HABER MERKEZİ –Deprem konusunda ANF’ye özel bir demeç veren Karasu, büyük yıkıma yol açan deprem felaketinden Türkiye’deki siyasetin sorumlu olduğunu söyledi. Türk devletinin halklara karşı kurulduğunu, felaket dönemlerinde halkın yanında yer alamayacağını vurgulayan Karasu, toplum dayanışması, sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla felaketin boyutlarının çok daha ağır olmasının önüne geçilebildiğinin altını çizdi.
Karasu’nun açıklaması şöyle:
Büyük bir acıyla izlediğimiz ve takip ettiğimiz depremde yaşamını yitirenlere Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar, ailelerine ve tüm Türkiye halklarına, Suriye halklarına da başsağlığı diliyorum. Bugünlerde Önder Apo’ya yönelik uluslararası komplonun 25’inci yılına giriyoruz. Komplocuları şiddetle kınıyor, komploya karşı Güneşimizi Karartamazsınız direnişçilerinin çizgisi doğrultusunda mücadele ederek, Önder Apo’yu ve Kürt halkını özgürleştirme sözümüzü bir daha yineliyorum.
HALKLARIN BAŞINDA OTORİTER İKTİDARLARIN OLMASI KOMPLONUN SONUCU
Komploya yönelik değerlendirmeler yaptık. Hareketimiz, arkadaşlar kapsamlı değerlendirmeler yapmaktadır. Çünkü uluslararası komploda Türkiye halklarının, Ortadoğu halklarının bugününü, geleceğini olumsuz etkilemede önemli rol oynamıştır. Eğer bugün hala Türkiye’de ve Ortadoğu’da halkların başında otoriter iktidarlar varsa, bunun bir nedeni de Önder Apo’ya yönelik gerçekleştirilen komplodur.
Gerçekten çok ağır bir deprem yaşadık. Tam bir katliamla karşılaştık. Evet, depremler büyüktü ancak felaketi büyüten, katliamlara yol açan, devletin politikalarıdır. Bu bakımdan bu katliamlar bir politika sonucudur, politiktir.
FELAKETİN NEDENİ BUGÜNE KADAR İZLENEN POLİTİKALAR
Bu deprem süresince halkımıza, halklarımıza yardım eden, enkazdan çıkaran, onların yardımına koşan, erzak götüren, battaniye götüren, çadır götüren, her türlü ihtiyacını karşılamaya çalışan gönüllülere, sivil toplum örgütlerine, belediyelere, siyasi partilere ve cemevlerine teşekkür ediyorum. Yine dünyanın dört bir yandan koşarak halkımızın acısını hafifletmeye çalışan destekçilere de teşekkür ediyorum. Eğer bunların çabası, emeği olmasaydı, bugün yaşadığımız katliamın boyutu daha fazla olurdu.
Kuşkusuz bu deprem büyük bir depremdir. Ama bu depremler bilinmez değildir. Hiç bilinmeyen, tahmin edilmeyen, akla hayale gelmedik bir olay olmuş değildir. Türkiye’de çeşitli zamanlarda depremler olmuştur. Hatta deprem uzmanları uyarlar yapmıştır. Ama depremin bu kadar felaketle sonuçlanmasının nedeni bugüne kadar izlenen politikalardır.
Bu devlet depreme hazırlık olmadığı gibi, ilk başta küçümsemiştir. Öyle ki depremi küçük sanarak “her yerdeyiz” demiştir. “Cumhur İttifakı her yerdedir” demiştir. Hatta AFAD yetkilisi kalkmış, pişkince; “Bizim görevlilerimiz, kurtarma ekiplerimiz her yerdedir” demiştir. Ama yansıyanlar, halkın söyledikleri, tamamen bunların söylediklerinin tersidir. Hem hazırlıklı değillerdi hem de ilk başta küçümsediler. Küçümsedikleri için AFAD dışında başka bu işe el atacakları çağırmadılar. Onları seferber etmediler. Böyle olunca tabii ki felaket büyüdü. Çünkü bu tür depremlerde önemli olan ilk 2-3 gün müdahale etmektir. İlk 2-3 gün müdahale edilmediği takdirde yaşanan katliam olur. Nitekim öyle olmuştur. AFAD şehirlere gitmiş, birkaç enkaz üzerinde kurtarma yapmaya çalışmıştır. O da depremin üçüncü gününde…
TÜRK DEVLETİ HALKA KARŞI KURULMUŞTUR
Peki durum nedir? Binlerce enkaz var şehirlerde. Binlerce enkazın bir kaçının üzerine gitmiştir. Hadi diyelim 10’unun, 15’inin üzerine gitmiş. Çünkü öyle bir örgütlenmesi yok, öyle bir gücü yok, öyle bir yatırımı yok. Böyle olunca binlerce yıkılmış bina sahipsiz kalmıştır. Kimse enkaz altında kalanların yardımına koşmamıştır, koşamamıştır. Ama tabii gönüllüler büyük bir seferberlik ile hemen ilk günde alana yetişmiş, elleri ile, tırnakları ile, buldukları ile enkaz altından insanları çıkarmaya çalışmışlardır. Çıkardıktan sonra onların ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmışlardır.
Bu yönüyle öyle devletin, Erdoğan’ın, AFAD’ın yetkililerinin söylediği gibi “gitmişiz, kurtarma yapmışız, yardım etmişiz. Devlet oradadır, devlet her yerdedir” gibi bir şey yok. Bu demagojidir, yalandır.
Bir şehirde birkaç enkazın üzerinde olmak, devletin orada olması değildir. Zaten köylere hiç gidilmemiştir. Köyler sahipsiz kalmıştır. Bu yönüyle devletin hazırlıksız olduğu bu hazırlık nedeniyle de büyük ölümlere yol açtığı açıktır. Biz bu devleti tanıyoruz, biliyoruz. Bütün halk biliyor. Birkaç göstericinin üzerine binlerce polis gönderiyor. Hem de bir anda kırmızı şal görmüş boğa gibi göstericilere saldırıyorlar. Dağda gerilla gördüğünde hemen onlarca helikopter, onlarca insansız hava aracı, yüzlerce şu araç, bu araç, binlerce asker gönderiliyor. Bunlarda hemen harekete geçilebiliyor ama bir depremde insanları kurtarmak için, insanları yaşatmak için harekete geçilmiyor. Çünkü bu devlet halka karşı, baskıya göre kurulmuş, ona göre dizayn edilmiş, ona göre şekillenmiş. Kürt halkına karşı zulmetmeye göre şekillenmiş, savaşa göre şekillenmiş. Böyle bir devlet gerçeği var. Tamamen militarist.
DEVLET NE YAPACAĞINI ŞAŞIRDI
Bu nedenle böyle bir depremde karşılaştığında insanlara saldırmaya, öldürmeye göre dizayn edilmiş devlet hareketsiz kalmıştır. Ne yapacağını şaşırmıştır. Çünkü öyle bir imkanı yoktur. Bu tür afetlerde, depremlerde 2-3 gün çok önemlidir. Başarısızlık ya da başarı 2-3 gündeki performansa bağlıdır. İlk 2-3 gün müdahale edilemediği için uzmanların tahminlerine göre 200 bin kadar insan ölmüş, yüz binlercesi de hala enkaz altındadır. Ama devlet hala bu rakamları saklıyor. Depreme müdahale edemediği gibi, insanların canını kurtaramadığı gibi depremde ölmeyenlerin de yardımına zamanında koşamamıştır. İlk 2-3 gün insanlar sadece açlık, susuzluktan değil, soğuktan kırılmıştır. Eksi 20 dereceye kadar varan kış şartlarında battaniye yok, çadır yok; donmuştur. Kaldı ki bu kış şartlarında sadece battaniye, sadece çadır, insanları donmaktan, soğuktan, hastalanmaktan, titrer halde kalmaktan kurtaramaz. Ancak yazın bunlar bir çare olabilir. Kışın ancak konteynerler çare olabilir, soğuktan koruyabilir. Konteynerlerin bulunmadığı yerde de ısıtıcı soba. Bunların olması gerekiyor. Sadece çadırın olması, battaniyenin olması da yetmez. Ama bunlar depremin ilk günlerinde bulunamamıştır.
Depremin ilk günleri devlet ortada yoktur. Bu nedenle sonuçları gerçekten ağır olmuştur. Ancak şehir merkezlerinde bazı enkazların üzerine gidilmiştir. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Enkaz altında kalanların ancak yüzde 2’si 3’ü kurtulabilmiştir. Böyle bir gerçeklikle karşı karşıya kaldık. Eğer gönüllüler olmasaydı, sivil toplum örgütleri olmasaydı, bazı belediyeler olmasaydı, bazı partilerin ve kuruluşların çabaları olmasaydı, bu depremin sonucu çok daha ağır olurdu. Hatta bu iktidar kaçar giderdi. Aslında bu iktidarı biraz kurtaran gönüllüler olmuştur. Sivil toplum örgütleri olmuştur.
Fırat’ın batısında Kürtler vardır. Aleviler çoktur. Bir de Kurdistan’a yakındır. Erkenden oralara HDP’liler gitmiş, cemevleri gitmiş, sivil toplum örgütleri gitmiş, yine özellikle büyük şehirlerden genç gönüllüler gitmiş, sonucun daha da ağır olmasının önüne geçmişlerdir. Herkesin bu gerçeği bilmesi gerekir.
DEVLETİN BİR ANLAMI OLMADIĞI DEPREM FELAKETİNDE GÖRÜLDÜ
Gerçekten de Türkiye halkları büyük dayanışma göstermiştir. Bu yönüyle şunu rahatlıkla söyleyebilirim; bu dayanışmanın görülmesi, ortaya konması çok çok önemlidir. Bu önemli bir Türkiye gerçeğidir. Bu gerçek karşısında devletin esamesi okunmaz. Toplumun bu dayanışması, bu mücadelesi, bu çabası ortadayken devlet ne anlam ifade eder? Devletin bir anlamı olmadığı bu depremde çok iyi görülmüştür. Bunun da tabii ki önemli sonuçları olacaktır.
ASRIN FELAKETİ SÖYLEMİ KENDİ TEDBİRSİZLİKLERİNİ ÖRTME ÇABASIDIR
Başta depremi küçümseyenler, bu konuda tüm imkanları harekete geçirmeyenler, şimdi “asrın felaketi” diyor, “bundan büyük felaket görülmemiştir” diyor. Böyle diyerek kendi hazırlıksızlığını, kendi tedbirsizliklerini örtmeye çalışıyorlar. Suçlarını hafifletmeye çalışıyorlar. Japonya’da 9 şiddetinde deprem oluyor, 8 şiddetinde deprem oluyor. Meksika’da sürekli depremler oluyor. Bu şiddette ve hatta daha fazla ama çok az insan ölüyor. Demek ki depremler değil tedbirsizlik öldürülüyor, hazırlıksız öldürüyor, politikalar öldürüyor.
DİNİ DUYGULAR İSTİSMAR EDİLİYOR
AKP iktidarının bir utanmazlığı da halkın duygularını, dini inançlarını istismar etmektir. Ne diyor? Kader planı, mukadderat, fıtrat. Böyle şeyler söylüyor. Bu da yine kendi suçunu örtmeye yönelik. Kader diyerek, mukadderat diyerek, Allah’ın işidir demek istiyor. Şöyle mi diyeceğiz yani? Belki bazıları da böyle diyordur. Bazı böyle fanatikler de vardır. İşte biz doğru değildik, yanlıştık, bu nedenle Allah bizi cezalandırdı. Mukadderat demek bunu ifade ediyor.
Yine doğa suçlanıyor. Doğa kötü. Bu tabii ki bu toplumla alay etmektir. Ama toplum artık bunları duymak istemiyor, öfkeleniyor. Gerçekten de bu iktidar bu söylemleriyle Türkiye’nin sırtından atılması gereken bir yük olduğunu çok açık ve net ortaya koymuştur. Erdoğan utanmadan kamera karşısına çıkıp pişkin pişkin konuşuyor. Gerçekten bu kadar pişkinliğe de pes doğrusu. Depremle birlikte çatırdayan sarayını, çatırdayan koltuğunu korumaya çalışıyor.
İKTİDAR ÖZEL SAVAŞ İKTİDARIDIR
Halk feryat figan ediyor. Halk acısını ortaya koyuyor. Sahipsiz bırakıldığını söylüyor. Yaşadıklarını açık ve net ortaya koyuyor. Erdoğan ne yapıyor? Halkın söylediklerine “dezenformasyon” diyor, “yalan” diyor. İşte böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. Bir özel savaş iktidarı. Bu iktidarın tek marifeti öğrendiği gerçekleri saptırmak. Yalan dolan, halkı aldatmak. Halkın yüzüne baka baka yalan söylemek. Erdoğan’ın yaptığı budur.
Diğer bir yaptığı da suçlarını göreceğine, “şunu yapacağım, bunu yapacağım” söyleminde bulunuyor. Bu da aslında işlediği suçu, hazırlıksızlığı, tedbirsizliği sonucu ortaya çıkan suçlarını örtmeye çalışıyor. Sen ilk önce işlediğin suçun hesabını ver, sonradan neyin gerçekleşeceğini göreceğiz.
Bu, halkla dalga geçmektir. Erdoğan halkın tepkisini görüyor. Halkın söylediklerini görüyor. Halk, “devlet yok. Bize sivil toplum örgütleri, gönüllüler yardımcı oldu” diyor. Erdoğan bunu dezenformasyon olarak değerlendiriyor. Sonradan da diyor, “bazı aksaklıklar olmuş.” Böyle bir katliamı, bazı aksaklıklarla izahata girişmek gerçekten yüzsüzlüktür, pişkinliktir. Eğer aksaklıklar olsaydı halk onu öper, başına koyardı.
AKSAKLIK, YETERSİZLİK DEĞİL BİR ÇÖKMÜŞLÜK VAR
Böyle olaylarda, böyle durumlarda bazı aksaklıklar olabilir, bazı yetersizlikler olabilir ama burada yaşanan aksaklık veya yetersizlik değildir. Bir çökmüşlük var. Halkın tedbirsizlik, hazırlıksız nedeniyle depremle çıplak biçimde karşı karşıya bırakılması var. Gerçek budur. Ne aksaklığı? Yüz binlerce insanın ölümünden, enkaz altında kalmasından söz ediliyor. Kaldı ki önceden uyarılar yapılmış; “bu alanda depremler olur” diye.
Bunlar aksaklık değildir. Tamamen bu iktidarın rant politikalarının, depremle ilgili tedbir almamasının sonucudur. Herkes soruyor, biz de sorduk. Milyarlarca, on milyarlarca dolara ne oldu?
YARDIMLAR DEVLETE, AFAD’A GİTMEMELİ
Bu vesile ile şunu belirtmek istiyorum. Şu anda her yerden yardım geliyor. Yardım akıyor. 10 milyarlarca dolar yardım gelecek. Belki daha fazlası gelecek. Bu yardımlar AKP iktidarına, AFAD’a bırakılamaz. Çünkü daha önce deprem vergilerine ne yaptıkları biliniyor. Buna da aynısını yaparlar. Bu açıdan bu yardımlar başka bir yönetim tarafından yönetilmeli, kullanılmalı, harcanmalıdır.
Kimler olabilir? Sivil toplum örgütleri olabilir, belediyeler olabilir, mühendisler odası olabilir, barolar olabilir, kadın örgütleri olabilir, Parti temsilcileri olabilir, depremzede yakınları olabilir. İlgili kurumlardan bir deprem bütçesini yönetme, tedbir alma yönetimi kurulabilir. Böyle bir yönetim Türkiye’yi gelecek depremlerden koruyabilir. Yoksa Erdoğan’ın kamera karşısına çıkıp “şunu yapacağız, bunu yapacağız “demesine kimse güvenmemeli. Ayinesi iştir kişinin lafına bakılmaz. Geçmişte yaptıkları ortada.
Öte yandan halkımız, yurtseverler, sivil toplum örgütleri, dünya halkları, bu devlete AFAD’a yardım göndermemeli. Sivil toplum örgütleri üzerinden, bu değerleri doğru harcayacak çevreler üzerinden bu yardımların halka ulaştırması gerekir. Çünkü bu iktidara güvenilmez. Biz bunu subjektif düşüncelerimizden dolayı söylemiyoruz. Bu iktidara karşı savaş verdiğimizden dolayı söylemiyoruz. Pratiği bu, gerçeği bu.
FELAKETTEN SİYASET SORUMLUDUR
Bu iktidar kendi suçunu örtmek için binbir yola başvuruyor. Tam bir özel savaş yürütüyor. Müteahhitleri tutukluyor. Evet, bazı müteahhitler çimentodan çalmış, demirden çalmış olabilir. Müteahhitler sütten çıkmış ak kaşık değil. Çünkü sağlam evler yapmıyorlar Türkiye deprem ülkesi olmasına rağmen. Ama burada siyaset sorunludur. Onların denetlemesi sorunludur? Onların bu işi üzerinde durması gerekiyor. Marmara depreminden sonra binalar depreme dayanıklı hale getirilecekti. Bunun için vergiler toplandı, bunun için kararlar alındı. Peki niye yapılmadı? Fay hatları üzerindeki binalar niye depreme dayanıklı hale getirilmedi?
AKP MÜTEAHHİTLERİ TUTUKLAYARAK KENDİNİ KURTARAMAZ
Bu işi sadece bazı müteahhitlere yüklemek sorumluluktan kaçmaktır. Bir sorumlusu vardır, o da iktidardır. İstifa etmesi gerekiyor. Bu işle ilgililerin cezalandırılması gerekiyor. AFAD kime bağlı, onun cezalandırılması gerekiyor. Süleyman Soylu’ya bağlı. Derhal istifa ettirilmesi ve yargılanması gerekiyor. Evet müteahhitler çalmıştır, çırpmıştır. Bir kısım bunu yapmıştır. Hepsine öyle demek tabii doğru değil. Ama bu bir Türkiye gerçeği. Türkiye’de rantçılık, hırsızlık normal hale gelmiş. Herkes bir yerden çalmak, çırpmak istiyor. Kime bakıyor? İktidara bakıyor. Erdoğan’ın tüm yakınları Karun gibi zengin olmuş. AKP’nin çevresi zengin olmuş. Hem de nasıl zenginler! Sonradan görme, deveyi hamuduyla yutan. Böyle bir pervasızlıkla toplumun değerlerine el koymuşlardır. Erdoğan’ın yakınları böyle olursa, çevresi böyle olursa, müteahhitleri de öyle olur, başkaları da öyle olur. Gerçekten AKP iktidarı zamanında böyle bir şekillenme olmuştur. İşte kapitalizmin “bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler” ilkesi var. Şimdi neoliberalizm de ortaya çıkmış, özellikle Türkiye gerçeğinde rant ve hırsızlık normal yaşam olmuş. Erdoğan, “Avrupa bizi kıskanıyor” diyordu. Avrupa şöyle böyle. O beğenmediği Avrupa’da bir başbakan, bir bakan rüşvet alsa, yetkiye dayanarak kendisini zengin yapsa, yetkiye dayanarak akrabaları, çevresi zengin olsa, o başbakanı, o bakanı, o yetkilileri yargılarlar. Türkiye’de böyle bir şey var mı?
Bu bakımdan müteahhitleri tutuklayarak işin içinden çıkacağını sanmak kendini kandırmaktır. Erdoğan ve AKP iktidarı kendini böyle kurtaramaz.
OHAL, HÜKÜMETİN GERÇEKLERİ ÖRTME ÇABASIDIR
Erdoğan şimdi olağanüstü hal ilan ederek kendisini kurtarmaya çalışıyor. Gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyor. Olağanüstü halde baskıyı arttıracak, konuşanı tutuklayacak, bastıracak, susturacak, gerçekleri gizleyecek. Bu açıktır. Yağmacıları gerekçe gösteriyor. Yetkisi mi yok? Dünya kadar yetkisi var. Bunun olağanüstü halle ne alakası var? Olağanüstü davranış şudur: Deprem mi oldu? Bu depremin acılarını azaltmak, depremin sonuçlarını hafifletmek, bunun için ilk başta bir olağanüstü hal yaklaşımıyla, yani olağanüstü bir çabayla işin içine girilir. Böyle bir yaklaşım yok.
Türkiye’de olağanüstü haller baskı gerekçesi yapılır. Bu açıdan buna karşı çıkılması gerekiyor, teşhir edilmesi gerekiyor. Şimdi kendini kurtarmak için dikkatleri dağıtıyor. Neymiş, yağmacılar var. Ve bazılarını linç ediyorlar, öldürüyorlar, katlediyorlar. Bir kısmı da depremzede. Bir haberde veriyordu; gitmiş kendisine birkaç tane meyve suyu almış. Tamam, deprem olan yerlerde halkın eşyalarını almak, çalmak mezar soygunculuğudur. Onlara mezar soyucu denir. Bunu zaten kimse kabul etmez. Fakat Erdoğan AKP hükümeti bunları toplumu susturmak için kullanıyor. İşkence yaptıkları, öldürdüklerinin bir kısmı da gönüllüler. Kurdistan’dan gelmişler, Türkiye’nin batısından gelmişler. Halka yardım edenleri oradan uzaklaştırmak istiyorlar. Böylelikle kendi gerçeklerini gizlemeye çalışıyorlar. Bu da suç üstüne suç işlemektir. Bu açıktır. Bu konuda duyarlılık var. Bu duyarlılık daha fazla gelişmeli. Bu tür yaklaşımlar durdurulmazsa, karşı çıkılmazsa herkese yaparlar.
DEPREMDEN SONRA TÜRKİYE’DE SİYASİ ZİHNİYET DEĞİŞECEK
Sonuç olarak şunu belirtmek istiyorum. Bu deprem gerçekten de çok ağır sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Ama esas olarak da Türkiye devlet gerçeği, Türkiye siyaset gerçeğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermiştir. Bu depremden sonra Türkiye’de siyasi zihniyet değişecektir. Vicdan devrimi gerçekleşecektir. Ahlak devreye girecektir. Bu ahlaksızlık, bu vicdansızlık mahkum edilecektir. Türkiye toplumunda hem siyasi olarak hem toplumsal olarak bir değişim gerçekleşecektir. Bunu görmemiz gerekiyor.
Bu bakımdan demokratlar, devrimciler, halkını sevenler, kadınlar, gençler, bu durumu görerek bu Türkiye’nin değişmesinde dönüşmesine rollerini oynamalıdır. Artık bu depremden sonra Türkiye böyle kalamaz, değişecektir. Daha köklü değişme sürecine girecektir. Zaten böyle bir süreçteydi, böyle bir sürece girmişti; bu depremle birlikte Türkiye’nin değişmesi, demokratikleşmesi, demokratik bir siyaset, demokratik bir yaşam ortaya çıkması kaçılmaz hale gelmiştir.
Bu bakımdan herkesin bu sürece böyle hazırlıklı olması gerekiyor. Bunun mücadelesi içinde olması gerekiyor. Artık bu iktidarı düşürme, Türkiye’yi değiştirme zamanıdır. Bu konuda herkesi duyarlı olmaya, depremden önceki Türkiye’yi reddetmeye, yeni bir Türkiye yaratmaya çağırıyorum.
FIRAT’IN BATISI YENİDEN YAŞANACAK BİR YER HALİNE GETİRİLMELİ
Öte yandan daha önceki çağrımda da vurguladım. Gerçekten Fırat’ın batısı çok büyük bir yıkım yaşamıştır. Fırat’ın batısı neredeyse yaşanmaz hale gelmiştir. Bu hale getirilmiştir. Bu açıdan ben hem metropollerdeki hem de Avrupa’daki, Fırat’ın batısındaki tüm insanlarımızı Fırat’ın batısını yeniden inşa etmeye çağırıyorum. Oralar yeniden yaşanacak yer haline getirilmelidir. Şu anda soğuktan çeşitli nedenlerden dolayı oradan çıkma var, gitme var. Orayı yeniden yaşanacak yer haline getirerek, inşa ederek bu durumun önüne geçmeliyiz.
Fırat’ın batısında daha önce de Maraş Katliamı’yla gerçekleştirilen bir insansızlaştırma vardı. Şimdi depremle böyle bir sonuç yaratılabilir. Bu bakımdan da hem bütün demokrasi güçlerini, Kürt halkını, Türkiye halklarını bu konuda duyarlı olmaya çağırıyorum hem de Fırat’ın batısındaki, dünyanın her köşesindeki insanlarımızı bu konuda harekete geçmeye çağırıyorum.