BEHDİNAN – PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, ANF’ye verdiği röportajın son bölümünde Türk devletinin Güney işgaline ve KDP’nin işgaldeki rolüne dikkat çekti. Güney Kürdistan hükümetinin sürekli, “Mecburuz, çaresiziz, Türkiye ile ilişkide olmazsak kuşatılıyoruz, aç ve yoksul kalıyoruz” dediğini hatırlatan Kalkan, “Bunlar doğru görüşler değildir, tam tersine TC devleti Güney Kürdistan’a muhtaç ve mecburdur. Ekonomik olarak, askeri olarak, siyasi olarak da böyledir. KDP yönetimi bunu tersinden okuyor. Toplumu da bu yanlış düşünceyle oyalamaya çalışıyor. “Biz böyle olduk, onun için bunu yapmaya mecburuz” diyor. Kesinlikle bu doğru değil, muhtaç ve mecbur olan TC’dir” ifadelerini kullandı.
KDP doğru tutum takındığı taktirde, TC’nin bu kadar Kürt katliamını yapamayacağını vurgulayan Kalkan, “Efrin’e saldıramazdı, Şengal’e saldıramazdı, Xakurke-Bradost’a saldıramazdı. Cizre’yi-Sur’u-Nusaybin’i yakamazdı. Kesinlikle bu tür girişimlerde bulunamazdı. Ama görüyor ki KDP destek veriyor, ses çıkartmıyor o da pervasızca saldırıyor. Yani KDP’nin tutumu TC’nin katliam ve soykırımlarına zemin sunuyor, teşvik ediyor ve onu besliyor. Bunu görmesi lazım. ‘Ben yapmıyorum sorumluluğum yok’ diyemez” diye konuştu.
Türkiye Güney Kürdistan’ı KDP’nin çağrısı ile üsler ve MİT büroları kurarak, yine ekonomik olarak işgal etmiş durumda. Ekonomik, askeri ve hatta siyasi olan bu işgali nasıl yorumlamak lazım.
Bazı arkadaşlar da değerlendiriyorlar, “Güney Kürdistan TC’nin sömürgesi haline geliyor, mevcut durumda yarı sömürge olmuş halde” diyorlar. Belirtilen egemenlikler var, ekonomik olarak gerçekten de TC’nin bütün hurda şeylerinin satıldığı yere dönmüş ve bağımlı hale gelmiştir. TC’nin askeri olarak önemli bir üslenme durumu var. Politik olarak ise TC’ye hiçbir kelime söyleyemiyor. Hiç karşı çıkmıyor. TC ne derse ‘evet’ diyor. Böyle bir özgürlük olamaz. “Devlet kuracağız” dediler, o zaman bu işbirlikçi ve teslimiyetçi bir devlet olur. Zaten 1992’den bu yana bir devlettir, neredeyse otuz yıl oldu. Başka nasıl olacak ki?
Önemli olan “devlet oluyorum” demek değil de özgür düşünceli olabilmek, demokratik tutum ve politika yürütebilmek, toplumcu olup bütün toplumun gelişimine katkı sunabilmek, ama öyle bir durum yoktur. Bu 1992’den bu yana gelişen bir süreçtir. Aslında öncesi dönemlerde var. KDP her zaman TC karşısında zayıf konumda oldu. 85’te PKK ile ittifakı bozması TC’ye verdiği en büyük tavizdi ve yanlış bir yola girmeydi. 92’den itibaren ise böyle çizgi içerisine girdiler. Daha sonra 95-97 süreçlerinde Türk ordusunun Güney Kürdistan’a yönelttiği saldırılarda ortak oldular ve anlaşma yaptılar.
İlk temelleri 92 anlaşmasında atılıyor. Bazı haklar elde ediyor. Bunu Türk generallerinin daha sonra kendi anılarını kitaplaştırdıkları belgelerden öğreniyoruz. 97’de ise aralarında bir savunma anlaşması yapıyorlar. Daha sonra “10 yıllık bir anlaşmaydı” dediler. Nitekim 2007 yılında Güney Kürdistan’da gençlik “Türk ordusunu istemiyoruz” diye kapsamlı yürüyüşlere başladı, bölge yönetimi gençliği durdurarak TC ile yeniden anlaşma yaptı. Artık anlaşma mı yaptı, boyun mu eğdi o da belli değildir. Fakat onuncu yıl dolmuştu, önceki anlaşmadan çıkması gerekirken tam tersine Türk ordusunun daha fazla üs ve karakol kurma durumu Güney Kürdistan’da gelişti.
KDP ŞEHİRLERDE YOLLARI KONTROL EDEN POZİSYONDADIR
KDP yönetimi Türkiye’yi izlemiyor. Türk devletinin, hükümetinin, yöneticilerinin, partilerinin Kürtlere yaklaşımı, kendilerine yaklaşımı nedir bunu bilemiyorlar. Mesela 92’de, 95’te, 97 ve 98’de ittifaklar yaptılar, birlikte operasyonlara çıktılar, güya Türkiye müttefikleriydi PKK’ye karşı operasyon yaptılar. Oysa o operasyonları yöneten Türk Genelkurmayı’nın ve generallerinin anılarını okusunlar, yazdıklarını incelesinler şunu görecekler: Birçok general “bu operasyonlar sadece PKK’ye karşı değildi, çift yönlüydü hem PKK’ye hem de KDP’ye karşı operasyonları yaptık. PKK’yi ezerek, KDP’yi ise kendimize bağlayarak ikisini de yok etmeyi hedefledik. KDP üzerinde denetim kurarak, PKK’yi de şiddetle ezerek kendimizi güçlendirdik. Kürt siyasetini zayıflattık” diyorlar. KDP bunu bilmiyor. Bunu görmüyor, bunu anlamıyor. Bir de karşı çıkıcı bir iradesi yoktur. Özellikle Amerika ve TC ne derse onu kabul ediyor ve yapıyorlar.
Bu temelde bu operasyonlarda birçok üs sahası elde ettiler. Daha sonra DAİŞ savaşı oldu, 3. Dünya Savaşı dediğimiz süreç gelişti. Saddam’a karşı savaş girişimleri oldu, böylelikle birçok yere TC giriş yaptı, yapıyor. Hala güçlendiriyor. Behdinan’ın çok önemli bir bölümünde TC’nin askeri gücü var, denetim sağlıyor. Bazı yerlerde denetim daha fazla TC’nin elindedir. Yol boylarında kontrolü KDP yapıyor ama dağların bir kısmını da daha çok TC tutuyor. Bir bölümü gerillanın elindedir. KDP aslında şehirlerde yolları kontrol eden pozisyondadır. Bu durum TC’ye üstünlük sağlıyor.
Öyle bir askeri mevzilenme ve bir de çıkar ilişkisi-ittifakı kurmuşlar, eskiden Saddam’ın çocuklarıyla ticaret yapıyorlardı, şimdi Tayyip Erdoğan’ın çocuklarıyla ticari ilişki içerisindeler, ortak yatırımlar yapıyorlar. Çıkar ilişkisidir, güvenliklerini Türk ordusuna bağlıyorlar, oysa Türk ordusunun nasıl bir Kürt düşmanı ve Kürt soykırımcısı olduğu ortadadır. Bu da Güney Kürdistan’ı giderek bir TC yayılma alanı haline getiriyor.
MUHTAÇ VE MECBUR OLAN TC’DİR
TC devleti Kuzey’de soykırımı yürütüyor. Rojava ve Güney’e karşı ise bir boyutu tehdit ve saldırı bir boyutu da KDP’ye yaptığı gibi sözde ilişki kuruyoruz adı altında buralarda da kendi gücünü yaymak ve egemenliğini kurmak istiyor. Kürt soykırımını bu alanlara da yaymak istiyor. Bu kesinlikle böyledir. Nitekim 90’lı yıllarda KDP ile PKK’ye karşı ortak askeri ittifak yapıp operasyona çıkmalarını Yaşar Büyükanıt, İlker Başbuğ gibi Türk generalleri eleştirdiler, ABD üzerlerine gitti, AKP’ye destek verdi ve onları gerilettiler. Fakat Tayyip Erdoğan da “en büyük hata Güney’deki statüyü tanımamız olmuştur. Eğer fırsat bulursak o statüyü yok edeceğiz” dedi.
25 Eylül 2017 referandumuna en başta karşı çıkan ve herkesi karşı çıkmaya teşvik eden Erdoğan yönetimiydi, hem de hakaret ederek karşı çıktı. Irak gücüyle birlikte askeri operasyona da girdiler. Bu çok açık bir durumdur. Fakat KDP kendine göre bir anlayış yürütüyor. “Buna mecbur olduğunu, çaresinin olmadığını” söylüyor. Aslında öyle değildir. Kendi gücüne, Kürdün gücüne güvenmiyor. Güvense durumlar böyle olmaz. Giderek özgürleştirilen Kürdistan yeniden başka bir güç tarafından sömürgeleştiriliyor. Mevcut durumda KDP yönetiminin herhangi bir iradesi yoktur. TC’ye karşı tutum ve tavır alacak bir yaklaşımı yoktur.
Bunu şuna bağlıyorlar: “Mecburuz, çaresiziz, Türkiye ile ilişkide olmazsak kuşatılıyoruz, aç ve yoksul kalıyoruz” diyorlar. Bunlar doğru görüşler değildir, tam tersine TC devleti Güney Kürdistan’a muhtaç ve mecburdur. Ekonomik olarak, askeri olarak, siyasi olarak da böyledir. KDP yönetimi bunu tersinden okuyor. Toplumu da bu yanlış düşünceyle oyalamaya çalışıyor. “Biz böyle olduk, onun için bunu yapmaya mecburuz” diyor. Kesinlikle bu doğru değil, muhtaç ve mecbur olan TC’dir.
‘BEN YAPMIYORUM SORUMLULUĞUM YOK DİYEMEZ’
KDP doğru tutum takınsaydı TC bu kadar Kürt katliamı ve soykırımı yapamazdı. Efrin’e saldıramazdı, Şengal’e saldıramazdı, Xakurke-Bradost’a saldıramazdı. Cizre’yi-Sur’u-Nusaybin’i yakamazdı. Kesinlikle bu tür girişimlerde bulunamazdı. Ama görüyor ki KDP destek veriyor, ses çıkartmıyor o da pervasızca saldırıyor. Yani KDP’nin tutumu TC’nin katliam ve soykırımlarına zemin sunuyor, teşvik ediyor ve onu besliyor. Bunu görmesi lazım. ‘Ben yapmıyorum sorumluluğum yok’ diyemez.
Evet, yapan olmayabilir ama Kürt katliamına karşı çıkma sorumluluğu var. Kürt olarak sorumluluğu var. Kürt yönetimi olarak sorumluluğu var. Ulusal hareketim diyerek sorumluluğu var. Bir parçanın yönetimi olarak sorumluluğu var. Bir siyasi güç olarak daha ötesi insanı güç sorumluluğu var. Böyle olması lazım. Ama o bu sorumluluğu görmüyor, görmek istemiyor. Başkaları da görmesin diye çaba harcıyor. Oysa herkes bu durumu görüyor ve KDP’nin bu politikaları Kürtlerin gücünü ciddi biçimde zayıflatıyor.
Şu anda Bradost’ta bir işgal girişimi var. Yine KDP Kanimasi’de stratejik tepeleri Türk ordusuna teslim etti. Ama tüm bunları KDP bir işgal girişimi olarak görmüyor. KDP ile TC arasında nasıl bir anlaşma var?
Biz bu saldırıları değerlendirdik, Efrin’den Bradost’a kadar uzanan saldırıların ideolojik boyutu var, stratejik boyutu var, güncel politik boyutları var. Bütün bu açılardan değerlendirdik. İdeolojik boyut kesinlikle soykırım amaçlıdır. Yani TC devleti Kürt düşmanı, Kürt karşıtıdır. Kürt’ü inkâr ediyor, imhan etmek istiyor. Bütün Kürtlüğü yok etmek istiyor. Kürtler üzerinde soykırım uyguluyor. Kürtlerin hepsini yok edemediği için önce kendisi için tehlikeli gördüğü PKK Kürt’ünü yok etmek istiyor. Özgür Kürt’e saldırıyor, onu zayıflatıp yok ederse diğer Kürtleri de yok edecek.
Tayyip Erdoğan “Güney Kürdistan’ın statüsünü kabul etmek büyük hata olmuştur” diyor. Eğer PKK’nin zorlaması olmazsa Güney Kürdistan’ın statüsünü yok etmek için saldırıya geçecek. Bu kesinlikle böyledir. Bu bakımdan bir defa TC saldırılarının ideolojik boyutu var. İkincisi, stratejik boyutu var. Osmanlı Kürdistanı’nı yeniden ele geçirmek istiyorlar. Misak-ı Milli olarak tanımlanan toprak parçasını elde etmek istiyorlar. Efrin’den Bradost’a kadar saldırının amacı budur.
Bunu Kürt iradesini ezme temelinde yapmak istiyorlar. Kürtlerin haklarını vererek, Kürtlerin özgürlüğünü ve demokrasisini savunarak, Kürtlerle birlikte kardeşlik içerisinde bir şeyler yapmaya yönelerek değil, Kürt özgürlüğünü ve varlığını yok etme, Kürt soykırımını geliştirme temelinde gerçekleştirmek istiyorlar. İşte Efrin’de yapılanlar ortadadır. Bu soykırımdır. Fırsat bulsa Güney Kürdistan’a girdiği her yerde de bunu uygular. İşte Bradost’tan insanları bunun için kaçırtmak istiyorlar. Boşaltmak, oraları insansızlaştırmak istiyorlar.
KDP’NİN İŞGAL KARŞISINDA BİR TUTUMU YOK
Diğer yandan güncel siyasetten de yararlanmak istiyor. AKP-MHP faşist ittifakı böyle bir savaşa dayanarak Türkiye’deki faşist diktatörlüğünün ömrünü uzatmaya, ayakta tutmaya çalışıyor. Yerel seçim oluyor, seçimi kazanmak istiyor, muhalefet gelişiyor muhalefeti bastırmak istiyor. Türkiye’deki faşist baskı ve terörün zeminini bu saldırılarla yaratıyor. Günlük iktidarını buna dayanarak ayakta tutuyor, yönetimini bu temelde yürütüyor. Bir de böyle bir boyutu var.
Bunların görülüp anlaşılmayacak bir durumu yoktur. Fakat KDP bütün bunlara destek veriyor, karşı çıkmıyor. Efrin saldırısına karşı çıkmadı. Güney Kürdistan’ın bazı yerlerinde 3 km. bazı yerlerinde 5 km. en son Bradost’a 2018’de 20 km. girmişti, şimdi herhalde 35 km. girdi ve işgal etti, buna herhangi bir şey demiyor, tersine destek veriyor. Kanimasi’de tepeleri Türk askerine bırakmış -ki Kanimasi sınırdan 15 km. güneydedir. Yani sınır üzeri değildir. Önce de 98’de KDP orayı verdi. Türk ordusu Ertuş taburunu oraya taşıdı, sonra da yerleştiler Güney Kürdistan’ın toprağını ele geçirdiler.
Bunlar gerçek olmasına rağmen KDP’nin bu işgal karşısında herhangi bir tutumu yoktur. “İlişkimiz ve ittifakımız var” diyor, dış güçlere ise “başka çaremiz yok, yoksa bizi korkutuyor ve tehdit ediyor” diyor. Halbuki Kürtler birleşseler Türk ordusu adım bile atamaz. Siyasetten de atamaz, askeri olarak da atamaz. Öyle büyük bir gücü yoktur. Ama Kürtler parçalı oldukları için bunu yapıyor. TC oyun geliştiriyor. Kendisini pazarlıyor, dış güçlerden teknik alıyor, ama daha çok bu biçimde bakıp insansızlaştırmaya çalışıyor. Efrin’deki gibi soykırım uyguluyor, kendi çete güçlerini getirip dolduruyor.
Buraları Türkleştirmeye çalışıyor, girdiği yerden çıkmıyor. Orayı Türkleştiriyor. Soykırım uyguluyor, ele geçirmek istiyor. Kerkük’de çalışıyor, Şengal’de çalışıyor. Kürt olmayan kesimlere dayanarak Kürt karşıtı bir örgütlenme bütün bu alanlarda geliştirmek istiyor. KDP’nin geçmişte bunu gerektiren bir anlaşması yoktur. 97 anlaşması 2007’de bitmişti. Daha sonra ne tür anlaşmalar yaptılarsa izah etmeliler. Aslında herkes izah istemelidir.
TC’NİN İDEOLOJİK AMAÇLARI VAR
2007’nin Kasım ayında Bush-Erdoğan görüşmesi olmuştu. Orada yapılan anlaşmalara KDP’de olduğu gibi angaje mi oldu, bunu tam bilemiyoruz. Fakat işgalci, soykırımcı saldırılara ses çıkartmıyor değil, destek veriyor, güç veriyor ve alet oluyor. Bazı ekonomik kazançlar karşılığında ‘PKK’ye karşı olacağız’ ortak paydasında birbiriyle anlaşmaya giriyorlar. Bu çok kötü ve ters bir durumdur. Ne tür anlaşmalar temelinde oluyor, bu araştırılmalı ve açığa çıkartılmalıdır. Sorumluları bunu ifade ve izah etmeliler. Biz onların hepsini bilecek durumda değiliz, ama bugünkü saldırılar gün gibi ortadadır. KDP’nin işine mi geliyor?
Bu Kürtlerin yararına değildir, Kürt siyasetinin de yararına değildir. KDP’nin parti olarak yararına da değil, aile-aşiret çıkarıdır. Maddi kazanç sağlıyorlar, sömürü yapıyorlar insan onu görüyor. Aşiretsel çıkar sağlıyorlar. Geçmişte de aşiret kavgası yürütüyorlardı, karşı buldukları aşiretleri geriletmek istiyorlar. Bradostlarla düşmandılar geriletmek ve oraları ele geçirmek istiyorlar. Rekanilerle düşmandılar Şeladize’nin üzerine onun için gittiler. Aslında şöyle bir amaç gözüküyor: TC’nin belli amaçları var. İdeolojik amacı var, soykırım yürütüyor. Stratejik amacı var, işgal ediyor. Osmanlı Kürdistan’ını ele geçirmek istiyor.
Siyasi amacı var, günlük yönetimini buraya dayandırıyor ve bu temelde Kürt birliğini engelleyerek, Kürt örgütlerini birbiriyle çelişir-çatışır duruma getirerek Kürtleri zayıflatıp soykırım amacını ilerletmek istiyor. TC’nin kesinlikle çıkarı budur. KDP ise karşıt olduğu güçleri TC eliyle geriletip kendisini güçlendirmek istiyor. TC saldırılarına destek verip karşıtlarını bu temelde zayıflatarak kendisini ayakta tutmak istiyor. Kendisine engel gördüğü güçleri TC eliyle darbelemek istiyor.
İki güçte birbirini kullanmaya çalışıyor. Fakat KDP’nin kullanma tarzı yanlıştır. Kürt’ü zayıflatıyor, Kürt soykırımının ortağı haline geliyor, soykırım suçlusu oluyor. TC’nin Kürtleri soykırıma uğratmasının bir parçası oluyor. Böyle değil özgürlükçülük, Kürtlük bile söz konusu olamaz. O nedenle mevcut duruşu kesinlikle izaha muhtaç bir durumdur. Araştırma gerektiren bir durumdur. Sonuçlar belli, ama nerelere dayanıyor? Ne tür kirli ve gizli anlaşmalar yapılmış bunların açığa çıkartılması lazım.
Tüm bu işbirliği ve işgal girişimlerine karşı Hareketinizin askeri, siyasi vb. nasıl bir yol ve yöntem izleyecekseniz?
Biz hareket olarak direniyoruz. Baştan beri önce Kürt varlığını doğru tanımladık. Ardından Kürt özgürlüğünün nereden geçtiğini iyi gördük ve böyle bir özgürlüğü edinmenin gerektirdiği cesaret ve fedakarlığı oluşturduk. Onun ardından Kürt demokrasinin nasıl olması gerektiğini tanımladık. Demokratik Konfederalizm, Demokratik Özerklik temelinde Kürt demokratik siyasetini ortaya çıkardık. Kürt varlığını ve özgürlüğünü geliştirdik. Ulusal Diriliş Devrimi zafere taşıdık. Bütün bunların temeli olan Kadın Özgürlük Devrimini başlattık.
Kürt Özgür Kadın Hareketini dünya kadınlarına öncülük edecek bir düzeye getirdik. Bütün bunların hepsi önemli gelişmelerdir. Bu temelde dikkat edilirse ideolojik olarak, siyasi olarak, askeri olarak, toplumsal olarak direniyoruz. Varlık ve özgürlük savaşı veriyoruz. PKK’nin gerçeği budur. Her türlü bedeli ödeme temelinde veriyoruz. Hiçbir bedel bu noktada geri adım atmamızı getirmiyor, tersine özgürlük irademiz daha fazla pekişiyor.
Bu temelde şimdiye kadar sürdürdük, sürdürüyoruz da. Sonuna kadar da sürdüreceğiz. Kuzey Kürdistan’ın özgürlüğünü sağlama mücadelesi yürüteceğiz. Güney Kürdistan’ı, Batı Kürdistan’ı işgal edip sömürgeleştirmek, soykırıma uğratmak isteyen saldırılara karşı direndik, direniyoruz, bütün parçalardaki halkımızın desteğiyle direneceğiz. Rojava halkımız da bu direnişe kesinlikle destek veriyor. PKK’nin tutumu budur. Biz istiyoruz ki, bu direnişi bütün Kürt partileri olarak yürütelim, Kürt demokrasisini ve özgürlüğünü geliştirme temelinde yürütelim.
KDP BASINI PKK İLE ÇATIŞMADA SİVİLLER ÖLDÜ YALANINI SÖYLÜYOR
Tüm Kürt örgütleri bunun içinde olsun hem bunun bedeline katlansın hem de bu onuru ve şerefi edinsin. Fakat böyle olmuyor. Mesela KDP karşı çıkacağına destek veriyor. Güney Kürdistan’ın TC tarafından işgalini reddedeceğine kapıları açıyor. Köylerin yakılıp yıkılmasına, boşaltılmasına, insansızlaştırılmasına destek veriyor, göz yumuyor. Bradost örneği ortadadır. “50 köy 100 köy boşaltılacakmış” diyorlar. Ama kendi yanı başlarında birçok köyü TC boşalttı kendisi girdi. Bu kadar sivili katletti, ama bir şey demiyorlar. Tersine Mustafa El Sadr açıkladı: “Bunlar ittifak temelinde oluyor, kabul edilebilir bir ittifak değildir” dedi.
Demek ki anlaşma temelinde destek veriyorlar. Bu anlaşılır ve kabul edilir bir durum değildir. Son olarak sivilleri katlediyorlar, bunu Bradost’ta yaptılar, Kandil’de yaptılar. KDP yönetimi, basını “Bu, PKK var olduğu için oluyor. PKK çatışması içerisinde siviller öldü” diyor. Şimdi Kandil’de hangi Türk askeri var, hangi çatışma oluyor ki siviller ölsün! Öyle bir çatışma yoktur, yalan söylüyorlar. Türk devleti keşiflerle, uçaklarla sivillerin arabalarını vuruyor ve katlediyor. Gözle görülür sivil Kürt katliamı var. PKK katliamı da var. PKK’lilerde insandır, onlar da Kürt, tabi ki onlara karşı saldırılara da karşı çıkılması lazım. Ama “kendi sorumluluğum altında” dediği sivilleri bile savunmuyorlar.
Hiçbir çatışma yokken sanki kuzeyde bir kara çatışmasında olmuş gibi gösteriyorlar. Bunların hepsi yalan, böyle bir şey doğru ve kabul edilir bir durum değildir. Örneğin Başur halkına bunu anlatması, kabul ettirmesi mümkün değildir. “Özrü kabahatinden büyük” derler. TC saldırılarına kapıyı açmış bunun gerekçesi olarak da söyledikleri, verdikleri destekten daha ağır bir suç oluşturuyor. Diyorlar ki, PKK var, gerilla var, TC’nin saldırılarına karşı direniyor, Kürdün varlığı ve özgürlüğü için mücadele ediyor da Türk devleti onun için saldırıyor. Yani PKK olmazsa TC saldırmaz!
PKK’LİLER ÖZGÜRLÜK İSTEDİKLERİ İÇİN KATLEDİLİYORLAR
Peki Saddam Hüseyin yönetimi de KDP’ye saldırdı, YNK’ye saldırdı, Halepçe katliamını yaptı. Kaç tane Enfal düzenledi en çok da Barzani katletti. Peki o zaman bundan Barzaniler mi suçluydular? KDP-YNK mi suçlu? Güney halkı özgürlük istiyor Saddam onun için vurdu, istemeseydi vurmazdı, dolayısıyla suçlu özgürlük isteyenler mi diyeceğiz? Peki katilin hiçbir suçu yok mu? Faşist saldırganın, soykırımcının suçu yok mu? Bu anlaşılır gibi değildir. O zaman Halepçe katliamının sorumlusu kimdir? Halepçeliler özgürlük istedikleri için katledildiler. Yoksa başka bir nedenden dolayı katledilmediler. Bu durumda Saddam’ı mı suçlayacağız, yoksa özgürlük isteyen Halepçelileri mi suçlayacağız?
PKK’liler de özgürlük istedikleri için katlediliyorlar. Şimdi PKK’nin varlığı ve özgürlük istemesi mi suç, yoksa PKK’yi katleden katliamcılar mı suçlu? Doğru tespit etmemiz lazım. Güney Kürdistan halkı ve dünya kamuoyu böyle uydurma şeylerle aldatılamaz. Bu gerçekleri ters yüz etme olur. Kendi gerçeğini inkâr olur. Bu işbirlikçilikten ve teslimiyetten de öteye gidiyor. Tümüyle soykırıma uğramak kendini inkâr etmeye, egemene kul-köle olmaya gidiyor. Bunun kabul edilebilir bir yanı yoktur. Hiç kimse böyle kabul edilemez. Bu gerekçeler anlaşılır gerekçeler değildir.
ŞİMDİYE KADAR FEDAİ ÇİZGİSİNDE DİRENDİK BUNDAN SONRA DA DİRENECEĞİZ
Elbette PKK var olduğu için, Kürtler adıyla özgürlük istediği için faşist TC saldırıyor. Ama özgürlük istemedikleri zaman da soykırıma uğratmak, denetime almak için saldırmıştı. Esas suçlu faşizmdir, soykırımcılıktır, sömürgeciliktir. İşgalcilik ve katliamcılıktır. Bunları görmemiz lazım. Bu kadar düşmanı aklamaya, temiz çıkarmaya çalışmanın hiçbir gerekçesi yok, anlamı yok, kabul edilirliği yoktur. Bu gerçekleri Kürt kamuoyuna ve insanlığa KDP’nin anlatması kabul ettirmesi de mümkün değildir.
Bu bakımdan biz gerçekleri ortaya koyacağız, koyuyoruz da. Bu gerçekler temelinde de özgürlük için ne olursa olsun sonuna kadar da direneceğiz. Bunu anlayış düzeyinde yapacağız. Propagandayla yapacağız. Örgütlenmeyle yapacağız. Siyasetle yapacağız. Diplomasiyle yapacağız. Ekonomiyle yapacağız. Askerlikle yapacağız. Şimdiye kadar fedai çizgisinde direndik, bundan sonra da direneceğiz. Bütün parçalarda Kürt varlığı ve özgürlüğü için de direneceğiz.
PKK bir varlık ve özgürlük gücüdür. Varlık ve özgürlük için fedai çizgisinde direnme gücüdür. Kürdün özgürce var olmasının öz savunma gücüdür. Bu gerçekliğini şimdiye kadar geliştirdi yürüttü, bundan sonra da yürütecek. Her türlü faşist sömürgeci-soykırımcı saldırının intikamını alacak ve hesabını soracak. Bir tarihi yargılama hakkı Kürt özgürlük çizgisinde bütün suçları yargılama gücüdür. Bu yargılama görevini şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da devam ettirecektir.
Güney Kürdistan halkı başta olmak üzere Kürt halkı ve demokrasi güçlerine ne tür görevler düşmektedir?
Bunu çok fazla böyle anlatmaya ve izah etmeye gerek yoktur, çünkü her şey çok açıktır. Ortada çok haksız suçluluk ifade eden bir katliam ve soykırım saldırısı var. Hiç kimse ‘TC devletinin ne yapmak istediğini, ne yaptığını göremedim, anlayamadım, bilemedim’ diyemez. Çok açıktır. Net bir biçimde söylüyorlar da Kürtlere her türlü hakaret yapıyorlar. Her türlü zulmü uyguluyorlar. Katliamı yapıyorlar, işin kolayını bulmuşlar, “teröristleri katlediyoruz” diyorlar. Kürdün hepsini terörist kabul ediyorlar, Kürt özgürlüğünü isteyen herkesi terörist sayıyorlar, ondan sonra da teröriste her şeyi yapabilirsin, katledersin, tutuklarsın, hakaret edersin! Böylelikle kendilerinde her türlü hakkı görüyorlar.
Bir defa bunu bütün halkımız görmelidir. İnsanlığa daha fazla anlatmalıyız. Bu durumda bilinçlenmekten, örgütlenmekten, savaşmaktan ve direnmekten başka bir çare yoktur. Kuzey’de, Doğu’da, Güney’de ve Batı’da böyledir. Dört parça Kürdistan’da ve yurtdışında böyledir. Bunu herkes iyi görmelidir. Evet, mücadelede yetersizliklerimiz olabilir, hata ve eksikliklerimiz olabilir, ama düşmanın bütün bu saldırılarını bizim hata ve eksikliklerimiz ortaya çıkarmıyor. Hata ve eksikliklerimiz onları darbelemede, yenilgiye uğratmada zayıf kalıyor. Onun için önce düşman gerçeğini iyi tanıyalım.
Bir soykırımcı düşman var, faşist-sömürgeci düşman var ve bizi yok etmek istiyor. Bunu herkes bilmelidir. O halde nasıl var olacağız, ancak bilinçlenip örgütlenip direnerek savaşarak var olacağız. Bu da dört parça Kürdistan için geçerlidir. Özelikle TC saldırılarına karşı kuzeyde olduğu kadar, güneyde de batıda da üç parça Kürdistan’da bütün halkın kadınıyla, genciyle, yaşlısıyla, işçisi ve emekçisiyle tüm özgürlük güçleri ve bütün siyasi güçler olarak el birliği ederek bu faşist-soykırımcı saldırganlığa karşı varlık ve özgürlük direnişini sürdürmesi lazım.
KÜRTLERİ YOK EDEREK VARLIĞINI SÜRDÜRMEK İSTEYENLERE BOYUN EĞECEK DEĞİLİZ
Bu temelde ne diyelim! Herkes gerçekleri doğru görsün diyelim. Yaşam istemek iyidir, ama yaşamın kanunları var. İşte var olup özgürce yaşayabilmek için faşizmi, sömürgeciliği, soykırımcılığı zihniyet ve askeri olarak yenilgiye uğratacaksın, onlara karşı direneceksin, başka türlü bu dünyada yaşam hakkı yoktur. İktidarcı ve devletçi sistem böyle bir gerçeği ortaya çıkarmıştır. O halde daha çok bilinçleneceğiz, daha çok örgütleneceğiz, daha çok birleşeceğiz, daha fazla yaratıcı yöntemlerle direneceğiz, savaşacağız. Düşmanı vuracağız gerileteceğiz ki kendi yaşam hakkımızı açabilelim.
Biz kimseyi yok ederek var olmak istemiyoruz. Kürtlerin böyle bir çizgisi yoktur, ama Kürtleri yok ederek kendi varlıklarını her tarafa yaymak isteyenlere de tabi boyun eğecek, kurbanlık koyun olacak değiliz. Kendisini yok edecek saldırganlığı kıracak ki var olabilsin ve özgürce yaşayabilsin. İşin gerçeği budur. Bu bakımdan evet bir süreye kadar TC saldırıları Kuzey Kürdistan halkını hedefleyen saldırılardı. Ama şimdi herkes görüyor ki, Kuzey kadar Güney halkını da hedefliyor, Rojava halkını da hedefliyor.
Efrin’i işgal etti, Fırat’ın doğusunu da işgal edeceğim diyor. Bütün çeteleri, faşist Kürt düşmanı güruhları getirip oralara yerleştireceğim diyor. 5-10 km. Güney Kürdistan’dan sınırların içerisine girmiş ‘hepsini alacağım, Şengal’i alacağım, Kerkük’ü alacağım, Süleymaniye’ye gireceğim’ aslında hedefi budur. Bunu herkes görmelidir. O halde ne yapmalıyız? Bu gerçeği doğru anlamalıyız. Anlamayanlara anlatalım, öyle sert düşmanlık yapmayalım, gerçekten anlatalım.
YÜZYILDIR DAYATILAN SOYKIRIM GERÇEĞİNİ ANLAMAK GEREKİR
KDP-YNK yöneticilerini, kadrolarını bu konuda bilinçlendirmek gerekiyor. Dar ve basit çıkarcı olmaktan kendilerini kurtarmalılar. Öncü olamıyorlar, savaşa cesaret ve fedakârlık edemiyorlarsa hiç olmazsa edenlere engel olmasınlar. Ön açsınlar ve mümkünse destek versinler. O da iyidir. Kimse ‘gelin komutanlık edin, öncülük edin’ demiyor. Ama düşmandan yana olmayın, düşmanla birlikte saldırmayın, direnişe engel olmayın. Kürt halkının özgürlük bilincini edinmesini, örgütlenip düşmana karşı varlık ve özgürlük direnişine girmesini engellemeyin, mümkün olduğu kadar teşvik edin, katılın en azından o safta durun. Bunu böyle net bir biçimde ifade etmemiz gerekiyor.
Halkımız bu temelde gerçekleri iyi görmeli, doğru anlamalıdır. Bu iktidarcı-devletçi sistem gerçeğini, günümüz dünya gerçeğini, yüz yıldır Kürtlere dayatılan soykırım gerçeğini doğru anlamak gerekiyor. Bir defa anlamak çok önemlidir. Bizi yok etmek isteyen bir düşman var. Bu görülmelidir. Etkili bir direniş içerisinde olunursa bu sömürgeci-soykırımcı saldırganlık kırılabilir. Kürt varlığı ve özgürlüğü sağlanabilir, zafer kazanılabilir, PKK mücadelesi defalarca bunu kanıtladı. Başur ve Rojava’daki gelişmeler, Bakur’daki gelişmeler bunu bize net bir biçimde gösteriyor.
TC SALDIRILARINA KARŞI ORTAK TUTUM ALINMALI
O halde bilinçlenip örgütlenerek mücadele ettiğimiz oranda zafer kazanacağımıza varlığımızı ve özgürlüğümüzü elde edip o temelde yaşayacağımıza inanmalıyız ve kendimize güvenmeliyiz. Ama bunun için cesaret, fedakârlık, bilinçlenmek, örgütlenmek, birbirine kenetlenmek gerekiyor. Demokratik uluslaşmayı en ileri düzeyde geliştirmek gerekiyor. Birbirimizi sevip saymamız, ortak yaşamda en ileri düzeyde birleşmemiz, birbirimize güç destek vermemiz, elimizdekini paylaşarak gücümüzü biriktirip faşist-soykırımcı düşmana karşı direnişte kullanmamız gerekiyor. Bu şarttır. Gerçeğimiz budur. Herkes bunu görmelidir.
Demek ki, ucuz yaşam yoktur, kolay olarak varlık ve özgürlüğü sağlamak yok, ancak bilinçlenip örgütlenip her türlü bedeli göze alan büyük bir savaş verirsek bunu elde edebileceğiz. Ama bu savaşı verdiğimiz de de zafer kazanacağız. Buna da inanmak ve güvenmek gereklidir.
Bu temelde tüm Kürt siyasetini gerçekten de TC ile ilişkide olanları teşhir ederek ondan vazgeçirmeye, TC’nin faşist-soykırımcı saldırganlığına karşı ortak tutum almaya çağırıyorum. Tüm Kürt halkını da gerçekleri doğru görüp Önder Apo’nun geliştirdiği özgürlük çizgisinde birleşerek, bilinçlenip örgütlenerek, PKK’nin yürüttüğü Özgürlük Mücadelesi etrafında birleşerek bizi yok etmek, katletmek, asimile etmek isteyen faşist-soykırımcı ve sömürgeci zihniyet ve siyasete karşı omuz omuza el birliği halinde Bakur’da, Başur’da, Rojava’da üç parça Kürdistan’da birlikte direnmeye ve direniş temelinde mutlaka kazanmaya çağırıyorum.