Kooperatifçilik, sınai kitlesel üretime ve makineleşmenin getirdiği tektipleşmeye karşı ekonomik ve kültürel bir karşı çıkış olarak okunabilir. Fabrikasyon üretime karşı zanaatkarların en etkili hayatta kalma stratejisi olarak kooperatifçilik, ekonomik anlamda, üreticiyle tüketici arasına konulan piyasa mekanizmasının baypas edilmesidir.
Dayanışma ve birlikte üretmenin insanlık tarihi kadar eski olduğu bugün biliniyor. Doğaya karşı bir hayatta kalma stratejisi olarak bir arada yaşamanın getirdiği bu iki davranış eğiliminin, insanlığın kültürel kodlarının oluşmasında kritik öneme sahip olduğu söylenebilir. İktidar mefhumunun peyda olduğu tarihsel süreç dahilinde, muktedirler, insana içkin bu beraber üretme pratiğini çokça istismar etmiş, ortak zenginliğe el koymayı kendi iktidarlarını sürdürmenin de yolu haline getirmişlerdir.
Kapitalizm denen tarihsel sistem ise ortak zenginliğe el koymayı kendine has bir zorunlu çalışma etiğiyle bir araya getirerek, oldukça istisnai ve karmaşık bir sömürü ağını hayata geçirmiştir. Bu sistem dahilinde insanlar, kendilerine ya da ait oldukları kolektifin ihtiyaçları doğrultusunda gerçekleştirdikleri sürdürülebilir üretim yerine sermaye birikiminin devam edebilmesi adına, piyasaya dönük sürekli üretime zorlanmış, insanların bu üretim çarkına dahli devlet zoruyla ve gerekirse ağır biçimde cezalandırılarak hayata geçmeye başlamıştır.
Doğayla uyumlu ve zanaati dahilinde ihtiyaç karşılığında üretim yerini Sanayi Devrimi ile birlikte gelen makineleşme, zanaatkarların işçileşmek zorunda kalmasına yol açmış, sınai kitlesel üretimle rekabet edemeyen zanaatkarların kendi yaşamlarını sürdürebilmesinin olanakları da giderek ortadan kalkmıştır. İşte modern anlamıyla “kooperatifçilik” olgusunun doğduğu yer burasıdır.
Kooperatifçilik, sınai kitlesel üretime ve makineleşmenin getirdiği tektipleşmeye karşı ekonomik ve kültürel bir karşı çıkış olarak okunabilir. Fabrikasyon üretime karşı zanaatkarların en etkili hayatta kalma stratejisi olarak kooperatifçilik, ekonomik anlamda, üreticiyle tüketici arasına konulan piyasa mekanizmasının baypas edilmesidir. Meselenin sosyokültürel cephesinde ise, modern kapitalizmin yarattığı yabancılaşmanın aşılmasına ve ücretli emeğin insani gelişim üzerinde yarattığı tahribatın giderilmesine dönük bir karşı çıkış yatmaktadır.
Bu anlamda ilk modern kooperatiflerin Avrupa’da, başta kapitalistleşme sürecini en erken ve en hızlı biçimde yaşayan Britanya’da kurulması şaşırtıcı değildir. Tarihsel kayıtlara giren ilk tüketici kooperatifi, Sanayi Devrimi’nin ardından denizaşırı ve güçlü bir tekstil endüstrisinin ortaya çıktığı Britanya topraklarındaki Fenwick’te, 1769 yılında kurulmuştur. Tekstildeki sanayileşmeye karşı ortak üretim yapmak ve piyasa kanalı olmadan ürünlerini satmak üzere bir araya gelen zanaatkarların kurduğu Fenwick Dokumacılar Cemiyeti, kendinden sonra kurulacak yüzlerce kooperatifin de ilham kaynağıdır.
1830 yılı itibariyle sayısı yüzlerce olan kooperatiflerin bir kısmı kısa sürede ortadan kalkarken, bir kısmı ise (1832’de kurulan Lockhurst Lane Endüstriyel Kooperatif Cemiyeti ve 1839’da kurulan Galashiels ve Harwick Kooperatif Cemiyeti gibi) bugüne kadar gelmeyi başaracak denli uzun ömürlü olabilmiştir. 1844 yılında kurulan Rochdale Eşitlikçi Öncüler Cemiyeti ise yayınladığı “Rochdale İlkeleri”yle modern kooperatif hareketinin kurucusu sayılabilir. Kooperatifler bundan sonra Avrupa çapında yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Kapitalist modernitenin ortaya çıkardığı sömürü, aşırı çalışma, kötü yaşam koşulları, yabancılaşma ve doğadan kopuşa karşı etik-politik bir karşı duruşu hayata geçiren kooperatiflerin, bir ekonomik sistem olarak teorileştirilmesi ise Robert Owen eliyle olacaktır.
Owen, vahşi kapitalist çalışma rejimi dahilinde işçilerin insani gelişiminin mümkün olmadığından hareketle, işçilerin doğayla uyumlu biçimde, kendilerini ve çocuklarını sürekli eğiterek ve insanca yaşayabilecekleri fabrika-kent tasarımları yapmış ve bu tasarımlarını İskoçya’da New Lanark adıyla hayata geçirmiştir. Başarılı olan bu deneyimden hareketle her anlamda kendine yeten kolektif üretim ve yaşam merkezleri kurmak üzere “kooperatif köyleri” kurmaya girişen Owen’ın projeleri kapitalist sanayileşme karşısında fazla dayanamasa da önemli tarihsel deneyimler haline gelmiştir.
Owen’ın takipçilerinden William King ise işçilerin başta kendi hayatlarını sürdürmek üzere küçük kooperatifler oluşturmaları gerektiği iddiasından hareketle, kooperatifçiliğin ne olduğunu anlatan ve “işçilerin toplum içinde küçük toplumlar kurması gerektiğinin” propagandasını yapan “Kooperatifçi” adlı bir aylık dergi yayınlamaya başlamıştır. İlk sayısı 1 Mayıs 1828’de yayınlanan dergide kooperatifçilik sadece bir üretim ve hayatta kalma biçimi olarak değil, bir yaşam felsefesi ve bir kültürel kolektif olarak da tarif edilmektedir.
Kooperatiflerin bugüne kadar gelen uzun yürüyüşü, modern ulus devletlerin dayattığı merkezi kapitalist kitlesel endüstriyel üretim nedeniyle pek çok kez durma noktasına gelmişse de, belirli tarihsel uğraklarda etkili bir model olarak dünya sahnesinde rol aldığı da olmuştur. Bu etkili modellerden birisi kuşkusuz Tito önderliğindeki Yugoslavya’da yaşanan “kooperatif devrimi”dir. Kapitalist modernite ile reel sosyalizmin merkezileşmiş ve piyasa odaklı üretimine karşı alternatif bir yol olarak kooperatiflere dayalı bir üretim zincirini hayata geçiren Yugoslavya’da, bugün halen çokça tartışılan bir özyönetim ve kolektif yaşam kültürü kurulmuştu. Yine İspanya’nın Bask bölgesinde Mondragón Kooperatifi, hem Bask halkının kendi kaderini tayini anlamında hem de ortak üretimden hareketle bir ortak yaşam kültürü kurabilmesi anlamında dikkate değer bir deneyimdir. Buna Yunanistan’daki etkili kooperatifçilik hareketi İnsiyatif 136 ve Danimarka kooperatifçiliği de eklenebilir.
Bugün dünyanın pek çok ülkesinde kooperatif deneyimleri yaşanmaya devam etmektedir. Deneyim zenginliğinden beslenen Avrupa ülkelerinde yer yer piyasaya entegre olmakla birlikte alternatif bir üretim modeli olarak kooperatifçilik, üreticilerin piyasanın kurallarına ve kültürüne doğrudan teslim olmadan ürettiklerini satabilmelerini ve kendi geçimlerini sürdürebilmelerini sağlayan önemli bir alternatif yoldur.
Öte yandan kooperatifçilik yalnızca ekonomik yönü üzerinden faaliyet gösterdiğinde piyasa ekonomisinin bir tür yedek lastiği gibi de işlev görebilmektedir. Bugün yaygın sayılabilecek bir kooperatif ağının bulunduğu Britanya ve ABD bunun karakteristik örnekleridir. Britanya’da kooperatifçilerin kurduğu “Kooperatif Partisi” bugün halen neo-liberal İşçi Partisi’nin müttefikidir ve hatta mecliste milletvekilleri de bulunmaktadır. Yine ABD’de 2 milyondan fazla kişiyi istihdam eden 30 bine yakın kooperatif de alternatif bir üretim/tüketim ağı üzerinden değil piyasaya dönük faaliyet göstermektedir.
Merkezi kapitalist ülkelerin dışındaki kooperatifçilik deneyimleri de yer yer ve dönem dönem ilham veren modeller geliştirebilmekle birlikte, çoğunlukla devlet desteğine bağımlılıkları üzerinden alternatif bir mücadele zemini kuramamıştır. Ancak 2001 krizinden sonraki Arjantin “barikatçılar” deneyimi önemlidir. Arjantin deneyiminden görülen odur ki, kooperatifçilik, piyasa karşıtı bir ideolojik tavır ve öz-yönetimle bir araya gelemediği sürece alternatif bir ekonomi politik hat da çizememektedir. Ancak başta Tarım’da olmak üzere tekelci sermayeye karşı önemli bir karşı-kültürü yaratmanın potansiyeli kooperatiflerin deneyimlerinde içkin halde bulunmaktadır.