bu yana ilk defa aile görüşü yapabildiler. Bunları direniş sağladı. Bu anlamda tecridin kapısı aralandı. Adalet Bakanlığı, AKP sözcülüğü, hatta AKP başkanlığı hukukun gerekleri yapılacak diye açıklamalarda bulundu. Kamuoyu önünde söz verdiler. Önder Apo da buna dayanarak “amacına ulaşmıştır, bırakılmalı, sona erdirilmeli” diye çağrı yaptı. Başta Leyla Güven olmak üzere, yine ölüm orucu direnişçileri olmak üzere tüm açlık grevi direnişçileri durumu değerlendirdiler ve sona erdirdiler. Amaçlarının hasıl olduğunu gördüler, buna inandılar ve böylece bıraktılar.
YARIN DURDURULSA BİLE ÖNEMLİ
Şimdi durum tartışılıyor, daha fazla da tartışılacak. Şöyle demek lazım. Birkaç görüşme oldu, yarın bu görüşmeler durdurulabilir. Doğru, durdurulabilir. Çünkü şimdiye kadar yaptırılmıyordu, demek ki suç işleniyordu. Kendi yasalarını bile uygulamayan bir yönetim var, yine uygulamaz, yine durdurabilir. O doğal bir durum, çünkü orada yasalar işlemiyor, hukuken suç işlemiş insanlar orada değiller, rehin tutuluyorlar, tutsaktırlar. İdeolojik-siyasi amaçlar temelinde oraya konmuşlar. Dolayısıyla hiçbir kural uygulanmıyor. Hiçbir hukuk uygulanmıyor. Hukuken oraya konmadılar ki, hukuk uygulansın. Hukuken suçlanıp yargılanıp cezalandırılmadılar ki, öyle bir durumları yoktur. O nedenle siyasetin gereğine göre yarın durdurabilirler de. Önemli olan bu gün kırıldı mı, evet kırıldı. Avukat görüşü oldu, aile görüşü oldu. İlgili çevreler kamuoyu önünde taahhütte bulundular. Bu anlamda sonuç önemlidir.
İDEOLOJİK BAŞARI VE ZAFER
İkincisi ise biz de parti yönetimi olarak dikkat çektik. Açlık grevlerinin tecride karşı direnişin siyasi, hukuki boyutlarından öncelikle olan boyutu ideolojik, zihniyet, anlayış boyutuydu. 200 gün boyunca Leyla Güven öncülüğündeki direniş büyük bir ideolojik mücadeleydi. Bu işkence ve tecrit sistemiyle uzlaşılmayacak, o ideolojik duruş kabul edilmeyecek, o anlayış kabul edilmeyecek. Onu kabul eden bir yaşam sürdürülmeyecek. Böyle büyük bir mücadeleydi. Sonunda zafer kazandı. Aslında tecridi kıran hukuki, siyasi sonuçlarından öncelikli ve daha çok olan zihniyette yarattığı sonuçlardır, ideolojik başarıdır, ideolojik zaferdir. Zaten 1982 zindan direnişi de büyük bir ideolojik mücadeleydi ve ideolojik zafer kazandı. 14 Temmuz Büyük Ölüm Orucu direnişi büyük bir ideolojik zafer direnişiydi. 37 yıldır Kürt toplumu o zaferin etkisi altında yürüyor. Onunla kendisini eğitiyor, örgütleniyor, kendisini yürütüyor. Şimdi bu 200 günlük açlık grevinin de böyle büyük bir sonucu var. Bunu herkes görmeli, özellikle direnişçiler iyi görmeliler, iyi anlamalılar, toplumumuz iyi anlamalı, devrimci demokratik güçler gerçekten iyi anlamalılar.
DİRENİŞİN KAZANDIRDIĞINI GÖSTERDİ
Neyi kırdı, hangi sonucu aldı dersek: Kürdistan’da umutsuzluğu kırdı, karamsarlığı kırdı, direnişten uzaklaşmaya doğru giden, direnerek sonuç alınacağına dair inancını, iradesini, umudunu zayıflatan hatta kaybeden yaklaşımları kırdı. Direnişin kazandırdığını gösterdi. Direnmenin yaşamak olduğunu bir kere daha ortaya koydu. Direnenin kazandığını, zaferin direnmekle elde edildiğini net bir biçimde gösterdi ki, aslında Kürt toplumunda büyük bir zihniyet değişimi, devrimi, ideolojik duruş, inanç, irade, umut, güç ortaya çıkardı.
TÜRKİYE TOPLUMU DA SORGULAMAYA BAŞLADI
Türkiye’de ırkçı, şoven, milliyetçi Kürt düşmanı, kadın düşmanı, halk düşmanı zihniyeti ve siyaseti kırdı. Eğer devamı getirilirse Türkiye’de anti faşist demokratik mücadeleyle bu sonuçlar bir toplumsal eğitime, toplumsal harekete dönüştürülürse Türkiye’de demokratik devrime kalkışın önünü açtı. Herkesi yaptığını, yaşadığını sorgular hale getirdi. Kürtler üzerinde uygulanan bu baskıyı, soykırımı, katliamları, aşağılanmayı sorgular hale getirdi. En gerici olan da sorguluyor, kadını da sorguluyor, genci sorguluyor, devrimcisi sorguluyor, demokratı sorguluyor. Türkiye’de yaşayan biraz bilinçli yaşamak isteyen herkes o günden bu yana daha fazla sorgulayıcıdır. “Bu işin içerisinde bir yanlışlık varmış” deniliyor. Herkes sorguluyor. “Madem görüşülüyordu şimdiye kadar niye görüşülmedi” diyor. Görüşmenin yaptırılmaması temelinde dört yıldır neler yaşandı. Ne kadar insan can verdi, yaralandı. Ne kadar insan hapse konuldu. Bu niye yapıldı? Tayyip Erdoğan “bir merminin fiyatını biliyor musunuz?” diyordu. Niye merminin fiyatının hesabını yapan bir yönetim ortaya çıktı. Niye başka bir şeyin hesabını yapmıyor? “Niye soğanın hesabını yapıyorsunuz, niye ekmeğin hesabını yapıyorsunuz, merminin hesabını yapın” diyordu. ‘Biz mermiyle mi yaşıyoruz’ biçiminde şimdi herkes sorguluyor. Türkiye’nin insanları sorguluyor, daha fazla da sorgulayacaklar.
HERKES ALDATILDIĞINI GÖRDÜ
Şunu ifade etmek lazım: Kürt toplumunda büyük bir haklılık, umut, direnme ve kazanma iradesi ortaya çıkardı. Türkiye toplumunda da kendisinin aldatıldığı, yanıltıldığı, yanlış yaptırtıldığı, hatta Kürtlere karşı suç işlettirildiği, işlenen suça ortak ettirildiği anlayışı, yargısı, sorgulaması gelişiyor. Bu durum siyasete de yansıyor. Bunu somut olarak 31 Mart’ta gördük. Aslında niye AKP-MHP’den birden bire kopuş oldu diye bazıları sorguluyor. ‘Olmaması gerekiyordu, bu kadar para dağıtıyordu’ diyenler oldu. Erdoğan siyasi tarihinin en büyük gücüne ulaşmıştı, öyle bir güç varken niye bu güçten kopuluyor? İşte bundan dolayı kopuluyor. Herkes aldatıldığını gördü, kendisine suç işletildiğini gördü. Böyle bir sorgulama açık-gizli, etkili-etkisiz var. Türkiye’de herkeste var fakat bu dar kalmamalıdır. Daha çok tartışılmalıdır.
KARŞILIĞI VERİLMESİ GEREKEN SORULAR
Bu temelde Türkiye’de sorgulama, tartışma geliştirilmelidir. Özellikle aydınlar, siyasetçiler, yazarlar, sanatçılar daha fazla tartışmalılar, sorgulama olmalıdır. Madem görüşme oluyordu da niye 8 yıldır avukatlar görüştürülmediler? 8 yıl avukat görüşmesinin, 4 yıl İmralı’da görüşme yaptırmamanın İmralı’da Önder Apo üzerinde bu kadar faşist, baskı, terör, işkencenin uygulanmasının Türkiye bedeli ne olmuştur? Kaç Türk gencinin ölümüne yol açtı, ne kadar yokluk-yoksulluk gelişti, Türkiye geleceği ne kadar karartıldı? Bu soruların karşılığı olmalı.
DÜNYA DA ANLAMAYA BAŞLADI
Diğer yandan Kürt sorununun ve TC devletinin, AKP-MHP yönetiminin Kürtlere dayattığı faşist-sömürgeci soykırımcı insanlık düşmanı zihniyet ve siyasetin dünya çapında teşhiri daha çok gelişti. Kürt gerçeği, Kürdistan Özgürlük Mücadelesi gerçeği önceden de Paris Katliamı temelinde, DAİŞ’e karşı yürütülen mücadeleyle zaten dünyanın dört bir yanına; kadınlara, gençlere, tüm insanlığa yayılmıştı. Şimdi bu açlık grevi ile çok daha yaygın hale geldi. Herkes tarafından sorgulanır, dikkate alınır hale geldi. Bir de kabul edilir ve anlaşılır oldu. Gerilla direniyor, farklı direnişler oluyor, bunları “terörizm” diye Tayyip Erdoğan yönetimi elindeki devlet imkanlarını da kullanarak bastırıyordu, aldatıyordu. Kürt halkını, Kürt gençlerinin, kadınlarının Özgürlük Mücadelesini başka biçimde gösterebiliyordu. Şimdi açlık grevi onun elinden o imkanları da aldı. Açlık grevlerini de böyle yapmaya çalıştılar ama hiç kimseyi inandıramadılar. Tam tersine kendi yalanları ortaya çıktı. Dünya kamuoyunun da aynı Türkiye toplumu, halkları gibi Kürt sorununda, Kürdistan’daki katliamlar konusunda aldatıldığı ortaya çıktı.
ZİHNİYET, İRADE, UMUT DEVRİMİ YARATTI
Bu temelde Kürt gerçeği, Kürt halkının Kürdistan’ın özgürlük gerçeği, Türkiye’nin demokratikleşme sorunları şimdi dünyada daha çok tartışılıyor, daha çok duyarlılık gelişti. Tayyip Erdoğan yönetiminin nasıl bir faşist diktatörlük haline geldiğini herkes görüyor, daha yüksek sesle ifade ediyor. Bu temelde Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürdistan’ın özgürlüğü için herkes daha çok bilinç ve irade üretiyor. Bu yönlü eğilimler daha çok gelişiyor, bu temelde de Önder Apo gerçeğini daha çok anlıyorlar. İmralı’da oluşturulan işkence ve tecrit sisteminin nasıl bir insanlığın yüzündeki kara leke olduğu gerçeğini daha iyi görüyorlar. İnsanlar daha yüksek sesle İmralı işkence ve tecrit sistemine karşı çıkıyorlar. Önder Apo’nun özgür yaşar ve çalışır koşullara ulaşmasını istiyorlar. Bu isteklerini daha yüksek sesle söylüyorlar, daha da söyleyecekler. Önder Apo’nun 2 Mayıs görüşmesinde ortaya koyduğu Demokrasi Deklarasyonunu tartışıyorlar ve İmralı’da neyle uğraşıldığını görüyorlar, İmralı’daki çözümleyiciliğin ne düzeyde olduğunu, nasıl özgürlükçü ve demokratik içerik taşıdığını görüyorlar ve herkes aydınlanıyor, bunu kabul ediyor. Bu anlamda daha fazla tartışılacak. Biz buna inanıyoruz. Hem Türkiye kamuoyu tartışacak hem de dünya kamuoyu tartışacak. Elbette Kürtler de doğru anlayacaklar. Böylece açlık grevi direnişinin sonuçları bir zihniyet devrimi, bir irade devrimi, umut devrimi yarattı. Bir zihniyet değişimi ve devrimi ortaya çıkarıyor. Kürdistan’a dayatılan soykırıma karşı çıkışta müthiş bir zihniyet demokratikleşmesini yaratıyor. Çünkü bu soykırıma dünyanın hepsini ortak ettiler, bu soykırım suçuna herkes şu veya bu biçimde katıldı. Şimdi bu suçu işleten yalanlar, baskı sistemi açığa çıktı. Bu temelde herkes yeniden sorguluyor. Kendi duygularını, zihniyetini, ideolojik-siyasi yaklaşımlarını yeniden değerlendiriyor, değişim ve dönüşüm yaşıyor, demokratikleşiyor, özgürlükçü ve demokratik zihniyet her alanda gelişiyor. Bunları ifade etmek mümkündür.
KALICI SONUCA GÖTÜRMEK LAZIM
Diğer yönden evet bunlar önemli bir başarı oldu, kazanım oldu. Hamlenin yedinci ayında müthiş bir gelişmeye işaret etti. Hamle böyle büyük bir başarı temelinde devam ediyor. Bütün bunların demokratik eyleme dönüşmesi lazım. Bu temelde de tecridin kırılması, İmralı sisteminin paramparça edilmesi gereklidir. Türkiye’deki faşist-sömürgeci soykırımcı zihniyet ve siyasetin mutlaka yenilgiye uğratılması, yok edilmesi lazım. Türkiye’nin demokratikleşmesi çok önemlidir. Bunların hepsi de Kürdistan’ın özgürlüğünden geçiyor. Bu temelde tecride ve faşizme karşı “Özgür Kürdistan, Demokratik Türkiye, Demokratik Ortadoğu” mücadelemiz sürüyor. Bu değişik yöntemlerle sürüyor; gerilla direniyor, halk direniyor, gençlik ve kadın eylemliliği gelişiyor. Bunu sürdürmek lazım. Durmamak gereklidir. Açlık grevleri evet büyük direnişti, tarihi sonuçlar verdi, tarihin sayfasına altın harflerle yazıldı ama bir gelişme yarattı, sonuç ortaya çıkarmadı. O gelişmeyi yeni mücadele yöntemleriyle ilerletip kalıcı sonuca götürmek lazım. O bakımdan da tecride karşı, İmralı işkence tecrit sisteminin yıkılması, onun şahsında faşizmin yıkılması için Türkiye’nin, Ortadoğu’nun, Kürdistan’ın özgürlüğü temelinde demokratikleşmesi için mücadelenin sürdürülmesi lazım. Durmak, bununla yetinmek rehavete kapılmak yanlıştır. Öyle bir şeye hiç kimse kapılmamalıdır. Ne açlık grevi direnişçileri öyle bir rehavete kapılmalılar ne de Kürt gençleri, kadınları, Kürt halkı ya da Türkiye’nin demokratik güçleri ‘önemli bir gelişme oldu, bu yeter’ dememeliler. Tersine mücadeleyi zengin yaratıcı yöntemlerle faşizme karşı etkili bir biçimde yürütmeliler. Açlık grevlerinin ortaya çıkardığı ruh, bilinç, irade, inanç temelinde bunları daha değişik zengin mücadele yöntemleriyle birleştirerek sürdürmek lazım. Açlık grevi bir biçimdi ama büyük bir cesaret, fedakarlık, irade, inanç ortaya çıkardı. Bunu esas alan herkes olduğu yerde faşizme karşı demokrasi mücadelesini yürütür.
DEMOKRASİ BLOKU GELİŞMELİ
O nedenle de her yerde anti faşist demokratik hareketler gelişmeli. Demokrasi blokunun Türkiye’de gelişmesi gerekiyor. Yönetimimiz çağrılar yaptı, yerelden genele kadar demokrasi platformları her yerde örgütlenmelidir. Demokratik mücadele her düzeyde yürütülmelidir. Faşizm yıkılana kadar, Türkiye demokratik, Kürdistan özgür olana kadar durmak yok, mücadeleye devam, en zengin yöntemlerle bunu mutlaka yapmak lazım. Herkes görevine sahip çıkmalıdır.
ŞİMDİYE KADAR NİYE YAPILMADI?
Bahsettiğiniz direnişin bir sonucu olarak 5 Haziran’da aileler bayram vesilesiyle de görüşme gerçekleştirdi. Siz de değindiniz. Bu anlamda neler söylenebilir?
Tıpkı 8 yıl sonra avukatların görüşmesi gibi 5-6 yıl sonra İmralı’ya götürülen tutsakların aileleriyle görüşmeleri de ilginç bir durumdur. Görüşme oluyorduysa şimdiye kadar niye yapılmadı, olmuyorduysa şimdi niye yapıldı? Biz geçen sefer de avukat görüşü konusunda sorduk. Şimdi de bu noktada sormamız gerekiyor. O zaman şimdiye kadar görüşme yaptırmamak suçmuş. Ya şimdi görüşme yaptırma suç oluyor ya da şimdiye kadar görüştürmemek suç oluyor. Bir yerde bir suç işleme vardır. Suçu işleyen makam da İmralı’daki durumu yöneten makamdır. Bir defa öncelikle bu ortaya çıkmalıdır. Bir yerde suç işleniyorsa suçu işleyenlerin cezasını çekmesi gereklidir. Görüşme oldu, hiçbir şey demeyelim biçiminde bunu es geçemeyiz. Bunu vurgulamakta fayda var.
AİLE VE AVUKAT GÖRÜŞMESİ SİYASİ DEĞİL
Aileler gidip görüştüler ve döndüler. “Görüştük” dediler o kadar. Yasaların belirtiği biçimde, hangi biçimde ve nedenle olursa olsun devlet tarafından tutulup hücrelere, zindana konmuş olan tutsakların aileleriyle görüşmesi oldu. Bu gayet hukuki olay, insani olay, yasalar çerçevesinde yürüyen bir şeydir. Şimdi bunu bir defa böyle değerlendirmek lazım. Buraya bir siyasi anlam yüklememek gerekiyor. Bu görüşmeleri kesinlikle bir siyaset olayı haline getirmemek lazım. 5 Haziran’da olan diğer cezaevlerinde de açık görüş yapıldı. Cezaevlerinde görüşmeler oluyor, özellikle Kürdistan’da Kürt aileleri açlık grevinde, ölüm orucunda olmuş uzun süre direnmiş olan çocuklarını gidip gördüler, ziyaret ettiler, onların ne durumda olduğunu baktılar. Bu daha güçlü bir haber oldu. Şimdi İmralı’da haber olabilir fakat bu görüşmeler aile görüşmesidir, hukuk çerçevesinde olan bir şeydir, bunun siyasetle bir alakası yoktur. Bu görüşmelerde elbette tartışıyorlar, oradaki tutsaklar siyasidirler, gidenler siyasetle uğraşıyor, toplumun hepsi siyasidir. Dolayısıyla siyaset konuşabilirler, tartışabilirler, gidenler konuştuklarını başkalarına aktarabilirler ama yapılan bir siyasi görüşme değildir. Sanki aileler gidince ya da avukat gidince sanki siyasi görüşme olmuş gibi bakmamak lazım. Böyle yapılıyor, bu yanlıştır. Avukatlar gidiyor sanki bir siyasi heyet gitti, iki siyasi güç görüşme yaptı, aile gidiyor öyle gösteriyorlar, bir siyasi olaya dönüştürülüyor. Bu doğru değildir. Böyle yaklaşılmamalı, kimse böyle algılamamalıdır. Böyle yansıtılmamalıdır da. Bir defa yapılanın gayet normal yasalar çerçevesinde olan, her zaman olması gereken, olmamasının yasalar karşısında yaptırmayanları suçlu duruma düşürdüğü bir işlemdir. Yapılmıştır, gayet normaldir. Bu biçimde normal durumun devam etmesini umuyoruz, umut ediyoruz. Olması gerekiyor. Önder Apo da buna özellikle dikkat çekmişti. Baştan söylemişti, “benim ziyaretçilerim gelebilir, benimle görüşmek isteyenler gelebilir, kim gelirse kapımı kapatamam, oturup konuşurum ama her geliş benimle iki siyasi gücün bir konuyu tartışmak ya da müzakere etmek için gelmesi ve görüşmesi değildir” dedi. Böyle algılanmamalı, öyle bir anlam yüklenmemeli, böyle yapılarak görüşmelerin önü tıkatılıyor, buna kimse düşmemelidir. Toplum da bu konuda duyarlı olmalıdır. Özellikle basın duyarlı olmalıdır. Faşist ve özel savaş çevrelerinin bunu siyasi bir olay haline getirerek önünü kapatma yaklaşımlarına karşı bu duyarlılıkla mücadele edilip engellenmelidir. Dolayısıyla önemli olmuştur. Biz umuyoruz bu durum kesintisiz sürer. Sürüp sürmeyeceğini göreceğiz.
100 YILDIR SAVAŞ VAR
Son dönemde Xakurkê’ye dönük saldırılar var. Türk medyası büyük bir propagandayla yansıtıyor. Köylüler öldürülüyor, köyler boşaltılıyor. Tüm bunlar ne anlama geliyor?
Kürdistan’da savaş yeni başlamadı, yeni olmuyor. Aslında PKK ile de savaş başlamadı. PKK daha propaganda yaparken 1977’de devlet propagandacılarını katletti. Partileşirken kendisini bir çatışma içerisinde buldu. 15 Ağustos 1984’te 12 Eylül faşist askeri rejiminin saldırılarına karşı gerilla direnişini yapmak zorunda kaldı. Bu güne kadar 35 yıldır süren bir gerilla savaşı var. Bir defa bunu bilelim, dikkate alalım, bundan kopuk ele almamak lazım.
PKK ile de başlamadı, dedik. Kürdistan’da 100 yıldır bu saldırı var. Önceki çeşitli devletlerin yaptığı işgal ve istilaları saymıyoruz ama TC’nin planlı soykırımcı saldırıları İttihat ve Terakki yönetiminden itibaren 100 yılı aşkın süredir var ve sürekli katliamlar, soykırımcı saldırılar var. Bu gerçeği de görmek lazım. Buna karşı Kürt halkı da çeşitli biçimlerde direniyor. Bir soykırımcı, katliam, saldırı gerçeği var. Soykırım fiziki olarak, kültürel olarak sürüyor. Dil, kültür asimilasyonundan tutalım da demografiyi değiştirme, sürgüne gönderme biçimleriyle sürüyor.
DAİŞ’İN REQA YENİLGİSİ ARDINDAN
Bu son saldırılar, Ekim 2017’e Reqa’da DAİŞ’in yenilgisi ardından gelişti. Tuhaf bir durumdur. Hemen bir taraftan Kerkük’e saldırı oldu, arkasından Aralık 2017’de Xakurkê’ye, Ocak 2018’de de Efrîn’e dönük saldırılar başladı. Nisan 2018’de sınırdan 20 km Irak devletinin sınırları içerisinde olan Lêlikan Tepesi’ne kadar bu saldırıların boyutu geldi. Şimdi 25-26 Mayıs tarihlerinde ise o çevrede bir askeri hareketlilik, saldırı var. Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı, bütün apoletli güçler Gever’e, Şemzînan’a sınır boyuna gelmişler, her gün boy boy gazetelerde, televizyonlarda gösteri yapıyorlar, resim veriyorlar, “yıkacağız, yakacağız, yok edeceğiz” diye konuşuyorlar. Böyle bir Ramazan günü, bayram günü Türk gençlerini “vatani görev” diyerek ya da parayla askere aldıkları gençleri Güney Kürdistan’ın en önemli bir sahası daha doğrusu Kürdistan’ı bölen o üçgende Kürtler üzerinde, Kürt halkı üzerine yöneltiyorlar. Karadan yürütmek istediler, bu çok yürümedi. Esas hava saldırılarıyla yapmak istediler.
EFRÎN’DEN XAKURKÊ’YE KADAR İŞGAL
Bu durumu birkaç boyutta ele almak lazım. Tek yanlı değerlendirme bu gerçeği anlamaya ve aydınlatmaya yemez. Bu bilgileri; çok yönlü bakabilmek, farklı boyutlarıyla bu işgal saldırısını anlamlandırmak için söyledim;
* Türkiye Cumhuriyeti denen devleti yöneten güçler artık ‘derin devlet midir, gizli devlet midir, süper gladio mudur’ ne yönetiyorsa, ne yaparsa yapsın Efrîn’den Xakurkê’ye kadar alanı ele geçirme işgal etme kararı, planı, projesi var. Gizli ajandası var. Bu nettir. Nedir Efrîn’den Xakurkê’ye kadar olanı işgal etmek? Kürdistan’ın Rojava ve Başûr parçalarını işgal etmek, demektir. Bu alanın batı ucu Efrîn’dir, doğu ucu Xakurkê-Bradost alanıdır. Ondan ötesi Rojhilatê Kurdistan’dır, o da İran egemenliği altındadır. Osmanlı-İran anlaşmasıyla 17. yüzyılda söz konusu sınır çizildi. TC, Osmanlı dönemindeki Kürdistan’ı ele geçirmek istiyor. Yani buna zaten “Misak-ı Milli” demişlerdi. Sonunda Fransa-İngiltere ile daha sonra Amerika ve Sovyetler Birliği ile anlaştılar bu alanları sattılar. Şimdi Efrîn’den saldırı yürütüyorlar, orayı Fransızlara sattılar. Musul-Kerkük’ü İngilizlere sattılar. Kürtleri bastırabilmek için bu konuda anlaştılar. Kürtlerin özgürlüğünü engelleyebilmek için böyle yaptılar.
Şimdi ise mevcut Üçüncü Dünya Savaşı ortamından yararlanarak kendilerini güçlü görerek, Üçüncü Dünya Savaşı’nın oluşturduğu çelişki ve çatışmaların imkan sunduğunu düşünerek, bir de bazı güçleri iradesiz görerek bu hedeflerini gerçekleştirmek istiyorlar. Bu netleşmiştir. Yoksa bir uç Efrîn, bir uç Xakurkê boşu boşuna değildir. Sınır çiziyor. Zaten Tayyip Erdoğan kaç defa açıkladı. Böyle bir hayalleri, planlar, gizli projeleri var. Fırsat buldukça da yapıyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, güçleri yetip fırsat bulursa yapacaklar. Rojava ve Başûrê Kurdistan’ı işgal edecek. İşgal kararları, planları var. Ortada yapılan kesinlikle bir işgal hareketidir. DAİŞ’in yenilgisi temelinde bunu pratiğe geçirmeye başladılar. O zaman ortaya çıkmadı, bu plan önceden de vardı. Mesela Hatay’dan başlamıştı, sonra Kıbrıs’ın kuzeyine gitme oldu. Efrîn, Xakurkê’ye kadar işgal girişimi var. Ortaya şu çıkıyor: “Yurtta sulh cihanda sulh” diyen bir devletin olmadığı ve bunun da bir yalan olduğu ortaya çıktı. Sulh filan yoktur. Gücü yeterse fırsat bulursa bulduğu kadar adım adım yürüyor. Bu devleti kuranların gizli planları budur. Öncekilerin Enver Paşa ve diğerleri biraz açıktan yapıyorlardı. Serüvenciydiler. Kemalistler “gücümüz yettiğince daha dikkatli yapacağız” diyorlar. Bu bir ideolojik ve stratejik duruştur. İdeolojik boyutu, Kürt soykırımcılığıdır. Kürt halkını tarihten silmek istiyor. Türkleştiriyor, her yöntemle soykırım uyguluyor. Diğer yandan ise stratejiktir, Kürdistan’ın iki parçasını işgal etmeyi hedefliyor. Stratejik hedef koyuyor. Türkiye’nin sınırlarını böyle çiziyorlar. Şimdi Türkiye’yi yönetenlerin böyle bir gizli haritalarının olduğunu düşünmemiz lazım.
Bu çerçevede Türkiye’ye toplumu da düşünmelidir. Bir maceraya itiliyor. Hani sınırlar vardı, demokratik temelde o sınırlar içerisinde yaşanacaktı! Öyle değildir, bunu Tayyip Erdoğan ya da Devlet Bahçeli uydurmuyor, devletin kendisi yapıyor. Kürtler bunu görmeliler, özellikle Rojava ve Başûr Kürtleri gerçeği görüp anlamalılar. Mevcut bütün Güney sınırında 3-5 km ilerlenmiş. Uludere hattında, Çukurca hattında var. Mevcut olan Şemdinli hattından ilerleyiştir. Aynı biçimde Çukurca hattından da var, Gever hattından da 5-10 km ilerlenen yerler var. Uludere hattından Kanîmasî’ye kadar 8-10 km girmiş bulunuyor, Irak topraklarını ele geçirmiş durumdadır. BM diye bir güç gerçekten var olsaydı bunun hemen önünü kesmesi lazımdı. Şimdi hiç kimse bir şey demiyor. Irak devleti bir şey demiyor. Güney Kürdistan yönetimi bir şey demiyor. Amerika bir şey demiyor, çünkü NATO ile anlaşmalı yapılıyor. Bab ve Cerablus’a ABD ile işbirliği halinde girdiler. ABD Başkanı Ankara’dayken Türkiye yönetimi Cerablus saldırısını başlattı. Efrîn saldırısı da onların devamı olarak geldi. Bu yönlü saldırılar 26 Ağustos 2016’dan itibaren başladı. Şimdi bunu bütün Kürtler görmeliler. Özellikle Rojava ve Başûr Kürtleri görmeliler. Bir işgal hareketi ve planı var. Fırsat bulurlarsa yapacaklar. Dünya güçleri bunu görmeliler. Amerika, İran, Rusya, Arap devletleri Mısır’dan Suudi’ye kadar ne diyorlar. Birinci Dünya Savaşında çizilen devlet sınırları değişiyor mu, kalkacak mı? O zaman değiştirelim, oturulsun bir yere yeniden nasıl değişeceği tartışılsın ama TC devleti değiştirmek istiyor.
AÇLIK GREVİNİN ARDINDAN İSTANBUL SEÇİMİ İÇİN
* İkinci boyut ise güncel siyasi boyuttur. Onu da görmek lazım. Özellikle bu son saldırı hemen bayram öncesi, bayram günü alelacele yaptılar. Hepsi İstanbul seçimine bağlıdır. Nasıl açlık grevleri dayattı, diretti, faşizme geri adım attırdı, demokrasi hareketi irade kazandı, demokratik bilinç yayıldı, bunun korkusuyla ve bunun etkisini kesebilmek için açlık grevlerinin yarattığı sonucu amaçlarının tartışılmasını gündemden düşürmek için hemen Xakurkê saldırısını yaptılar. Bu bir gündem saptırmasıdır, psikolojik savaş amaçlıdır, güncel siyasi boyutu var, bu boyut ise İstanbul’da seçimi kazanmak içindir. Bunu herkes görmelidir. Bu biçimde bütün o şoven, milliyetçi, ırkçı çevrelere, faşist MHP çevrelerine ki, dikkat edilirse Tayyip Erdoğan’dan çok Devlet Bahçeli konuşuyor. Sanki saldırıları başlatan ve komuta eden Devlet Bahçeli’ymiş gibi, bunu herkes görüyor. Bunun İstanbul seçimlerinde oy almak, seçimi kazanmak için yürütülen bir saldırı olduğu açıktır. Bu boyutu hiçte zayıf ve küçük değildir. Kesinlikle herkes bunu görmelidir. Bunun için öyle çok abartmamak gereklidir, psikolojik savaşın oyununa çok gelinmemelidir. Çarşaf çarşaf propaganda ediyorlar, öyle dedikleri gibi değildir. Şimdi pratiği de aktaracağım. Görülecek ki hepsi yalandır, Hulusi Akar’ın uydurmalarıdır. Kendine göre konuşuyor. Gerilla karargahı açıkladı; Türkiye toplumuna yalan söylüyor. İstanbul’da belediye başkanlığını kazanmak için Türk gençlerini ölüme gönderiyor, bu devlet Kürt gençlerini katletmeye gidiyor. Buna Türkiye toplumu, siyaseti ne diyor? Türkiye halkları ne diyor? Gerçekten bu oy kanla mı elde edilecek, katliamla mı elde edilecek? Seçimler savaşla mı kazanılacak? Demokrasi bunun neresinde? Hani seçimlerde ‘adil-eşit yarış’ olacaktı. Bunların hiçbirisi kalmıyor.
Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli siyaseti kanla oy devşirme siyasetidir. Herkes bunu görmelidir. O halde buna karşı çıkılmalıdır. Bu biçimde seçim olmaz. Bu haliyle İstanbul’da seçim kazansa ne olur, kazanmasa ne olur. Sen kanla yapıyorsun, zorla yapıyorsun. Zaten 1 Kasım 2015’te de savaş zoruyla aldı. Cizre, Sur’u yakarak yıkarak gasp etti. 24 Haziran’da Cumhurbaşkanlığı seçimini de öyle yaptı. “Atı alan Üsküdar’ı geçti” dedi, CHP’yi bastırdılar, CHP o zaman ısrar etmedi.
Şimdi de Xakurkê savaşıyla İstanbul Belediye Başkanlığını kazanmak istiyor. Bu kadar güncel siyaseti savaş ile yürütüyor. Böyle iktidarla karşı karşıyayız.
ASKERİ BOYUT DA DEDİKLERİ GİBİ DEĞİL
* Üçüncü boyutu da askeri boyuttur. Askeri boyutta AKP basınının söylediği gibi değildir. Öyle ‘her tarafa pençe atmış terörü yakıp yıkıyor’, öyle bir şey yoktur. stratejik amacını belirttik, güncel siyasi taktik amacını belirttik. Askeri boyut şu kadardır: Geçen yıl Nisan 2018’de Lêlikan Tepesi’ni tuttular, bir yıldır ne kadar asker orada öldü, araştırsınlar. O, Genelkurmay Başkanı, Savunma Bakanlığı söylemiyor, yalan söylüyor. Gerçekleri açıklamıyorlar. Gerilla her gün eylem yaptı. Öyle oldu ki, Lêlikan Tepesi kum torbasına döndü. Gerilla kaç defa ele geçirdi, tekrar geldi indirme yaptılar. Evet gerillanın elinde görüntüler var, gösteriyor ve herkes de bunu görüyor. Bunlar bir iddia değildir. Öyle bir noktaya geldi ki, artık Lêlikan Tepesi’nde kalamıyorlar. Böyle olunca ya bırakıp gideceklerdi ya da bir askeri güvenlik oluşturacaklar. Şimdi yaptıkları; aslında Lêlikan Tepesi’ni korumak için çevresinde bir askeri güvenlik hattı oluşturuyorlar. Bütün kuzeyindeki, doğusundaki, güneydoğusundaki tepelere indirme yapmışlar, tutmuşlar; güneyindeki köyleri de boşaltmaya çalışıyorlar, özellikle Bradost köylerine uçaklar vuruyor, katlediyorlar. KDP güçlerinin, Irak güçlerinin yaralandığı söyleniyor. Somut olarak bizim bilgimiz var. O köyleri de boşaltarak böylece çevreyi tutup Lêlikan Tepesi’ndeki askerleri korumak istiyorlar. Yoksa kimseyi o tepede tutamaz hale geldiler.
LÊLİKAN’I KORUMAYA ÇALIŞAN 7 TEPEYİ NASIL KORUYACAKLAR?
Şunu sormak lazım: Bir tepeyi korumak için şimdi 7 tane tepeyi tutmuşlar, peki bu 7 tepeyi kim koruyacak? Diyelim ki, 7 tepe oradaki bir tepeyi korudu, peki onun arkasındaki tepeyi, onu korumaya çalışan tepeyi kim koruyacak? Bir tepe bu kadar hedef oldu, bir yıldır Türk ordusu hiçbir yerde vermediği kaybı o tepede verdi. Şimdi 7 tepede onun 7 kat fazlası kayıp verecek. Gerilla için yeni hedefler ortaya çıkıyor, yeni eylem alanları oluşuyor, rahatça vuracağı hedefler çıkıyor. Bu bir gerçektir. Aslında Lêlikan’da kalamıyordu, kaçması gerekiyordu; yapılan orayı korumaya almaktır. Koruyamayacaklar. Koruyamayacaklarını bildikleri için çevre köyleri boşaltmak istiyorlar. Efrîn’de nasıl ki bütün Kürtleri sürdüler, yüzde 5 bile kalmadı. Şimdi Bradost alanında da Bradost köylerini boşaltarak o tepeyi ve oradaki askerlerini korumak istiyorlar. Bu gerçekten de bir soykırım hareketidir. Orada 100-150’den fazla köy var. Sadece Xakurkê vadisi denen alanda 15’ten daha fazla eski köy var. Eskiden savaş içerisinde boşaltılmış. Şimdi Lêlikan Tepesi’nin güneyinde Rubarok-Şemzînan sınırından itibaren Sideka’ya kadar yüzlerce köy var. Burada bir aşiret yaşıyor, tarihsel olarak kalıyorlar. Bütün bu alanları boşaltmak, bu köyleri kaçırtmak istiyorlar. Kaçmaları için köyleri vuruyor. Tepeleri de tutmuş kuzeyden tepeleri tutarak, güneyden köyleri kaçırtarak güya o tepeyi koruyacaklar, o tepede asker tutacaklar. Bu ne pahasına oluyor? İşgal ve soykırım pahasına oluyor. Bradost aşiretini binlerce yıllık ana yurdundan kovma telinde oluyor, bu bir soykırım hareketidir. Sadece bir işgal hareketi değil, soykırım ve sürgün hareketidir. Etnik temizlik yapıyor. Bir alanı boşaltıyor, ele geçiriyor. Askeri boyotu böyledir. Dikkat edelim ‘şuraya kadar gidiyoruz, buraya kadar gidiyoruz’ diyorlar ama o kadar kolay değildir. Söylendiği kadar savaş öyle etkili yürütülmüyor, kolay ileri gidilmiyor.
KÜRTLER BİLMELİ; IRAK DEVLETİ İLE ANLAŞMALI
* Son olarak; bir de Kürtler açısından da boyutu var. Bu temelde saldırılar karşısında gerçekten de özellikle Irak devleti anlaşmalıdır. Çünkü vurulan köyler Irak’ın devleti adına görevli askerlerin bulunduğu köyleridir. KDP pêşmergeleri vuruldu diye basına yansıdı. Bunlar izin verdiler. Ana Karargahımız açıklama yaptı. Onay vermeselerdi bu saldırıların hiçbirisini yapamaz. Böyle bir giriş yapamazdı. Karadan da giriş yapmak istemişlerdi, zaten halk bazı yerlerde izin vermedi, giremediler. Fakat mevcut saldırı boyutuyla da böyle oluyor. Bunu görmek lazım. Gerçekten de bir işgal saldırısı var. Seçimde oy almak için işgal etme, katliam yapma saldırısı var. Haksız ve çaresiz bir konumda bu kadar Türk gencini, askerini ateşin içine atma var. Kürdistan’ı boşaltma, Kürt halkını soykırım çizgisinde ana yurdundan kopartma, Kürt köylerini nasıl ki kuzeyde 1994’te yakıp yıktılar şimdi Başûr’da da onu yapma var.
KDP VE YNK’YE: BİRLİKTE DİRENELİM
Bu nokta da KDP-YNK yönetimleri herhangi bir şeyde bulunmadılar. Dahası bu güçleri biz hem uyarmak hem de çağrı yapmak istiyoruz. Uyarımız; bir işgal ve saldırı var. Bu da bütün Kürtleredir. Çağrımız, buna karşı birlikte direnmeye hazırız. Birlik olmak gerekiyor. Bunlar temelinde özellikle KDP’ye dönük söylemek istediğimiz bazı hususlar var. Duyuyoruz ki, KDP ilişki ve ittifak içindedir. TC devleti kuzeyden o tepeleri tutarken onların karşısındaki güneydeki tepeleri de KDP tutmak istiyormuş. Goşine hattını, Berbizinî Boğazını, Kani Kirêj denen yeri, Bradost aşiretinin yaşadığı alanın üst tepelerini KDP pêşmergeleriyle tutmak istiyor.
Böylece aslında Türk ordusuyla KDP güçleri ortak bir operasyonu PKK güçlerine karşı yürütüyor oldukları açığa çıkıyor. Eğer durum böyleyse, doğruysa çok tehlikelidir. Şimdi eğer KDP yönetimi 1997’de yaptığı gibi bir plan içerisindeyse; bu alanları tutmaya kalkar gerillanın Türk işgaline karşı halkla birlikte direnişini engellemek için güneyden sınırlandırmaya kalkarsa bu savaşa girmek demektir. Bunun sonucu savaş olur, bunu herkes bilsin. Buradan açıkça söylüyorum, uyarıyorum; 1997 gibi yapmaya kalkarlarsa TC ile anlaşmalı güneyden gerillayı arkadan vurmaya kalkarlarsa savaş olur. 12 senedir bütün PKK kamplarını ABD-Türkiye ittifakına Başûr’da zaten vurdurtuyor. Bundan dolayı kaç yüz genç öldürttüler. Hiç kimse bunun hesabını yapmıyor, sanki ortada Kürt coğrafyası, Kürt insanları kum torbasıymış, TC devleti istediği kadar vurabilirmiş, böyle olamaz. O bakımdan bütün kamuoyu bilsin, özellikle Kürt kamuoyu bilsin. Daha sonra kimse bizi suçlu kılmasın. KDP eğer mevcut karakollarından biraz gerillanın bulunduğu alanlara doğru, Medya Savunma Alanları’na doğru harekete kalkarsa bu savaşa girmek olur, bunun karşılığı da savaş olur. Biz böyle algılarız, böyle davranırız. Başka türlü bir şey yapma durumumuz yoktur. Böyle olmasını istemiyoruz. Davet ediyoruz, buyurun birlikte Türk işgaline karşı savaşalım, Kürt köylerini koruyalım, Bradost köylüleri kendi alanlarında özgürce yaşasınlar, üretimlerini yapsınlar. “PKK köylüleri çıkartıyor” diyorlar, hayır çıkartmıyoruz, aksine koruyoruz. Gerilla köylülerin savunma gücüdür. KDP, eğer TC’nin köyleri yakıp yıkmasına ortak olurlarsa suç ortağı haline gelirler. Böyle olmamalıdır. Açıkça uyarıyoruz, açıkça söyleyebilirim. Birlikte mücadele etmeye varız. İç çatışmaya, kardeş kavgasına kesinlikle karşıyız fakat TC gibi faşist-soykırımcı, katliamcı, Kuzey kentlerini yakan, Efrîn’i yakan gelip Sideka’yı da yakmak isteyen bir güce eğer Kuzey’deki korucular gibi öncülük edilecekse o güç artık ne duruma düştüğünü kendisi görsün, ona karşı savaş olur. Öyle bir durum savaş getirir. Hiç kimse böyle bir şeye girmemelidir. Dikkatli olmalılar, duyarlı olunmalı, onlar için bunları söyleyebilirim. Çağrımız işgale karşı birlikte direnmektir.
HALK GERİLLAYA GÜÇ VERSİN
Başûr halkına yönetimimiz çağrı yaptı, katılıyoruz. Gerçekten de Şêladizê ruhuyla direnmek lazım. Bütün her tarafta direnişi geliştirmek, Bradost aşiretine sahip çıkmak lazım. Bradost köylerine sahip çıkmak lazım. Bradost halkımıza da çağrımız var. Hepsini selamlıyoruz. Tanıyoruz da. Düşman gerçeğini iyi tanıyalım, karşımızdaki gücü de bilelim. Biz böyle olsun istemiyoruz ama düşman böyle bir saldırı dayatıyor. Bunun karşısında direnmekten başka çare yoktur. Acı çekebiliriz, darbe yiyebiliriz, zorluk yaşayabiliriz fakat ne olursa olsun direneceğiz. Gerilla kendilerini koruyacak, gerillaya güç versinler, destek versinler. TC zayıf durumdadır, kesinlikle yenilecek. Bu konuda hiç kimse korkmasın, çekinmesin, birleşelim direnelim, bir adım bile atamaz ve o alanlarda daha fazla kalamaz kaçmak zorundadır. O nedenle de AKP’nin oyunlarına gelmemek gereklidir. AKP içerisindeki bazı hainler aşiretleri kandırmaya çalışıyor. Bunları ellerinin tersiyle itmeliler, kovmalılar, kimse dinlememelidir. Tersine gerillayla birlikte faşist-soykırımcı işgale karşı direnmek onurdur, şereftir, özgürlüktür, gelecektir. Bunu bütün Bradost halkı tarihinden aldığı güçle yapmalı, çağrımız bu temeldedir. Kesinlikle direnirlerse başarılı olur. Direnelim ve başaralım, diyoruz.
23 Haziran’da İstanbul seçimleri var ve güncel siyasi bağlamda Xakurkê işgaliyle bağlantısını dile getirdiniz. Özellikle demokrasi güçleri ve Kürtler açısından İstanbul seçimlerinin önemi nedir, neler yapılabilir?
31 Mart yerel seçim süreci devam ediyor, bitmedi. Eğer seçim olursa, sonuç verirse bu İstanbul seçimleriyle bitecek, çünkü durum tam net değildir. Seçime dayalı siyesi mücadele süreci devam ediyor. Bir defa herkes bu konuda duyarlı olmalıdır.
KÜRTLER AKP-MHP’YE OY VERECEK DEĞİL
Diğer yandan 1 Kasım 2015’te AKP yönetimi savaşla aldı, gasp etti. Şimdi de Efrîn soykırımıyla Sideka-Bradost soykırımı ve Xakurkê işgaliyle İstanbul’da seçimi almak, Türkiye’deki iktidarını korumak istiyor. Kürt katliamı, Kürdistan’ın işgali üzerinde iktidar olmak istiyor. Kürtler buna izin vermezler. Faşizme kesinlikle geçit vermeyecekler. Bunu net söyleyebilirim. Bu konuda kimse yanlış hesap yapmamalıdır. Kendi işgalcisine, mezar kazıcısına oy verecek değiller. Öyle olmayacak.
CHP DE SAĞLAM DURMALI
Bu konuda özellikle CHP’nin tutumu ve duruşu önemlidir. Gerçekten CHP ve müttefikleri sağlam duracaklar mı, AKP-MHP saldırganlığı, oyunları karşısında sağlam duracaklar mı, bu çok önemlidir. Sağlam durmak nedir? Böyle gizli, kirli kapalı şeyler olmamalıdır. 24 Haziran seçimindeki gibi, Cumhurbaşkanlığını verdikleri gibi olmamalıdır. Bu konuda herkes duyarlı olmalıdır. Gerçekten de önceden de ifade ettim. Geçmişte yaşadığımız için kuşkularımız var.
HİLEYE KARŞI ÖRGÜTLÜ OLUNMALI
Bir de hile yapacak. AKP-MHP baskı yapıyor, her türlü hileyi yapacak, uyanık olmak, örgütlü olmak, sandıkları korumak lazım. Gerçekten de kararlılıkla İstanbul’da AKP-MHP ittifakını yenilgiye uğratmak için mücadele etmek lazım. Her türlü hile ve oyuna karşı uyanık olmak, örgütlü olmak, sandıklara sahip çıkmak ve AKP’nin hile yapmasına kesinlikle izin vermemek lazım. Zaten o kadar hile yaptılar, yine de kazanamadılar. Hile az olmuş daha yapmak için seçimi yenilettiler. Onlar böyle az hileyle kazanabiliriz, diye umut ediyorlardı. Şimdi öyle olmadığını gördüler, şimdi çok hileyle kazanmak istiyorlar. Kesinlikle izin vermemek lazım.
AKP-MHP YÜZDE 40’I BİLE BULMAYABİLİR
Kürdistan’da bu kadar katliam yapan bir güç, Rojava’ya saldırıyor, Başûr’a saldırıyor, Bakur’da saldırıyor, işkence yapıyor. Türkiye’de bu kadar açlığı, yoksulluğu geliştiren bir güç, işsizlik nedeniyle gençler kendilerini yakıyorlar, sele atıyorlar, görevlendirilmedi diye okul bitiren öğretmenler yaşamlarına son veriyorlar. İnsanlar işiz, aç ve yoksuldurlar. Toplumu bu hale getirdiler. Böyle bir durumda kazanması mümkün değildir. Eğer CHP dik durursa, sağlam durursa ve seçim hilelerine karşı onları engelleyici tutum gösterirse bence AKP-MHP ittifakı yüzde 40 bile oy alamaz. Yani 31 Mart’ta aldığının üç birini, dörtte birini de kaybedebilir. Ekrem İmamoğlu “demokrasi mücadelesi yürüteceğim” diyor, söylediklerini yapar ve o temelde yürürse hava onu gösteriyor, yüzde 60 alabilir. O bakımdan önemlidir.
İSTANBUL SEÇİMLERİ KİLİTTİR
Bir de herkes söylüyor, kendileri de belirtiyorlar, 31 Mart yerel seçimleri için “bu bir seçim değil, referandumdur, genel siyasi yönetimi belirleyecek” dediler. Şimdi 31 Mart seçimi bütün Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki seçimler gelip İstanbul’da düğümlendi, İstanbul seçimi sadece İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanını belirlemeyecek, Türkiye’yi bundan sonra kim yönetecek onu belirleyecek. AKP-MHP adayı yenilgi aldığı gün yönetimi bırakması gerekiyor. Kendileri de bunu söylüyorlar, biliyorlar da. Bunun için her türlü baskıyı uygulayacaklar, buna karşı daha fazla uyanık olmak, dikkatli olmak, örgütlü olmak, daha çok çalışmak, faşizmi yıkmak gerekiyor. Faşizmi yıkmak mücadelesinde Türkiye’deki faşist sömürgeci soykırımcı zihniyeti yıkıp Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünü açmada İstanbul seçimleri çok önemli bir noktada duruyor. Gerçekten de kilit gibidir. O zaman demokratikleşmenin kilidini İstanbul’dan açalım. İstanbul’da bu işe başlamış olanı, İstanbul’da tarihten silelim. Şimdi gelinen nokta budur. Herkes bu bilinçle hareket ederse kesinlikle sonuç alınır. Bu temelde demokrasi güçlerine başarılar diliyorum.