BEHDÎNAN- Önder Apo üzerindeki tecrit hakkında Medya Haber televizyonunda yayınlanan özel bir programda değerlendirmelerde bulunan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, İmralı’daki sisteminin zorla ayakta tutulduğunu ve insanlığın vicdanında mahkum olduğunu belirtti. “Şimdi artık İmralı kapılarını parçalama zamanıdır” şeklinde konuşan Karasu, Dünya’da komployu savunan sadece KDP ve Türkiye’nin kaldığını söyledi.
İkinci aşamasında Önder Apo’nun özgürlüğü için başlatılan hamlenin kitleselleşmesi çağrısında bulunan Karasu, “Kürt halkı en geniş biçimde toplumsal olarak sahiplenmeli, mücadele yürütmeli. Siyasi alanda yürütmeli, toplumsal olarak yürütmeli, hukuk mücadelesi vermeli. Yine diplomasi alanında bunun mücadelesini vermeli ve bu mücadele artık Önder Apo’yu özgürleştirecek düzeye çıkarılmalıdır. Bu yaklaşmıştır. Buna inanmak gerekiyor” şeklinde konuştu.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Karasu’nun Medya Haber Televizyonunda yayınlanan değerlendirmeleri şu şekilde:
“Önder Apo üzerinde 25 yıldır tecrit uygulanıyor. 26’ncı yıla girdi esareti. Önder Apo daha ilk günde İmralı sistemini değerlendirirken bunun sorumlusunun CPT olduğunu, Avrupa’yla birlikte bu düzeni kurduklarını söyledi. Nitekim sürekli Türkiye’yle ilişki içindeler. CPT de öyle bir hukuk organı değil. Kendini öyle gösteriyor ama kesinlikle siyasi iradeye bağlı. Zaten cezaevlerini ziyaret ettiğinde Türkiye’nin izni olmadan raporlarını yayınlayamıyorlar. Bu yönüyle CPT’nin yaklaşımları aynı zamanda Avrupa’nın yaklaşımı da oluyor. Onu öyle değerlendirmek lazım. Avrupa’nın Türkiye politikası oluyor. Politik bir yaklaşım gösteriyor Avrupa Türkiye’ye. Aynısını CPT de gösteriyor. Aslında CPT bu tutumuyla İmralı sistemini meşrulaştırıyor. Zaten başında, kuruluşunda kendileri vardı, Avrupa vardı, Avrupa Konseyi vardı. Şimdi tutumuyla da o meşrulaştırdıkları, kabul ettikleri, birlikte oluşturdukları sistemi sürdürüyorlar. Türkiye bunu böyle yürütebiliyorsa, tecridi bu kadar ağır sürdürebiliyorsa, Avrupa Birliği’ne üye olmak isteyen, Avrupa Konseyi’nin üyesi olan bir ülke demek ki Avrupa’nın onayını alıyor, onlar meşrulaştırıyorlar, normalleştiriyorlar. CPT’nin yaklaşımını kesinlikle böyle görmek gerekiyor ve bu gerçeği teşhir etmek gerekiyor. Çünkü dünyayı kandırıyorlar, halkları kandırıyorlar. İşte CPT’dir, işkenceyi önleme organıdır. Cezaevlerine gidiyor, kontrol ediyor, işkenceleri önlüyor ama 3 yıldır tecrit var. 3 yıldır ne avukatlarıyla ne ailesiyle görüşülüyor. Ama bu normal karşılanıyor. Buna bir tepki konulmuyor, tutum konulmuyor. Bu yönüyle bu duruma karşı mücadele etmek gerekiyor. Mücadele etmeden, teşhir etmeden, üzerine gitmeden bu İmralı sisteminin bu durumunu kıramayız. Yani bu yönüyle CPT’yi eleştirip teşhir etmek gerekiyor. Çok beklentili de olmamak gerekiyor. Avrupa Konseyine bağlı çalışıyor. Hukuk kurumu gibi gösteriyor kendisi ama doğrudan siyasete bağlı. Siyasetin emri doğrultusunda hareket ediyor. Bu açıdan CPT’nin gerçekten teşhir edilmesi gerekiyor.
KURUMLARLA TOPLUMU KANDIRIYORLAR
Şu anda Avrupa’da da böyle, dünyanın birçok yerinde de böyle. Halkları, toplumları aldatan kurumlar kurmuşlar. Kurumlar var, kurumun ismi de insan haklarıdır. Özgürlük kurumu, demokrasiyi savunma kurumu olarak kendilerini lanse ediyorlar ama esas rolleri yok. Toplumu aldatıyorlar. Toplumun demokrasi talebini, toplumun özgürlük talebini, toplumun insan hakları yönündeki taleplerini muğlaklaştırıyorlar, üstünü örtüyorlar. Bu tür talepleri, bu tür istemleri boşa çıkarma kurumları haline geliyor. Bunları teşhir etmek gerekiyor. Çünkü bunlarla kendilerini yaşatıyorlar. Bizde demokrasi var, bizde insan hakları var, biz işkenceye karşıyız, biz özgürlük istiyoruz diyerek toplumları aldatıp kandırıyorlar. Bu maskeyi düşürmek gerekiyor. Ancak böyle olursa, zorlanırsa bu kurumlar bazı gerçekleri mecburen söylemek zorunda kalırlar. Gerçekleri itiraf etmek zorunda kalırlar. Bazı evrensel kurallara, ilkelere uymaya çalışırlar. O da varlıklarını sürdürmek için, ayakta kalmak için bunu yaparlar. Ama mücadele edilmediği takdirde kesinlikle bunlar toplumları, halkları aldatmaya devam eder. CPT de kendini sanki Avrupa’ya bağlı cezaevlerini ziyaret eden, işkenceyi önleyen bir kurum olarak göstermeye devam eder. Gerçekten maskesini düşürmek lazım. Üç yıldır orada görüşme yok. Toplum bilmiyor. Ailesi bilmiyor. Yaşıyor mu, yaşamıyor mu? Sağlığı nedir bilmiyor. Ailesinin hakkı yok mu? Ama buna sessiz kalınıyor. Avukatları var, vasisi var. Görüşemiyor bile. Bu açıdan çok ciddi bir hukuk sorunudur.
Bu yönüyle İmralı sistemini uygulamanın meşruiyeti zayıflamıştır. Gerçekten savunamayacak duruma gelmiştir. Üzerine gidilirse, mücadele edilirse bu sistemi çökertmek ve Önder Apo’nun hem ailesiyle, avukatlarla görüşmesini sağlamak hem de özgürlüğü sağlamak mümkündür. Bu yönüyle bu mücadeleyi yükseltmek gerekiyor. CPT’nin bu tutumu bizim için mücadele yükseltme gerekçesidir. Halklar için mücadele yürütme gerekçesidir. Tüm insanlık için mücadele, yürütme gerekçesidir.
ÇIKIŞIN YOLUNU ÖNDER APO GÖSTERİYOR
En başta hem Avrupa’daki mitinge katılan yüz binleri hem de Kurdistan’da Önder Apo’nun özgürlüğü için Wan’dan ve Serhat’tan başlatılan yürüyüşleri kutluyorum. Gerçekten önemli bir eylem ortaya koydular, mücadele ortaya koydular, tutum ortaya koydular. Açıkça Kürt halkının da tüm demokratik insanlığın da, Önderliğin tecridine karşı olduğunu, komploya karşı olduğunu, Önder Apo’nun özgürlüğünü istediklerini ortaya koydular. Artık Önder Apo’nun özgürlük sorunu sadece Kürt halkının isteği olmaktan çıkmış, bütün insanlığın, demokrasi güçlerinin, özgürlük güçlerinin, sosyalist güçlerin, kadınların, ekolojistlerin talebi hale gelmiştir. Bu gerçekten Önderliğin düşünceleri, önderinin ortaya koyduğu paradigma, bugün kapitalist modernitenin yarattığı bu insanlığı, toplumu boğuntuya getiren, toplumsal sorunları ağırlaştıran sisteme alternatiftir. Oradan çıkışın yolunu Önder Apo gösteriyor. İnsanlık bunu görüyor, kadınlar bunu görüyor. Demokrasi güçleri, emekçiler bunu görüyor. Onun için Önder Apo’nun özgürlüğünü istiyorlar. Kürt halkı zaten Önder Apo’nun özgürlüğünü kendi özgürlüğü olarak görüyor. Önder Apo’nun özgürlük mücadelesiyle kendi özgürlük mücadelesini birlikte yürütüyor. Bu yönüyle gerçekten de bu 15 Şubat’ta, Şubat sürecinde halkın tutumu önemliydi, Kürt halkının tutumu önemliydi, dostların tutumu önemliydi. Avrupa’da halkımızın tutumu önemliydi. Bu açıkça komploya karşı tutumdur, komploya karşı mücadeledir. Uluslararası komplo gelinen aşamada insanlık vicdanında da mahkum olmuştur. Öyle savunulacak yanı kalmamıştır. Zaten kimse de savunmuyor. Bu komployu gerçekleştiren ABD’dir, İsrail’dir. Türkiye’ye sadece teslim edildi. Ecevit, “Niye verdiler? Biz bilmiyoruz. Neden verdiler anlamıyoruz” dedi.
ARTIK İMRALI’NIN KAPILARINI PARÇALAMA ZAMANIDIR
Bu yönüyle komploya karşı mücadelenin geldiği aşama çok çok önemli. İşte o 9 Ekim’de, 10 Ekim’de başlatılan kampanya vardı. 10 Aralık’ta Önderlik savunmalarını okuma günleri vardı. Bunlarla birlikte Önderliğin özgürlüğü evrenselleşti. Bütün dünyada demokrasi güçlerinin, halkların sahiplendiği, halkların mücadele ettiği bir gün oldu. Bu yönüyle Önder Apo’nun özgürlüğü için mücadele çok güçlenmiş durumda. Komploya karşı mücadele çok güçlenmiş durumda. Kuşkusuz bunu bir daha vurgulayalım. Her zaman vurgulayalım. Güneşimizi Karartamazsınız kampanyasıyla, mücadelesiyle Önderlik etrafında barikat kuran şehitlerimizdir. Daha sonra önderinin özgürlüğü için kendini feda eden yoldaşlarımızdır. Halkımızın 25 yıllık mücadelesidir. Bu mücadele bugün komploya karşı mücadeleyi bu düzeye getirdi. Demek ki mücadele boşa gitmiyor. Hiçbir mücadele boşa gitmez. Eğer 25 yıllık bu mücadele yürütülmeseydi, 25 yıllık önderliğin özgürlüğü için bu fedakarlık, bu mücadele ortaya olmasaydı bugün bu uluslararası komploya karşı mücadele bu düzeye kavuşmazdı. Bu düzey 25 yıllık mücadelenin sonucudur. Böyle görmek lazım. Çok büyük emeklerin sonucudur. Çok büyük fedakarlıkların sonucudur. Bu düzeye gelmiştir. Şimdi artık İmralı kapılarını parçalama zamanıdır. O kapılar kırılabilir, parçalanabilir. Meşruiyeti kalmamıştır. Meşruiyeti kalmayan hiçbir şey ayakta duramaz. Bu gerçeklik böyledir. Siyasi alanda da böyledir, toplumsal alanda da böyledir, kültürel alanda da böyledir. Meşruiyeti olmayan her şey yıkılmaya, dağılmaya mahkumdur. Komplo da şimdi meşruiyeti olmayan bir gerçekliktir. İmralı sistemi zorla ayakta tutuluyor. İnsanlık vicdanında mahkum olmuş, Kürt halkı kabul etmiyor. Şu anda komplo içinde olan güçlerin büyük bir çoğunluğu da komplocu güçlerin yanında değildir. Komployu savunacak durumda değiller. Şu anda komployu savunacak durumda olan bir Türkiye kalmış. Açıktan diyorum. Bir de a KDP kalmış. KDP ile Türkiye’nin bu işbirliği bir yönüyle de uluslararası komployu devam ettirme politikasıdır, ilişkisidir.
İKİCİ AŞAMADA HAMLE TOPLUMSALLAŞMALI, KİTLESELLEŞMELİ
Şimdi ikinci aşamada hamle kesinlikle toplumsallaşmalı kitleselleşmeli. Kürt halkı en geniş biçimde toplumsal olarak sahiplenmeli, mücadele yürütmeli. Siyasi alanda yürütmeli, toplumsal olarak yürütmeli, hukuk mücadelesi vermeli. Yine diplomasi alanında bunun mücadelesini vermeli ve bu mücadele artık Önder Apo’yu özgürleştirecek düzeye çıkarılmalıdır. Bu yaklaşmıştır. Buna inanmak gerekiyor.
25 yıl önce komplo gerçekleştiği dönemde uluslararası güçler “PKK Bitti, Önder Apo bitti” diyorlardı. Bu nedenle zindana attılar. Böyle düşünüyorlardı. Ama mücadelenin sonucu bugün geldiğimiz noktada ortadadır. Önder Apo da büyümüştür, komploya karşı mücadele de büyümüştür. Komplo teşhir olmuştur. Komploya karşı mücadele sadece Kürtlerin mücadelesi olmaktan çıkmış, insanlık mücadelesi haline gelmiş, hatta komploya karşı mücadele insanlığın özgürlük mücadelesi haline gelmiş. İnsanlık komploya karşı mücadeleyi emekçilerin, kadınların özgürlük mücadelesi olarak görüyor, insanlığın kurtuluş mücadelesi olarak görüyor. İnsanlığa kurtuluşu gösteren projelerin sahibi olan Önderliği buradan çıkarmak istiyorlar. Sadece şöyle düşünmüyorlar; bir cezaevinde bir insan var. Bunun cezaevinden çıkması, tecrit altında olmaması, işkence görmemesi için bir mücadele yürütülmüyor. İnsanları, emekçileri, kadınları özgürlüğe kavuşturacak ideolojinin sahibi Önderlik özgürleştirmek isteniyor. Böyle bir amaç olunca, böyle bir hedef olunca tabii ki buna sahiplenme de giderek çığ gibi büyüyor, büyüdü, daha da büyüyecek. İşte Avrupa’da ikinci aşamayı başlattılar. Birinci aşamayı başlatan Kürt halkının dostlarıydı, aydınlardı, entelektüeller, demokratlar ve sendikacılardı. Şimdi onlar ikinci aşamayı da başlattılar. Bize düşen Kürt halkına düşen görev, ikinci aşamayı daha toplumsal bir harekete dönüştürerek Önderliği o zindandan çıkarmaktır.
GERİLLA EYLEMLERİ SOYKIRIM POLİTİKASINA KARŞI TUTUM ORTAYA KOYDU
Gerillanın hem 2023’teki eylemleri hem de Ocak ve Şubat’ta yapılan eylemler Türk ordusunu sarstı. Türk ordusunu Medya Savunma Alanları’nda çıkmaza soktu, bataklığa sapladı. Öyle diyebiliriz. Bu yönüyle bu eylemler komploya karşı mücadelenin geldiği düzeyi de gösteriyor. Gerillaların bu eylemleri bir yönüyle de komploya yönelik bir öfkeyi ifade ediyor. Zaten komplonun sürdürülmesi ile Kürt halkı üzerindeki soykırımcı sömürgeciliğin sürdürülmesi aynı süreçlerdir. Soykırımcı sömürgeciliği yenilgiye uğratmak, komployu yenilgiye uğratmak ile mümkündür. Zaten komployu yenilgiye uğratıp komplo başarısız kılındığında soykırımcı sömürgeci politikada kırılmış olacaktır. Bu yönüyle son Şubat’taki eylem çok önemli eylemdi ve komploya karşı bir tutumdur. Aslında Kürtler üzerinde uygulanan soykırıma karşı bir tutumdur.
Önder Apo 15 Şubat’ı Kürt Soykırım Günü olarak ilan etti. Çünkü Kürt soykırımı 1924’te Lozan Antlaşması sonrası başladı. Aslında Lozan Antlaşması’yla uluslararası güçler Kürt soykırımına onay verdiler. Türkiye de Musul ve Kerkük’ü bırakma karşılığında Kürt soykırım onayı aldı. Buna karşı Kürt halkının tepkisi ortaya çıktı. Rahatsızlıkları ortaya çıktı. Şikayetler ortaya çıktı. Bu görüldü. İşte Şeyh Said’in 1925’teki direnişi bu soykırım politikasına karşı bir direniştir. Orada uluslararası güçlerin desteği vardı. Musul ve Kerkük karşılığında Türk devletine onay vermişlerdi. Bu çerçevede ’24’ten sonra Kürtlerin üzerine gelindi. Kürt soykırımı böyle başladı. 15 Şubat Şeyh Said direnişinin başladığı gün geçtikleri gündü. 15 Şubat’ta da Önder Apo esaret altına alındı.
Önder Apo bunları Kürt halk üzerindeki soykırımın komplosu olarak gördü. Soykırım saldırıları olarak gördü.
İşte gerilla eylemleriyle bu komploya karşı, bu soykırım politikasına karşı tutum ortaya koydu. Buradaki sadece gerillanın tutumu değil, bir halkın tutumudur. Kürt halkının soykırıma karşı tutumudur. Gerillanın duruşunu, tutumunu böyle görmek gerekiyor. Şu açık ki gerillanın geldiği fedai düzeyi Kürt halkının özgürlük tutkusunu ifade ediyor. Kürt halkının özgürlük tutkusunu bu fedailiği ortaya çıkarıyor, bu eylemleri ortaya çıkarıyor. Bu zor koşullarda, en zor koşullarda her türlü tekniğe karşı gerillanın bu eylemleri gerçekleştirmesi Kürt halkının özgürlük tutkusuyla özgür tutkusunun, geldiği düzey ile özgürlük tutkusunun Kürt gençlerinde ortaya çıkardığı enerji, inanç ve kararlılık olarak eylemlerde kendini ortaya koyuyor. Kürt halkının öfkesi ortaya konuluyor. Öyle düşünmek lazım. Sadece gerillaların bir eylemi, bir duruşu değil. Kürt halkının öfkesinin, özgürlük düzeyinin düşmana vurduğu darbedir. Gerçekten de KDP’nin desteği olmasa, uluslararası destek olmasa orada kalamazlar. Bu nedenle çok zorlandıkları için Irak’la ilişki kurdular ve KDP ile ilişki kurdular. Türk devleti şimdi bu diplomatik faaliyetle o zor durumdan çıkmaya çalışıyor. İşte Irak’ı oraya getirmeye çalışıyor. KDP ile ilişkileri geliştiriyor. Bu yönüyle gerçekten gerilla sarsıcı bir eylem süreci başlattı. Onların Ekim 21’de başlattığı bir işgal hareketi vardı. Nasıl bozguna uğradıkları, nasıl yenilgiye uğradığı, nasıl sonuçsuz kaldığı ortaya çıktı.
Türk devleti ısrar edecektir. Bu yönüyle Türk devleti bu politikadan vazgeçmeyecektir. Zaten AKP-MHP iktidarı kendi iktidarını savaşa bağlamış. Toplum çökmüş, ekonomi çökmüş, kültür çökmüş, ahlak çökmüş. Tek ayakta kalma dayanağı soykırım savaşıdır. Bununla ayakta kalmaya çalışır ama ne yaparsa yapsın istedikleri sonuçları almak mümkün değildir. Bu mücadelenin sonucunda soykırımcı sistem çökecektir. Çöküşe uğrayacaktır.
HALKIN GÖNLÜNÜN GERİLLADA OLDUĞU AÇIK
Keskin bir mücadele sürüyor. Türk devleti bütün imkanlarını kullanarak saldırıyor. Ama buna karşı da halkın bir duruşu var, gerillanın duruşu var. Türk devletinin çok teşhir olması var. Çok teşhir olmuş bir devlettir. Neredeyse destekleyecek, açık destekleyecek kimse kalmamıştır. Diğer destekler de siyasidir, ideolojiktir, ekonomik çıkarlar gereği destek veriyorlar. Bu yönüyle siyasi meşruiyeti kalmamış, ahlaki meşruiyeti zaten kalmamış, tüm dünya Türk devlet gerçeğinin faşist, soykırımcı, sömürgeci olduğunu görüyor. Dünya karşısındaki Türk devletinin durumu budur. Ama bunu kendisini pazarlayarak, satarak kurtarmaya çalışıyor. Bu yönüyle önümüzdeki dönemde de tabii Türk devletinin saldırıları olacak. Ama bugünden şunu söyleyebiliriz. Bu gerilla direnişi, bu kararlılık, gerillanın bu tecrübesi, deneyimi ve halkın da desteği var yani. Türkiye’de, Bakur’da AKP-MHP faşist iktidarı zorla halka saldırıyor, her türlü baskıyı uyguluyor ama halkın gerillaya desteği var, sürüyor. Bu kesin. Ama engellemeye çalışıyor baskıyla, zorla. Halkın gönlünün gerillada olduğu açıktır. Zaten mücadelesi de halka büyük bir güven veriyor, moral veriyor. Halkın da bu moralle mücadele sürdürmesini sağlıyor. Bu gerçeklik ortadadır.
DEMOKRASİ ÖZGÜRLÜK KADINLA KENDİ ANLAMINA KAVUŞUR
Tüm dünya kadınlarının 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyorum, kadın özgürlük mücadelesi için emek verenleri selamlıyorum. Bu uğurda şehit düşenleri de saygıyla ve minnetle anıyorum. 8 Mart artık sadece Dünya Kadınlar Günü değil, kadınların dayanışma günü değil. Sadece mücadele günü de değil. Artık 8 Mart kadınların dünyayı değiştirme günü, dünyayı özgürleştirme günü. Bugün kapitalist modernitenin, erkek egemenlik sisteminin, toplumların üzerinde bir kabus gibi, bir karabasan gibi durduğu bir dünyada kadınlar bu karabasanı, bu kabusu ortadan kaldıracak güç olarak tarih sahnesine artık çıkmışlardır. Artık 8 Martlar ya da kadınların mücadelesi, kadınların özgürlük isteği sadece kadınlar üzerindeki baskıyı kaldıran değil, bütün insanlığı kurtaran, erkekleri de kurtaran ve bir mücadele günü, bir mücadele süreci haline gelmiştir. Böyle bir önemi var. Bu bakımdan bu 8 Mart’ta bu bilinç daha da gelişecek. Bu mücadele daha da gelişecek. Bu 8 Mart’ta kadınların gücünü daha fazla göreceğiz. Zaten Önder Apo, 21’inci yüzyıl kadın özgürlük yüzyılı olacaktır demiştir ve şimdiden bu netleşmiştir. Önder Apo’nun bu belirlemesi gerçekleşmiştir. Kesinlikle 21. yüzyıl kadın özgürlük yüzyılı olacaktır ve bu 8 Mart’ta da kadınların Kurdistan’da da, Ortadoğu’da da, dünyada da her yerde meydanlara çıkarak kadınların artık özgürlük mücadelesinin öncü gücü olduğunu, demokrasi mücadelesinin öncü gücü olduğunu, kadın özgürlüğüyle, kadın özgürlük mücadelesiyle özgürlüğün gerçek anlamda kavuşacağını, demokrasinin gerçek anlamda kavuşacağını bu 8 Mart’ta da gerçekten kadınlar gösterecektir. Buna inanıyoruz. 8 Mart, 1 Mayıs bu iki gün artık insanlığın geleceğini değiştirecek. Yeni bir dünya mümkün diyoruz ya, kadınlar bunu çok açık gösteriyor. Kadınların duruşu bize yeni bir dünyanın mümkün olduğunu gösteriyor. Kesinlikle yeni dünyanın mümkün olması da kadın mücadelesiyle, kadın duruşuyla gerçekleşecektir. Bu vesileyle bütün kadınların 8 Mart’ı kutluyorum.
KADIN MÜCADELESİ ÖNDER APO’YLA FARKLI BİR AŞAMAYA GEÇMİŞTİR
Tabii kadınların tarih boyu bir direnişi vardır. Bu kadar baskı var. Buna karşı tepkiler ve mücadele çeşitli biçimlerde olmuştur. Şunu belirtebiliriz; kadınların erkek egemen sisteme karşı mücadelesinin tarihi daha tam yazılmamıştır, tam bilinmiyor. Çünkü erkek egemenlik sistemi hep dünyayı değerlendirmeyi, tarihi yazmayı kendine göre yazmış, kendine göre değerlendirmiş. Kadının adı yok diyorlar ya, tarihte de kadının hiçbir şeyi yok, yani varlığı yok. Evet, kadın egemenlik altında, baskı altında, erkek egemen bir dünyadır ama kadının da bir mücadelesi vardır. Özellikle son yüzyıllarda kadının böyle bir mücadelesi olmuştur. Erkek egemen sisteme karşı bir duruşu olmuştur. Daha çok baskıya karşı bir eşitlik mücadelesi olmuştur. Erkek egemen sistemdeki baskıyı püskürtmek, geriletmek, kadınları hukuki alanda, ekonomik alanda eşit hale getirme mücadelesi verilmiştir. Ama bu tabii gelinen aşamada özellikle Önder Apo’nun ortaya koyduğu kadın kurtuluş ideolojisiyle farklı bir evreye geçmiştir, farklı bir aşamaya geçmiştir. Kadın özgürlük mücadelesinde artık Önder Apo’nun kadın kurtuluş ideolojisini ortaya koyduğu 1998 öncesi ve sonrası olarak değerlendirmek gerekiyor. Önceden kadınların baskıya karşı bir mücadelesi vardı, bir tepkisi vardı, itirazı vardı. Biraz önce belirttiğim gibi ekonomik alanda, kültür alanında, çeşitli alanlarda eşitlik mücadelesi vardı. Ama bu bir ideolojik teorik temelden yoksundu. Daha çok baskıya karşı, zulme karşı bir direniş gücü olarak ortaya çıkıyordu. Ama Önderliğin kurtuluş ideolojisi ile yeni bir evreye kavuştuğunu görülmesi gerekiyor.
Çünkü bir mücadelenin ancak bir ideolojik doğrultusu varsa, teorik doğrultusu varsa, bir bütünlüklü programı varsa başarıya ulaşabilir.
ÖNDERLİK KADIN MÜCADELESİNİ TARİHSEL TEMELE DAYANDIRDI
Önder Apo kadın özgürlük mücadelesi verenlerin eline bu kurtuluş ideolojisini verdi, bu paradigmayı verdi, bu programı verdi, bu teoriyi verdi. Onu tarihsel temellerine oturttu. Sadece bir direniş hareketi olmaktan çıkardı. Bütün dünyayı değiştirecek, toplumu değiştirecek bir öncü güç haline getirdi. Bu bakımdan Önder Apo’nun kadın özgürlük mücadelesine katkısı çok büyüktür. Şunu iddia edebiliriz. Kadın özgürlük mücadelesine dünden bugüne en büyük katkıyı veren kişi Önder Apo’dur. Bunu teslim etmek gerekir. Önder Apo kadın özgürlük mücadelesini çok önemli de gördü. Ne dedi? Sınıfsal ve ulusal özgürlük mücadelesinden de önemlidir dedi. Önemini kavratmak için bu vurguyu yaptı. Tabii ki sınıfsal mücadeleyi ya da ezilen ulusların mücadelesini küçümsemedi ama kadın özgürlük mücadelesinin öneminin ve bütün mücadeleyi etkileyen karakterinin anlaşılması için böyle bir değerlendirme yaptı.
Bu yönüyle Önder Apo’nun kadın özgürlük çizgisini ortaya koymasıyla ve kadın partisi PAJK’ın ortaya çıkması Kürt kadınının öncülüğünde, ideolojik teorik bir öncülükle mücadele etmesi dünyadaki kadın hareketine de ivme kazandırdı. Dünyada kadın hareketi ideolojik teorik bir temele kavuşunca ivme kazandı, hızlandı. Gerçekten de 1998’den bu yana dünyada kadın özgürlük mücadelesi her yıl katlanarak büyümektedir. Tam da Önder Apo’nun yirmi birinci yüzyıl kadın özgürlük yüzyılı denecek gerçeği bugünden kanıtlanmıştır. Bunu kesinlikle böyle görmek lazım. Bunda tabi ki Kürt kadının özgürlük mücadelesinin payı çok büyüktür.
Önder Apo, kadın özgürlük mücadelesini tarihsel temele dayandırdı, Neolitik topluma dayandırdı. Neolitik Kurdistan coğrafyasıdır. Bu coğrafyada kadınların tarihsel olarak bir gücü var, öncülüğü var. Yani toplumu demokratikleştirmek, özgürleştirecek temeller, genler Kurdistan toprağında var. Neolitik toplumdan kalma özellikleri Önderlik güncelleştirmeyi geliştirdi, tarihsel temele kavuşturdu. Artık önünde kimse duramaz. Kadın özgürlük çizgisinin önünde kesinlikle hiçbir güç duramaz. İdeolojik teorik temellere dayanmıştır ve erkek egemenliğin temellerini tüketmiştir, yıkmıştır. Nasıl ki erkek egemenlik sistemi, devlet sistemi Zigurratlarda Sümer rahipleri yaratmışsa, bugüne gelmişse şimdi kadın özgürlük çizgisi tersinden bu erkek egemenlik sistemi çürütüyor, yıkıyor. Onun tarihsel temeli ortadan kaldırdı. Artık erkek egemenlik sisteminin meşruiyeti kalmadı. Tarihsel temeli kalmadı. Çürüklüğü, haksızlığı, temelsizliği kadın kurtuluş ideolojisiyle ortaya konuldu. Bu temelde artık sarsılmıştır. Ancak kendisini oyunlarla, zorla, savaşla, baskıyla ayakta tutabilir ve tutamıyor da.
Bu bakımdan gerçekten kadın özgürlük mücadelesinin Önder Apo’yla, kadın partisi PAJK’la geldiği düzey ortadadır. Bu gerçekliğin görülmesi lazım. Bu gerçeklik görülmeden kadın özgürlük mücadelesini daha da yükseltemeyiz. Kadın özgürlük mücadelesine katkı veren Önderlik gerçeğinin hakkını teslim etmek gerekiyor. Teslim edilmelidir. Önder Apo’nun ortaya koyduğu kadın özgürlük ideolojisi çizgisi öğrenilmelidir, anlaşılmalıdır. Bu ideolojik teorik temel anlaşılırsa kadın özgürlük mücadelesi zafere kavuşur. Bir hareket doğru bir ideolojik teorik temele kavuşmuşsa, programa kavuşmuşsa onun önünde hiç kimse duramaz. Gerçekten de kadın özgürlük çizgisi, kadın kurtuluş mücadelesi bugün insanlığın kurtuluş mücadelesidir, insanlığın özgürlük mücadelesidir.
KADIN SORUNU ERKEKLERİN DE TÜM TOPLUMUN DA ÖZGÜRLEŞME SORUNUDUR
Bu vesileyle şunu belirtmek isterim: Kadınlar üzerinde bir egemenlik sistemi var, bir kölelik var. Ama erkekler üzerindeki kölelik daha kötü. Erkekler üzerinde de erkek köleliği var. Egemenlikçi kölelik var. Egemenlikçi zihniyetin köleliği var. Erkekler egemenlikçiliğin zihniyetiyle elleri kolları bağlanmış, kirlenmiş. Evet kadın köle olmuş erkek egemen zihniyet altında ama kirlenmemiş. Erkek egemenliği erkekleri de kirletiyor. Bu bakımdan kadın özgürlük mücadelesi en fazla erkekleri kölelikten kurtaracak. Erkeklerin kölelikten kurtulması, o kirlilikten kurtulması da o ahlaksızlıktan vicdansızlıktan kurtulması da kadın özgürlüğüne sağlanacak. Bu yönü kadın arkadaşlar her zaman söylüyor. Bu sorun sadece kadınların sorunu değildir. Evet erkeklerin sorunudur, erkeklerin de özgürleşme sorunudur. Daha doğrusu bütün toplumun özgürleşme sorunudur. Böyle anlaşılması gerekiyor. Önder Apo bunu ortaya koydu. Kadın özgürlüğünün toplum için ne anlama geldiğini, erkekler için ne anlama geldiğini ortaya koydu. Zaten bu teorisini ortaya koyar koymaz, koymadan da önce ne dedi? Erkekliği öldürmekten söz etti. Erkekliği öldürmenin teorisini yaptı. Erkekliği öldürmenin bir özgürlük teorisi, bir demokrasi teorisi; erkekliği öldürmenin bir özgürlük çıkışı, bir demokrasi çıkışı olduğunu da Önder Apo çok net açık biçimde ortaya koydu. Bunlar gerçekten tüm kadınlar tarafından da erkekler tarafından, toplum tarafından da öğrenilmesi gereken gerçeklerdir. Tabii özellikle sosyalistler de Önder Apo’nun kadın özgürlük çizgisini öğrenmeli. Çünkü kadın özgürlük çizgisinde doğru tutum ortaya koymadan da gerçek sosyalist olunamaz. Bunu da özellikle vurgulamak istiyorum.
EŞBAŞKANLIK YENİ BİR TOPLUMSAL SİSTEM YARATMAKTIR
Kadın özgürlük ideolojisi, kadın özgürlük çizgisi, erkek egemenlik sistemin köküne kibrit suyu dökmektir. Öyle derler. Bir şeyi kurutmak varken kibrit suyu dökmekten sözü bir deyimdir. Kadın özgürlük çizgisi ve çizgisinin mücadelesinin önemli bir boyutu da siyasal mücadeledir. Burada da Önderlik eşbaşkanlığı önemli gördü. Eşbaşkanlığı da kadın özgürlük mücadelesinin önemli bir boyutu olarak gördü, özgürlük mücadelesinin bir de bu yönlü yürütülmesi, sürdürülmesi gerektiğini ortaya koydu. Çünkü Eşbaşkanlık sistemi sadece iki kişinin bir yetki paylaşması değildir. Böyle anlamak eşbaşkanlığı çarpıtmaktır. Eşbaşkanlık sistemi yeni bir toplum sistemi yaratmaktır. Yeni bir toplumsal anlayış yaratmaktır. Yeni yaşamın özünü yaratmaktır. Böyle ele almak gerekiyor. Yoksa yetki paylaşımı olarak görülemez. Çünkü özgürlük mücadelesi, demokrasi mücadelesi, yetkileri paylaşma mücadelesi değildir. Özgürlük mücadelesi, demokrasi mücadelesi yetkileri kırma, yok etme mücadelesidir. Ortak paylaşma, ortak yönetme, ortak çalışma yaklaşımıdır. Bu bakımdan eşbaşkanlık çizgisinin çok doğru anlaşılması gerekiyor. Ve eşbaşkanlık sistemi oluştuktan sonra eşbaşkan olan arkadaşların, özellikle de erkek arkadaşların bundan büyük gurur duymaları gerekiyor. Onur duymaları gerekiyor. Dünyayı değiştirecek özgürlük mücadelesinin önemli parçası oluyorlar. Önemli bir sorumlu güç oluyorlar. Buna layık olmaları gerekiyor. Bunu iyi temsil etmeleri gerekiyor eğer özgürlüğe inanıyorlarsa, demokrasiye inanıyorlarsa. Tabii ki Türk devleti saldırdı. Niye? Kendisi erkek egemen sistem. Erkek egemenlik sistem zayıflarsa soykırımcı sömürgecilik de zayıflar. Bu bakımdan soykırımcı, sömürgeci Türk devleti kadın özgürlük mücadelesine, eşbaşkanlığa büyük düşmanlık yapmıştır. Yapmaktadır. Yapıyor. Nedeni de kadın özgürlük mücadelesi, eşbaşkanlık sistemi o soykırımcı sistemi çürüten, eriten, onu zayıflatan bir mücadeledir. Bunu gördükleri için yoğun saldırdılar. Bu kadar kadın siyasetçinin, bu kadar kadın özgürlük mücadelesi veren kadınların zindana atılmasının, eziyet ve işkence görmesinin nedeni de budur. Bu yönüyle Türk devleti, kapitalist modernist güçler tabi ki kadının özgürlük mücadelesine saldıracaklar, eşbaşkanlığa da saldıracaklar. Hatta bazı kadınlar bile böyle erkek egemenlik adına eşbaşkanlık sistemini zayıflatmaya, önemsizleştirmeye çalışıyorlar. Geçen gün bir tane sözde solcu mudur, sosyal demokrat mıdır bir kadın “nedir ki bu eşbaşkanlık” diyor. Yani kadınların bir yerde eşit temsili ve bunun bilince kavuşması bunun sahiplenmesini önemli görmüyor, erkek egemen zihniyet etkisiyle.
Kadın özgürlük çizgisi erkek ideolojileri yerle bir edecektir. Kadın özgürlük çizgisinin geliştiği yerde hiçbir gerici ideoloji kalamaz, iktidarcı ideoloji de kalamaz. Kadın özgürlük çizgisi iktidarı ortadan kaldıran, egemenliği ortan kaldıran bir çizgidir.
Eşbaşkanlık konusunda tabii bazı tartışmalar oldu, ne kadar oldu bilmiyoruz. Belediye seçimlerinde kim resmi başkan olacak diye tartışılmış. Gerçekten duyduk. Çok ayıp bir şey. Bu şu demektir kim resmi olursa o hakim olacak. Egemen zihniyeti devam ettirecek. Bu anlama gelir.
ÖNDERLİĞE BAĞLI OLAN YURTSEVERLER KADIN ÖZGÜRLÜK ÇİZGİSİNİ ANLAMALI
Eşbaşkan demek ortak bir zihniyet, demokratik anlayış, demokratik yönetim demektir. Her türlü üstünlüğü, her türlü bilmem egemenlikçi anlayışın yerle bir edilmesi demektir. Eğer bir formatı gerekirse bütün kadınların resmi olarak gösterilmesi gerekir. Eğer olacaksa böyle olması gerekir. Kimi yerde kadın yapmışlar, kimi erkek yapmışlar. Sorun değil. Çünkü böyle bir tartışma olamaz. Eşbaşkanlığın böyle bir tartışması olmaz. Eşbaşkanlık demek ortak yönetim, ortak çalışma demektir, ortak irade demektir. Birisi resmi olacak, üstün olacak, diğeri bilmem ne olacak; öyle değil.
Bir de şunu vurgulayalım: Önderliğe bağlı olan bütün yurtseverler kadın özgürlüğü çizgisini doğru anlamalı, eşbaşkanlığı doğru anlamalı. Önderliğe bağlılığın belki de birinci koşulu kadın özgürlük çizgisini doğru anlamaktır, kadına doğru yaklaşmaktır. Bu vesileyle eşbaşkanlığa doğru yaklaşmaktır. Kadın özgürleşmesine doğru yaklaşmadan “Önderliği savunuyorum”, “Önderliğe bağlıyım” denilemez. Bunu bütün Kürt yurtseverlerin, herkesin bilmesi gerekiyor. Önderliğin kadın özgürlük çizgisi sıradan bir düşünce değildir. Bütün toplumu değiştirecek, dünyayı değiştirecek, erkekleri de egemenlikten kurtaracak, erkekleri de kölelikten kurtaracak. Erkekleri egemenlik zihniyetin köleliği altındadırlar, zincirleri altındadırlar. Bu kirletiyor. Tamam kadın köleliği var. Ama diğeri erkekleri kirletiyor. Ahlaktan, vicdandan yoksun bırakıyor. Böyle anlamak gerekiyor bu bakımdan. Eş başkanlık çok önemlidir. Önderlik bunu ortaya koydu. Bizim Hareketimiz bunu zaten her yerde uyguluyor. Bizde artık yönetimler ortaktır. Bütün toplantılarımızı çoğunluğunda kadın arkadaşlar daha fazladır. Hareketimiz içinde kadın hareketinin etkisi, itibarı, rolü çok büyüktür. Bunu herkes bilecek. Şimdi öyle tartışmalar gerçekten Kürtler açısından doğru değil. Genç kadın arkadaşlarımın fedailikleri ortada değil mi? Bugün savaşta hem komutan olarak önemli rol oynuyorlar, hem savaşçı olarak önemli rol oynuyorlar. Yaşamlarını ortaya koyuyorlar. Artık bu gerçek görülecek. Bu gerçeğe göre herkes bütün yaşamını düzenleyecek. Bütün Kürt yurtseverleri Önder Apo’nun kadın özgürlük çizgisini öğrenecek. Bir nevi kadın özgürlüğü çizgisini Önderliğin talimatı olarak anlayacak. Hepimiz için öyle böyle anlayacağız ve öyle yaklaşacağız. O zaman Önderliğe bağlı olmuş oluruz. Şu anda bütün insanlık saygı duyuyor. Tüm insanlık içinde Önderliğin bu kadar etkili hale gelmesinin önemli bir nedeni de kadın özgürlük çizgisini ortaya koymasıdır. Tabi ki iktidara karşıdır, devlete karşıdır, Sömürüye karşı zulme karşıdır. Ekolojisttir. Endüstriyalizme karşıdır. Önderlik tüm dünyada insanlığın kurtuluşunu getirecek, emekçilerin, kadınların kurtuluşunu getirecek bir önderlik olarak görülüyor. Ama kadın özgürlük çizgisi de toplumları, kadınları, bütün demokratları en fazla etkileyen bir çizgidir. Bu gerçeğin de görülmesi gerekiyor. Bütün Kürtler de bundan onur duymalı. Bütün Kürtler kadın özgürlük çizgisi ile bugün dünyanın en ileri görüşlü toplum olduğunu, en aydın, en demokrat, en özgürlükçü toplu olduğunu görmeli ve bu toplumun parçası olmaktan da gurur duymalıdır.
KÜRTLER İÇİN YEREL SEÇİMLER ÖNEMLİ
Kürtler yerel seçimi önemsiyor. Kürtler için yerel seçim, genel seçimden daha önemli. Kürtlerin bir özgürlük sorunu var. Kendi kendini yönetme sorunu var. Kendi değerlerine sahiplenme sorunu var. En başta da kendisine sahiplenme sorunu var. Bu bakımdan yerel yönetimler Kürtler için çok çok önemlidir. Bu nedenle zaten Kürtler önemli görüyor. Yoksa Meclis’e de grup kurma, orada da siyaset yapma önemlidir. Bunlar zaten oluyor, gerçekleşiyor ama Kürtler için yerel yönetimler, belediyeler daha da önemli. Doğrudan kendi toplumunu, kendi coğrafyasını ilgilendirir, kendi insanını ilgilendiriyor. Kendi toplumuyla iç içe siyaset yapacağı bir yerdir. Bu bakımdan yerel yönetimler önemlidir.
Bunun için de AKP iktidarı büyük oyunlar oynuyor. İşte askerleri, polisleri seçmen yapmış, baskı yapıyor. Belki mükerrer oy kullanılacak. Bunlar zaten bu seçimin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Soykırımcı sömürgeciler de önemli görüyor. Kürtler için de önemli. Bu yönüyle bizim söyleyeceğimiz tabi ki Kurdistan’daki seçim süreci çok önemsenmeli. Kayyumları göndereceğiz diyorlar. Gerçekten de bu iddialarını yerine getirmelidirler. Kayyumlar gerçekten gönderilmelidir. Kürtler iradesini ortaya koymalı. Kayyumu kabul etmemek aynı zamanda soykırımcı sömürgeci sistemi de reddetmektir. Kürt halkı bunu bilerek tabi ki yerel seçimlere gitmeli. Kayyumları götürmeli, yeni belediyeleri de kazanacağız diyorlar ve böyle yapacaklar. Doğrusu budur. Bu yönüyle çalışmalar yapılıyor. Kurdistan’da zaten devlet bizzat işin içindedir. AKP-MHP iktidarı işin içindedir ve Kurdistan’da bazı belediyeleri ele geçirmek ve onun üzerinden toplum üzerinde baskı kurmak, daha doğrusu Kürtlerin kendileri için siyaset yapacağı alan bırakmamak istiyor. Kürtler için, kendileri için siyasi yapılacak en önemli alan belediyelerdir.
AKP yine oyunlar oynamaya çalışıyor, çözüm sürecinden söz ediyorlar. Sanki yeni bir çözüm süreci olabilirmiş gibi. Ya da öyle söylemese bile AKP bir çözüm süreci vardı, ortadan kaldırıldı, PKK ortadan kaldırdı diyerek toplumu kandırmaya çalışıyor, aldatmaya çalışıyorlar, utanmazlık yapıyorlar. Bunu söyleyen utanmazlar. Söylemek lazımdı. Dolmabahçe mutabakatını kim reddetti? AKP iktidarı ve devleti. Önderlik onları çözüm sürecine sokmaya çalışıyordu. Dolmabahçe’de mutabık oldu. Kim reddetti? 5 Nisan’dan sonra Önderlik üzerinde kim ağır tecrit uyguladı. Utanmadan çözüm süreci varmış da bilmem şöyle yapmış denildi. Onlar Dolmabahçe mutabakatını yok saydı. Ondan sonra zaten her şey bitti. Dolmabahçe mutabakatını sanki Kürtler yok saymış. Sanki HDP’liler yok saymış. Sanki Önderlik yok saymış. Önderlik en makul yaklaşımı göstererek o mutabakatı sağladı. Ama o bile reddedildi. Çünkü Türk devletinin zihniyeti sömürgecidir, soykırımcıdır.
Bir kere herkes bilmeli, Kürt sorununun çözümü mücadeleyle olur. Demokratikleşme ile olur. Bir kişi kafasına esecek de gelecek çözecek. Öyle bir şey yok. Mücadele olmadan çözüm yok.
KÜRTLER SİYASİ İRADELERİNİ ORTAYA KOYMALI
Önderlik bile o zaman kuşkuyla yaklaştı. AKP, Erdoğan bunu yapar mı, yapabilir mi dedi. Yani kuşkusunu hep ortaya koydu. Çünkü o zihniyette değil, o kalibrede değil. Bu açıdan Kürt halkı sağdan soldan hiçbir şeye kulak vermemeli. Bir de bazı kesimlerde işte bilmem HDP, AKP’yle görüşme yapıyor diyor.
Kürt sorunu akşam yatıp sabah kalkıp çözeceği bir sorun değildir. Birkaç kişi bir araya gelecek, görüşecek de çözülecek bir sorun değildir. Bu bir mücadeleyle çözülecek bir sorundur. Büyük zihniyet değişimi gerekiyor. Soykırımcı zihniyetin değişmesi gerekiyor. Hala Kürt inkarı var. Öyle inkar kalkmış, şu olmuş. Öyle bir şey yok. O sadece inkarın üstünü örtmek için söylenen sözler. Bazı şeylere bilerek göz yumuyorlar, inkarın üstünü örtmek için, soykırımın üstünü örtmek için. Bazı dil, kültürel konuda bazı bilmem yumuşama yapıyor. İşte TRT bilmem ne kurmuş. Bunlara inanmamak lazım. Kürt halkı. iradesini ortaya koymalı. Seçimde kendi iradesini göstermeli. Bu sadece bir belediye başkanı seçimi değildir. Kürt halkının, “Benim iradem budur. Ben özgürlük istiyorum, kimliğimi istiyorum, kültürümü istiyorum. Kendi kendini yönetmek istiyorum” iradesini göstermesidir. İrade ortaya koymak en değerli şeydir. Bilmem şu belediye, bu belediye şu milletvekilinden çok çok önemlidir. Kürtlerin davası bir belediye başkanından, bir milletvekilinden çok çok önemlidir. Siyasi iradelerini ortaya koymaları, mücadelelerini, tutumlarını ortaya koymaları ve bunda ısrar etmeliler. Bunu da bu seçimde göstereceklerine inanıyoruz.
IRAK’LA HAREKETİ KARŞI KARŞIYA GETİRMEK İSTİYORLAR
KDP peşmergelerinin üslenmesi konusundaki gelişmeleri takip ediyoruz. Zaten belli açıklamalar da yapıldı yönetim tarafından. Bu yeni değil. Önceden de Medya Savunma Alanları’nda böyle sınır birlikleri vardı. Hepsi KDP’liydi. Ama o zaman sınırlıydı, az sayıdaydı ama KDP’lilerdi. Hatta diyelim ki onların da bazıları böyle KDP’nin oynadığı oyunu gördükleri için harekete dostça da yaklaşıyorlardı, ilişkileri vardı. Ama o dönemde öyleydi. Şimdi ise Türkiye KDP yeni bir oyun oynamak istiyor. Irak’la hareketi karşı karşıya getirmek istiyorlar. Türk devleti çıkmaza girmiş, KDP çıkmaza girmiş, KDP teşhir olmuş. Aslında bu durumdan kurtulmaya çalışıyorlar. Bu nedenle Irak sınır birlikleri adı altında bazı yerlere gidiyorlar. Bunların tümüne yakını KDP’lilerdir. Evet y isimleri o ama KDP’lilerdir. Bu durum nasıl ortaya çıkıyor? Bu Irak’tan çok KDP’nin zorlaması. KDP, Irak’ı zorluyor. Türkiye Irak’ı zorluyor. Hatta Türkiye’den fazla da KDP zorluyor. KDP dayatıyor. Kendi durumunu kurtarmak için böyle Irak bayrağı kullanıyor. Güya Irak ile hareketi karşı karşıya getirmek istiyor. Bu oyundur. Biz Irak’ın da bu oyuna gelmeyeceğine inanıyoruz, iki tarafın da çıkarı yoktur. Türk devletinin gözünün nerede olduğu bellidir. Her gün sizlere Misak-ı Milli bizimdir diyorlar. Güney Kurdistan’ın en alt tarafındaki dağlara kadar bizimdir diyorlar. Bu açıdan bu bir oyundur.
KDP için söyleyecek bir şey yok. Zaten şimdiye kadar işbirliği yapıyordu, şimdi daha farklı bir düzeye taşımaya çalışıyor. Biz bu konuda Irak’ın bu oyuna gelmeyeceğini düşünüyoruz, gelmemesi gerektiğini düşünüyoruz. Türkiye ve KDP birlikte Irak üzerinde baskı kurarak kendi yürüttükleri ve çıkmaza girdikleri savaşa Irak’ı da sokmaya çalışıyorlar.
ROJAVA’YA YÖNELİK SALDIRILAR TEŞHİR EDİLMELİ
Rojava ve Kuzey Doğu Suriye’de 5 milyondan fazla insan yaşıyor. Araplarla Kürtlerin nüfusu neredeyse eşittir. Bazı devletlerin nüfusları 2 milyondur, 3 milyondur. 5 milyonluk bir topluluğun yaşam sistemi çökertilmeye çalışıyor. Yaşamı zehir edilmeye çalışılıyor. Yaşam imkanları kurutulmaya çalışılıyor. Elektrik vuruluyor, hastane vuruluyor, petrol yerleri vuruyor, matbaası vuruluyor. Yollar vuruluyor. Böyle sürekli bir saldırı altında. En son Süryanilere de vuruldu. Bir nevi orayı yaşanacak bir yer olmaktan çıkarmaya çalışıyor. Tam bir soykırım politikası. Toplumu kaçırmak, orayı insansızlaştırmak. Ondan sonra işgal edip kendine göre çeteleri yerleştirecek. Böyle zaten Birleşmiş Milletler’de plan koymadı mı? O gösterdiği harita şu kadar kilometre Kürtlerin yaşadığı yer. Kürtleri buradan sileceğiz. Buraya kimi getirecekmiş? Mültecileri. Bunu açık söylüyor, işgal edelim, oraya da mülteci getirelim, bu sorunu çözelim. Avrupalılara diyor bak sorununuzu böyle çözeceğiz. Şantaj yapıyor Avrupalılara da. Bu yönüyle gerçekten insanlık dışı bir durum var. Buna ses çıkarılmıyor. Herhalde Avrupa, ABD dünyanın başka yerinde bu saldırı varsa hemen ses çıkarırlar. Ama bu saldırılara ses çıkarmıyorlar. En başta da NATO üyesidir. Avrupa Birliği’nin bazı yasalarına bağlıdır. Uymuyor. Asayişi vuruyor. Asayiş ne? Toplumdaki belli sorunları çözüyor, toplumda güvenliği sağlıyor. Ama o vuruyor. Orayı güvenilmez, yaşanmaz hale getiriyor. İstikrarsızlaştırmaya çalışıyor, çökertmeye çalışıyor. 5 milyon insana saldırıyor. Ve bir yönüyle de DAİŞ’e karşı mücadele verenlerden intikam alıyor. Vurduk dediklerinin hepsi DAİŞ’e karşı mücadele veren savaşçılardır, komutanlardır? Bu yönüyle gerçekten Rojava’ya yönelik saldırılar yoğun. Fakat gerçekten iyi de teşhir edilmiyor. İyi teşhir edilmesi lazım. Türk devletinin hakkı mıdır? Sanki Türk devletinin Şengal vurmak hakkıdır. Maxmur’u vurma hakkıdır. KDP de meşrulaştırıyor. KDP de şunu söylüyor. Bizim düşüncede değilse bu Kürtler vurulabilir. Niye Rojava’daki Kürtler Önder Apo’yu seviyorlarmış? Maxmur Önder Apo’ya bağlıymış. Şengal’de bilmem Önderliğe bağlıymış. Şengal tabi ki Önderdiğe bağlı olacak. Soykırımdan önce uyardı, sahip çıkacaksınız dedi. Ve Önderlik ilk kuruluşundan itibaren hep Êzidîlere sahip çıktı. Bugün kimlik sahibiyse biraz özgürce konuşabiliyorlarsa, kendilerini ifade ediyorlarsa bunu sağlayan Önder Apo’dur. Tabi ki Önder Apo’yu sevecekler. KDP aynı Türk devleti gibi Önder Apo’yu seven Kürtlere düşman. Bu yönüyle öyle bir şey yok. Türk devletinin hiçbir vurma gerekçesi yok. Rojava’ya saldırının tek nedeni Kürt düşmanlığıdır. Kürtlerin orada kendilerine göre bir demokratik sistem kurulmalıdır. Başka bir gerekçesi yok. Yalan. Bu bakımdan da gerçekten tüm dünyada teşhir edilmesi gerekiyor. Bu Avrupa’nın, ABD, Koalisyon Güçleri’nin de teşhir edilmesi gerekiyor.
TÜRK DEVLETİ SAVAŞIN YAYILMASINI İSTEDİ
Savaşın durumunu daha önce de değerlendirdik. Tabii bu savaş sürüyor, sürecek. İsrail kendi amaçlarına ulaşana kadar savaşı sürdürecek. Zaten Hamas’sız bir Gazze diyorlar. Avrupa da öyle diyor, ABD de öyle diyor. Anlaşılıyor ki sürecek. Fakat burada ilginç olan Türk devletinin tutumu. Geçen gün Erdoğan’ı dinliyoruz. Biz oradaki savaşın yayılmasını istemiyoruz. Halbuki savaşın yayılmasını isteyen tek devlet var dünyada; Türk devletidir. Türk devleti istiyordu ki İsrail Gazze savaşı yayılsın bölgeye yine ondan faydalansın. Teşhir oldu, dünyanın gözünde teşhir olunca böyle demeye başladı. Çünkü şu anda dünyada herkes onu tartışıyor. Sadece biz söylemiyoruz. “Türk devleti enerji hattı o taraftan geçecekti. Sabote etmek için Hamas’ı yönlendirdi. Bu katliam sivillerin öldürmesine yönelten Türk devletidir” diyorlar. Dünya bunu konuşuyor.
Türk devleti İsrailliler ile Arapların barışmasını istemiyordu. İsrail’le Araplar hep kavgalı olursa kendinin Ortadoğu’da önemi artacak. Hem İsrail üzerinde önemi olacak, hem Araplar üzerinde. Bir yönüyle de Araplarla İsrail’in anlaşma şeyi vardı hem onu sabote etmek için hem de bu işte enerji hattını sabote etmek için bu savaşı teşvik etti. Onun için Hamas’ı sahiplendi deniliyor. Bunlar tartışılıyor, değerlendiriliyor. Savaşın yaygınlaşmasını istiyordu. Hatta televizyonda AKP’ye yandaş basında “bu İran niye İsrail’e savaş açmıyor, Hizbullah niye savaş açmıyor” diyordu. Sonunda Husiler biraz Kızıldeniz’de saldırı yapılınca,“Bak iyi oldu işte. Husiler İran’ı dinlemiyor, doğrusunu yapıyorlar” gibi AKP yandaşı basında dillendiriliyordu. Husileri açıkça destekliyorlardı.
Şimdi bir de Erdoğan yine utanmadan “savaşın ahlakı olur” diyor. Doğru savaşta ahlak olur. Evet İsrail savaş ahlakına uymuyor ama savaşı ahlakına en fazla uymayan Türk devletidir. Bu AKP-MHP iktidarıdır. Ya Erdoğan sen demedin mi “kadın da olsa çocuk olsa gereğini yaparız.” Kadınları da çocukları da öldürdün. Bunu dünyada kimse açıkça söylemez. Kadın da çocuk da öldürürler ama söylemezler. Erdoğan söyledi. Ya şimdi senin zindanlarında ne kadar Kürt siyasetçi var. Ne yapmışlar? Sadece Kürtlüğü savundukları için zindana atıyorsun. Silahlarla vuruyorsun, Rojava’da vuruyorsun, sivilleri Kandil’de vuruyorsun. Kandil’de o kadar sivil katledildi. Kortek’te vurdu, Şengal’de vuruyor, Süleymaniye’de vuruyor. Dünyanın çetesi olmuş. Türkiye’de aranıyor, Süleymaniye’ye gitmiş Kürt bölgesinde diye silahlarla vuruyor. Ya niye vuruyorsun? Çünkü kendi istediği Kürt değil? Geçen gün bir doktoru vurdu.
Evet, savaş ağır bir durum. Filistin’de gerçekten büyük bir yıkım var. Bu açıktır. Bunun tescil edilmesi lazım. Ama bir de Türk devlet gerçeği var. Erdoğan kalkıp Antalya’da bunları söylüyor. Savaşın ahlakı olur diyor, en büyük ahlaksız kendisi. Gerçekten Erdoğan nasıl bir kişilik? Kendisindeki her türlü kötülüğü başkalarına yüklüyor. Kendisinde olmayan iyilikler de bende var diyor. Böyle bir yalancı. Nerede öğrenmiş, kim öğretmiş? Herhalde birisi ona demiş ki bizim yaptığı kötülükleri hep başkasına yükleyelim. Böylelikle kimse de bizim yaptığımız kötülükleri görmesin. Herhalde bazıları özel savaşçılar buna akıl veriyor Erdoğan’a. Ya da Erdoğan’ın kişiliği böyle bilemiyorum. Gerçekten kendisinde olan bütün kötülükleri başkasına yüklüyor. Bu savaşta en ahlaksız varsa Erdoğan’dır, AKP-MHP iktidarıdır. Kimyasal silah da kullanıyor. Sivilleri öldürüyor, insanlar sürüyor, işgal ediyor. Demografik değişim yapmadı mı? Kürtler nerede şimdi? Soykırım değil mi bu? Ondan sonra kalkıp Gazze’deki, Filistin’dekine söylüyor. Sen yapıyorsun zaten.
Bu açıdan yani savaşı değerlendirirken Türk devletinin bu savaştaki rolünü görmek gerekiyor. Biz istiyoruz ki bu savaş bir an önce bitsin. Filistinliler üzerindeki bu zulüm kalksın. Hamas’ın saldırıları kabul edilemez. Sivilleri katletti, o ayrı bir durum ama hiçbir gerekçeyle bu kadar sivillere zulüm yapılamaz.”