BEHDÎNAN- AKP’nin darbe anayasasına karşı çıkma ve sivil anayasa yapma demagojisiyle eskisinden daha faşist ve Kürt soykırımını hedefleyen bir anayasa yapmayı hedeflediğini söyleyen KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, “Kürt soykırımını ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmayı normalleştiren ve meşrulaştıran bir anayasa yapmak isteyeceklerdir. Yeni anayasa yapımı gündemi topluma karşı yürütülen bir özel savaş gündemidir” diye konuştu. Artık AKP’nin, politik olarak MHP’nin rehinesi durumunda olduğunu kaydeden Karasu, 8 yıllık bu ittifakın AKP’yi de tamamen MHP’lileştirdiğini vurguladı.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, ANF’nin sorularını yanıtladı.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit devam ediyor. 3 Mayıs’ta 6 aylık görüşme yasağı verildiği de basına yansıdı. Bu tecride yönelik tepkiler de gün geçtikçe artıyor ve çok yönlü bir mücadele yürütülüyor. Gelinen aşamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk devletinin ve bugünkü AKP iktidarının politikası, Kürt halkının özgürlük mücadelesini her boyutta tasfiye edip Kürtleri soykırıma uğratmaktır. İzlenen tüm politikalar da temel politikaya bağlıdır. Türkiye’de özellikle iktidarların politikasını değerlendirirken bu gerçeğin bilinmesi gerekmektedir. İmralı’da yürütülen politika da Kürt soykırım politikasının temel alanı olmaktadır. Rêber Apo’nun ilk isyanı da, özgürlük mücadelesini geliştirme de soykırım politikasına karşı isyandır. Rêber Apo Kurdistan sömürgedir, belirlemesi üzerinden mücadeleyi başlatmıştır. Bu politikanın temel amacının da Kurdistan’ı Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirmek olduğunu vurgulamıştır. Yarım asırdır da Türk devletinin Kürt soykırım politikasına karşı mücadele eden bir örgüt, siyasi hareket ve halk gerçeği yaratmıştır.
Soykırımcı politika yürütenler, en başta da soykırıma uğrayan halkın örgütlü bir toplum ve siyasi irade olmasını engellemeyi amaçlar. Bunun için de soykırıma karşı mücadele eden örgütü ve liderini tasfiye etmek ister. Rêber Apo hem bu örgütü kuran hem de ideolojik ve siyasi çizgisini belirleyen olduğundan başından beri hedef alınmıştır. Türk devleti, PKK ve Önderliğine karşı mücadelede başarısız olunca hem Türkiye’yi pazarlayarak hem de tüm müttefiklerini devreye koyarak Rêber Apo uluslararası bir komplo ile esaret altına alınmıştır. Rêber Apo’ya yönelik komplo, Özgürlük Hareketi’ni ve soykırıma karşı verilen mücadeleyi tasfiye etmek için yapıldığı gibi bugün İmralı’da uygulanan ağır tecrit politikasının amacı da budur.
YANILGILI YAKLAŞIMLAR VAR
Soykırım politikası, en başta da Rêber Apo üzerinde uygulanmaktadır. Diğer tüm soykırım politika ve uygulamaları kaynağını buradan almaktadır. İmralı’da uygulanan politikanın ne olduğunu görürsek Kürtler üzerinde uygulanan ve uygulanacak politikayı da anlarız. İmralı’da bu politika uygulanacak ama Kürt demokratik siyasi alan, Kürt halkının örgütlü güçleri ve halk üzerinde farklı politika uygulanacak! Böyle yanılgılı anlayışlar, soykırımcı sömürgecilik gerçeğini ve Kürt halkı üzerinde yürüttüğü politikaları anlamamak olur. Öte yandan Kürtler üzerinde uygulanan politikayı dünyanın başka yerindeki farklı halklar ve uluslar üzerinde uygulanan politikayla karşılaştırmak da yanlış değerlendirmelere; bu da yanlış politik yaklaşım içinde olmaya götürür. Nitekim Kürt siyasi alanında ve dostlarında bu tür yanılgılı yaklaşımlar görülmektedir.
MÜCADELENİN MERKEZİNE ALINMALI
Rêber Apo üzerinde uygulanan tecride karşı çıkma ve özgürleştirme mücadelesi, doğrudan Kürt halkının özgürlük mücadelesini verme anlamına gelmektedir. Zaten Rêber Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük mücadelesi bütünlüklü yürütülmesi gereken özgürlük mücadelesinin merkezine alınmazsa bu mücadele doğru verilmiş olmaz. Bir halk, örgüt ve siyasi hareket esaret altındaki önderlerine sahip çıkmazsa kendisine de sahip çıkamaz; böyle bir mücadele de özgürlük getirmez.
Bugün bu gerçeklik halkımız, dostları ve demokrasi güçleri tarafından görülmüştür. Bu gerçeklik görüldüğü için son yıllarda Önderliği özgürleştirme mücadelesi her alanda gelişmiş ve gelişmektedir. Rêber Apo’nun sadece Kürt halkı için değil; Türkiye, Ortadoğu halkları, başta kadınlar olmak üzere dünyanın tüm ezilen ve sömürülen toplulukları için önemli bir ideolojik ve siyasi önderlik ve değer olarak görüldüğünden Rêber Apo’ya özgürlük kampanyası tüm dünyada gelişerek güçlenmektedir.
İDEOLOJİK GÜCÜ VE POLİTİK YETENEĞİNDEN KORKULUYOR
Rêber Apo’ya bu düzeyde ağır tecrit uygulanmasının en temel nedeni ideolojik gücü ve politik yeteneğinden korkulmasıdır. Bu bile başlı başına Rêber Apo’nun özgürleştirilmesinin halklar ve kadınlar için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla uygulanan tecrit, Kürt halkı ve kadınlar başta olmak üzere Ortadoğu halkları ve tüm insanlığa uygulanmaktadır.
KÜRT DÜŞMANLIĞI, DEMOKRASİ DÜŞMANLIĞIDIR
AKP-MHP iktidarının bu kadar baskıcı ve demokrasi düşmanı olmasının nedeni İmralı üzerinde uygulanan hukuksuzluk ve baskıdır. Rêber Apo’nun düşüncelerinin yaşam bulmasını ve özgürlüğünün istenmesini engelleme anlayışı, genel olarak da baskıcı olmasını beraberinde getirmektedir. Zaten demokrasi düşmanlığı, en küçük bir demokratik mücadelenin üzerine şiddetle gitmeleri demokratikleşmeden Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin yararlanacağını düşünmelerindendir. Özcesi Kürt düşmanlığı demokrasi düşmanlığı haline gelmektedir.
Şimdi bu gerçeklik görüldüğünden halkımız ve demokrasi güçleri Rêber Apo’ya daha fazla sahiplenmekte ve mücadeleyi birçok yöntemle boyutlandırmaktadır.
ÖZELEŞTİRİNİN GEREĞİ YERİNE GETİRİLMELİ
Kuşkusuz Rêber Apo’ya özgürlük mücadelesi gelişmektedir. 10 Ekim’de dostların tüm dünya genelinde başlattığı kampanya ve 10 Aralık Rêber Apo’nun kitaplarını okuma günü önemli bir hamleydi. Sonuç almak için bu mücadele daha fazla gelişmelidir. Halkımız, Rêber Apo’nun hala esaret altında olması bizim öz eleştirimizdir, demektedir. O zaman bu öz eleştirinin gereğini yerine getirerek Kurdistan’ın dört parçası ve yurt dışında Kürt halkı bu mücadeleye daha aktif katılmalıdır. Kürt halkı, Türkiye’deki demokrasi güçleri başta olmak üzere Ortadoğu’nun demokrasi güçleri bu mücadeleyi daha da yükseltirlerse dünyada da Rêber Apo’ya özgürlük mücadelesinin daha da gelişmesini beraberinde getirir.
Onlarca yıldır Rêber Apo’ya sahiplenme ve özgürleştirme mücadelesi önemli sonuçlar aldı. 1998 ve 1999’da Rêber Apo etrafında ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ diyerek barikat kuranların ve bu mücadelede şehit düşenlerin öncülüğünde bu mücadele 26 yıldır sürmektedir. Bu mücadele sonucu Rêber Apo’yu özgürleştirme, dolayısıyla Kürt halkının özgürleşmesi yakınlaşmıştır. Soykırımcı sömürgecilik inkar ve soykırımı katı biçimde sürdürse de Kürt halkının ve demokrasi güçlerinin mücadelesi ile dayandığı zemin zayıflamıştır.
KENDİNİ TEKRARLAYAN EYLEMLER SONUÇ ALAMAZ
Rêber Apo’ya özgürlük mücadelesi yükseltildiğinde Rêber Apo’yu özgürleştirme ve Kürt halkını özgürleştirme sağlanacaktır. Rêber Apo’nun özgürlüğü, aynı zamanda soykırımcı sömürgeci politikanın çökmesi ve Türkiye’nin demokratikleşmesinin önünün açılması olacaktır. Bu açıdan mevcut mücadele düzeyinin her alanda yükseltilmesi gerekir. Önderliğin özgürlük eylemlerinin on binlerce insanın katıldığı eylemler haline gelmesi önemlidir. Büyük topluluklar eyleme katıldığında nasıl sonuç alındığını Wan serhildanı gözler önüne sermiştir. Örgütlenme ve eylemler geliştirildiğinde her zaman var olan düzeyi daha da geliştirme üzerinde yoğunlaşmak gerekir. Yeni örgütlenme ve eylem biçimleri bulmak gerekir. Kendini tekrarlayan eylemler sonuç almaz. Önceki eylem biçimlerine başvurulduğunda da daha etkili yapılması gerekir. Yoksa rutinleşir ve durgunluk hali yaşanır. Bu açıdan eylemlerin niteliği ve etkisinin her geçen gün artırılması önemlidir. Türkiye, Ortadoğu ve dünyadaki toplumsal ve siyasi ortam bu yönlü mücadelenin gelişme zeminini güçlendirmiştir.
Türk devletine, CPT’ye, Avrupa Konseyi’ne çağrılarla sonuç alınamaz. Kuşkusuz teşhir edilmesi ve sorumluluklarını yerine getirmeleri istenir. Ancak mücadele bu güçlere adım attırır! Bakurê Kurdistan’da mücadeleye atılacak önemli bir gençlik potansiyeli vardır. Yaratıcı yöntemlerle örgütlenmek ve eyleme sevk etmek, mücadelenin gelişmesinde önemli rol oynayacaktır.
İmralı’daki tecride karşı zindanlarda da önemli bir direniş var. Tutsak aileleri zindan direnişine destek veriyor. Zindanlarda verilen direnişin Kürt halkı ve dostları için önemi nedir?
Zindanlar, her zaman Kürt halkının özgürlük mücadelesinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. Komploya karşı ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ diyerek ateşten barikat olarak Önderliğe sahiplenmenin öncülüğünü yapmış ve ölçülerini belirlemişlerdir. Zindanların Önderliğe sahiplenmeleri, herkese örnek olmalıdır. Zindanlar şimdiye kadar Önderliğe sahiplendiler. Ancak son tutumları ve eylem biçimleri Önderliğe sahiplenme çizgisinde en doğru tutumu ifade etmektedir. Doğru duruş da çizgi de budur. Önderliğimiz nasıl yaşıyorsa biz de öyle yaşarız, demeleri sadece bir eylem biçim değil, ideolojik-politik duruştur. Zindanlarda dışardaki mücadeleden kopukluklar nedeniyle her zaman yanılgılar ve yanlış eğilimler ortaya çıkar. 1980’li yıllarda 12 Eylül faşizmine karşı mücadele yıllarında yanılgılar ve yanlış eğilimler ortaya çıktığı için Rêber Apo zindan konferansı düzenlemiş; daha sonra zindanlarda konferans yapmak, yanılgılı ve yanlış eğilimleri düzeltmek bir gelenek haline gelmiştir. Aslında bugün zindanlarda ortaya konulan eylem biçimi de zindan konferansları gibi bir düzeltme işlevi de görmektedir.
DİRENİŞ, TUTSAKLARA ÇOK ŞEY KAZANDIRACAKTIR
Zaten zindanlarda görüşmeler ve telefon konuşmaları da bir yönüyle özel savaş araçları ve yöntemi haline getirilmiştir. Telefon görüşmelerini bir hak olarak yaptırmıyorlar. Bu açıdan Rêber Apo’nun yaşadığı gibi yaşamak biçiminde bir eylem biçimi yürütmeleri bir yönüyle zindanlarda yürütülen özel savaşa karşı da bir tutum olmaktadır. Zindanların ruhu, 14 Temmuz ruhudur. Böyle bir direniş geleneğinin ardıllarıdırlar. Bu gelenek, Rêber Apo’ya ve Özgürlük Hareketi’ne bağlılık geleneğidir. Şehitlere ve halka layık olma geleneğidir. Rêber Apo gibi yaşamak, aynı zamanda Rêber Apo gibi düşünmeyi ve özgürlük felsefesine sahip olmayı da gerektirir. Bu açıdan bu zindan direnişi tutsaklara çok şey kazandıracaktır. Rêber Apo’nun her daim bir örgüt ve eylem kişiliği olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Zaten Rêber Apo’nun duruşunu anlayanlar büyük militan ve özgürlük savaşçıları olurlar.
TUTSAK AİLELERİ VE ANNELER DEVRİMİMİZİN SÜTUNLARIDIR
Tutsak ailelerinin de bir mücadele geleneği vardır. Tutsak aileleri, 1980’li yıllarda her türlü hakarete ve baskıya rağmen evlatlarına sahiplenmekten vazgeçmedi. Ailelerin devrimci tutsaklara sahiplenmemesi için her yol ve yöntemi denediler. Aileler işkence gördü, gözaltına alındı, hakaretler gördü ama bunlar sadece onların öfkesini artırdı. Tutsak aileleri, zindan kapılarında bilinçlendi ve politikleşti. Nasıl ki zindan direnişçileri 14 Temmuz direnişçiliğinin devamcısıysa, bugünkü tutsak aileleri de 1980’li ve 1990’lı yıllarda zindan önlerinde mücadele veren ailelerin ardılları ve takipçileridir. 2018-19 zindan direnişi sırasında tutsak ailelerinin, analarımızın nasıl hakarete maruz kaldığı, nasıl coplandığı, nasıl yerlerde sürüklendiği hala gözlerimizin önündedir. Bunlar zindandaki yoldaşları ve bizleri öfkelendirdiği gibi tutsak ailelerinin de mücadeleyi daha kararlı sürdürmelerini sağlamıştır. Tutsak aileleri ve barış anneleri mücadelemizin moral değerleridir; devrimimizin sütunlarıdırlar! Bugün tutsak aileleri, barış anneleri, şehit ve gerilla annelerinden tüm Kürt annelerine kadar annelerimiz bu mücadelenin moral değerleridir. Analarımızın duruşu bizim mücadelemizin yenilmezlik iksiridir. Anaların ahını alanlar iflah olmaz. Bu açıdan soykırımcı sömürgecilik iflah olmayacaktır!
Cumartesi Anneleri de bu mücadelenin önemli bir parçasıdır. Onlar üzerinde nasıl bir baskı uygulandığını da tüm kamuoyu bilmektedir. Onları da saygıyla selamlıyor, eylemlerinin 1000. haftasında yaptıkları eylemin çocuklarının akıbetini öğrenmede önemli bir dönüm noktası olacağına inanıyoruz.
SADECE TUTSAK AİLELERİNE BIRAKMAK DOĞRU DEĞİL
Zindan direnişine sahiplenmeyi, dolayısıyla Rêber Apo’ya özgürlük mücadelesini sadece tutuklu ailelerine bırakmak doğru değildir. Rêber Apo bugün zindan direnişinin öncüsüdür. Zindan direnişi de bugün Rêber Apo’ya özgürlük direnişi haline gelmiştir. Bu açıdan bu direnişe başta gençler ve kadınlar olmak üzere tüm halkımız ve demokrasi güçleri katılmalıdır.
Bugün Kürt halkının özgürlük mücadelesine katıldığı için on binlerce özgürlük ve demokrasi savaşçısı zindanlara doldurulmuştur. Zaten Kürtler, bugün dünyada siyasi nedenlerle zindanlarda kalma rekoru kırmıştır. Nüfusuna göre dünyada Kürtler kadar zindanlarda kalan başka bir halk yoktur. Yine siyasi nedenlerle zindanlarda tutulan kadın sayısında da rekor, Kürtlere aittir. Aslında zindandaki tutsaklar şahsında tüm Kürtler zindana atılmıştır.
TÜM KÜRTLER GURUR DUYMALIDIR
Zindandaki tutsaklar Kürtlerin onurunu en yüksek düzeyde temsil etmektedir. Tüm Kürtler bundan gurur duymalıdır. Çocukları, yakınları zindanda olsun yada olmasın tüm Kürt halkı zindan direnişçilerine sahip çıkmalıdır. Kürt halkının özgürlüğü için onlarca yıl zindanda ömür tüketmektedirler. Ancak 30 yıl, 35 yıl zindanda yatmalarına rağmen halkına ve özgürlük mücadelesine sahip çıkıyorlar. Bu nedenle cezaları dolanlar bile zindanlardan bırakılmıyorlar. Bu insanlarımızla tabii ki gurur duyacağız. Öte yandan zindan direnişçileri ve dışarı çıkanlar bilinçli insanlarımızdır. Bu açıdan zindanda kalan ve direnen insanlara sahip çıkılmalı, onlara saygı duyulmalı ve direnişlerinin yanında olunmalıdır. Onlar zor koşullarda direniyorsa Kürt halkı da onların direnişine sahip çıkarak Rêber Apo’nun özgürlük mücadelesine güç katmalıdır.
Gerillaların tarihi bir direniş yürüttüğü Medya Savunma Alanları’na yönelik faşist Türk devletinin işgal saldırıları artarak devam ediyor. KDP ise faşist Türk devletinin sıkışıklığını gidermek için her türlü desteği vermektedir. Bu anlamda gerillanın direnişi nasıl sahiplenmeli, faşist Türk devleti ve özellikle de KDP’ye karşı nasıl bir tutum içinde olunmalı?
Türk devleti, on yıllardır Medya Savunma Alanları’na saldırıyor. Son üç yılda bu saldırılarını artırmış ve süreklileştirmiştir. Bu saldırılar tamamen bir işgal harekatıdır. Türk devleti girdiği yerlerden çıkmayacaktır. Fırsatını bulduğunda ise Başûrê Kurdistan’ın tümünü işgal edecektir. Kerkük’le çok yoğun ilgilenmesi, orada örgütlenmeler yapması bu işgal harekatının hazırlıkları olarak görülmelidir. Başika’da bir üs kurmuş, Irak bu üs bırakılmalı dediği halde bırakmamaktadır. Zaten her fırsatta Musul ve Kerkük vilayetlerinin Misak-ı Milli içinde ve kendilerine ait olduğunu vurgulamaktadırlar. Misak-ı Millinin ilan edildiği dönemde Kürtleri inkar etme, asimile ve soykırımı amaçlama politikaları yoktu. Kurdistan’da Kürtlerin öz yönetiminden söz ediliyordu. Bugün ise Kürtler tümüyle fiziki ve kültürel soykırıma uğratılıp Kurdistan Türk uluslaşmasının yayılma alanı haline getirilmek isteniyor. Kürt düşmanı ve Kürtleri soykırıma uğratmayı amaçlayan bir Türk devlet gerçeği var. AKP-MHP iktidarı, bu amacın en açık yönetimidir. KDP, böyle Kürt düşmanı ve soykırımcı bir devletle işbirliği yapıyor. Şu anda Kürt soykırımının ortağı durumundadır.
KDP’Yİ AKTİF SAVAŞIN İÇİNE ÇEKMEYE ÇALIŞIYOR
Şu anda da saldırılar daha da genişletilerek sürdürülüyor. Buna karşı özellikle 2023 sonbaharından beri tarihi bir direniş yürütülüyor. Türk ordusuna ağır darbeler vuruluyor. Türk devleti sürekli savaşamaz hale gelen askerlerini çekiyor; yerine yeni birlikler getiriyor. Böyle de sonuç alamadığı için KDP’yi daha aktif savaşın içine katmaya çalışıyor. Nitekim KDP, Türk birliklerine yakın alanlara bu birlikleri koruyan ve lojistiğini sağlayan karakollar kuruyor. Çoğunluğunu KDP’nin tespit ettiği Irak sınır birlikleri adına gerilla etrafındaki kuşatmayı daha da artırıyor. Son aylarda Bağdat ve Hewlêr’e yapılan ziyaretlerin esas amacı gerillanın tasfiyesine yöneliktir. Türk devleti ‘kalkınma yolu projesi’ni bu amacına Irak’ı katmanın aracı yapmak istiyor.
YNK’Yİ DE ORTAK ETMEK İSTİYORLAR
Gerillayı ve bir bütün olarak özgürlük mücadelesini tasfiye etmek için YNK’yi de yaptıkları saldırılara ortak etmek istiyorlar. Özellikle TC ve KDP, bu konuda ortak çalışıyor. KDP nasıl ki Rojava, Şengal, Maxmur ve Medya Savunma Alanlarında Türk devletinin saldırılarını meşrulaştırıyorsa, şimdi de Türk devletinin YNK alanına yaptığı ve yapacağı saldırıları meşrulaştırmaya çalışıyor. Hatta KDP, Türk devletinin YNK’ye baskıyı artırması için ısrarda bulunuyor. Eğer YNK, PKK’ye karşı çıkarsa ben PKK’ye karşı daha aktif savaşırım, diyor. YNK katılmayınca ben de PKK’ye karşı savaşta ve saldırılarda tüm gücümü kullanamıyorum, diyor. Kendisinin yaptığı ihanet yetmiyor; YNK’yi de kendisinin ihanet politikasına katmak istiyor. Böylece yaptığı ihanetin üstü örtülecek, görülmeyecek. Hatta PKK’ye karşı savaşı tüm Başûrlu parti ve siyasi güçlerin savaşı olarak gösterecek.
KDP’NİN TUTUMUNA KARŞI MÜCADELE YETERSİZ
KDP bu düzeyde bir ihanet içinde olduğu halde KDP’nin bu duruşuna karşı tutum ve mücadelenin yetersiz olduğunu söylemeliyiz. Çünkü bu konu Kürt halkının özgürlük mücadelesini yakından ilgilendirmektedir. KDP’nin ihanetine karşı tutum koymak Kurdistan’ın dört parçasının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin doğru çizgide yürütülmesi açısından çok önemlidir. Öte yandan Kurdistan tarihinin en büyük, en fedai gücü ve Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesinin Kurdistan’ın her parçasında çok önemli bir düzeye gelmesinde tarihsel rolü olan gerillaya sahip çıkmak açısından da KDP’ye karşı tutum koymak gerekir. Böyle bir gücün tasfiyesinde açıkça TC’nin yanında yer alan KDP’ye tutum koymak, bir yurtseverlik görevidir.
YURTSEVERLİK ÖLÇÜLERİNİN YÜKSEKLİĞİ ÖNEMLİ
Bir halkın sömürgeci ve soykırımcı bir güç karşısında mücadelesinin başarısı açısından yurtseverlik ölçülerinin yüksek olması çok önemlidir. Bir halkta yurtseverlik ölçüleri yüksekse o halk mutlaka mücadeleyi geliştirir ve özgürlüğünü kazanır. Yurtseverlik ölçüleri düşük ve muğlak olan bir halk ise özgürlük mücadelesini başarıya ulaştıramaz. Bu açıdan KDP’ye karşı tutum almak çok önemlidir. KDP bu kadar iş birlikçilik ve ihanet yapacak ama bu KDP’ye tutum alınmayacak! Bu durum yurtseverlik ölçülerini düşürür, muğlaklaştırır. Bu da Kürt halkının mücadelesi için büyük tehlike yaratır, zarar verir.
Yakın zamanda Bakurê Kurdistan’da Medya Haber TV’ye katılan biri KDP’ye hain demeyin, halk da hain denilmesini istemiyor, diyor. Biz tabii ki Bakurê Kurdistan’da halkın KDP’ye hain dediğini biliyoruz. Evlatlarını TC ile birlikte öldüren, gerillaya pusular kurup şehit eden KDP’ye hain demeyecek de ne diyecek? Bu Türk devleti ki, tüm Kürtleri soykırıma uğratmak istiyor. Başûr’daki statüyü de kabul etmiyor. Herkes de biliyor ki, Başûr’da yapılan hatayı Rojava’da yapmayacaklarını söylemişlerdir. Yani fırsatını bulduklarında bu statüyü kaldırmak için harekete geçeceklerdir. KDP, böyle bir TC’ye PKK’yi tasfiye etmesi için destek veriyor. Gerilla alanlarını kuşatıyor, gerillalara pusu kuruyor, gerilla alanlarına güç takviyesi, lojistik ve cephane gönderilmemesi için yol hatlarını tutuyor. TC’nin Medya Savunma Alanları’na saldırısını meşrulaştırıyor. Başûrê Kurdistan’da TC ordusu onlarca üs kurmuş. MİT, Başûrê Kurdistan’da cirit atıyor, YNK alanını TC’ye hedef gösteriyor. Rojava’daki işgalleri meşrulaştırıyor, KDP’ye bağlı ENKS denen oluşum işgal güçleri ve çetelerle iş birliği yapıyor. Şengal’de hem TC’nin saldırılarını teşvik ediyor hem de verdiği istihbaratla Êzidî komutanları ve yönetimlerini TC’ye vurdurtuyor. TC ile ilişki içinde istihbarat vererek Maxmûr’daki yurtseverleri ve sempatizanları vurduruyor. Kürt düşmanlığı ve soykırım politikalarını en pervasız biçimde uygulayan AKP-MHP iktidarı ile her düzeyde ilişki ve ortaklık içinde olan KDP’ye hain denilmeyecek de ne denilecek!
Soykırımcı Türk devleti ile bu düzeyde ilişki içinde olan KDP’ye ihanetçi denilmezse yurtseverlik ölçüleri düşer ve muğlaklaşır. Kürtler için en büyük tehlike budur. Yurtseverlik ölçülerini düşürmek soykırım altında olan Kürtlere, Kürtlerin özgürlük mücadelesine en büyük zararı vermektir. Bu açıdan gösterilmesi gereken tutum KDP’ye neden ihanetçi deniyor olmamalı; aksine KDP’nin bu ihanet ilişkisine yeterli tutum koymayan anlayış ve yaklaşımlar eleştirilmelidir. Eleştirilecek bir durum varsa o da KDP’ye karşı gösterilen yetersiz tutumlardır. KDP’ye karşı yetersiz tutumlar, KDP’nin ihanetini sürdürmesine zemin olmaktadır.
AKP-MHP faşizmi Kürt soykırımını gerçekleştirmek için sadece askeri değil, çok yoğun bir şekilde siyasi saldırılarını da sürdürüyor. Kobanê davasında siyasetçilere ağır cezalar verildi. Bu dava ve verilen cezaların nedenleri ve sonuçları tartışılmaya devam ediyor. Siyasetçilere verilen bu cezalarla nasıl bir hedef güdülüyor?
Kobanê davası, HDP’lilerin belirttiği gibi bir kumpas davasıdır. Bu davanın Kobanê protestolarından dört yıl sonra açılması zaten davanın siyasi bir kumpas olduğunun açık kanıtıdır. Böyle bir yargılama AKP-MHP iktidarının talimatıyla gerçekleşmiş, 7 yıl sürdürülmüş ve bu yargılamayı yaptıranların talimatıyla da cezalar yağdırılmıştır. Yargının siyasi iktidarın emrinde olduğu AKP-MHP iktidarı dışında herkes tarafından söylenmektedir.
TEMEL POLİTİKALARDAN BİRİ SİYASİ SOYKIRIMDIR
Kürtler üzerindeki soykırım politikasının en temel ayaklarından biri de siyasi soykırımdır. Şêx Saîd ve arkadaşlarının, Seyîd Rıza ve arkadaşlarının idamları da siyasi soykırımdı. 49’ların tutuklanması da siyasi soykırımdı. 1980’li yıllarda başta Amed olmak üzere binlerce devrimcinin ve yurtsever insanlarımızın zindana atılması da siyasi soykırımdı. Rêber Apo’ya yönelik Uluslararası Komplo ve 26 yıldır ağır tecrit altında tutulması da siyasi soykırımdır. Bugün on binlerce devrimcinin, yurtsever demokrat siyasetçinin zindanlara atılması ve onlarca yıl ceza verilmesi de siyasi bir soykırımdır. Soykırımcı sömürgeci Türk devleti, bu siyasi soykırımlar temelinde Kürtler üzerinde yürütülen soykırım politikasını tamamlamak istemektedir. Türkiye’de anayasa ve yasalar soykırımı hedeflediği gibi anayasa ve yasaların legal olarak elvermediği durumlarda ise anayasa ve yasalar da bir tarafa bırakılıp siyasi soykırım uygulamalarına gidilir. Kobanê Kumpas Davasında verilen cezalar da böyledir.
AMAÇ MÜCADELEDEN VAZGEÇİRMEKTİR
Siyasi soykırım politikası ve uygulamalarında amaç, siyasi tutsakları özgürlük ve demokrasi mücadelesinden vazgeçirmektir. Yıllarca zindanlarda tutarak, rehabilitasyona uğratarak siyasi tutsakların düşüncelerini liberalize etme ve pasifleştirmektir. Buna düşünce ve eylemde sistem içileşme denilmektedir. Zindanlarda tutarak toplumu örgütsüz ve öncüsüz kılmaktır.
Kobanê davasında HDP eşbaşkanları olan Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’a en fazla cezayı vermişlerdir. Siz böyle bir partinin eşbaşkanı olursanız biz de en fazla cezayı veririz demişlerdir. Kürt halkının özgürlük mücadelesinde ısrar edilmesine böyle bir karşılık vermektedirler. Öte yandan Türkiyeli sosyalist ve demokrat dostlara da Kürtlere yanaşırsanız böyle yanarsınız mesajı vermişlerdir. Böylece bir korkularının da Kürt halkının demokratik güçleriyle Türkiye’nin demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi olduğu bir kez daha görülmüştür.
TÜRKİYE’NİN TEK MADDELİK ANAYAYASI
Türk devletinin temel zihniyetine göre Kürtler adına siyaset yapmak suçtur! Kürt’ün varlığı kabul edilmediği ve soykırım amaçlandığı için bu politikaya karşı mücadele en büyük suç olarak görülmektedir. Bir daha vurgulayalım; Türkiye’nin tek maddelik anayasası vardır. Bu da Kürtleri soykırıma uğratmaktır. Yasalar da buna göre düzenlenmiştir. Faşist anayasa ve yasalara göre yapılamayan uygulamalar ise fiili olarak yapılmaktadır. Sonradan da istinaf mahkemeleri var, Yargıtay var, AYM var gibi söylemlerle verilen bu cezalar sanki hukuka göre verilmiş gibi normalleştirilir. Anayasa ve yasalara göre bile ceza almayan insanlar böylece yıllarca zindanlarda tutulur.
Özcesi bu cezalarla amaç siyasetçileri sindirme ve toplumu siyasi öncülerinden mahrum bırakmaktır. Böylece toplum da tehdit edilmektedir.
Seçimler öncesi, seçimler sonrası ve Kobanê davası öncesi ısrarla ‘yumuşama-normalleşme’ süreci üzerine yoğun söylem ve tartışmalar yapıldı. Kobanê davasında verilen cezalara bakıldığında ‘yumuşama’dan Kürtlere ne çıktı?
Seçim öncesi Kürtlere yönelik 1 Nisan’dan sonra yumuşama olacak gibi bir algı çalışması yürütülmüştür. Bunu Saray merkezli özel savaş ve MİT yaratmaya çalışmıştır. KDP etkili bazı kesimler de AKP’nin seçimde bir kısım Kürtlerin oylarını alması için bu tür çabalar içinde olmuştur. Kürt demokratik siyaseti içinde ve çeperinde olan bazı kişiler de iyi niyetle olmasını istedikleri bir beklentiyi dile getirmişlerdir. Tabii ki bunun nedenleri var. Kürt halkı ve demokratik siyasal alan uzun yıllardır ağır baskı altındadır. Yine seçimlerde belediye eşbaşkanlarını seçiyorlar ama devlet kayyum atıyor. Bu açıdan naif bir yaklaşımla baskıların olmayacağı bir ortamın olmasını arzuluyorlar. Gerçek duruma göre değil, niyetlerine, özlemlerine göre yaklaşım gösteriliyor. Biz bu tür beklentileri, arzuları anlıyoruz. Gerçekleri görmeden değerlendirme ve yorum yapmak özlemlerin gerçekleşmesini sağlamaz; aksine daha da uzaklaştırır. Biz bu tür algı oluşturma çabalarına karşı AKP ister kazansın ister kaybetsin Kürtlere ve demokrasi güçlerine karşı politikasını değiştirmeyecektir, dedik. Tabii ki kazansaydı baskı politikalarını eskisinden daha sert biçimde uygulayacaktı. Şimdi de uygulamaktadır, ancak zayıflamış bir AKP-MHP iktidarı vardır. Bu nedenle uygulamada bazı zayıflıklar yaşayacaktır. Esas zihniyet ve politika değişmediğinden farklı yol ve yöntemlerle aynı amaca ulaşmak isteyecektir. Bu da Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve demokrasi güçlerini etkisizleştirip soykırım politikasını tamamlama doğrultusunda olacaktır.
YUMUŞAMA VE NORMALLEŞME YOK
Yumuşama ve normalleşme bir politika değişikliğini gerektirir. Ne AKP’nin ne de AKP-MHP ittifakının bir politika değişikliği vardır. Politika değişikliği olmayan yumuşama ve normalleşme söylemleri sadece eski politikaların üstünü örtme anlamına gelir. Eğer bir normalleşme olacaksa ilk önce yargının siyasi bir araç ve sopa olarak kullanılmasından vazgeçilmesi gerekir. Bırakalım bundan vazgeçmeyi, bunun ısrarla sürdürüleceği anlaşılıyor. Bazı tutuklular bırakılarak siyasallaşan yargıya meşruiyet kazandırılmaya çalışılıyor. Yargının siyasi bir araç olarak bundan sonra da kullanılacağını Sinan Ateş cinayetinin üstünü örten bir iddianame hazırlanması ve Kobanê davası kararlarında gördük. 1 Mayıs yürüyüşçülerinden onlarcasının tutuklanması demokrasi güçleri üzerindeki baskının süreceğinin açık kanıtıdır.
KÜRTLERE YÖNELİK POLİTİKA DEĞİŞMEDEN OLMAZ
Türkiye’de yargı neden iktidarın siyasi aparatı haline gelmiş, neden bu kadar kutuplaşma yarattı, neden görülmedik baskı düzeni kurdu? Bu baskı düzenini yeni yasalarla neden pekiştirmek istiyor? Bu soruların cevabını vermeden yumuşama ve normalleşme söylemleri halkı kandırmaktan başka anlam taşımaz. Kürt halkının özgürlük mücadelesi ve demokrasi güçlerini baskı altına almak ve tasfiye etmek için yargı bu kadar siyasallaştırılmış; bu düzeyde baskı düzeni kurulmuş ve başta Kürtler olmak üzere kendi dışındakiler ötekileştirilmiş ve Türkiye tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar kutuplaşma yaratılmıştır. Kürt halkının özgürlük mücadelesini daha kolay bastırmak ve soykırım politikasını uygulamak için demokrasi güçlerinin üzerinde görülmedik baskı kurulmuştur. Öyle ki bazı demokratik söylemlerde bulunduğunda CHP bile hain ilan edilmiştir. Çünkü her demokratik söylemin, Kürtler üzerindeki soykırım politikasını zayıflattığı düşünülmektedir. Bu açıdan Kürtlere yönelik politika değişmeden yumuşama ve normalleşme söylemleri bir kandırmacadan ibarettir. Kürtler ve demokrasi güçlerine yönelik politikalarda uzlaşmanın söylemi olabilir.
Kürtler ve demokrasi güçleri Türkiye’deki baskı düzeninin kaynağının İmralı’da uygulanan tecrit ve baskı politikası olduğunu söylemektedir. İmralı sistemi, Kürt soykırım politikasının temelini oluşturmaktadır. Tüm toplum üzerindeki baskının İmralı’ya yönelik politikalardan kaynaklandığı her geçen gün daha iyi anlaşılmaktadır. İmralı’dan başlayarak Kürt politikasında değişiklik olmadan Türkiye’de siyasi ortamın yumuşayacağını beklemek hayalcilik olur. Devlet Bahçeli, Kobanê davasından sonra verilen cezalar siyasi denilerek bir yumuşamanın olacağını kimse beklemesin, dedi. Açıkça yumuşama ve normalleşme bizim politikamız benimsenirse olur, dedi. Zaten Özgür Özel’e sorduğu sorularla Kürt düşmanlığı yaparsan kabul edilirsin, yoksa seçim öncesi CHP’ye yönelik söylem ve yaklaşımlarımız devam eder, dedi. Özgür Özel, bu davalar tabii ki siyasidir, diyerek Devlet Bahçeli’ye net bir cevap verebilirdi. Sadece Sinan Ateş olayı üzerinden cevap vererek yargının tüm alanlarda siyasetin emrinde olduğu konusunu geçiştirmiş oldu.
CHP, ERDOĞAN’IN TUZAĞINA DÜŞMÜŞTÜR
AKP-MHP iktidarı Kürt düşmanlığı üzerine kurulmuştur. MHP zaten bu nedenle bu ittifak içinde yer almıştır. Bu açıdan AKP-MHP’nin Kürt ve demokrasi güçlerine yönelik düşmanlığı ve saldırı politikası devam edecek ama yumuşama olacak! Böyle bir şey olamaz. Olacağını düşünmek yargının siyasallaşmasını, baskıları ve kutuplaştırmayı Kürtlere yönelik saldırı politikasından ayrı görmek olur ki, bu da kafayı kuma gömmektir.
Aslında CHP, Tayyip Erdoğan’ın tuzağına düşmüştür. AKP-MHP eski politikaları sürdürecek, CHP ve genel başkanı bu politikaya karşı mücadele yürüttüğünde CHP ve Özel yumuşamaya ve normalleşmeye karşı çıkıyor, diyerek hem suçlu hem güçlü rolünü oynayacaktır. Ya da CHP, AKP-MHP iktidarının politikalarına temel konularda karşı çıkıp mücadele etmeyecek, Erdoğan-Bahçeli’nin anladığı yumuşama ve normalleşmenin, yani eski politikaya CHP’yi de alet etmenin yumuşaması olacaktır. Daha doğrusu CHP’nin yeni lideri yumuşatılarak AKP-MHP iktidarının önünde engel olmaktan çıkarılacaktır. Böylece toplum AKP-MHP ittifakına karşı CHP’ye oy vermişken CHP halkın isteğinin tersine bir duruma düşmüş olacaktır.
Kürtlere her türlü ağır saldırının devam ettiği bir ortamda anayasa tartışmaları yapılırken şimdi de bir yargı paketiyle ‘etki ajanlığı’ uygulaması getirilmek isteniyor. Bu tartışmaları ve getirilmek istenen ‘etki ajanlığı’ uygulamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
AKP, darbe anayasasına karşı çıkma ve sivil anayasa yapma demagojisiyle eskisinden daha faşist ve Kürt soykırımını hedefleyen bir anayasa yapmayı hedeflemektedir. Kürt soykırımını ve Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmayı normalleştiren ve meşrulaştıran bir anayasa yapmak isteyeceklerdir. Daha doğrusu yapılamayacak bir anayasa üzerinden muhaliflerini darbe anayasasını savunmakla suçlayacaktır. Yeni anayasa yapımı gündemi topluma karşı yürütülen bir özel savaş gündemidir. AKP’nin temel ittifakı MHP olacak ama sivil ve demokratik bir anayasa yapılacak! Bu anayasa yapımını en fazla da MHP ve Devlet Bahçeli isteyecek! İyi Parti ve Büyük Birlik Partisi’nin de bu cephede olacağı açık. Bunlarla bir sözde sivil anayasa yapılabilir ama bu anayasa demokratik olmaz, hatta eski anayasayı aratır. Kaldı ki bu anayasanın başlangıç maddeleri ve doğrudan Kürt soykırımı ile ilgili diğer maddeler dışında neredeyse değişmeyen maddesi kalmamıştır. Eskiden ceza yasasında 168 ve 171 gibi maddeler vardı. Bunların yerine ‘Terörle Mücadele Kanunu’ çıkararak o yasalara rahmet okuttular. Herkesi zindanlara atmanın yolunu açtılar.
ELEŞTİREN HERKES ETKİ AJANLIĞIYLA SUÇLANABİLECEK
Etki ajanlığıyla ise tüm faşist ceza yasası maddelerine, hatta terörle mücadele yasasına rahmet okutacak açık faşist bir yasa çıkarmak istiyorlar. Böyle bir yasa çıkarmayı düşünenler hangi demokratik sivil yasayı düşünebilir? Zaten sivil anayasa derken demokratik bir anayasa da denmiyor. Etki ajanlığı yasası kadar sübjektif bir yasa olamaz. Halbuki ceza yasaları somut deliller arar. Burada somut delil yok. Bir kişinin etki ajanı olup olmadığına hakimler karar verecek. Bu yasayla iktidarın politikalarını eleştiren herkes kolaylıkla etki ajanı olarak damgalanacaktır. Yeni kutuplaşma, ötekileştirme, düşman ilan etmenin argümanı etki ajanlığı olacaktır. Bu yasa ile tüm Kürtler PKK’ye ajanlık yapmakla suçlanacaktır. Kürtlerin özgürlük ve demokrasi talepleri ve her türlü eylemi böyle değerlendirilecektir. Dış güçler Türkiye’yi bölmek istiyor, Kürt, Kurdistan, özgürlük ve demokrasiden söz etmek bunlara ajanlık yapmaktır, deyip cezalandırılacaktır. Demokrasi, demokratikleşmeden söz edenler, Kürtlere ve bölücülüğe alan açıyor, denilerek ajanlıkla suçlanacaktır. Özcesi sadece Kürtler değil, tüm demokrasi güçleri ve iktidara muhalif güçlerin söylem ve eylemleri ajanlık olarak cezalandırılabilecektir. Bu yasa bile AKP-MHP iktidarının mevcut politikaları bırakma gibi bir yaklaşımının olmadığının kanıtıdır. Bu iktidarla ne normalleşme olur ne de bir anayasa yapılır. Bu iktidarla yapılacak hiçbir iyi şey yoktur. Bu iktidar kötülükler iktidarıdır. Bu kötülüklerden sadece bu iktidar düşürülerek kurtulunabilir.
Kukusuz bu anayasanın en fazla değişmesini Kürtler ister, demokrasi güçleri ister. Ancak demokratik anayasa yapmak demokratik zihniyet ve demokratik ortam ister. Böyle bir ortam yoktur. Kürtler ve demokrasi güçleri yeni anayasayı 40 yıldır bizler istiyoruz, 1982 anayasasına karşıtlığı en fazla Kürtler ve demokrasi güçleri yaptı ama AKP-MHP iktidarı Kürtlerin varlığını, kimliğini, kültürünü, ana dilde eğitimini kabul eden değil, aksine bunları daha fazla inkar eden bir anayasa yapmak istiyor, demelidir. Bu temelde de kendi anayasa anlayışlarını ortaya koyup AKP-MHP iktidarının anayasa anlayışını ve neden böyle bir gündem ortaya koyduklarını teşhir edebilirler. Yoksa AKP’nin anayasa gündemine takılmak mücadeleyi gevşetmek ve toplumu olmayacak beklentiler içine sokmak olur. Bu dönemde en fazla da bu tutumlardan kaçınılması gerekir.
Peki Kürt halkı, demokrasi güçleri ve tabi sistem içi muhalif güçler ‘yumuşak özel savaş’ yöntemleriyle mücadelenin gevşetilmek istendiği böylesi bir süreçte nasıl bir tutum içinde olmalı?
Kürt halkının demokrasi güçleri ile Türkiye halklarının demokrasi güçleri, geniş bir demokratik mücadele ittifakı kurmazlarsa sistem içi muhalif güçler AKP-MHP faşizmine karşı fazla bir şey yapamaz. AKP-MHP faşist iktidarı zayıflamıştır. Halk bu iktidarın politikalarını reddetmiştir. En başta da bu iktidarın politikalarını belirleyen MHP zihniyetini reddetmiştir. Artık AKP hükümeti, politik olarak MHP’nin rehinesi durumundadır. 8 yıllık bu ittifak AKP’yi de tamamen MHP’lileştirmiştir. Artık AKP ile MHP arasında fark kalmamıştır. Zaten eski AKP’lilerin büyük çoğunluğu AKP’nin dışındadır. Şimdi klasik devlet politikasını savunanlar ve sadece çıkar için AKP’ye yanaşanlardan oluşmuş bir AKP vardır. Bu karakteriyle de AKP çok zayıflamıştır. Bu açıdan AKP-MHP iktidarına karşı mücadele imkanı artmıştır. Yerel seçim sonuçları bu zemini oluşturmuştur. Bu açıdan sistem içi muhalif güçlerin gevşekliği, AKP-MHP iktidarına karşı mücadele vermede kararlı olmayan tutumu, radikal demokrasi güçlerine tarihi bir görev yüklemektedir. Mevcut ortam radikal muhalif güçlerin, AKP-MHP iktidarına gerçek bir alternatif olma rolünü oynamasını gerektirmektedir. Eğer Kürt halkının demokrasi güçleriyle Türkiye demokrasi güçleri ittifaklarını güçlendirir ve AKP-MHP iktidarına karşı aktif mücadele içine girerse o zaman sistem içi muhalif güçler de mevcut iktidara karşı mücadele gücü gösterebilir.
CHP KADAR DEM PARTİ DE ELEŞTİRİLMELİDİR
Şu anda CHP’nin, AKP-MHP iktidarına karşı tutumu eleştirilmektedir. Ancak en az onun kadar da DEM Parti’nin de içinde olduğu radikal demokrasi güçlerini eleştirmek gerekir. Faşist iktidarlara karşı en geniş demokrasi güçleri bir araya getirilmezse etkili ve sonuç alıcı mücadele verilemez. Bunu başta sosyalistler olmak üzere tüm demokrasi güçleri bildiği halde AKP-MHP faşizmine karşı güçlü bir ittifak yaratamamaları sorumsuzluktur. O zaman demokratikleşme CHP’den ya da bazılarının düşündüğü gibi AKP’den mi beklenmektedir? Hiçbir ideolojik farklılık, siyasi görüş ayrılığı böyle bir ittifakın kurulmamasına gerekçe olamaz. Türkiye solunun, Türkiye’de bu kadar kriz ortamında bir hamle yapamaması, bu dar ve kendisiyle sınırlı kalan örgüt ve mücadele anlayışından kaynaklanmaktadır. En fazla da güçlü bir toplumsal desteği sahip, demokrasi ve özgürlük ihtiyacı olan Kürt demokratik güçleri ve onun ittifak bileşenleri böyle bir demokrasi ittifakı ve mücadelesini yaratmaktan sorumludurlar. Kürt demokratik güçleri, HDP’nin kuruluş sürecindeki fikriyatı ve ittifak anlayışını bir daha yeniden ele almalıdır. Bu fikriyat, onun politik anlayışı ve mücadele çizgisi tam da bugünlerin ihtiyaçlarına cevap verir niteliktedir. AKP iktidarının ve onun Kürt iş birlikçilerinin en fazla da HDP fikriyatı ve politikasına saldırmaları HDP fikriyatının mevcut iktidara gerçek alternatif olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. HDP fikriyatı ile gündeme getirilen 3. Yol aynı zamanda en geniş demokrasi ittifakını oluşturmanın yoludur. İttifak politikasına karşı çıkanlar 3. Yol çizgisine karşı çıkanlardır. Öte yandan 3. Yol siyasi taktikler yapmamak değildir. Aksine büyük bir mücadele veren Kürt halkı ve demokrasi güçlerinin politik taktikler üretmesine ihtiyaç vardır.
EN GENİŞ YELPAZEDE DEMOKRASİ İTTİFAKI
Kürt halkı ve Türkiye halklarının demokrasi güçlerinin AKP-MHP iktidarının zayıfladığı bu dönemde en geniş yelpazede bir demokrasi ittifakı kurması gerekir. Kuşkusuz HDP ortak paydaları fazla olan birçok bileşene sahip bir partidir. Aynı zamanda daha farklı güçler, parti ve hareketlerle ittifak kurabilirler. Tabii arzu edilen HDP gibi, hatta ondan daha fazla bileşeni olan parti ve siyasi hareketleri yaratmak olmalıdır. Ancak farklı ittifak ve siyasi güçlerin bir araya geldiği ittifaklar da olabilir. Bu tür ittifakları en fazla özgürlük ve demokrasi ihtiyacı olan güçler duyar, çünkü bunların halka karşı daha büyük sorumlulukları vardır.
Kuşkusuz bu tür ittifaklar oluşturup AKP-MHP’ye karşı mücadele edenler; halkın oy verdiği sistem içi muhalif güçlerin de halkın istemi doğrultusunda AKP-MHP iktidarının politikalarına karşı çıkmaları ve mücadele etmeleri gerektiğini de sürekli hatırlatır. Sistem içi güçlere oy verenler, AKP-MHP iktidarı ile uzlaşın, onların kabul edilmeyen politikalarına karşı yumuşak mücadele edin diye oy vermemiştir. Demokratikleşmeden söz ettiği için AKP-MHP karşısında CHP’ye oy verdiler, birinci parti yaptılar. O zaman demokratik olmayan bu iktidara karşı mücadele vermeleri gerekir. Zaten bunu yapmazlarsa halkın desteği azalır. AKP-MHP, CHP üzerinde halkın desteğinin azalmasını sağlayacak bir özel savaş yürütmektedir. Bu gerçeklik bilinerek demokratikleşme mücadelesini esas geliştirecek güçlerin kendilerini örgütlemeleri ve mücadeleyi geliştirmeleri gerekir.
AKP-MHP iktidarı, Hareketinize, Kürt halkına ve demokrasi güçlerine saldırıda ısrar ettikçe Türkiye içindeki krizleri daha da derinleştiriyor. Öyle ki, bu kriz ittifak içinde de derinleşiyor, derinleştikçe kamuoyuna da yansıyor. Bu durumu nasıl anlamak gerekiyor?
1990’lı yıllar da bugünkü gibi kirli özel savaşın yoğunlaştırıldığı yıllardı. Türk devleti, serhildanları bastırmak ve gerillayı ezmek için 15 bin civarında faili meçhul (devlet ve Hizbulkontra tarafından gerçekleştirilen) cinayet işlenmiş, binlerce köy yakılıp yıkılmış, 5 milyonun üstünde insanımız metropollere ve Avrupalara zorunlu göçe maruz bırakılmış, binlerce insanımız ağır işkencelerle zindanlara doldurulmuştur. Bu kirli savaş sonucu sadece ekonomi çökmemiş, toplumsal ve kültürel kriz ortaya çıkmıştır. Toplumun ahlakı ve vicdanı, Kürt düşmanlığı üzerinden bozulmaya uğratılmıştır. Apo, PKK ve Kürt düşmanlığı yapanlara her şey serbest olmuştur. Apo ve PKK düşmanı olunca her türlü kirli işi yapma hakkı elde edilmiştir. Tüm toplumsal ve kültürel değerler bozulmuş; amiyane deyimle her şeyin çivisi çıkmıştır. O dönemde savaşa kaynak bulmak için bizzat devlet eliyle eroin kaçakçılığı yapılmıştır. 1990’lı yıllardaki savaş, devleti mafyalaştırmış, çeteleştirilmiştir. Her türlü kirli iş ve ahlaksızlık, Apo ve PKK düşmanlığı adı altında yapılmıştır.
ÖZEL SAVAŞ, HER ŞEYİ BOZUP KİRLETMİŞTİR
Son 9 yıl da 1990’lı yıllar gibi kirli özel savaşın tırmandırıldığı yıllar olmuştur. Kürt halkı ve demokrasi güçlerine karşı kirli bir özel savaş yürütülmüştür. Aynı 1990’lı yıllardaki gibi ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel bir kriz ortaya çıkmıştır. Her şey kirli savaşa endeksli olduğundan sanat, kültür, spor da tamamen Kürt halkına karşı yürütülen özel savaşın araçları haline getirilmiştir. Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı yürütülen özel savaş Türkiye’deki her şeyi bozmuş ve kirletmiştir. Türkiye her bakımdan bozulmuş ve kirlenmiş bir ülke haline gelmiştir. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bir faşist diktatörlük kurulmuştur. Toplum birbirine düşman haline getirilmiştir. Aslında toplumsal bir iç savaş hali yaratılmıştır. AKP-MHP iktidarı tam bir kötülükler iktidarı haline gelmiştir. Sabah-akşam topluma ve muhalif güçlere hangi kötülük yapılacak bunun üzerinde yoğunlaşan bir faşizm yaratılmıştır. Dünyada görülmemiş Türk tipi faşizm inşa edilmiştir. MHP’nin ittifak olarak hükümet politikalarını belirlediği bir iktidarın icrasının başka türlü olması da beklenemezdi.
ŞU ANDA PARALEL DEVLET, MHP’DİR
AKP-MHP iktidarının bu 9 yılında MHP bir ahtapot gibi her yere el atmıştır. Polisten yargıya ve bürokrasiye yerleşmiştir. Şu anda Türkiye’de paralel devlet MHP’dir. AKP iktidarının sadece politik oyunlarla iktidarda kalma dışında bir amacı, bir ilkesi olmadığından çeşitli güçlerin paralel devlet olmasına göz yumarak ömrünü uzatmaya çalışmaktadır. Buna da Erdoğan politikacılığı, Erdoğan pragmatizmi denmektedir. İşte bu politika şimdi kendini yiyen bir duruma gelmiştir. MHP tüm çeteler ve militarist güçlerle paralel devlet olmuştur. Bir zamanlar Fetullahçılar için söylenen durum, şimdi MHP için söylenmektedir. Devlet Bahçeli’nin her gün tehditler savurması, iktidara ve diğer siyasi güçlere ayar vermesi, bu paralel devlet olma konumundan ileri gelmektedir.
TÜRKİYE, DÜNYANIN ŞANTAJ VE FİDYE DEVLETİDİR
AKP-MHP iktidarı savaşa para bulmak için eroin kaçakçılığı yapmıştır. Silah kaçakçılığı yapmıştır. Avrupa’nın tüm kara para odaklarını, mafyalarını ve çetelerini Türkiye’ye çekerek de ekonomisine kara para üzerinden kaynak sağlamıştır. Şu anda Türkiye tüm mafya örgütlerinin üslendiği ülke olmuştur. Bunun yanında DAİŞ gibi çete örgütlerini de barındırmakta, beslemekte, sonra da zamanı geldiğinde bunları pazarlamaktadır. Türkiye şu anda dünyanın şantaj devleti, fidye devleti haline gelmiştir. Böyle bir ülke de sadece ekonomik, siyasi, toplumsal ve kültürel kriz yaşamaz. Her türlü kirli iş de bu ortamda yapılır. Türkiye’de uyuşturucu kullanımının en fazla yaygınlaştığı dönem, AKP-MHP iktidarı dönemidir. Yine kadınları fuhuşa sürükleme bu iktidar döneminde artmıştır. Kadın cinayetleri de bu dönemde artmıştır. Bu iktidar kadın düşmanlığı üzerinden de iktidarını sürdürmektedir. Kadın, iktidar ve egemenliğin üzerinde yükseldiği bir obje olarak görülmektedir. Bu açıdan kadın iradesini kıran politikalar uygulamaktadırlar.
ÇETELER, LEGAL DEVLETİN BİLE ÜSTÜNE ÇIKMIŞ
Kirli savaş devleti de toplumu da tüm kurumları da kirletiyor. Çete odakların çıkmasına zemin yaratıyor. Bu açıdan iktidar ortaklarına dayanarak çeteleşen yapılar arasında kavga çıkıyor. Çeteler legal devletin bile üstüne çıkmış durumdadır; dolayısıyla devlet bizzat çete devleti haline gelmiştir. Böyle bir yerde çatışma kaçınılmazdır. Şu anda gün yüzüne çıkan çeteleşme sadece buz dağının görünen yüzüdür. Sadece MHP’ye değil, AKP’ye dayanan çeteler de vardır. MHP’ye bağlı çeteler, zaten “Vatan Millet Sakarya” diyerek örgütlenip palazlanıyor. AKP’ye dayananlar ise din, iman, ezan, diyerek örgütlenip palazlanıyorlar. Türkiye şu anda dinci-milliyetçi çetelerin parsellediği bir ülke haline gelmiştir. Bu çeteler arasındaki savaş daha da artacaktır. MHP ve korumasındaki çeteler “vatan söz konusu olduğunda gerisi teferruattır” diyerek ellerindeki imkanı vermeyecektir. Bu slogan tüm faşistlerin, çetelerin, Kürt ve demokrasi düşmanı güçlerin temel sloganı haline gelmiştir.
İsrail-HAMAS arasındaki savaş devam ederken katledilen Filistinlilerin sayısı 35 bini aştı. İsrail’e yönelik tepkiler de gün geçtikçe artıyor. Türk Cumhurbaşkanı Erdoğan ise HAMAS’ı çok daha açıktan sahiplenmeye devam ediyor. İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarının geldiği aşama ve Erdoğan’ın Filistin halkının mücadelesine etkisi nedir?
Yahudi-Arap kavgası, 3 bin yıllık geçmişe sahiptir. İslamiyet’ten önce de bu kavga vardı. Dinci ve milliyetçi anlayışlar bu kavganın süreklileşmesini sağlamaktadır. Dinci-milliyetçi ve ulus devletçi anlayış bırakılmadığı müddetçe bu kavga sonlandırılamaz. Bu sorunun çözümü, birinin diğerini yok etmesiyle olmaz. Bu açıdan tüm toplulukların birbirini tanıyacağı devlet dışı demokratik bir yönetimi ifade eden demokratik konfederalizm tek çözüm yoludur. Bu, devletçiklerin konfederasyonu değildir. Tüm farklı etnik ve dinsel toplulukların özgür olduğu ve kendi yönetimlerine sahip olduğu bir demokratik sistemdir. Tüm diğer toplumsal kesimler de demokratik temelde örgütlenir, bunlar demokratik konfederal bir oluşumda bir araya gelir. Filistinliler, Yahudiler böyle demokratik sistemde bir arada yaşayabilir. Bu demokratik sistem, birinin devlet olup diğeri üzerinde egemenlik kurduğu bir sitem değildir. Filistinlilerin kendi topraklarında özgür olduğu ve kendi kendini yönettiği sistemdir. 21. yüzyılda sorunların çözüm yolu budur. İnsanlığa büyük acılar çektiren ulus devlet anlayışını aşmak gerekmektedir. Dinci-milliyetçi anlayışların getireceği sonuç bugünkü İsrail-HAMAS savaşıdır.
İsrail, HAMAS’ı gerekçe göstererek Filistin halkına zulüm yapmaktadır. Tabii ki HAMAS’ın zihniyeti ve eylemleri kabul edilemez. HAMAS, bir yönüyle provokatör bir örgüt haline gelmiştir. Ancak Hamas’ın yaptığı saldırılara karşı Filistin halkı üzerinde katliam yapmak insanlık suçudur. Tüm insanlık vicdanı da bunu kabul etmiyor. İsrail şimdiden mahkum olmuştur. Ne HAMAS kazanacaktır ne de İsrail! Bu savaş iki zihniyetin de kaybettiğini ortaya koymuştur.
FİLİSTİN’E DESTEĞİN HAMAS İLE İLGİSİ YOK
Şu anda tüm dünya İsrail’e karşı vicdani, insani, ahlaki ve demokratik bir duruş göstermektedir. Bunu sağlatan da Filistin özgürlük mücadelesinin 1960’lı ve 1970’li yıllarda 72 milletin devrimci ve sosyalist örgütlerine ve ulusal kurtuluş mücadelesi verenlere ev sahipliği yapmasıdır. Filistin halkı böylece dünyadaki devrimci demokrasi güçleriyle, tüm dünya halklarıyla dostluk ilişkisi kurmuştur. PKK de 1979’dan itibaren Filistin kamplarında kalmış; Filistin örgütlerinin imkanlarından yararlanmıştır. Filistin halkının bugün dünyada yüksek düzeyde destek gömesinin temeli ve kaynağı 1960’lı ve 1970’li yıllarda devrimci örgütlere kendi alanlarını açmasıdır. Bu gerçeklik bugünkü desteği ortaya çıkarmıştır. Bu desteğin büyüklüğünü yaratan gerçekliği böyle görmek gerekir. Bu desteğin HAMAS’la ilgisi yoktur. Filistin halkının ve örgütlü güçlerinin 50-60 yıl önce dünya halkları ve devrimci örgütlerle kurduğu ilişkidir. Filistinlilerin de Filistin mücadelesine destek verenlerin de bu gerçeği bilmesi gerekir. Yoksa Hamas ve benzer zihniyette örgütlerin yarattığı bir kamuoyu değildir. Filistinlilerle onlarca yıldır gönül bağı olan demokrasi güçlerinin yarattığı bir kamuoyudur. Bu gerçeği görmeden bugün dünyada Filistin halkına gösterilen dayanışma ve İsrail’e ve destekçilerine gösterilen tepkinin kaynağı anlaşılamaz.
ERDOĞAN, HAMAS ÜZERİNDEN ŞANTAJ YAPIYOR
Faşist Erdoğan’ın HAMAS yanlısı gözükmesi, sadece tehdit ve şantaj politikasıdır. HAMAS’a karşı çıkmamızı istiyorsanız benim Kürt ve bölge politikama destek vereceksiniz, demektedir. Esas olarak da Kürt soykırımı politikama destek verin, ben de HAMAS politikamı değiştireyim, biçiminde bir şantaj politikası izlemektedir. Türk devleti, Ortadoğu’da barış ve istikrar istemiyor. Savaş ve karışıklık olsun ki, kendisine ihtiyaç duyulsun anlayışı ve politikasına sahiptir. Şu anda İsrail-HAMAS savaşının yayılarak İsrail-Arap, İsrail-İran savaşı olmasını isteyen tek devlet de Türkiye’dir. Türkiye’deki AKP-MHP iktidarıdır.
İran’da Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi bir helikopter kazası ile öldü. Bu konuda en fazla spekülasyon yapan ve İsrail tarafından vurulmuş olabileceğini gündemleştiren AKP-MHP hükümetine bağlı televizyonlar olmuştur. Bu televizyonlar ve basın takip edildiğinde Türkiye’nin İsrail-HAMAS arasındaki savaşın yaygınlaşmasını çok fazla istediği anlaşılır.
FİLİSTİN’İN YAŞADIKLARI, AKP İÇİN SADECE ARAÇTIR
AKP’nin Filistin dostluğunu herkes gördü! İsrail ile ticaret yapıyorsunuz, diyen milletvekiline hakaret ederek Meclis kürsüsünde ölümüne yol açtılar. Ancak 31 Mart seçim sonrasına kadar da ticareti sonlandırmadılar. Bu bile AKP-MHP iktidarı için Filistin halkının yaşadıklarının sadece politik bir araç konusu olduğunu gösteriyor. Başta Kürtler olmak üzere başka halklara, topluluklara zulüm yapan bir iktidarın Filistin’de ahlak ve vicdan gereği hareket ettiğine kimse inanmaz!
TC’NİN DIŞ POLİTİKASININ ESASI
Türkiye on yıllarca İsrail’le ilişki üzerinden ABD ve Avrupa’nın desteğini alıp Kürtlere yönelik soykırım politikası yürütüyordu. Bugün de İsrail ya da başka bir güçle sorun yaşıyor ya da tutum alıyorsa, bunun nedeni Kürt soykırımına destek almak içindir. TC’nin dış politikasının esası buna dayanmaktadır. Şantajları ve tehditleri de bazı güçlere yönelik eleştiri yapması da tamamen böyle bir desteği almak içindir. Kürt halkı da demokrasi güçleri de bu gerçeği bilmelidir.