HABER MERKEZİ – Önder Apo’nun çözümlemelerinden …..
– Doğru yaklaşmada alınması gerekeni alamadığımızdan dolayı, biz de oldukça zorlanıyoruz. Biz yaşamımızı en anlamlı, en verilmesi gerekeni vermeye göre ayarlıyoruz ve halen sizlerin alma düzeyi zayıf olduğu için, bu bizde bir çelişkiye yol açıyor. Bu kapsamlı yoldaşlığa ulaşmaya çalışırken, sizin kendinizi, en azından verdiğiniz sözlere göre düzenlemeniz gerekir. Yani madem söz veriyorsunuz, karar kılıyorsunuz, onun gereklerine ulaşmak için hiç olmazsa bunları anlayın.
Temel sorunumuz; kadro sorununu ve partinin zengin içeriğini bir türlü özümsetememedir. Ve bu konuda da en çok sorumluluk sizlere düşüyor. Biz kendimizi muhataplara göre ayarlamışız. Muhatap, hitabı tam alamazsa, yaşam çekilmez hale gelir. Yaşamımız aslında boşluk kabul etmez, ama bizim yaşam, sizin boşluklarınıza çarpıyor. Halen bizim temel sorunumuz, örgüt boşluğunu ve bunun önderlik boşluğunu doldurma sorunudur. Ben sürekli varım diyorum. Büyük düşünmek, büyük tartışmak, çok iddialı olmak gerekir. Olgular sizde zayıf, bende değil. Mesele siyasi olmak ve mümkünse askeri olabilmektir. Daha çok tercih ettiğimiz alan askeri alandır. Bir devrim hareketini çok kısa süre için planlayıp hayata geçirmeye, bu kadar adam tek başına yeter. Oysa bu kaçıncı devremiz.
Halen çekişme, daha çok esas itibarıyla benimle TC arasında geçiyor. Garip bir savaş biçimi! Bireysel yanı ağır basan bir savaş yürütüyorum. Oldukça tahribat da bu yüzden ortaya çıkıyor. Örgüt yapımız, bizim taktiklere ulaşmadan çok uzak, taktiksiz de önderlik de yapılamayacağı için, bu bir çelişkiye yol açar. Sizler zorlanırsınız, biz zorlanırız. Ama ortadaki gerçeğimiz de budur. Bu boşlukları kapatmaya çalışıyoruz. Bence siz dolduramıyorsunuz, ben değil.
Bana göre daha iyi şeyler çıkarabiliriz ortaya. Hele bu birikime ulaştıktan sonra, en kapsamlı ve en ileri gelişmeler mümkün olmaktan da öteye, kendini oldukça dayatmıştır. Nasıl tartışalım, bu çelişkiyi ortadan kaldırmak için? Sizin önerileriniz nedir? İyi bir fırsat yakalamışken, bu defa tam çözelim. Söz vermekse söz verme; kararsa karar; usule ilişkinse, usule ilişkin. Ne ise derdiniz, öyle halledelim. Ben mi sizi tanıyamıyorum, siz mi bizi tanıyamıyorsunuz? Yeni adaylarımız geldi, biz tartışmanın ileri bir aşamasındayız. Gerçi bizi izliyorlar, sanırım kaldırmada güçlük çekmeyeceklerdir. Ben hangi konuya gireyim? Size yönelik epey değerlendirme yaptım.
Örgüt içinde ilginç bir yürütüş tarzımız var, sizlerden kaynaklanan sorunlarımız var. İçinizde ne olup bitiyorsa sorun, soruşturun halledelim. Şunu iyi yaptım; devrimimizin sorunlarını örtbas etmeye fırsat vermeden, açığa çıkarmada son derce açıklayıcı olmaya zorladık ve biraz başardık. Karanlıkta ve baskılar altında gelişmeler olmaz. Her şey gün ışığında açılır, büyür. Böyle yaptık. Korkmayın, koyun kendinizi ortaya.
Sanıyorum sizin gücünüzün ve enerjinizin büyük bir kısmı aktifleşmemiş. Bir kara bulut gibi akmıyor, gizli duruyor içinizde ve korkarım mezara da götüreceksiniz. Unutmayalım ki, bizde mezarlar yaşamamışların mezarlarıdır; yaşayıp da mezara gidenler yoktur. Mezara gerçek ölüleri gönderelim diyoruz, yaşaması gerekenleri değil. Mezara gittiğimizde içimizde bir şey kalmasın.
Bizim her insanımızın tüm umutları, tutkuları hayata geçirilişte çok sönüktür, başarısızdır. Ve kin, öfke yığını halinde yara olur içinde. Harap eder kendini öyle mezara gider. Bunun dışa vurma biçimleri de biliyorsunuz ki, çok çekilmez, çok çarpık ve çok çürüktür. Adına yaşam dediğimiz o olgu, aslında hiçbir kaba sığmaz. Nedir bu? Varsa bir birikimi, dışarı vurma fırsatı bulamıyor, şuraya-buraya çarpıyor; düzen yok, biçim yok. Bu ne demektir? İnsani özelliklerini, yetenekleri açığa çıkaramamaktadır. Onu ulusal ve toplumsal gelişmenin, hatta insani gelişmenin emrine sokamamaktır, bu anlama geliyor.
Ben çelişkilerimi hallederken, şunu da yaptım; aslında çok ahım-şahım olmayan yeteneklerimi kötü kullanmama, doğru yolda kullanma, içimde gizli tutmama ve mümkünse en uygun eyleme ve düzenlemeye taşırmayı esas aldım. Bir insan yeteneği nasıl kullanılır? Ona iyi bir örnektir. Bir insan küçümsenemez; yeteneklerini iyi harekete geçirirse, mutlaka önemli gelişmelere yol açabilir. Onu ispatlamak istiyoruz.
Sanıyorum sizlere Önderlik gerçeğini veya siyasi-askeri dersleri anlatmaktan ziyade, daha basit edebi dersleri vermek gerekecektir. Siyasi ve askeri dersleri anlayabilmek için edep gerekiyor. Buna fırsat bulamadığımız için imkanlarımızı çok zorladınız. Tam siyasi eğitim ve terbiye çok ileri düzeyde bir terbiyedir. Askeri terbiye ise daha üst boyutta böyledir. Çok zorluyorum, ama gerçekten şahsınızdaki gelişmeler sınırlı oluyor. Bizim öyle askeri-siyasi okullarımız yok, eğitimcilerimiz yok. Bazı veriler sunarız. Arkasını iyi getirirsiniz diyelim, fakat onu da yapamıyorsunuz. Arkasını getirme değil, var olanı tüketme gibi bir yöntem seçiyorsunuz. Ve bu baştan sona yanlış! Neden böyle oluyor? Verilenler üzerine sonuç alma mümkünken, bunu kolayca tüketme yoluna gidiliyor.
Görüyorsunuz ki işlerimiz pek kolay değil. Ne yapacağız? Bu işe başlarken, babam “kendini yaktın” diyordu. Şimdi de bazıları, “madem kendini yaktın, bizimkileri yakma” diyor. Zor bir olay! Kendimi yakmam veya sizi yakmam büyük vicdan gerektirir. Yürek işidir. Gençlere bakıyorum; kendini yakanlar var, kendini ateşe atanlar var, sanki tahtayla eylem yapıyormuş gibi silah kullananlar var. Düşmanı gözünden silenler var. Bunlar dehşet verir; dayanmamız gerekiyor.
Topluma bizi yanlış tanıtıyorlar. Ben karalanmada ve yüceltmede hayli tepki toplayan birisiyim. Geçen günlerde birisi “21. yüzyılın peygamberisin” diyordu. Birisi de “hayatta kalan en son şeytan” diyor. Gel şimdi bunların altından kalk! Biri şeytandır derken, diğeri 21. yüzyılın dehası diyor. Birisi başlık atmış; “APO Atakürt olabilir” diye. Bunlar bir şey ifade etmiyor. O kadar çok çelişkili değerlendirmeler var ki, kendimi savunmam gerekir.
Sizlerle çelişkileri biraz ele almaya çalıştım. Dikkat edin, benim istediğim nedir? Derinden çok güçlü ve çok büyük amaçlı bağlantılar kurmak gerekiyor. Geleceğe bizi güzel ve anlamlı ifade eden bağlantılar götürebilir. Sizlerle, çocukların bile özlem duyup yapması gereken bir işte samimi ilişkiler kurmak istiyoruz. Küçük bir ev kurmak istesem, dilediğim gibi tasarruf edebilecek bir toprak parçası gerekiyor. Samimi bir ilişki kurmak isteseniz, bu ilişkinin bağlanacağı, esas alacağı, çok güçlü bir ilişkiye ihtiyaç var. Samimi bir yaşantınızın olmasını istiyorsanız bunlara kesin ihtiyaç vardır. Olmazsa yaşam boşa geçecektir. Sevenleriniz olmayacak mı, samimiyetiniz olmayacak mı? Birbirinizin yüzüne bakamayacaksınız. Bunlar hep doğru şeyler.
Benim devrimim demek, bir yerde kendimin kurtuluşu demek oluyor. Büyük çelişkiler yumağını şahsımda çözümlediysem, bu benim kurtuluşum anlamına gelir ve tabii ki bu bireysel kurtuluş genel kurtuluşa bağlanmadan, mümkün değil bir anlam ifade etmez! Bu konuda yanılgı yok. İç içelik çok ustaca ele alındı. Şimdi sizin için yaşamı düzenlemek istiyoruz. Fakat her zaman söyledim, bu düzenlenirken toprağa ihtiyaç var. Bu ilişki çok önemlidir.
En son ortaya çıkan ve gittikçe dikkat çeken çevreci hareket bile, insanın doğadan kopuşu, sınıf çelişkisi kadar tehlikelidir diyor. Bu olgu bana göre de doğrudur. Doğadan kopuş sosyal çelişkiden daha derin bir çelişkidir. Kapitalizm insanı doğadan kopartma cinayetini işlemiştir. Aslında, kıyamet de budur. Çevre tahribatı, çevreden kopuş, dünyayı hızla yaşanamaz bir alana dönüştürdü. Tabii bu, sosyal çelişki ile de ilişkilidir. Bizim ki daha fazla topraktan kopuş, sosyal gerçeklikten kopuş, ulusal gerçeklikten kopuşsa, nasıl dayanacaksınız? Bu çelişkiyi nasıl yaşayacaksınız? Yaşamdan korkmuyor musunuz? Mesele benim kurtulup kurtulmamam değil, çelişkiler hepimizin çelişkileridir. Burada baba ocağı kurtulmuyor. İliklerine kadar her şeyi saran bir çelişki aşılmaya çalışılıyor. Bunu yalnız bana havale etmeyin.
Benim kendi kendimi çözmemi, kendinizin çözümü sanmayın. Bazı arkadaşlarımız sanırım bu çelişkiyi tersinden yaşıyorlar. Önderlik çözümlenmesi, sanki herkes için tam başarılmıştır; işte bir militanın yanılgısı da buradadır. Militanların en tehlikeli yanılgısı budur. Genelde çözümlenmişse, onun gölgesi altında “ben de çözümlenmişim” demek, derin bir aşiret ideolojisinin etkisi altında olmayı da ifade ediyor. Reis halletmişse aşiret için de halletmiştir, aile için de halletmiştir mantığı yanlıştır. Bu aileciliğe, aşiretçiliğe götürür. Onun da ne kadar gerilik olduğunu biliyoruz. Bizde de “önder çözmüştür, her şey çözümlenmiştir” yanılgısına gitmeyelim. Önder yine önderliğini yapmalı, yine çözüm işini ilerletmeli, ama sizin için de bir çözüm işi olduğunu kesin göz ardı etmeyin. Aksi halde aşiretçilikten, ailecilikten öteye gidemezsiniz. Çözüm işi sizin için de gereklidir.
Çözümün muhtevası partinin temel eğitim dersleri olarak sunulmuştur. Bu gereklidir. Bunu başarırsanız, buraya doğru katıldığınıza emin olabiliriz. Neden çözmeyelim! Yaşamak isteyen siz değil misiniz? Çelişkileri aşmak isteyen siz değil misiniz? Aşılmadan yaşayabileceğinize inanıyor musunuz? İnanırsanız bu bir sahtelikten öteye gider mi? Yazık değil mi sahteyi yaşamanıza. Arif ve olgun olun, sahte olmayın! Benim hepiniz için duyduğum bir korku var. Bu da kayabilir, dönebilir korkusu. Zaten bunlar olmuyor mu? Her gün cephede, çalışmalarda ortaya çıkmıyor mu?
Hanginiz köşe taşı olduğunuzu söyleyebilirsiniz. Bunu içinizde kim iddia edebilir? Küçük bir ok bile sinenizi paramparça etmeye yeter. Peki bu nasıl olacak? Sizi ürkütmek istemem, ama çelişkileri çözmeden de olmaz. Birbirimizin yüzüne bile bakamayız. Eğer şimdi samimi toplantılar yapıyorsak, bunun nedeni biraz çelişkileri çözmede mesafe aldığımız içindir. Neden iki Kürt insanı bir araya gelemez? Geldiğinde de en gereksiz biçimde ilişkileri anlaşmazlıkla sonuçlanır.
Benim en büyük çelişkim, bu kadar topluluk yaratmama rağmen, Kürdistan’daki bu büyük ruhsal birliğe rağmen, halen ızdırap içindeyim. Çünkü muhatap alabileceğim ilişkiler zayıf! Kiminle yoğunlaşacağım, kiminle büyük sorunları tartışacağım? Yok. Kendi kendimle tartışıyorum. Bir Alman bunu burada gördü ve dedi ki, “ben senin gibi yarım saat yaşayamam, sen muazzam bir monolog içerisindesin, bu çok zor bir yöntemdir” diyordu. “Yarım saat bile bu yöntemle yaşamak zor” diye anlatıyordu. Bir anlamda da doğru! Diyalog değil, ben monolog durumunu yaşıyorum. Muhatabım da kendim oluyorum. Diyalog için karşı tarafın biraz güçlü olması gerekir. Geçiyorum telsizin başına, diyalogda bulunmak istiyorum, karşı tarafın fazla iddiası yok ki gelişsin. İddianın gelişmesi için, bunun olması gerekir. Zayıf kişilik! “Doğrudur” deyip duruyor. Ne kadar olur? Büyük bir iddiayla mümkün, onun da ne olduğunu bilmiyor.
Ben mi buna yol açıyorum? Bir anlamda evet, bir anlamda hayır. Çünkü, monologu yaşamalıyım, ama bu biraz diyaloga da yol açmalıydı. Yani aynı zamanda çözümlenmedir. Çözüm, tek taraflı bir olay değildir. Sizde ne monolog var, ne de diyalog… Kendi çelişkilerini inkar eden halk, kendisini çelişkisiz bırakan halk, ölmüş halktır. Bizde neden bir sağlam kafa çıkmıyor? Mesela, bakın Almanların ideologlarına, filozoflarına, müzisyenlerine; ne kadar acılı çelişkilerle yoğrulmuşlar. Ben bu tür şeyleri bilmiyorum fazla, fakat siz biraz bunların eserlerine tanıksınız. Bazı ürünleri gözlerinizin önünde. Bizde niye yok? Her şey harabe halinde. Bol gözyaşı var, dokun teline, ağlamaktan başka bir şey bulamazsın. Bunun için ağlamaktan nefret ediyorum. Çok duygusuz birisi değilim aslında, çok duyarlıyım. Fakat pis bir ağlama tarzı var, ondan nefret ediyorum.
Neden bunu söylüyorum? Sorumlu arkadaşınız “nasıl yaşanması gerektiğini anlamayacaklar” diyor. Ülkede nasıl yaşanılması gerektiğini, kendisi de on-on beş yıldır yaşamış, fakat anlamamış. Anlamasak ne olur? Ülkede özgür temelde yaşamayı anlamazsak ağlayalım mı? Beni ağlatacaksınız. Bol bol size ağlayayım. Bu yaraşır mı? Evet, son zamanlarda çok zor eleştiriyorum. Bizimkiler karşısında üzüntüler gelişiyor insanda. Neden kendilerini üzülecek durumlara sokmuşlar? Halbuki ben, şimdiye kadar tek bir kişi için üzüntü kaynağı olmadım. Bu çelişkilerin yaşanması kendi lehine çözüm üretmekle mümkündür. Siz bunları gösteremiyorsunuz.
Bizim önümüze koyduğumuz amaçları anlıyor musunuz? Sizde o amaçların büyüklüğünü kavrayacak vicdan varsa gelin. Ona ulaşma zorunluluğu ve sorumluluğu duyuyor musunuz? Bir amaç sahibi olmamak, bizim halkımızın veya toplumsal gerçekliğimizin esaslı bir özelliğidir. Kapsamlı, uzun vadeli, soylu amaçlar, hukuklar, perspektifler edinememe, bunlara ulaşamama ve bunu bir doğrultu haline getirememe, düşmanın bu bilinçli zihinsel erozyon çabaları ile, yani düşüncesizliği ve amaçsızlığı geliştirme çabaları ile yakından bağlantılıdır. Ve bu duruma düşen toplumlarda bitmişlerdir. Sizde de böyle büyük amaç ve bu amaç için büyük tutkunun, eylemin gelişmemesi toplumsal düzeyle yakından ilgilidir.
Bunlar gerçek ve sizde ifadesini bulamazsa, önderleşmek mümkün değil. Amaç ve ufuk sahibi olmak için çok şey söylendi. Bu konuda çok şeyde gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Şimdi biraz var, ama bu zayıf. Kaldı ki düşman bu ufku her günkü eylemiyle karartmak istiyor. Amaçlar yerine, amaçlarımız yerine kendi amaçlarını sürekli dayatmak istiyor ve yoğun biçimde dayatıyor. Ben hepinizle konuşuyorum, tek tek değil; anlamanız gerekir. Benim için “çok yoğun ve adeta kendini dağıtmış bir biçimde konuşuyor” diyorsunuz. Fakat yine de yeterli görmüyorum. Başarıyı mümkün kılacak olanı halletmedikten sonra durmak olmaz. İşte sizde bu yok. Siz nasıl yaşıyorsunuz, o sizin bileceğiniz iştir, ama ben öyle yaşayamam. Son derece yenilgili koşullarda yaşamaya tahammül ediyorsunuz. Kendinizi yenik ve rahat tutuyor, bıçak altında da olsa, bunu rahat karşılayacak durumda duruyorsunuz. Bu bizim için düşünülemez. Çok büyük bir fark var galiba aramızda. Çok büyük bir fark var ve o farkı nasıl gidereceğiz?
Bana göre yapacağımız kısa çalışmadan sonra, işin gereklerine göre istenilen sayıda önderler rahatlıkla çıkabilmeli. Çünkü eskiden biz bugünkü kadar çelişkilere düşmeden, o günün işlerine hoşnutlukla cevap verirdik. Tamam şimdi işler ağırlaşmıştır, ama çalışmalarımız da çok kapsamlıdır.
Ben en çok kime güvenebilirim? Yani ayaklarım ve kafam sağlam diyen kim var? Evet siz ne diyorsunuz?
Tarık: Ben öyle olduğumu düşünüyorum.
– Sizi hiç tanımıyoruz bile. Siz bir helikopter inişiyle buraya indiniz. Nasıl bunu söyleyebiliyorsunuz? Bunları yıllarca gözden geçiriyorum, raporlarına dayanarak konuşmak istiyorum. Ama yine de bu iddiayı ileri sürmek çok zor. Tuhaf!… Kamp yönetiminden soralım; çok iddialı, dikkat edin! İçinizden hiç birisi buna cesaret etme fikrine sahip değil. Nasıl oluyor? Ya siz çok gerisiniz, ya arkadaş büyük bir yanlış içinde.
Büyük bir iddia ileri sürüyor. Halbuki gerisinde bir tek arkadaşı varmış, arkadaş bile edinememiş. Tuhaf bir şey! Ankara’dan kalkıp hiç ilişkisiz buraya geliyor ve bu iddialarda bulunuyor. Halbuki “Ankara beni mahvetti, bu yaşam, 12 Eylül daha da çarpıklaştırdı” demeliydi. Ne kadar direndin, direndiysen ne kadar başardın, bir tek arkadaşla ne kadar yapabilirsin? Bize verdiğin azıcık bilgilere dayanarak söylüyorum.
Ta.: Kendimi dönüştürebildim.
– Dönüştürebildin demek! Bu dönüştürme işi, genel devrime güç getirmeyle bağlantılıdır. Genel devrim adına daha ne söyleyeceğin belli değil. Kişisel kurtuluşu sağlasan bile, bunu genel bir devrime bağlamadan, genel bir devrimde ilerleme olmadan, sen nasıl bunları diyebilirsin? Bunu burada ileriye sürmeye nasıl cesaret edebilirsin? Gözü kara bir Türk demeyeceğim, ama bence şovence bir yaklaşım olabilir. Türk arkadaşlar alınmasınlar, hepsi gözü karadır. Üstün ırktan geliyorlar…
Ta.: Böyle yoğun bir süreci sağlam bir şekilde gelebildiğime göre…
– Devrim kitlelerin, yığınların işi, ayrıca örgüt işidir. Senin kitle ile ilişkilerin mi var, örgütsel ilişkilerin mi var?
Ta.: Böyle bir gelişme oldu Başkanım. İnsan her koşulda, o koşulları da kişiselleştirerek, genele katılabilecek gelişmeler sağlayabilir, biz o koşullarda böyle bir gelişmeyi sağlayabildik ve bu genele katılabileceğimiz bir bilgiye dönüştürebildik.
– Senin acaba iki kişiyle ilişki kurma gücün var mı? Çok önemli! Burada bir arkadaş edinebilecek misin? Yani partileşebilecek misin? Kendini bir melek gibi arkadaşlara kabul ettirmen lazım! Ayrıca Ankara’dan gelmişsin. Bunca yıl Ankara’da yaşayanların eğer iyi bir mücadelesi yoksa çekinirim. Ankara M. Kemal’in karargahı! Ben de geçici olarak Anıtkabir’in dibinde büyüdüm, ama yaşadığımı biraz değişik bir biçimde yaşadım. Ben öyle birisiyim demen çok erken!
Ta.: Kendini beğenmişlik gibi algılanmasını istemem Başkanım.
– Hayır! Kendini beğensen ne olur? Önemli olan ne kadar beğendirebilirsin ki!…
Ta.: Zaten temel sorun orada Başkanım.
– Bizimkiler kolay adam beğenmez. Seni bir eleştiriye çıkarsınlar, gör başına ne gelir? Ben, kendimi zor bela beğendirtiyorum. Yani insanın kendini beğendirtmesi çok zor! Keşke beğenseler seni. Tuhaf! Hem de “kendimi beğenmiş gibi olmayayım” diyor. PKK’de beğeni sahibi olmayı kolay mı sanıyorsun? Bize yabancı! Bunu gidermek için özel olarak uğraşın! Türk arkadaşlar da biraz uğraşsınlar, sen de uğraş! Zaten tam Türk de değilsin.
Ta.: Yüzde yirmi beş Başkanım.
– Yüzde yirmi beş mi? Çerkezlik var, yüzde kaç acaba?
Ta.: Baba tarafından Başkanım.
– Yani yarıdan fazla.
Ta.: Ataerkil olursa yarıdan fazla.
– PKK’nin bileşiminde milliyetçilik yoktur. Gerçekten insani bir hareket olduğu için, kendi öz örgütümüzde, milli açıdan da öz gerçekliğinizi yaşar gibi yaşayabilirsiniz. Asla bizde bu hastalık yok. Rus partisinde milliyetçilik vardı, ama biz de yok. Bu da çok önemli! Bak, bu kadar mezhepten, bu kadar milliyetten, cinsiyetten arkadaş var, hiç birisi kendini bir yabani gibi görmüyor. Bu da büyük bir enternasyonalizmin var olduğunu gösterir. Yani bizim saflarımızda ürperti bile duymaz. Milli farklılıktan, dini farklılıktan ötürü yabancılık çekmez. Bu işin bir yanı, fakat PKK’de gelişme, kurtuluşa ulaşmada emek büyük bir olaydır.
Ta.: Başkanım, başta da söyledim, onu kaydetmek istiyorum. Gördüğüm çelişkiler, genellikle günlük yaşama dairdir. Kendi üzerime, geldiğim ortamdaki çelişkilerin üzerine gittiğim biçimiyle gittim. Fakat burada onun pek geçerli olmadığını anladım.
– Burası çelik gibidir. Sizin yöntemler, iradeler fazla iş yapamaz. PKK görünüşte gevşek gibi duruyor, fakat görülmez bir çelik duvar gibidir. Bunlara dikkat edecek, olağanüstü dikkat ederek yaşamak durumundasınız.
Bütün bunlar şunun içindi; biraz daha köklü dayanmanız gereken değerler var. Kemalizm, bir anlamda, bütün köklü bağlarda, cinayetten daha tehlikeli bir biçimde koparma hareketidir. Gerçekten Kemalizm, temel ulusal ve toplumsal değerlerden -şunu da belirtelim ki, bu, Türkiye halkı için de geçerli- temel sınıfsal değerlerden koparmada canidir. Tabii Kürt halkını da, Ermeni halkını da, Laz’ını da, Çerkez’ini de, Gürcü’sünü de, Rum’unu da canice kendi ulusal gerçekliklerinden koparmadır. Damarlarından bu kadar koparıldıktan sonra geriye can kalır mı? Tekrar kök bağlamak zorundayız. Bilirsiniz kesebilirler, ama daha gürcesine filizlenmek mümkündür. Bu sorunlarımız var, inkar etmeyelim ve Kemalizm’in de suç ortaklarıyla birlikte dayattıkları koşulları kadermiş gibi kabul etmeyelim.
Direnmeye devam, kökleşmeye devam ve bunun için çabaya devam diyorum! Eğer böyle yaparsanız daha kapsamlı ve daha cesur olursunuz. Olgun ve oturaklı kişiler haline gelirsiniz, çok güzel bir şey bu. Bakın, hepinizde güçlü düşünceler gelişebilir. Tutkular güçlü bir biçimde gelişir, hırs gelişir, ölçü oldukça gelişir. Yaşamını adamaya çalışan sizler böyle yaparsanız, kudretli hale gelirsiniz ve bu iyi bir şeydir. Kudretli olmaktan çekinmeyin.
Dünkü konuşmamda büyük kavgacılığa nasıl yöneldiğimi size anlatmaya çalıştım, ama halen görüyorsunuz ki; bir sonuca gidinceye kadar bırakmam. Hitap gücü çok gelişkindir. İlişki, örgüt gücü çok gelişmiştir. Nereye gitsem halk, dostlar, hatta düşman ayaktadır. Ulaşabilirsiniz, mümkündür, iyidir de. Niye böyle olmayasınız? Böyle oturaklı, böyle ölçülü ve böyle güçlü bağların koruyucusu, kurucusu niye olmayasınız? Niye silik, niye ağlamaklı, niye ucuz ve kolay kaybeden, ölgün kişiler olasınız? Gerektiğinde büyük, derin felsefi yaklaşımlarınız olsun. İlişkileriniz gerektiğinde çelikten halatlarla amaca bağlansın.
Bu konuda temeller var. Buradaki varlığınız bunun ispatıdır belki, ama şunu göz ardı edemeyiz; mesele bizlerin birbirini çözmesi değil, tarihi sorunlarımız var. Düşmana karşı dayanıklı kılınması gereken ilişkilerimiz var, yenilmeyecek ilişkilerimiz, dünyamız var ve olması gerekir. Ben bu kadar savaştan sonra, sizleri ve kendimi bu kadar adadıktan sonra, kolay kaybedenler partisinde olmanıza asla yer vermek istemem. Bu kadar çileyi, acıyı yaşayanların partisi, çok kudretli bir parti olmak zorundadır. Yaşamınızı çürükten, kirden, her türlü dış etkiden arındırırsanız, geriye bu güçlü kısmı kalır. Güzel bir şey, böyle kudretli bir parti elemanı olmak! Bunun imkan-olanakları hepinizin gündemindedir.
İnsanlar bazı yemekleri yerken, ilk yediklerinde iştahları çekmez, hatta kolay kolay mideleri almaz. İkinci, üçüncü uğraştan sonra bu yemekten vazgeçmezler. Belki zorlanabilirsiniz, ama göreceksiniz ki, biraz hazmettikten sonra, düşünce, tutku, davranışların çok çok ötesinde, onları adeta bir hiç derecesine düşüren bir partiyi yeme, özümseme tarzınız söz konusu olacaktır. Özümsedikten sonra diğer yaşamları, diğer alışkanlıkları bir çırpıda atarsınız. Belki o anlama gelmiyor. Tüm zorluklara karşın bu kadar güçlü geçmiyor, gelmiyor. O halde sizlerde de gerçekleşebilir ve o zaman çok güçlü olursunuz. Böylesine güçlenen bir parti karşısında, değil bir ulusal kurtuluş, en temel insani sorunları bile çözme iddiası, gücü gelişir.
Biz bütün bunları söylerken ne peygamberiz, ne de başka bir şey. İnsana saygılı, onun en yüce emeğine değer veren sosyalist bir yaklaşımın sahibiyiz. Kısaca böyle olmanız halinde her şey başarılabilir ve sizlerle yaşamak o zaman doğru bir anlama kavuşur. Sürekli bu doğru temelde yaşamı hem size layık görerek, hem de başararak, sosyalist olma görevlerimizi yerine getiriyoruz.