BEHDÎNAN- Kalkan, “Bir Wan ve Şırnak ruhu, çizgisi oluştu. Bu, doğru ve onurlu, yurtsever tutumdur. Bundan sonra her yerde bu tutumu göstermeliyiz. Nerede en küçük bir saldırganlık oluyorsa derhal hesap sormalıyız. Yurtseverlik, demokratlık, sorumluluk demektir, bilinç demektir, örgütlülük demektir, özgürlük demektir. Kendi yaşamının sorumluluğunu almak, yaşamına dönük her türlü saldırı karşısında kendi savunmasını yapıp güvenliğini sağlamak demektir. Buna öz savunma bilinci deniliyor. Böyle bir mücadeleye öz savunma mücadelesi deniliyor. Bunu yapacağız” vurgusunda bulundu.
Tüm Kürtleri 1 Mayıs meydanlarını doldurmaya, işçi ve emekçilerle birlik olmaya ve öncülük etmeye çağıran Kalkan, “Abdullah Öcalan’a Özgürlük, Kürt Sorununa Çözüm hamlesine bir zirve de 1 Mayıs’ta yaptıralım” diye konuştu.
Duran Kalkan, gücünü kaybeden Tayyip Erdoğan’ın istediği gibi saldırı yapamadığı gibi ömrünü uzatmak için de başvuracağı tek çarenin savaş, daha fazla baskı ve terör olduğuna işaret etti; sonunun Saddam Hüseyin’inki gibi olacağını vurguladı. Başta CHP olmak üzere Türkiye’nin siyasi çevrelerini AKP-MHP’nin savaşına alet olmamaya çağıran Kalkan, birinci parti konumuna yükselen CHP’nin mevcut zihniyeti ve siyaseti aşmak için cumhuriyetin demokratikleştirilmesi temelinde kendini yenilemesi gerektiğini kaydetti.
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, katıldığı Medya Haber televizyonunda İmralı tecridi ve buna karşı yürütülen özgürlük hamlesini, AKP-MHP faşizminin çöküş sürecini, gerillanın savaşını, Türk devletinin kadınlar ve gençler özelinde topluma yönelik özel savaş politikalarını ve buna karşı öz savunma perspektifleri temelinde Wan ve Şirnex’te ortaya çıkan direniş ruhunu, yanı sıra ise İran ile İsrail arasında yaşanan çatışmayı değerlendirdi.
Konuşmanın tamamını yayınlıyoruz:
Öncelikle tarihi İmralı direnişini ve Önder Apo’yu saygıyla selamlıyorum. Tecrit devam ediyor. Otuz yedi ay oldu, Önder Apo’dan herhangi bir bilgi alınamıyor. İmralı’dan hiçbir bilgi yok. Üçüncü yıl tamamlandı. Dördüncü yıla girildi. Üç yıl bir ay oldu. Yani bu konuda İmralı’dan sorumlu kurumlardan açıklama gelmiyor. Herkes bu duruma onay vermiş, katılmış durumda. Anlaşılıyor ki birlikte yürütüyorlar.
Avrupa kurumları, Avrupa Konseyi gibi kurumlar buranın kuruluşunda belirgindi, kararları verdiler. Avrupa’nın demokratik kurumları gibi de görünüyorlar. Ama çok net ki onay veriyorlar bunlar. Disiplin cezalarıyla biraz da hukuki kılıfına uyduruldu bu. O nedenle biz hukuki mücadele önemlidir dedik. Yirmi altıncı yıla girdi İmralı. Oysa yirmi beşinci yılda Önder Apo’nun durumunun değerlendirilmesi gerekiyordu. Ama bu yapılmadı. Neden? İşte böyle bir kılıfa uydurdular.
Bunun için geçen gün Avrupa Parlamentosu’nda bir konferans yapıldı. Değerli hukukçular oraya katıldılar. Bu anlamlıydı, önemliydi. Böyle konferansları çok yapmak gerekiyor. Açıkça ortaya çıktı ki İmralı’da hukuka dair hiçbir şey yok. Bütün ihlaller böyle kılıfına uydurularak böyle sürdürülüyor. Daha fazla teşhir etmek gerekiyor, daha çok mücadele lazım. Strasbourg’da büyük bir kitle eylemi olacak. Basına yansıdı. Açıklamalar var. Ben şimdiden kutluyorum, bütün katılımcılara başarılar diliyorum. İmralı’dan sorumlu kurumlar önünde protesto eylemi yapılacak.
Bu duruma sadece TC devletinin, AKP MHP’nin yaptığı şeyler olarak bakmamak lazım. Evet, onlar da sorumlu, yapıyorlar da fakat diğer kurumlar da bu işten sorumludurlar. O bakımdan da şunu ifade edebiliriz; mücadele etmek gerekli. Her gün mücadele etmek lazım. Her Kürt eylem halinde olmalı. Gerçekten de onlar böyle yapıyorlar, bu biçimde bizi Önderlikten haber alamaz duruma getiriyorlarsa, bu biçimde Önderlik ile bağımızı zayıflatacaklarını ya da koparacaklarını umut ediyorlarsa, biz de tersine yirmi dört saat Önderlik ile yaşamalıyız. Yirmi dört saat Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için düşünmeli, tartışmalı mücadele etmeliyiz, eylem halinde olmalıyız. Tüm Kürtler, nerede olurlarsa olsunlar, kadın erkek, genç, ihtiyar hepsi kesinlikle eylem halinde olmalı. Küresel Özgürlük kampanyamızı Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü hedefleyen ve Kürt sorununun çözümünü öngören özgürlük hamlemizi gittikçe büyütmeli, daha çok yaymalıyız. Daha fazla kitleselleştirmeliyiz.
HAMLEMİZE BİR ZİRVE DE 1 MAYIS’TA YAPTIRALIM
Bu anlamda önemli gelişmeler var. Geçen süreçte önemli eylemler yaşandı, olaylar oldu. 8 Mart’ta kadınların kutlamaları tümüyle Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü hedefiyle birleşti, zirve yaptırdı. Gerçekten de özgürlük hamlemizin ikinci aşaması kitlesel birleşme aşaması olacak denmişti; öyle bir durum yaşandı. Newroz zaten on milyonların sokağa dökülüp meydanlara akmasını getirdi ki, tüm zamanların en görkemli Newrozlarından birisiydi. Tümüyle Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü hedefiyle bütünleşti. Meydanlarda bu slogan haykırıldı. Çok önemli bir durumdu. Kürt halkı tutumunu koydu. Adeta bir kongre gibi, Önderliksiz yaşam olmayacak, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü istiyoruz diye bir irade beyanında bulundu. Bütün bunların sonuçları 31 Mart seçimine yansıdı. Seçim de böyle değerlendirilmesi gereken bir durum. 31 Mart yerel seçiminde bu tecritçi, faşist, sömürgeci, soykırımcı zihniyet ve siyaset ölümcül bir darbe yedi. AKP tek parti olmaktan düştü. Yönetim olma çoğunluğunu kaybetti. Müttefikleriyle, Cumhur İttifakıyla bu durumu kaybetti. Bu da önemli bir durumdu. 4 Nisan kutlamaları böyle oldu. Bunu sürdürmek lazım. Her günü ve her yeri eylem alanı haline getirmek gerekli. Herkes eylem için düşünmeli, mücadele üzerinde durmalı. İşte önümüzde 1 Mayıs var. Gerçekten de 1 Mayıs’ı da yeni bir zirve haline getirmeliyiz, özgürlük hamlemizi doruğa çıkarmalıyız. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü her tarafta haykırmalıyız. Newroz’da 8 Mart’ta bunu haykırmak ne kadar doğaldıysa, Önder Apo, Newrozları yenileyen, 8 Mart’ı anlamlandıran bir önderlik idiyse, 1 Mayıs’ta da en büyük katkı sunan Önderliktir. Dolayısıyla 1 Mayıslar, Önder Apo ile anılması gereken günlerdir. Onun için de tüm Kürtler nerede olurlarsa olsunlar 1 Mayıs meydanlarını doldurmalı, sokaklara akmalılar. 1 Mayıs kutlamalarına her yerde katılmalılar. Öncülük etmeliler, işçilerle, emekçilerle birlik olmalılar her yerde, halklarla birlik olmalılar ve özgürlük hamlemizi gerçekten de küresel düzeyde yeni bir zirveye çıkarmalılar. Bu gerekli, özellikle de dünyanın her tarafında bunu yapabilmek için bir fırsat 1 Mayıs. O halde bu durumu iyi değerlendirelim. Herkes şimdiden hazırlık yapsın ilişki kursun, örgüt dilesin, ne gerekiyorsa onu yapsın. Ama 1 Mayıs’ı tüm işçi ve emekçilerle, tüm sosyalist sol güçlerle, tüm ezilenler ile kadın ve gençlerle birlikte dünyanın dört bir yanında Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için mücadele edildiği bir gün haline getirelim. Gerçekten de hamlemize bir zirve de 1 Mayıs’ta yaptıralım. Bizim tutumumuz, çağrımız bu temelde. Böyle olacağına da inanıyoruz. Şimdiden halkımızın, işçi ve emekçilerin tüm ezilen halkların 1 Mayıs Bayramı’nı kutluyor, hepsine başarılar diliyorum.
AKP SAVAŞ, BASKI VE TERÖRLE ÖMRÜNÜ UZATMAYA ÇALIŞACAK
AKP’nin yapması gereken ilk şey aslında istifa etmek olmalı. Eğer AKP’nin damarında Türkiye’de demokrasi adına küçük bir kırıntı varsa, yapılacak ilk şey AKP’nin istifa etmesi, Tayyip Erdoğan’ın istifa etmesidir. Örneğin Avrupalı devletiz diyorlar, Avrupalı olmaya öykünüyorlar. Yüz yıldır böyle yapıyorlar. Avrupa’nın neresinde olursa olsun, bu durumu yaşayan herhangi bir hükümet, başbakan ya da cumhurbaşkanı olsaydı ilk iş olarak istifa ederdi. Ama dikkat edilirse o hiç yok. Bitiş kelimesini kullandı Tayyip Erdoğan. Aslında bittiğini, aklından geçirmiş, gerçeği görmüş fakat ortam onu istifaya zorlayacak değil. “Bitiş değil” dedi. Bitiş kavramını düşünmüş mü, düşünmemiş mi? Siz ona bakın. Düşünmüş demek ki. Yüreğinde ve beyninde bittiği düşmüş. Yani onu görmüş. Değil diyerek çevreyi aldatmaya çalışıyor. Aslında “öyle diyecekler ben önceden önünü kapattım” demek istiyor. Şimdi çeşitli güçler ne yapar bilemeyiz. Yani bir erken seçime zorlarlar mı, istifa isterler mi onu? Siyaset yapacak güçler belli. Biz mücadele vereceğiz. Seçimle yapmıyoruz bu işi. Seçimde de mücadele ediyoruz, seçimsiz de mücadele ediyoruz. Böyle bir hareketiz.
Aslında Tayyip Erdoğan yönetimi şunu umut ediyordu. Bu seçimden de bir sonuç almayı, yine bütün seçimleri kazanmış parti olarak hep kendisini lanse ediyor ya, bunu da öyle gösterip onun yarattığı havayla, güçle kış boyu hazırlandığı yeni bir işgal saldırısı hamlesini geliştirmekti. Bunun için NATO’yla, ABD’yle o kadar pazarlık yaptılar. İsveç’in NATO’ya girişi konusunda onaylar aldılar, destekler aldılar. Kış boyu Bağdat’tan Hewlêr’den çıkmadılar. İran’la görüştüler, hala da onu yapacaklar. Evet, 22 Nisan’da Bağdat’a gidecek deniliyor. Arkasından Amerika’ya gidecek, destek bulmaya çalışıyor. Yani umudu, hesabı şöyleydi. Seçimden de başarıyla çıkarsa, bu seçimden de onun verdiği rüzgarla, biraz da meşruiyet ile söz konusu işgalci soykırımcı saldırı hamlesini her alanda daha fazla geliştirecekti. Medya Savunma Alanlarına dönük olarak da, diğer alanlara dönük olarak da…
GİRECEKLERİ SON SALDIRIDA BOĞMAYI BAŞARMALIYIZ
Fakat bu seçimde ağır bir yenilgi yaşadı. Daha önce savaşta da yenilgi yaşamıştı. Kış boyu Kurdistan Özgürlük Gerillası, Zap’ta darbe üzerine darbe vurdu. Yani askeri olarak yenildiğini ilan etti. Şimdi seçimde de siyasi yenilgiyi yaşayınca zayıf duruma düştü. Bu konuda ciddi bir zayıflama durumu var.
Askeri ve siyasi olarak inisiyatifi kaybetti, darbe yedi. Ne yapabilir şimdi? Elinde başka çare yok. Biraz demokrat olsaydı, dediğim gibi istifa ederdi. Öyle etmeyeceğine göre o zaman çeşitli yol ve yöntemlerle ömrünü sürdürmeye çalışacak. Bunun için de başvuracağı tek çare savaş, saldırı, daha fazla faşist baskı ve terör. Bununla bütün muhalifleri susturmaya çalışacak. Bununla herkesi aldatmaya çalışacak. Buna dayanarak iktidar ömrünü biraz daha uzatmaya çalışacak. Başka çaresi yok. Öyle bir durumda ki, mevcut haliyle Tayyip Erdoğan yönetimi hem siyasi ve askeri olarak darbe yemiş, gücünü kaybetmiş. İstediği gibi saldırı yapamıyor hem de saldırı yapmaya muhtaç. Saldırmazsa, faşist terörü daha fazla tırmandırmazsa, ayakta kalma şansı yok. Ömrünü uzatma şansı yok. Böyle bir çıkmazı yaşıyor. Öyle ki, aslında saldırsa da işin içinden çıkamayacak. Saldırması da tam bir kilitlenme. Dedik ya, batağa saplanacak bu hükümet. İzlediği politikalarla Kürt düşmanı, işgalci, soykırımcı saldırı politikalarıyla yaşayacağı bu olacak. Şimdi gelinen nokta tam da bu. Bu durumda durumu biraz kurtarmaya çalışıyor aslında. Yenilgileri biraz hafifletmeye, biraz nefes almaya, daha çok savaşa sürmeye, güçler için aldatıcı şeyler yaratmaya çalışıyor. Bağdat’a gitmeye, Amerika’ya gitmeye çalışması o. Oraya da gittim, buraya da gittim, herkesten destek aldım diyerek çevresini yürüteceği saldırılara hazırlamak istiyor. Durum böyle görülüyor.
Bu çare olur mu? Bu bir mücadele. Göreceğiz. Biz diyoruz, olmayacak. Aslında son dönemini yaşıyor. Eğer AKP hükümeti yaparsa son saldırılarını yapacak. Hep diyorlardı ya son çırpınışlar. Bu kavram, aslında kendilerinin en çok kullandığı kavramdı ama şimdi kendilerine en çok yakışan kavram haline geldi. Son çırpınışları olacak. Bu temelde yeniden güç destek bulmaya çalışacak. Zordur, bulamaz. Yani az önce de belirttik. Irak yönetimi, Güney Kurdistanlı güçler, yine benzeri güçler niçin siyasi ve askeri olarak bu kadar darbe yemiş bir güce destek versinler? Niçin bir işgalciyi desteklesinler ki! Çünkü kendi topraklarını işgal ediyor? Kaldı ki Tayyip Erdoğan yönetimi gittiği yerde sorun yaratıyor. En büyük sorun, Tayyip Erdoğan’ın kendisi, düşünceleri ve siyaseti varlığıdır. Şimdiye kadar her yeri karıştıran o oldu. Bunu yaparak bu kadar soydu, çaldı, çırptı; kendini, yakınlarını dünyanın en zenginleri arasına kattı. Buna niye destek versinler? Vermezler. Herhalde biraz ABD’deki boşluktan yararlanmak isteyecek. Ne boşluğu? Seçim boşluğu. Seçimler var. Siyasette aktif olmayacaklar. Bir de İsveç’in NATO üyeliği nedeniyle bazı sözler verdiler. Onları yeniden toparlamaya ve böyle bir saldırı yürütmeye çalışacak. Kısaca zayıf bir konumda darbeler yedi ama çaresiz saldıracak. Bunu görmeliyiz. Hazırlıklı olmalıyız. Önemli olan bu. Biz hareket olarak bu temelde bir değerlendirme içerisindeyiz. Bunu herkes bilmeli. Tüm yurtseverler, halkımız, herkes bilmeli. Hepimiz hazırlıklı olmalıyız. AKP-MHP faşizmini başvuracağı olası bu son saldırıda boğmayı başarmalıyız. Hedefimiz bu olmalı. Onlar girecekleri son saldırıda boğulacaklar ve çökecekler. Böyle demeliyiz ve bunu başarmak için de herkes seferberlik düzeyinde bu yeni direniş sürecine hazırlanmalı ve katılmalı.
KURDISTAN FAŞİZME GEÇİT VERMEDİ
Öncelikle şunu belirtelim; Kurdistan faşizme geçit vermedi. bir kere daha Kürt halkı yani bütün önceki seçimlerde olduğu gibi özgürlükçü, demokratik iradesini net bir biçimde gösterdi. Kürt özgürlüğünü ve Türkiye’nin demokratikleşmesini istediğini açık bir biçimde ortaya koydu. Bu net ve açık bir durum. Bu temelde de sonuç aldı. Yani bazı yerlerde AKP belediye başkanlığını kazanmış diyorlar. Zaten zorla kazanmak da istiyordu. Fakat onların hepsi hiledir. Gördük, göz göre göre hileler yapıldı. Bırakalım devlet olarak seçime girilmiş olmasını, bir de göz göre göre bu kadar oy kaydırıldı, hileler yapıldı, sandıklarda hileler yapıldı, insanlar köleler gibi sıraya dizildi, götürüldü, sandıklara oy verdirtildi. Yani gerçekten de kölecilik dönemi, şimdi oy verme biçimini aldı AKP yönetimi altında.
Bu temelde öncelikle Kürt halkının bu tutumunu, özgürlükçü demokratik duruşunu kutluyorum, selamlıyorum. Büyük bir irade gösterdiler, kayyumları silip attılar. Belediyeler evimiz diyerek kazandılar. Halkın evi yapmak üzere kazandılar. Gerçekten de o tanımlamayı önemli bulduk. Halk sahip çıktı. Yani bayram havasıyla belediyelerini yeniden onarmaya yöneldiler. Bu hep böyle gitmeli. Bir halk evi haline getirilmeli. Halk iradesi orada olmalı. Toplum, işlerini oradan görmeli. Seçilen belediye eşbaşkanları, bunları koordine eden, halkla bu temelde birleşen, bütünleşen olmalı. Öyle ki bir örgütlenme alanına dönüşmeli. Yine gasp mı ediyor? Kuşkusuz direnecek. Wan örneği bu konuda herkes için örnek alınacak bir durum. Geçen süreçlerde bu olmadı. Bundan sonra asla kayyuma geçit yok, gaspa geçit yok. Wan halkının, demokratik güçlerin duruşu bunu açıkça gösterdi. Demek ki bu her yerde yapılabilir.
O bakımdan AKP-MHP faşist yönetiminden gelecek saldırılar karşısında herkes hazır olmalı. Halk hazır olmalı, eşbaşkanlar hazır olmalı. Yani bir örgütlenme alanı haline getirerek demokrasiyi, yerel demokrasiyi en güçlü bir biçimde işletebilmeliler. Her türlü faşist, soykırımcı, sömürgeci saldırıya karşı da hazırlıklı olmalılar. Direnme olacak. Direnmeden hiçbir yer teslim edilmeyecek. Kaldı ki belediye halkın örgütlülüğü demektir. Örgütlü halkın kendi işlerini yapması demek. Halk bir şeye karar vermişse, kendisini örgütlü sesin bir binayı gelip zorla, şiddetle işgal ederse, bir başka binada olmasa, sokakta her yerde bu çalışmalar yürütülebilir, bu hizmet sürdürülebilir. Herkes bu belediye olayına -ki yerel yönetimin önemli bir bölümüdür- böyle yaklaşmalı. Yeni dönemde bir defa bu yaklaşım olmalı.
EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI’NI TÜRKİYE’DE GELİŞTİRMEK LAZIM
Diğeri Türkiye’nin demokratikleşmesi. Biz bu durumu önemsiyoruz. Bu konuda da şunu ifade edeyim. Bazı çevreler, AKP-MHP faşizminin Türkiye’nin değişik yerlerinde çok etkili olduğunu, faşist kilitlenmenin oluştuğunu, insanların beyninin yıkandığını, ırkçı, milliyetçi, şoven bilinçle dolu olduklarını, bunları değiştirmenin çok zor olduğunu söylüyordu. Bu seçimler bu anlayışı yerle bir etti. Açıkça ortaya çıktı ki Türkiye toplumu değişime açık. Öyle kemikleşmiş filan değil. Öyle bazı sürüler var mı? Var tabii. Ama sorun onlar değil. Onların dışındakileri de görelim. O çok küçük bir azınlık. Büyük çoğunluk aslında bir arayış içerisinde. AKP-MHP faşizminin yarattığı Kürt düşmanlığı ve savaş politikaları sonucunda ortaya çıkan kriz, ekonomik kriz nedeniyle yaşayamaz durumda. Açtır, bir çare arıyor. Büyük baskı var, terör var, nefes alamıyor insanlar. Yani toplumlara bu götürülürse Türkiye’nin her yerinde insanlar bilinçlendirilebilir, örgütlendirilebilir. Karadeniz’de olabilir, orta Anadolu’da olabilir, her yerde olabilir. Olmaz denilen yerlerde yaşanan olaylar, ortaya çıkan sonuçlar nedeniyle olabileceği açığa çıktı. O halde demokrasi güçleri DEM Parti, diğer partiler, bütün o Emek ve Özgürlük İttifakını, geniş bir barış ve demokrasi hareketini Türkiye’de geliştirmek lazım. Kurdistan’da zaten bir sistem var. Orada halk kendi işlerini yürütüyor. Onların içinde hareket etmek marifet değildir. Önemli olan yeni alanlara gitmek, açılımlar yapmak, farklı görüşte olan insanları doğruya çekmek ve onların içinde propaganda, eğitim yaparak, onlara özgürlükçü demokratik düşünceleri kazandırmak… Bu bakımdan bütün siyasi çevreler, mevcut partiler Türkiye’de bu durumu avantaj olarak görerek seferberlik düzeyinde bir propaganda ve örgütlenme çalışması yürütmeli. Yani buna açık bir durum var. Gerçekten de böyle bir çalışma hem taraftar bulur hem de bu yönetimi en kısa zamanda düşürür, alternatif demokratik yönetimi geliştirir.
BÜTÜN KESİMLERE GİTMEK LAZIM, YAPAN KAZANIR
Şunu ifade etmek lazım. Türkiye’de yeni bir süreç başladı. Demokratikleşme süreci, demokratik bilinç, örgütlülük ve eylem gelişecek. Artık bundan sonra yani faşizm yıkılacak, bütün etkileri silinecek, demokratikleşme gelişecek. Kürt özgürlüğü bunda temel bir dayanak oldu. Ne yaptılarsa, ne kadar baskıyla yaptılarsa Kürt halkına geri adım atamadılar. Bu, Türkiye’nin demokratikleşmesinin motor gücüdür. Dimdik ayakta, canlı bir biçimde duruyor. Sırtını ona dayayarak Türkiye’nin her tarafında, bütün kentlerde çalışmak lazım. İstanbul’dan İzmir’e, Ankara’dan Çukurova’ya, Karadeniz’e, büyük küçük demeden mahallelere, işçilere, emekçilere, kadınlara, bütün kesimlere gitmek lazım. Her cinsten, renkten, inançtan insana ulaşmak gerekli. Bu faşist, soykırımcı, sömürgeci zihniyeti, siyaseti, sistemi anlatıp onlardan demokratikleşme istemek gerekli. Bunun önü açılmıştır. Yapan kazanır, onu söyleyebilirim. Ben yurtseverim, demokratım, devrimciyim diyen gücün yapacağı bu olmalı. Bu temelde demokrasi hareketi güçlü bir biçimde gelişebilir. Şu kadar belediye kazandık, şu kadar oy alıyoruz diyorlar. Böyle olsa yüzde 20-30 alır, birinci parti haline gelir demokrasi bloku. Birinci blok olur. Kitle tabanı en çok olan odur çünkü.
CHP DEMOKRASİ İLKELERİNE SADIK OLABİLECEK Mİ?
Diğer yandan Özgür Özel’in başkanlığındaki CHP, işte Kılıçdaroğlu’nun düşüşü ardından girdiği seçimde yeni bir durum yarattı. Birinci parti oldu, sorumluluk üstlendi. 50 yıl önce Ecevit de öyle bir çıkış yaptı. Fakat ideolojik olarak, resmi ideoloji denen, özünde de kültürel soykırımı ifade eden, Kürt düşmanlığı biçiminde somutlaşan zihniyeti ve siyaseti aşamadığı için bir yenilik yaratamadı. O kadar uğraştı, mücadele etti, bakın izi bile kalmadı. Şimdi bir CHP için bir şans, fırsat olabilir mi? Özgür Özel yönetimi gerçekten bu durumu aşabilir mi bilemiyoruz. Aşmasını ister insan. O zihniyeti ve siyaseti aşabilir mi? Cumhuriyet kuruculuğu var ama bu cumhuriyet demokratikleşme değil. Dolayısıyla aslında cumhuriyet de olmadı; vesayet yönetimi denildi hep. Kendileri söylüyorlar, biz söylemedik. Vesayet yönetimi altında kaldı. Gerçekte bir cumhuriyet de olamamıştır. Şimdi cumhuriyet olabilir mi? Cumhuriyet olabilmesi için bir zihniyet ve siyaset değişimine ihtiyaç var. Nedir bu zihniyet ve siyaset? Gerçek cumhuriyeti özümseyecekler, bir de cumhuriyetin demokratikleşmesini gerçekten isteyecekler. Asgari demokrasi ilkelerine sadık olacaklar. Böyle bir program ortaya koyabilecek mi?
Asgari demokrasi programı ortaya konulursa, burada Türkiye’nin bütün sorunlarının dayandığı şey, Kürt sorunu. O da savaş olarak, siyasi kriz, ekonomik kriz olarak ortaya çıkıyor. Dikkat edelim, İmralı’da tecrit olarak ortaya çıkıyor. Bu konularda yeni politikalar geliştirebilecek mi? Demokratikleşmenin, sorunların demokratik çözümünün önünü açacak, zeminini oluşturacak güvenilir adımlar atabilecek mi? Biz atmasını isteriz. Gerçekten isteriz.
KÜRT’Ü İNKAR EDEBİLMEK İÇİN TÜRK GERÇEĞİ DE İNKAR EDİLİYOR
Cumhuriyet Halk Partisi adına yönetimin içinde yer alan bazıları tarihi çarpıtıyorlar. Doğru söylemiyorlar. Kürtleri Cumhuriyet karşıtı olarak göstermeye çalışıyorlar. Cumhuriyet iradesiyle çelişmiş olarak göstermeye çalışıyorlar. 100 yıldır uyguladıkları Kürt karşıtlığını, Kürt katliamlarını, soykırımları buna dayandırmak istiyorlar. Bu doğru değildir, yanlıştır, yalandır. Bunlar iftiradır. Bir tarihi gerçeklere yeniden iyi bakalım. İngiliz ve Fransız işgaline karşı Kürtler savaştı. Korudular bu toprakları. Yunan işgaline karşı savaşı en çok Kürtler destek verdi. Kendini şu bu sayan Türk şovenizmi ile dolu olan bazıları, Yunan işgali Eskişehir’e yaklaştığında Ankara’yı bırakıp Erzurum’a kaçalım derken Kürt vekilleri, bir adım bile atılmayacak, dediler. Ankara’yı öyle tuttular. Kim bunu inkar edebilir? Hepimiz bunu çok iyi biliyoruz. Cumhuriyetin kuruluşuna en büyük hizmeti Kürtler yaptılar ve en çok Cumhuriyetçi tutum gösterdiler. Dolayısı ile Cumhuriyet karşıtı kurucu iradeye karşı, şu bu… Bunlar yanlış ve yalan. Cumhuriyet Kürtlere sahip çıkmadı. Cumhuriyet, cumhuriyet olamadı, demokratik tutum geliştiremedi. Kürtlerle bu ittifakı yaptıkları dönemde aldıkları kararları uyguladılar. Kürtlere muhtariyet vereceklerdi. Her türlü söz verdiler, Anayasa’ya da koydular ama sonra değiştirdiler hepsini. Şimdi en son Anayasa’da öyle bir madde ortaya çıkardılar ki, Kürt’ü inkar edebilmek için Türk gerçeği de inkar ediliyor.
Türk tarihi inkar ediliyor. Ne deniliyor? “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür.” Türk budur. Türkiye Cumhuriyeti yüz yıldır var. Peki Türk yüz yıldır mı var? Yüz yıl önce Türk yok muydu bu dünyada? Yüz yıllık bir toplumsa, hiçtir. O toplum olmasa daha iyidir. Bu kadar tarih inkarcıları olamaz. Başkalarını inkar edelim diyerek bu inkarcı, soykırımcı zihniyetle kendi kendini de inkar etmeye gidiyor. Üstelik bu maddenin adı da değiştirilemez, değiştirilmesi tartışılamaz. Teklif edilemez, tartışılamaz, istenemez. Yani istemek en büyük suç. Halbuki maddenin kendisi Türklüğü inkar ediyor. Bu kadar soyut, yüzeysel gerçeklerden uzak hale gelindi.
Çok uzatmaya gerek yok. Bunları herkes biliyor. Aslında bilmiyor değiller. Biz kimseye bir şey anlatacak değiliz. Biz sonradan öğreniyoruz. Bu iktidar çevreleri, egemen güçler her şeyi çok iyi biliyorlar, zaten bilerek yapıyorlar. Dolayısıyla gerçekten biraz dürüst, asgari demokratik kurallara bağlı olunacak mı? Aslında biz bunu görmek istiyoruz. Görülürse tabii ki destek bulur. Ama bu konuda uzatmaya gerek yok. Bu konuda hele iktidar olalım, zamana ihtiyacımız var denilmemeli. Yok öyle bir şey. Şimdi iktidar olunmuştur. Ne yapılacağı konusunda somut bir tutum konulmalı. Eğer öyle olursa CHP kendini yenileyebilir, demokratikleştirebilirse gerçekten yeniden bir rol oynayabilir. Ve bu son seçimin ifade edilen dönemecinde rol oynayan bir güç de CHP olur. Böyle olursa iyi olur.
TÜRK ORDUSU 40 YILDIR DURMADAN YENİLGİ ALIYOR
Ben öncelikle en son ilan edilen Dersim şehidimiz Eser Warşîn yoldaş şahsında tüm HPG ve YJA Star şehitlerini, tüm özgürlük mücadelesi şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Yine 16 Nisan, Hozan Sefkan ve arkadaşlarının şehadet yıl dönümü. 17 Nisan, Arap Aziz yoldaşın şehadet yıl dönümü. Hozan Sefkan ve arkadaşları şahsında tüm şehitlerimizi, Aziz yoldaş şahsında tüm Arap şehitlerimizi saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Aynı zamanda Enfal Katliamı’nın yıl dönümleri yaşanıyor. Başurê Kurdistan’daki Saddam Hüseyin diktatörlüğü tarafından geliştirilen saldırılarda şehit düşenleri, tüm Enfal şehitlerini de saygı ve minnetle anıyorum.
Gerilla bu sürece damgasını gerçekten vurdu. Kış boyu geliştirdiği devrimci operasyonlarla şimdi ortaya çıkan siyasi durumu hazırladı. Özgürlük Hamlesinin gelişimine en büyük katkıyı sundu. 31 Mart Yerel Seçimlerinde AKP-MHP faşizminin yenilgi almasının temellerini döşedi. AKP-MHP faşizmine gerillanın vurduğu darbeler, askeri olarak yaşattığı yenilgiler yerel seçimlerde yenilir hale getirdi. Bunu herkesin bilmesi lazım. Dolayısıyla o devrimci operasyonlar çok önemliydi, çok anlamlıydı. Bir de çok başarılıydı. Hiç kimsenin yapamayacağı bir şeydi. Biz önce de söyledik; hiç kimse HPG ve YJA Star gerillası gibi savaşamaz. Onun savaştığı yerlerde var olamaz. HPG ve YJA Star gerillalarının yaşadığı koşullarda hiçbir ordu yaşayamaz. Zap’ta, Avaşîn’de, Metîna’da tünellerde timler içerisinde hiçbir askeri güç direnemez. Ne ABD’nin, ne Çin’in, ne Rusya’nın ne de bir başka gücün ordusu bunu yapamaz.
ÖYLE BİR GERİLLA VURUŞU KARŞISINDA KİM DURABİLİR?
Türk ordusunun ne hale geldiği de ortada. NATO’nun ikinci büyük ordusu aslında NATO’ya güya ivme kazandıran, ruh veren ordu olarak görülüyordu. Şimdi ne hale geldiğini görüyoruz. Önceki gün basına yansımıştı; siz de izlemişsinizdir. Yani bir Tepê Amediyê Sendromu yaşanıyor. Zap sendromu vardı zaten. Daha önce sendrom üzerine sendrom yaşadılar. Nusaybin sendromu, Kurdistan sendromu. Türk ordusu 40 yıldır durmadan yenilgi alıyor. Derler ya, yenilen pehlivan güreşe doymaz; o misal. Durmadan tekrar tekrar operasyon yapacağım, yeneceğim, terörü bitireceğim, diyor. Hala Tayyip Erdoğan kalkmış, bu yaz da bütün hepsini sonuca götüreceğim. Kaç yaz geçti? Sen yirmi iki senedir iktidardasın, yirmi iki tane yaz geçmiş; neredeydin diye sormazlar mı insana? Kim senin o sözüne inanır? Dolayısıyla kimse inanmıyor. Deniyor ki, hiç kimse Tepê Amediyê’ye gelmek istemiyor. Yüzlercesi istifa etmiş. Kendilerini vuruyorlarmış, intihar edenler varmış. Hastalık bahanesi yapanlar varmış. Ama hiç kimse durmak istemiyor. O görüldü. Yani yaşanmış, canlı bir eylemdi. Tarih boyunca gerçekleşmiş en canlı savaş filmiydi. Öyle bir gerilla vuruşu, duruşu, coşkusu karşısında kim durabilir, kim yaşayabilir? Doğaldır yani. O insanları kötülememek lazım. Onları oraya götüren, gönderenlere kötü denmeli. Onlar sorumludurlar, kendileri gelsinler. O mücadelenin ortasında birde kendileri gelsin görelim. Tayyip Erdoğan’ın çocukları gelsin. Çoğu askerliğini yapmamıştır. Kimi kandırıyorlar? Parayla satın alıyorlar insanların canını, ölüme gönderiyorlar. Başkalarını öldürmeye gönderiyorlar. O insanlar ne haldeler? Çığlık çığlığa. Kış boyu gerçekten de bir cehennemi yaşadılar. Zap faşizme mezar oldu, cehennem oldu. Bu, açık gerçek.
TIPKI SADDAM HÜSEYİN GİBİ TÜM GÜCÜNÜ SAVAŞA SÜRECEK
Bunun böyle olacağını, dolayısıyla bu duruma gelinmemesi gerektiğini ifade ettik. Fakat kimse dinlemek, anlamak istemedi. Şimdi gerilla, bütün bu olup bitenlerden gerekli sonuçları çıkardı. Biz Hareket olarak çıkardık. Geçmişin değerlendirmelerini yaptık, derslerini çıkardık. Özümsedik biz de. Durmadık, çalıştık, hazırlandık. Yaşanan bu siyasi askeri mücadelenin sonuçları temelinde ortaya çıkan başarıları temelinde daha büyük bir coşku, heyecan, enerji ortaya çıktı. İnisiyatif hareketimizdedir. Dolayısıyla daha hazırlıklıyız.
Şunu ifade edebilirim; en kritik mücadele sürecindeyiz. Önce de belirttik; başka çaresi kalmamıştır. Bunu yapsa da yıkılacak ama en azından ömrünü uzatmak için elindeki tüm gücü savaşa sürecek. Tıpkı Saddam Hüseyin gibi. Saddam Hüseyin de öyle yaptı. Sonunun ne olduğunu gördü. Onun gibi olanların sonu hep öyle olacak. Bundan korkuyor zaten. Bunun için Kürt düşmanlığı yaparak, Kürtlere karşı soykırım savaşını öne çıkartarak, Türkiye’de şovenizmi, ırkçılığı, milliyetçiliği geliştirerek sözde uzlaşmaya çalışacak.
KİMSE BUNA ALET OLMASIN
Başta CHP olmak üzere Türkiye’nin siyasi çevrelerini uyarıyorum. Buna alet olmasın kimse. Bu tür şeylere kalmasınlar. Türk ordusunun Irak’ta ve Suriye’de ne işi var? Bunu söyleyebilirler. Bunu söylemek milliyetçilikten uzaklaşmak değildir, yurt sevgisinden kopmak değildir. Tam tersine kendi iktidarı için Türk evlatlarını Irak’a, Suriye’ye, bilmem Libya’ya, şuraya buraya gönderen, bunu paralı asker olarak ölüm üzerine gönderen bir yönetimden kurtulmaktır. Bir anlayıştan kurtulmaktır. Bu insanları böyle bir felaketten kurtarmaktır. Bundan daha doğru düzgün, onurlu tutum olamaz.
Bu bakımdan herkes daha çok dikkat etmeli. Böyle özel savaş propagandalarına kimse aldanmasın. Şunu vuruyoruz, bunu kırıyoruz, şöyle yapıyoruz, tekniğimiz şöyledir, savaş sanayimiz böyle gelişti… Hepsi görüldü. Newroz’da açıklanan sonuçlar ortada. Yani o çok övülen tekniğin gerilla karşısında, gerillanın vuruşu karşısında ne hale geldiği, parçalarının nerelerden toplandığını dünya alem gördü. O bakımdan Türkiye insanlarının, emekçilerinin paralarının, gelir kaynaklarının oralara o biçimde heba edilmesi yazıktır. Bir de “bizden” denilen Kürtleri öldürmek için bunun yapılması anlaşılır ve kabul edilir bir durum değil. Kim buna karşı çıkamıyorum, milliyetçiliğim elvermiyor diyorsa, onun milliyetçiliği kadar yalancı ve sahte bir milliyetçilik söz konusu olamaz. O bakımdan işte bundan sonrası daha önemli. Herkes dikkat etmeli. Demokrasi isteyen, özgürlük isteyen, adalet, eşitlik isteyen herkes bu sürece dikkatle yaklaşmalı. Bu Türkiye’nin başına 20 yıldır karabasan gibi çökmüş olan bu faşist yönetimden kurtuluşu sağlamaya çalışmalı. Süreç o süreçtir, faşizmin çöküş sürecidir. Bunu elbirliğiyle gerilla direnişi öncülüğünde başaralım.
FAŞİZM HER ŞEYE KADİR DEĞİLDİR
Yönetimimiz Wan’daki durumu yeni bir ruh olarak değerlendirdi, yeni bir tarz dedi. Yeni bir çıkış olarak da ifade etti; katılıyorum. Şimdi koşulları oldu da böyle yapıyoruz diye değil, bir özeleştiri temelinde katılıyorum. Hep böyle olmalıydı. Bu kadar faşist, sömürgeci, soykırımcı özel savaş saldırıları karşısında her yerde, her zaman böyle olmalıydı. Hep tepki gösterilebilirdi. O cesaret ve fedakarlık içine girilebilmeliydi. Ne olurdu? Biraz saldırı gelirdi. Ama sen örgütlü, hazırlıklı olursan faşizm her şeye kadir değildir. Devlet, iktidar her şeye kadir değildir. Bu Wan’da da kanıtlandı, Şırnak’ta da kanıtlandı. Oysa o kadar hakaret yaşandı, özel savaş saldırıları o kadar çoğaldı ki, yapmadık eziyet kalmadı, işkence kalmadı, haksızlık ve hakaret kalmadı. Ne yapmadılar ki! Mezarlıkları kırıyorlar. Kemikleri aldılar, mezarların üzerine apartmanlar yaptılar, mezarlıkları taşıdılar, insanları arabalara bağlayıp sürdüler. Cenazeler sokakta kaldı günlerce, haftalarca. Bu faşist rejim altında insanlar, ölüler bile rahat edemiyor. Yaşayanlara da her şeyi yaptılar. Şimdi zindanlar dolu işte, göz önünde bunlar. Buna karşı büyük direnişler oldu, hamleye katıldılar. 27 Kasım’dan 4 Nisan’a kadar o da güçlü oldu. Şimdi de yeni yöntemlerle sürdürüyorlar. Bu direniş niye? Çünkü büyük baskı var, zulüm var. Dışarıda da var, zindanda da var. Büyük öfke var. Yapılmayan kalmadı gençlere, kadınlara, çocuklara.
İşkence, çocuk istismarı diye bir kavram uydurdular. İstismar dedikleri, tecavüz ediyorlar. Tecavüz demeye arları yetmiyor. Madem arınız yetmiyor, niye yapıyorsunuz o alçaklığı? O zaman yapmayın. Hem yapıyor hem de kelimeler, kavramlarla oynayarak insanlık suçunu meşrulaştırmaya çalışıyorlar. AKP yönetimi altında bunlar yaşandı. Kürt kadınları kızları için, “Bu kadar dağa çıkacaklarına fahişe olsunlar” dediler. Bundan daha büyük hakaret mi olabilir?
HALKIN GÜCÜNÜ KIRACAK BİR GÜÇ YOKTUR
Toplumsal kültürümüzü, özgür yaşam ilkelerimizi dikkate alalım. Dolayısıyla, şunu söylemek istiyorum. Tepki vermek, direnmek gerekli. Bu tür saldırılara her yerde, her zaman karşı koymak lazım. Dikkat edilirse halkın gücünü kıracak bir güç yoktur. Ondan daha büyük bir güç yok. Gençliğin, kadının gücünden daha büyük bir güç yok. Gençler nasıl Wan’da saldıranları perişan ettiler? Şırnak’ta nasıl suçüstü yakalandı özel savaş uzmanları? Onlar örgütlenmiş bir ordu gibidirler. Çoğu askeri güç zaten parayla donatılmış. Onlar her türlü yalanı, hileyi ortaya koyuyorlar. Baskıyla, yalanla, parayla insanları aldatıyorlar, düşürüyorlar. Gençlere, çocuklara her türlü hakareti yapıyorlar. Bunlara asla fırsat vermemeliyiz. Yani bu anlamda gerçekten de bir Wan ve Şırnak ruhu oluştu. Wan ve Şırnak çizgisi var diyelim. Bu doğru ve onurlu tutumdur. Tek yurtsever tutum, doğru, onurlu ve yurtsever tutum… Bu her zaman, her yerde herkesin göstermesi gereken tutum. Bundan sonra her yerde bu tutumu göstermeliyiz. Nerede en küçük bir saldırganlık oluyorsa derhal hesap sormalıyız. Şikayet etmekle bir şey olmaz. Yakınmakla bir şey olmaz. Bazıları öyle yapıyorlar. Yani şikayet ediyorlar, yakınıyorlar, bize baskı yapıyor, şöyle bize işkence yaptılar, şu bu… Sen ne yaptın? Niye o kadar kendini perişan hale getiriyorsun, çaresiz kılıyorsun. Elin, ayağın yok mu? Aklın yok mu? Gücün yok mu? Sen de örgütlen, bilinçlen, sen de mücadele et. Karşındaki seni yok etmek için o kadar örgütlenip, saldırı yaparken sen yaşamak için en az onun kadar direnmiyorsun? Niye sorumluluk duymuyorsun? Böyle olmaz. Yurtseverlik, demokratlık, sorumluluk demektir, bilinç demektir, örgütlülük demektir, özgürlük demektir. Kendi yaşamının sorumluluğunu almak, yaşamına dönük her türlü saldırı karşısında kendi savunmasını yapıp güvenliğini sağlamak demektir. Buna öz savunma bilinci deniliyor. Böyle bir mücadeleye öz savunma mücadelesi deniliyor. Bunu yapacağız. Bu öz savunma bilinci gelişecek. Öz savunma örgütlü gelişecek. Başkasından bekle, hep şikayet et. Bununla olmaz. Bekleme, başkasından isteme tutumu kölenin tutumudur, mücadeleci, özgürlükçünün değil. Özgür insan, mücadele eder ve kazanır. Dişle, tırnakla söker, alır her şeyi. Hak verilmez, alınır diye bir gerçeklik var. Her şey mücadeleyle kazanılır. O bakımdan mücadele edeceğiz.
WAN VE ŞIRNAK HALKI YENİ BİR DURUM ORTAYA KOYDU
Ben Wan halkını da, Şırnak halkını da kutluyorum. Yeni bir durum ortaya koydular. Bunu özümsesinler. Kurdistan’ın, Türkiye’nin bütün kentleri, kasabaları, mahalleleri bu gerçekliği özümsesin. Ortaya çıkan sonuç net, mücadele edilebilir ve de kazanılabilir. Bunu herkes, her yerde, her zaman yapabilir. Ölçü bu. Bundan sonra AKP-MHP faşizmden gelecek her türlü saldırı karşısında gösterilmesi gereken doğru tutum, bu direniş tutumudur. Sokağa dökülüp meydanlar doldurulmalı. Kim saldırıyorsa üzerine gidilmeli. Her türlü araçla gidilmeli, örgütlü olmalıyız. Tabii ortalıkta yalnız başına dolaşma olmamalı. Dikkatli olmalıyız, planlı olmalıyız, donanımlı olmalıyız. Saldırıları kaldırabiliriz.
O bakımdan özel savaş gerçeğini zaten herkes biliyor ama özel savaşa karşı mücadele diye ortaya konan şeyler çok yumuşak, çok pasif. Gençlik bir şey yapmak istedi, biz önemsedik. Ama şunu söylemiştik o zaman; özel savaşa karşı devrimci savaşla durulur. Devrimci savaş budur işte. Halk savaşı, halk direnişi budur. Her yerde halk direnecek, mücadele edecek. Edebilir, edemez diye bir şey yok. Edilebileceği kanıtlandı.
O halde başta gençler ve kadınlar olmak üzere gerçekten de bir özeleştiri ile hepimiz kendimizi yenilemeliyiz. Bilincimizi düzeltmeliyiz. O pasif, teslimiyetçi ruh halini, duruşları bir kenara etmeliyiz. Bu küçük burjuvalık mıdır, orta sınıf mı ne deniliyorsa, bu tür anlayışlar ve ruh halleri yerin dibine batsın. Özgürlük bilinciyle donanacağız, Apocu özgürlük bilincini ve iradesini özümseyeceğiz. Kendimizi bu temelde eğiteceğiz, örgütleneceğiz ve kendi yaşamımızı kendimiz yaratacağız. Komünal temelde çalışarak, her türlü saldırı karşısında direnerek kendi güvenliğimizi kendimiz sağlayacağız. Önder Apo dedi, “Dünyayı yenecek gücümüz olsa da hiç kimseye saldırmayacağız ama dünya birleşip üzerimize gelse meşru demokratik haklarımızdan asla taviz vermeyeceğiz.” Özgür yaşamı asla bırakmayacağız. Bizim felsefemiz bu. Kürt kadınlarının, gençlerinin, özgür Kürt insanının felsefesi bu. Bundan sonra bu felsefeyle bilinçleniyoruz, örgütleniyoruz, yaşıyoruz, mücadele ediyoruz. Başka bir ölçü yoktur. O bakımdan da bu direnişler bizi kendimize getirdi. Büyük direnişlerdi. Wan ve Şırnak direniş ruhunu selamlıyorum. Yani herkesi bu direniş ruhunu özümseme ve bundan sonra her türden özel savaş saldırılarına karşı böyle bir direnme ve kazanma tutumunu göstermeye çağırıyorum.
KÜRT TOPLUMU GENÇ BİR TOPLUMDUR
Gençliğin tutumu bu geçen süreçte iyiydi, olumluydu. Gençliğin özgürlük hamlesinin gelişimine etkin ve aktif katılımı oldu. Avrupa’daki Dünya Gençlik Konferansı’ndan başlamak üzere hem yurt dışında hem de dört parça Kurdistan’daki eylemlerde öncü rol oynadı. Kendisi aktif eylemlilik geliştirdi. Mart ayı boyunca da hamlelerde yer aldı. 8 Mart’ta genç kadınlar en öndeydiler. Newroz’da gençlik en öndeydi. Bu seçim iradesinde de gençliğin iradesi güçlüydü. Şunu gösterdi Kürt gençliği, Kürt toplumu genç toplumdur. Kürt gençliği bilinçli, eğitimli, özgür yaşamda ısrarlı ve kararlıdır, mücadelecidir, fedaidir, Apocu gençliktir. Fedai çizgisinde yaşıyor ve mücadele ediyor. Dolayısıyla hiçbir saldırı onu durduramaz, iradesini kıramaz. Özgür yaşamdan uzaklaştıramaz. Bunu ortaya koydular, gösterdiler. Fakat daha iyi anlamak da gerekiyor. Mesela bu özel savaş saldırıları karşısında her zaman bu tutumu gösteremediler. Örgütlü olamadılar, direngen olamadılar. Çoğu genç darbe yedi, kaçırıldı. Yalnız başına, almış kaçırmışlar. Ondan sonra geliyor; bana şunu yaptılar, bunu yaptılar. Basından izledik, çok tepki duyduk. Peki sen neredeydin? İki kişi, üç kişi seni bindirmiş, kaçırmış. Sen niye yalnız başınasın? Onların silahı varsa senin niye yok? Öyle bir dünyada yaşıyorsun. Karşında düşmanın seni yok etmek için silahlı geziyor. Sen ne bekliyorsun? Böyle yaklaşmak lazım.
YURTDIŞINA BEL BAĞLAMAMAK LAZIM
Örneğin, bu göçertme de bir özel savaş politikasıdır. Özel savaş soykırım uyguluyor. Özel savaş her yerde aynı şeyleri uygulamıyor. Kurdistan’da soykırım uygulanıyor. Soykırımcı özel savaş var. Demografik yapı değiştiriyorlar. Katliam yapıyorlar, kültürel soykırım yapıyorlar, asimilasyon yapıyorlar. Soykırımcı yöntemle göçertme, demografi değiştirmekten tutalım, ülkeden ana yurttan uzaklaştırmaya kadar her yöntemle saldırıyor. Bir defa bu iyi kavranılmalı. Bu kadar Kürt gençleri özgürlük mücadelesi bu kadar varken yurt dışına gidiyorlar? Baskılar var, zulüm var, faşist terör var, diyerek bunu izah edemeyiz. Onlar varsa sen de varsın. Gençsin. Mücadele etme görevin var. Mücadele eden gençler var. Gerillaya katıl, dağa çık. Örgütlen, gizli örgütlenme yap, yeraltına gir. Ama vatanında yaşa, ülkede yaşa. Ufak bir şey oldu, aranır duruma düştüm hemen ülke topraklarını bırakayım gideyim. Böyle olmaz! Bir defa buna karşı çıkmak lazım. Bunu meşru görmemek gerekir.
Yurtdışına çok bel bağlamamak lazım. Bu yurtdışında iş çok, bilmem imkan çok, şöyle güzelmiş, Avrupa’da şunlar varmış. Hepimiz Avrupa’da idik. Ben avukatıma dedim, Almanya’nın hepsini üzerime tapulasanız, bana verseniz bir gün bile tutamazsınız. Tutamadılar da zaten. Yani o kadar oralara öykünmemek lazım. Ülkeye dönüş yapabilmek gerekli. Biraz derlenmiş, toparlanmış ise ülkeye dönüşler olabilmeli. Başka işi yoksa, özgürlük mücadelesi için çalışmıyorsa, önemli rol işlev görmüyorsa elbette ki ülkeye dönmeli. Cezaevlerine koyuyorsa mücadeleye katılmalı, gerillaya katılmalı.
Diğer yandan geçen sefer biz dedik ki TC’nin alamadıklarını Almanya alıyor, yargılıyor, Fransa ve İsveç veriyordu. Biz söyledikten sonra mı oldu? Eğer bizden kaynaklanıyorsa bir şey diyemem. Bu sefer Türkiye’ye iade ettiler. Siz öyle derseniz, biz de böyle yaparız der gibi.
KENDİMİZİ BAŞKALARINA EMANET ETMEYECEĞİZ
On sene önce Paris’in ortasında Sakine arkadaşları katlettiler. Geçen yıl Paris’in ortasında Evîn arkadaşları katlettiler. Şimdi bu kadar göz önünde katliam yapanlar ne yapmazlar ki? O halde kendi güvenliğimizi sağlayacağız. Kendi olduğumuz yerlere dikkat edeceğiz. Bunlar bizi korurlar, buralar rahatmış diyerek kendimizi başkalarına emanet etmeyeceğiz. Öncelikle bunu belirtelim.
Diğer yandan işte bunlar bazı olayları daha iyi açığa çıkardı. Tabii basına da yansıyor. Bunu yapanlar açığa çıkıyor ki, katliamlarda da ortaklar. Niye bu katliamlar yapıldı, niye aydınlatılmadı? Hepsinin üstünü kapatıyor Fransa. İşte işbirliği yapıyorlar. Çıkar ortaklığı, pazarlık ortamı. Siyaseti ticarete dönüştürmüşler. Bu gerçeği görmek lazım. İnsanlara da, her şeye de böyle yaklaşıyorlar. O halde bunları yaparlar. Tedbirli olmalıyız. Bu güçlerin gerçeklerini teşhir edelim, daha fazla tecrit edelim, mücadele edelim. Yani yaptıklarının hukuk dışı olduğunu söyleyelim. Ama kendi tedbirimizi almamız lazım. Hangi hukuktan ve hukuk dışılıktan söz ediyoruz? Önder Apo’yu 26 senedir İmralı işkencehanesinde tutuyorlar. Sara yoldaşı iltica verdikleri yerde, gün ortasında Paris’te vurdular. Bunu yapanlar her şeyi yaparlar. O halde yapabileceklerini bilelim, o halde kendi tedbirlerimizi geliştirelim. Özellikle Kürt gençliği bu konuda daha duyarlı olsun, örgütlü olsun, doğru ölçü ve tutum sahibi olmayı bilsin.
İRAN ÇATIŞMA İÇİNE ÇEKİLMEYE ÇALIŞILIYOR
İran’ın İsrail’e saldırısı oldu. Herkes diyor, zaten beklenen olaydı. İran misilleme yapacağını açıklama yapmıştı. Bu saldırıların misilleme olduğunu da söyledi. Biz de izliyoruz. Bilgi edinmeye, değerlendirmeye çalışıyoruz, tartışıyoruz. Yönetimimiz, Hareketimizin görüşlerini kamuoyuna gerektiği zaman duyurur. Yani bağlayıcı olan görüşler onlardır. Fakat kişisel olarak şimdiki bilgilere dayalı bir biçimde birkaç cümle söylemek gerekirse, şunu ifade edebilirim. Olay bir defa ikinci Gazze savaşının başlangıcına benziyor. Çeşitli tahriklerle, oyunlarla, provokasyonlarla Gazze halkına dönük bu işgalci, katliamcı saldırı süreci başlatıldı. Bunda Hamas rol oynadı, Tayyip Erdoğan rol oynadı. Organize eden ABD ve İsrail’dir. Biz bunları açık ifade ettik. O zaman kurban edilenler Gazze halkı oldu. Yani kimisi bilmem enerji yolunu sabote edeceğim diye bu işe girdi, kimisi enerji yolunun önündeki engelleri temizleyeceğim diye bu işe girdiler. Yani birbirlerini provoke ettiler. Belki de danışıklı dövüş yaptılar. Sonuçta İsrail’in Gazze’ye girip bu kadar katliam yapması, egemenlik geliştirmesinin zeminini oluşturdular. Bu sonucu doğurdular yani. Şimdi de sanki aynı şey yapılmak isteniyor gibi. O zaman Tayyip Erdoğan, Hamas vesile yapıldı, şimdi de İran vesile yapılmak isteniyor. İran’la gerginlik ve çatışma içine girilerek, sanki İsrail’in Gazze’de ve diğer alanlarda bazı güçlere karşı daha fazla saldırı yapmasının zemini hazırlanıyor, önü açılıyor gibi geliyor bana. Çünkü bu durumu İsrail yarattı.
İran en son saldırıyı yaptı diyoruz ama İran’ın, işte altı ayını geçen bu savaşın içine çekilebilmesi için İsrail ve Türkiye yönetimleri tarafından çok büyük bir tahrik geliştirildi. Özellikle Tayyip Erdoğan yönetimi, Türk basını o boyalı basın; yani AKP basını, İran’ı savaşa sokabilmek için yapmadıklarını bırakmadılar. İsrail yönetimi de benzer durumlar gösterdi. Son Suriye’deki elçiliğe saldırısı da bu düzeydeydi. Bunu görüp anlamak lazım. İran yönetimi geçen süreçteki bütün bu tahriklere karşı basiretli bir tutum gösterdi aslında. Yani çok tahrike gelmedi.
Suriye’deki konsolosluk saldırısını ise bu düzeyde ele aldı. Zaten misilleme yapacağını açıkça belirtti. Misillemeyi de bir gövde gösterisi biçiminde yaptı. Sonuçlarının ne olduğu mesele değil ama sanki şöyle oluyor: İsrail’le İran şimdi çatışıyor. Bu biçimde İran çatışma içine çekilmeye çalışılıyor. Taraflar, dıştan çok hep içe oynuyorlar. Örneğin AKP yönetimi, Tayyip Erdoğan bütün HAMAS edebiyatını, Filistin edebiyatını, seçimlerde oy alabilmek, seçimleri kazanabilmek için yaptı. Tamamen iç politikanın aleti olarak yaptı. Şimdi Netanyahu yönetimi, bu tahrikleri, İran’ı çatışma içine çekmeyi, Gazze’ye daha fazla saldırı yapmanın zeminini yaratmak için yapıyor. İran’ın saldırısı da biraz ona benzedi. Karşı tarafa darbe vurduğundan çok İran toplumunun ya da yanındaki taraftarlarının gönlünü hoş etmeye dönük, onlara bir başarı armağan ediyor gibi.
ÇÖZÜM PROJEMİZ DEMOKRATİK KONFEDERALİZMDİR
Biz bu tür savaşlara karşıyız. Çıkar savaşlarına, emperyalist savaşlara, sömürgeci, işgalci, soykırımcı savaşlara karşıyız. Sorunlar bu temelde çözülmez. Yani 5 bin yıldır Ortadoğu’da yaratılan ve biriktirilen tüm toplumsal sorunların çözüm yönteminin demokratik siyaset olduğuna inanıyoruz. Çözüm projesinin demokratik özerkliğe dayalı demokratik konfederalizm olduğunu ifade ediyoruz. Önder Apo, bunları yeni bir paradigma olarak geliştirdi. Teorik olarak tanımladığı programla bütün halkların önüne koydu. Tüm bu savaşları bitirecek, sorunları çözecek bir zihniyeti, siyaseti ve projeyi, programı netleştirdi. Yani bizim çözüm yaklaşımımız budur. Bu bakımdan istiyoruz ki halklar iradelerini daha fazla geliştirsin ve örgüt öğrensinler, bilinçlensinler. Yaşamları üzerinde daha çok söz sahibi olsunlar. Oldukları yerde demokrasi getirsinler. Bu kadar tekçi devlet, ulus devlet diktatörlüklerin var olmasına, baskı yapmasına fırsat vermesinler. Diğer yandan kardeşleşsinler tabii. Dolayısıyla demokratik halk yönetimleri ortaya çıksın. Onların özellikleri temelinde Demokratik Ortadoğu Konfederalizm oluşsun. Bizim çözüm projemiz böyledir. Diğer yaklaşımların hepsinin savaş, çatışma, katliam, gözyaşı olacağı netleşmiştir.
Bizim çağrımız bütün bölge halklarınadır. Gerçekler görülsün, bu çıkar zihniyetine ve siyasetine karşı çıkılsın. Milliyetçilikle, dincilik ve diğer şeylerle bu boğazlaşılarak, birbirini yok ederek bir yere varılmaz. Kardeşlik, demokratik tutum, demokratik özerklik ve demokratik konfederalizm çözümdür. Bu güzel bölgemizde, Ortadoğu’da demokratik yönetimlerle ve kardeşlik içerisinde hepimiz yaşayabiliriz. İnsanlığı var eden, toplumsallığı geliştiren, cennet denen bu topraklarda herkese yer vardır, yaşam imkanı vardır. Bu kadar gözü doymamış açlıktan uzak olmak lazım. Bu oburluğu, bu kadar aşırı sömürücülüğü bu topraklardan silmek gerekli. Ortadoğu insanının ahlakına, kültürüne tarihine aykırı bu. O halde tarihimizle birleşelim diyoruz. Çağrımız bu temeldedir. Bu temelde hareket eden tüm güçlerle de Demokratik Ortadoğu Konfederalizmini, Ortadoğu halklarının demokratik birliğini yaratmak için sonuna kadar mücadele edeceğiz. Bu temelde mücadeleye gelen herkesi de selamlıyor, başarılar diliyoruz.