Buralarda devletin eliyle polislerin, savcıların, valilerin, kaymakamların denetiminde çeteler örgütlendirilerek, gençler kandırılarak, para ile satın alınarak; ajanlaştırma, uyuşturucu kullanımı ve fuhuş çok yaygın bir hale getirilmiştir.
HABER MERKEZİ
Gençlik Kırımı
Bugün Gençlik Kırımı olarak nitelendirebileceğimiz politikalar, daha çok 1968 Devrimi ile birlikte, o zamana kadar yapılan tahlil ve değerlendirmelerden farklı olarak ele alınmaya ve geliştirilmeye başlamıştır. 1968 Devriminin Avrupa toplumu üzerinde yarattığı etki ve bu etkinin dünya geneline yayılması buna neden olmuştur. O zamana kadar gençlik, sahip olduğu dinamizm ve aktiviteye bağlı olarak görülürken, gerçekleştirmiş olduğu Devrim ile öncülük rolünü de ortaya koymuştur. Başlattığı ayaklanma ile iktidarları sarsmış, Fransa’da görüldüğü iktidar sahiplerini, koltuklarını bile terk ederek ülkeden kaçmakla karşı karşıya getirmiştir. Bu gerçek Avrupa açısından İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan yeni bir dönemin özelliklerini açığa çıkarırken; o zamana kadarki devrim tartışmaları ve stratejilerinin de gözden geçirilmesine neden olmuştur.
1968 Gençlik Devriminin açığa çıkardığı bu gerçeklik Sol, Devrimci, Demokrasi Güçleri tarafından bir değerlendirmeye tabi tutulduğu kadar, uluslararası sermaye güçlerce de önemle ele alınmış ve onları, yeni politikalar geliştirmek zorunda bırakmıştır. O süreçle birlikte, uluslararası güçlerin gençliğe yönelik politikası onun taşıdığı dinamizmi ve sahip olduğu devrimci öncülük rolünü ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Bunu gerçekleştirirken de, gençliği sistemin içerisine almayı öncelikli bir politika olarak benimsemiş ve toplumsal, siyasal vb. birçok alanda buna göre konumlandırmaya başlamıştır. Fakat bunu gerçekleştirirken, gençliği kendi kimliği ile değil, egemen siteminin bir parçası olarak kabul etmişlerdir. Türkiye gibi ülkelerde devrimci hareketlerin birer gençlik hareketi olarak yaşanmaya başlamış olması da bu güçlerin daha fazla telaşa kapılmalarını birlikte getirmiştir.
Türk egemenlerinin gençliğe yönelik geliştirdiği politikalar da buna göre belirlenmiştir. Özellikle de 1968?de Devrimci Gençlik Hareketlerinin gelişmesi ve bunların anti-emperyalist, anti-oligarşi bir çizgide olmaları Türk egemenlerini derin bir korku içerisine çekmiştir. Bunun bir sonucu olarak da 12 Mart 1971?de verdikleri askeri muhtıra ile yönetime el koyan NATO’cu Generallerin ilk olarak yaptıkları; gençlik örgütlerini dağıtmak, önder ve kadrolarını zindanlara almak ve katletmek olmuştur.
12 Mart 1971 Askeri darbesinden sonra da Türk egemen güçleri, devrimci gençlik karşısında izlediği bu faşist politikadaki ısrarını korumuştur. O nedenle gençliğe karşı sürekli bir yönelim içerisinde olmuştur. 12 Eylül 1980 Askeri darbesi ise gençliğe karşı yürütülen bu mücadelenin daha sistemli bir hale getirilerek bastırma harekâtına dönüşmesi anlamına gelmiştir. Böylece gençliğin bir daha başkaldırmasının önüne geçileceği varsayılmıştır. 12 Eylül?le birlikte başlayan süreçte de gençliğe karşı izlenen bu politika varlığını korumakla birlikte gençliği sistem içileştirme politikasına daha fazla ağırlık verilmiştir. Üç S diye adlandırılan; seks, sinema ve spor gençlik içerisinde temel aktivite haline getirilerek, ısrarla politikadan uzak kalmaları sağlanmaya çalışılmıştır.
AKP Hükümetleri dönemiyle birlikte de 12 Eylül’ün hâkim kılmaya çalıştığı bu politika, bizzat gençlerin kendi elleriyle gerçekleştirilmek istenilmiştir. İkinci Cumhuriyetin paradigması olan Türk-İslam sentezi doğrultusunda, başta üniversite ve lise dengi okullar olmak üzere tüm toplumsal alanlar içerisinde bu konuda somut örgütlenmeler ve çalışmalar içerisine girilmiştir. AKP çatısı ve himayesi altında oluşturulan ve içerisinde gençlik kelimesinin yer aldığı; üniversitelerde, mesleki kuruluşlarda, kültür ve spor aktiviteleri içerisinde yer almış olan dernekler, meslek öğretme kursları, öğrenci yurtları, öğrenci evleri, dershaneler vb. bu konudaki örnekler durumundadırlar.
Türk egemenleri tarafından hâkim hale getirilen bu gençlik politikası, Kürdistan’da çok daha etkili ve kuralsız bir şekilde özel-kirli savaşın parçası olarak uygulamaya konulmuştur. Kürt Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesinin bir gençlik hareketi olarak ortaya çıkması ve bugün de bir halk hareketi olma gerçekliği içerisinde bu özelliğini koruyor olması karşısında Türk egemenleri daha saldırgan bir tutum içerisine girmişlerdir. Bunu da gençliğe karşı her alanda politikalar gerçekleştirerek yapmaktadırlar.
Bugün Kürdistan’da gençlik sadece fiziki baskı ile sınırlandırma altında tutulmamaktadır. Ruhsal, düşünsel ve moral değerler açısından da sürekli olarak baskı altındadırlar. Nerdeyse Türk egemenleri Kürt Gençlerini her alanda kontrol altına almak istemekte ve Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesinden uzak tutmaya çalışmaktadır. Bunun için de tüm imkânlarını kullanmakta ve ne ahlaki ne de hukuki anlamda hiç bir kural tanımamaktadır. Kürt Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesinin açığa çıkardığı toplum gerçekliği içerisinde şekillenen gençliğin karşısına; Demokratik Ulus değerlerinden arındırılmış, kendi gerçeğine yabancılaştırılmış, dejenere, işbirlikçi bir gençlik çıkarma arayışı içerisine girilmiştir.
Burada asıl olarak da gençlik üzerine oynanan bu kirli oyunlarla toplumun bitirilmesi/kırıma uğratılması hedeflenmektedir. Kürdistan’ın hemen hemen her bölgesinde ve Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı metropollerde bu doğrultuda harekete geçilmiştir. Buralarda devletin eliyle polislerin, savcıların, valilerin, kaymakamların denetiminde çeteler örgütlendirilerek, gençler kandırılarak, para ile satın alınarak; ajanlaştırma, uyuşturucu kullanımı ve fuhuş çok yaygın bir hale getirilmiştir. Vizyona giren yeni filmlerinin Galaları, Gençlik şölenleri, defileler vb. adlar altında düzenlenen etkinliklerle gençlik özendirilerek, farklı yaşam arayışları içerisine çekilmektedir. Açılan spor kulüpleri ile de gençler kontra örgütlenmelere açık hale getirilmeye çalışılmaktadır.
Bu tür kontra örgütlenmelerin oluşturulmasında bizzat AKP hükümeti kendi içerisinde özel görevlendirmelerde bulunmaktadır. Mehmet Şimşek’İn Batman, Siirt vb. bölgelerde, eski Siirt Emniyet Müdürü Recep Güven’in (daha sonra 2012 yılında Diyarbakır atanan ve konuşmalarıyla dikkatleri üzerine çeken), R.T. Erdoğan’ın danışmanlarından eski Diyarbakır Valisi ve daha sonra da İç İşleri Bakanlığı görevinde bulunan Efkan Ala vb.lerinin yürütmüş olduğu faaliyetler bu anlamda çok dikkat çekici olmaktadır.
Türk egemenlerin bir toplum kırım yönelimi olarak gençliğe karşı uygulamaya koyduğu politikalar bunlarla da sınırlı kalmamaktadır. Ağır baskı, tecavüz, işkence, cezaevine alınma ve katledilme tehditleri altında tutulan Kürt gençleri, dinsel faaliyet yürütme görünümlü kontra çetelerin de açık hedefi haline getirilmişlerdir. Hizbi-kontra örgütlenmeleri, devlet koruması ve desteği ile bu konuda çok aktif bir şekilde hareket etmektedirler. Bu çerçevede, son dönemlerde Kürdistan Belediyelerine atanan kayyumlarla beraber faaliyetlerini daha da arttırmışlardır.
Devletin teşvik ve sunmuş olduğu imkânlara dayalı olarak geliştirilen bu hizbi kontra örgütlenmeleri ile meslek öğretme, maddi sıkıntılarını giderme vb. gerekçelerle ilişkilenilen gençler birer kontra haline gelirken bunlar üzerinden de ailelerine, yakın akraba ve mahalle çevrelerine ulaşılmak istenilmektedir.
Kayyumların atandığı belediyeler destekli dernek vb. adlarla yürütülen faaliyetlere dayalı olarak bulundukları yerlerde, kendileri dışında farklı görüş sahibi olanların varlığını engellenmek ve buraları adeta kendileri için birer karargâh haline getirmek istemektedirler. Bu şekilde, son derece sinsice devlet tarafından kendilerine sunulan maddi ve siyasal desteği arkalarına alarak, toplumu geleceksiz bırakmak için, gençliğe karşı geliştirilen yönelimlerle bir Toplum Kırım gerçekleştirilmeye çalışılmaktadır.
Kapitalist Modernitenin, Ulus-Devletin ve bugün bunların en bağnaz bir şekilde temsilini bulduğu TC devletinin çocuklara yönelik olarak uygulamaya koyduğu politikaları da, gerçekleştirilmek istenilen Gençlik Kırımından ayrı olarak düşünmemek gerekir. Hatta Gençlik Kırımının gerçekleştirilmesi yönünde atılan ilk adımlar olarak kabul etmek gerekmektedir.
O nedenledir ki, Gençlerle birlikte, çocuklarda toplum kırımın, en vahşi ve kuralsız bir şekilde yürütülmesinin muhatabı haline getirilmişlerdir. Toplum Mühendislerinin hazırlamış oldukları uzun vadeli Toplum Kırım projelerinin merkezine alınmışlar ve dünya insanlığının bugüne kadar tanık olduğu kırımların en tehlikeli ve çirkin olanını yaşar hale getirilmişlerdir. Bu çerçevede onlar da kapitalist modernite güçlerinin dünyanın hiçbir yerinde sömürüye açık bir alan bırakmama politikasından paylarına düşeni almışlardır. Bunun bir sonucu olarak da çocuk bedeni, işgücü egemen güçler tarafından tam bir hoyratlıkla sömürüye açılmıştır.
Çocuklara yönelik yapılan araştırma ve yayınlanan istatistikî bilgilerle de bu gerçek doğrulanmaktadır. Bugün çalıştırılan, suça bulaştırılan, kaçırılan, fuhuş, uyuşturucu, hırsızlık vb. gibi kirli işlerde kullanılan, organ mafyalarının hedefi haline gelen çocukların sayısında hızlı bir artış yaşanmaktadır.
Küresel sermaye güçlerinin açık yağma ve sömürü alanı haline gelmiş bulunan Türkiye’de, topluma ve çocuklara yönelik politikalar bu temelde ele alınarak uygulamaya konulmaktadır. Hatta uygulamaya konulan bu politikaların sınır tanımaz bir boyuta ulaştığını da belirtmek gerekmektedir. Türk egemenlerinin tarihsel olarak çocuklara karşı geliştirdiği yöntemler de bunun için gerekli olan alt yapının güçlü olmasına olanak tanımıştır.
Türk egemenlerinin kendilerini mirasçısı olarak kabul ettikleri Osmanlı Devleti içerisinde; Yeniçeri Ordusu temel askeri, vurucu güç olarak rol sahibi kılınmıştır. Bu ordu ise tamamen devşirmelerden oluşturulmuştur. Osmanlı Ordusunun Müslüman olmayan halkların yaşadıkları topraklara gerçekleştirdikleri seferlerde el koydukları çocuklardan oluşmaktadır. Daha sonra birçok romana da konu olduğu gibi bu çocuklardan, kendi halklarına karşı son derece acımasız ve vahşete varan katliamlar gerçekleştiren askerler yaratılmıştır. TC’nin Devlet olarak kendisini yapılandırdığı süreçle birlikte savaşın mağduru olmuş, sokakta kalmış, kimsesiz çocuklar devletin hedefi haline gelmeye devam etmişlerdir. Bir depremzede ailenin çocuğu olarak devlet tarafından büyütülen, eğitilen Albay Raci Tetik örneğinde görüldüğü gibi Mamak Askeri cezaevini işkence haneye çevirenler, Çocuk Esirgeme Kurumuna? alınarak devletin polisi, ordu içerisinde uzman er ya da erbaş olarak kullanılanları eksik olmamıştır. Sadece bununla da kalınmayarak başta ilköğretim kurumlarında çocuklar militarist, ırkçı ve faşist düşünce kalıplarıyla eğitilerek; sistemin işleyen çarkının birer dişlisi haline getirilmek istenilmişlerdir.
12 Eylül 1980 Askeri darbesinden sonra çocuklara karşı uygulamaya konan bu politika daha sistemli bir hale getirilmiştir. Çocuk Esirgeme Kurumu’nda yetişen çocuklarla, yoksul aile çocuklarının polisler, uzman er ve erbaşlar arasında teşkil ettiği oran araştırıldığında bu çok daha açık bir şekilde görülecektir. AKP’li hükümetler döneminde çocuklara yönelik askeri ve polisiye amaçlı uygulanan bu politikalar daha kapsamlı hale getirilmeye başlamıştır. Toplumun her yönüyle açık bir sömürü alanı haline getirilmek istenilmiş olmasından çocuklar da ?paylarına? düşeni almışlardır. AKP hükümetlerinin 2023 vizyonu ve 2071 projesi kaynağını buradan almaktadır. Yeni Nesil söylemini öne çıkarmalarının ve daha önce de dikkat çekildiği gibi 4+4+4 eğitim sistemine geçilmiş olmasının asıl nedeni de bu gerçekliktir.
Bu çerçevede Türkiye’de Topluma karşı gerçekleştirilen Kırımın bir parçası haline getirilen çocuklara karşı çok acımasız politikalar devreye konulmuştur. Çok hızlı bir şekilde bunun sonuçları da ortaya çıkmıştır. Buna bağlı olarak da işyerlerinde çalıştırılan, uyuşturucuya bağımlı hale getirilen, suça karıştırılan, kaybolan, evini terk eden çocukların sayısı hızla artmıştır.
Gençlerle birlikte toplum kırımın, en vahşi ve kuralsız bir şekilde yürütülmesinin muhatabı haline getirilmişlerdir. Toplum Mühendislerinin hazırlamış oldukları uzun vadeli Toplum Kırım projelerinin merkezine alınmışlar ve dünya insanlığının bugüne kadar tanık olduğu kırımların en tehlikeli ve çirkin artış çocuk emeğinin en kötü biçimlerinde yaşanmıştır:
Bugün gelinen aşamada çocuklara uygulanan politikalar, Türk Özel savaş rejiminin Kürdistan toplumuna karşı gerçekleştirdiği kırımın bir parçası haline getirilmişlerdir. Gençliğe karşı yürütülen özel savaş taktikleri ile asıl amaçlarına ulaşamamış olmalarının sonucunda bugünün çocuklarını kendilerine hedef haline getirerek, yarının gençlerini bugünden hazırlamaya ve böylece topluma hâkim hale gelmeye çalışmaktadırlar.
Bu anlamda Kürdistan Toplumuna tam bir çocuk katliamı yaşatılmaya başlanılmıştır. Adeta tarih hortlatılmıştır. Kürt çocuklarının beyinlerini yiyerek kendini yaşatmaya çalışan Zalim Dehak mezarından çıkarak, yine Kürt çocuklarına musallat olmaya başlamıştır.
Bu çerçevede bugün Kürdistan?da bir toplum kırım halini alan özel-kirli savaş daha çok ve en tehlikeli boyutuyla Kürt çocukları üzerinde yürütülmektedir. Denilebilir ki, Kürt çocukları şahsında halkımıza karşı bir soykırım politikası devreye konulmuş ve bu çok ciddi boyutlara ulaşmış bulunmaktadır. Bu politikayla Kürtlerin kökü kurutulmak istenilmektedir. Özellikle de kırk yılı geçen bir mücadele gerçekliği içerisinde şekillenen Önder Apo’nun yarattığı Kürdü bu şekilde ortadan kaldırabileceği düşünülmektedir.
1970’lerin başlarına kadar Kürtlerin adını telaffuz etmek, Kürt haklarından bahsetmek ve onu savunmak bile mümkün değildi. Öyle ki Kürdün kendisi bile gerçeğinden utanır hale getirilerek, düşmanına sevdalı kılınmış ve ona benzemeyi en temel bir hedef olarak belirlemişti. Ellinci yılına girmek üzere olan Apocu Hareket gerçekliği Kürt halkını içerisine düşürülmeye çalışılan bu utanılası durumdan çıkarmış ve ona yeni bir kimlik ve özellik katmıştır. Bu, yok olmak üzere olan ve kendi gerçeğinden utanan bir halk olma yerine, mücadele içerisinde direnerek dirilen, edindiği yeni özelliklerle gerçekliğinden onur duyarak politik-ahlaki toplum özelliklerini yakalamada ulaştığı düzey ve elli yıl öncesinde adı bile duyulmayan bir halk iken, şimdi örnek olarak gösterilmekte olduğu gerçekliğidir.
Kürdistan gerillası ise bu gerçekliğin en güçlü bir şekilde temsilini yapmaktadır. Otuz üçüncü yılını geride bırakan mücadelesi ile de bunu kanıtlamıştır. Devlet ve iktidarcı güçleri korkutan da bu gerçekliktir. Devlet bugüne kadar yürüttüğü özel-kirli savaş yöntemleri ile bunu engelleyememiştir. Aksine tırmandırdığı özel-kirli savaş tamamen zıddı sonuçlar yaratmıştır. Gerilla çığ gibi büyümüş, nitelik ve nicelik olarak çok daha fazla güçlenmiştir. Ve bugün de bu gerçeklik kendisini Kürt kadını ve erkeğinden oluşan gençlerinde somutlaştırmaktadır. Devlet ve iktidarcı güçler, ne yapsalar da bu gerçeği değiştirememektedirler. O nedenledir ki, yarının gençleri olan bugünün çocuklarına yönelerek özel kirli savaşını daha da katmerli bir boyuta çıkartmıştır. Artık daha çok da çocuklar üzerinde yoğunlaştırdığı özel-kirli savaşla sonuç almaya çalışmaktadır.
Kürt çocukları savaş içerisinde büyüyen bir nesil haline gelmiştir. Bu, 1980’den bu yana geçen süreçten itibaren yaşanan bir gerçeklik halini almıştır ve herkes tarafından kabul edilmektedir. Kürt çocukları için “Apo’nun Generalleri” tanımında bulunulmasının nedeni de bu gerçekliktir.
Türk özel savaş rejimini korkutan da tamamen bu gerçekliktir. Onun içindir ki, bir bütün olarak Kürdistan toplumunun yaşadığı gelişmeleri kendisi için bir tehlike olarak görmekte ve bunu engellemek içinde, çocukluğundan başlayarak Kürdistan Gençliğine karşı yürüttüğü özel-kirli savaşa dayalı olarak bir toplum kırım gerçekleştirmektedir ve bugünde buna daha da hız kazandırmış bulunmaktadır.
Sonuç
Kapitalist Modernitenin ideolojik argümanlarının gençlik üzerindeki etkileri, kendini Gençlik Kırımı olarak somutlaştırırken, aynı zamanda gençliğin omuzlarına yeni görevlerde yüklemiş olmaktadır. Çünkü Gençlik Kırımı aynı zamanda toplumunda kırıma uğratılması anlamına gelmektedir. Buda gençliği, kendi üzerinde uygulamaya konulan kırımla birlikte, toplum kırıma karşı yürütülecek olan mücadele de görev ve sorumluluk sahibi haline getirmektedir.
Burada görev ve sorumluluğun alanı da genişlemiş olmaktadır. Toplum Kırımın gerçekleştiği her alan, aynı zamanda gerçekleştirilen bu kırıma karşı da mücadele alanı haline gelmiş demektir. Bunu da tek bir mücadele biçimi ile sınırlandırmak mümkün değildir. İdeolojik, kültürel, sosyal, siyasal, ekonomik, meşru savunma dâhil tüm bu mücadele alanları da onun görev ve sorumluluğu altına girmiştir. Bu da bugüne kadar olduğundan daha fazla görev, sorumluluk ve mücadele demektir.
Ancak bunların gerekleri yerine getirildiğinde Kapitalist Modernitenin ideolojik argümanlarının gençlik üzerinde yarattığı etki ve neden olduğu tahribatlarda giderilmiş olacaktır. Sadece bununla da Kapitalist modernitenin bir daha kendini etkilemesine de olanak tanımayacaktır.