BEHDÎNAN- Medya Haber Televizyonunda yayınlanan özel bir programda konuşan KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit, Medya Savunma Alanlarındaki işgal saldırıları ve İsrail’in Gazze Şeridi’ne yönelik başlattığı saldırı gibi konuları değerlendirdi.
Türkiye’nin İsrail’in bugün Gazze Şeridi’nde uyguladığı yöntemlerin geliştiricisi olduğunu ifade eden Karasu, AKP-MHP rejiminin Rojava’da altyapıyı hedefleyen saldırıları ve tünel direnişlerine yönelik kimyasal silah kullanılmasını örnek gösterdi.
AKP-MHP hükümetinin İsrail ile HAMAS arasındaki rehine pazarlığında arabulucu olma yönündeki teklifine dair ise, “Güya arabulucu olmak istedi bu esir takasında. Elimizde iki tane MİT’çi var. Bir gün sormuyor ya. Ya ben 10 tane hasta bırakayım, 15 tane hasta bırakayım sen de onu bırak demiyor. Kendi en önemli adamları. Bu bakımdan Türk devletinin bu İsrail ile yaptığı savaşta söylediklerinin hiçbirini ciddiye almamak lazım” şeklinde konuştu.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fikirlerinin yayılmasının amaçlandığı “Dünya Öcalan Kitapları Günü” etkinliklerini de selamlayan Mustafa Karasu’nun dün akşam yayınlanan programdaki değerlendirmeleri şöyle:
Marmara’da bir deprem oldu. Depremin merkez üssünde zaten Gemlik hatta İmralı adası olduğu söyleniyor. Bu durumda tabii avukatları görüşmek istediler ama görüştürülmedi. Üç yıla yakındır zaten görüşme olmuyor. Bu, Türk devletinin İmralı’ya, Önder Apo’ya yaklaşımını gösteriyor. Dünyada böyle bir şey yok. Bir de çok uyduruk biçimde 3 ay, 6 ay disiplin cezası vererek güya kitabına uyduruyor görüştürmemeyi. İşte “biz hukuk devletiyiz. hukuk devletinde görüşme olmuyorsa ceza olduğu için” olmuyor biçiminde. Dünyayı aldatan ve dünyaya dalga geçen bir yaklaşım içinde.
Başka yerde deprem olsa hemen bütün tutukluları gösterirler, hükümlüleri gösterir, aile ile görüştürürler. Ama sorun İmralı olduğu zaman hukuk bile işlemiyor. Tek kişilik bir hukuk var. Oradaki hukuk Kürt halk üzerinde psikolojik savaş, İmralı üzerinde psikolojik savaş, daha doğrusu Kürtler üzerinde yürütülen soykırım savaşının orada yürütülmesidir. Soykırım savaşı yürüten bir devletin de Kürt Halk Önderine nasıl yaklaşacağı ortadadır. Kürt halkına nasıl yaklaşırsa orada da öyle yaklaşacak. Kürt halkının varlığını kabul etmiyorsa Önderliğin de varlığını kabul etmeyecek. Bu yönüyle Türk devletinin politikalarının nereden kaynaklandığını bilmemiz lazım. Kürt soykırımının ne olduğunu bilirsek, Kürt soykırımı için Türk devletinin yüz yıldır hangi uygulamalar yaptığını bilirsek, İmralı’daki uygulamaların da ne anlama geldiğini biliriz. Bu açıdan tabii ki bir soykırımcı Türk devletinin Önder Apo’ya karşı uygulamasını görüyoruz.
TECRİDİ MEŞRULAŞTIRAN AVRUPA’DIR
Tabii buna karşı mücadele de var. Mücadele edilmesi gerekiyor. Yoksa mücadele edilmeden, mücadeleyi geliştirmeden Önder Apo’nun özgürlüğü de sağlanamaz, tecrit de kırılamaz. Bu açıdan gerçekten Önder Apo’nun özgürlüğü için bugün dünya genelinde mücadele var. Türk devleti aslında zorlanıyor, teşhir oluyor, tecrit oluyor. Önder Apo’ya uygulanan tecridi, yolu, yöntemi, baskıyı herkes biliyor. Bilmeyen kalmadı. Müttefikleri de biliyor, dostları da biliyor. Bu yönüyle tabii ki bu İmralı’daki baskı ve tecrit politikasını dünyanın bildiği ortamda yürütüyor zaten. Geçen gün Hakan Fidan, yürüttükleri politikanın Putin’in bilgisi dahilinde, yani Avrupa Konseyi’nin bilgisi dahilinde, Avrupa Birliği’nin bilgisi dahilinde olduğunu söyledi. Açıktan açığa şu şunu söylüyor: bu yaptığımızı meşrulaştıran Avrupa Birliği’dir, Avrupa devletlerdir. Yani onlar buna onay veriyorlar demektedir. Bu açıkça onların suç ortağı olduğunu gösterir. Avrupa Konseyi’nin Avrupa devletlerinin suç ortağı olduğunu gösterir. Bu yönüyle tabii ki Türk devletinin politikalarını eleştirmek, buna karşı mücadele etmek gerekiyor. Avrupa Konseyine karşı da CPT’ye karşı da, Avrupa devletleri devletlerine karşı da tutum koymak gerekiyor. Çünkü Türkiye ile imzaladığı anlaşmalar var. İşte CPT gidip cezaevlerini dolaşabilir. Böyle bir hak vermişler yani. Türkiye’nin bu tür anlaşmaların imzalamasının nedeni de aslında Kürtler üzerindeki soykırım politikasını örtmek için, meşrulaştırmak için. Kendilerince demokrasi var, özgürlük var. Bak insan hakları var. Bunu takip eden kurumlar da var. Bu yönüyle “biz her şeyi demokrasi çerçevesinde yapıyoruz, insan hakları çerçevesinde yapıyoruz” diyerek bunu meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu yönüyle tabii İmralı’daki tecride karşı mücadele, Önder Apo’yu özgürleştirme mücadelesi çok önemli bir siyasal mücadeledir. Çünkü siyasal bir kurum haline gelmiştir. Öyle insan haklarıdır, hukuktur ona göre tutum takındı denilemez. Avrupa Birliği nasıl yaklaşırsa, Avrupa Konseyi nasıl yaklaşırsa, Avrupa devletleri nasıl yaklaşırsa Türkiye’ye de öyle yaklaşır.
Bu yönüyle orada tecride karşı mücadele verirken, Önder Apo’nun özgürlüğünü isterken bu kurumlara karşı da tutum göstermek, bu kurumlara karşı da mücadele vermek, hukuk mücadelesi vermek, onları teşhir etmek, onları kendi hukuklarına, kendi yasalarına uygun davranmasını sağlamak gerekiyor. Bir taraftan CPT diyorlar, İnsan Hakları Kurumu diyorlar ama diğer taraftan da Avrupa Birliği’nin politikalarına göre davranmıyor. Bunun teşhir edilmesi, tecrit edilmesi gerekiyor.
DEPREM YARDIMLARINI YANDAŞLARINA YEDİRDİLER
Marmara depremi bekleniyor. Yıllardır söyleniyor. İstanbul’da deprem olacak deniyor. Evet, böyle bir depremin olacağını bilim insanları söylüyorlar. Fakat buna karşı ne kadar tedbir var, ne kadar tedbir alınmış belli değil. İlk Marmara depremi olduğunda deprem vergisi oldu ama o deprem vergisi deprem için kullanılmadı. Yani binaların güçlendirilmesi için kullanılmadı. Sonra Maraş, Malatya. Adıyaman’da, Hatay’da 13 milyon insan etkilendi, deprem oldu. 200 bine yakın insan ölmüş. Öyle 50 bin diyorlar. Yok 200 bine yakın insan ölmüş. Türk devleti zaten rakamları saklıyor işte savaşta saklıyor her şeyi de toplum gerçeği görmesin diye, politikalara teşhir olmasın diye bu rakamları hep saklıyor. Şimdi İstanbul’da da bir deprem olsa on binlerce yüz binlerce insan ölebilir. Bu deprem paralarının hiçbirisi deprem güçlendirmeye gitmemiştir. Ancak yüzde 10’u belki kullanılmıştır. Yüzde 90’ı başka yerlere rant elde etmek için, kendi yandaşlarını zengin yapmak için kullanılmıştır. Bu durum böyledir. Gerçekten de. İstanbul halkı, Marmara halkının bunun üzerinde durması lazım. Gelecekte on binler üzülecek, ah vah edecek. Şu andaki iktidardan hesap sorması lazım. Bu deprem vergileri nereye gitti, ne kadar bina güçlendirildi bunların yapılması gerekiyor. Yani böyle bir toplum bilincinin, toplum duruşunun ortaya çıkması gerekiyor. Şimdi Maraş, Malatya, Adıyaman da, Antep’te gerçekleşen deprem gerçekten çok büyüktür. Şu anda unutuldu. Daha 1 yıl oldu unutuldu. Böyle bir deprem unutulabilir mi? Böyle bir deprem olmuş, yüz binlerle ifade edilen sayıda insan ölmüş, 13 milyon insan etkilenmiş ama bu iktidardan hesap sorulmadı. Neredeyse deprem olmuş, bu iktidar ev yapıyor diye halk bu iktidara borçlu olacak. Böyle bir gerçeklik var. Gerçekten bu durum çok ciddi bir durum.
MUHALEFET İKTİDARIN GÜNDEMLERİNİN PEŞİNE TAKILIYOR
Siyaset nedir, insan için değil mi? Toplum için değil mi? Yüz binlerce insan ölmüş. Bunun hesabı sorulmayacak mı? Bu yönüyle muhalefetin gerçekten yaklaşımı yetersiz. Demokratların, aydınların yaklaşımı yetersiz. Bu deprem unutulacak bir deprem değil. İşte afet oldu, geldi vurdu ne yapalım denilecek bir deprem değil. Önceden geleceği belli olan bir deprem. Maraş’ta olacak deniyor değil mi? Önceden söyleniyor. Ama hiçbir tedbir alınmıyor. Hatta Maraş’ta, Malatya’da, Adıyaman’da imar affı çıkarılıyor depreme dayanıksız bütün binalara. İnsanlara mezarlarını satıyorlar. Hem de parayla. Şimdi buna karşı gerçekten ses yok. Bu ciddi bir durum. Gerçekten bunun gündemleşmesi lazım. Bunun gündemden düşmemesi lazım. Bu iktidarın yakasına yapışılması lazım, hesap sorulması lazım. Senin politikaların yüzünden bu kadar insan öldü. On tane şehir yerle bir oldu. Gerçekten vicdansızlık bu. Türkiye’de her şey çürümüş, vicdanlar da çürümüş. Binlerce insan bu binaların altında ah vah diyerek ölümünü bekledi. Ölümlerini düşünerek, bir gün sonra öleceğini, 5 saat sonra öleceğini düşünerek o depremin altında kaldılar. Yardım beklediler. Kimse yardım etmedi. Böyle binlerce insan depremin altında bu duyguyu yaşadı. O duyguyu yaşayarak öldü yani. Bunu hangi edebiyat anlatabilir, hangi roman anlatabilir? Hangi insan duygusu gerçekten kaldırılabilir? Gerçekten vicdansızlık. Bu yönüyle bunun muhalif güçler tarafından gündeme getirilmemesi gerçekten muhalefetin sorunlara ne kadar yetersiz yaklaştığını, iktidarın gündeminin peşine nasıl takıldığını gösteriyor. İktidarın yaptığı bu suçların hesabını sorma yerine iktidarın gündem peşine takılıyor ve böyle bir olay unutuluyor.
İKTİDARDAN HESAP SORULMALI
Yarın İstanbul’da olacak, on binler ölecek, yine öyle yaklaşacak. Toplum böyle yaklaşırsa, muhalefet böyle yaklaşırsa iktidar niye tedirgin olsun? Niye deprem paralarını götürüp kendi yandaşlarına vermesin? Ben veririm, yarın deprem olursa karşılarım diyor. Bu açıdan gerçekten insanı rahatsız eden, huzursuzluk yaratan bir durumdur. Bunu kabul etmek, bunu düşünmemek, bunun peşine takılmamak, bunun hesabını sormamak, bunun edebiyatını yapmamak, bunun romanını yapmamak, bunu şiirini yapmamak, hafızada canlı tutmamak, buna buna karşı öfkeyi, yani bu depreme yol açan iktidara karşı öfkeyi büyütmemek gerçekten sorumsuzluktur.
Bu yönüyle ben buradan bir daha bütün demokratlara, demokrasi güçlerine, sosyalist muhaliflere bu depremi gündeme getirmeleri gerektiğini söylüyorum. Cinayetler ortada. Bilerek yapılmış. Suç var. Deprem paralarının harcanması var. Onların bile hesabı sorulmadı. Milyarlarca yardım alındı. Ne oldu. AKP kendi ekonomik krizini gidermek için şuraya buraya verdi.
İmralı’da, İstanbul’da da deprem olacağı söyleniyor. Bu deprem konusuna yeni bir yaklaşım geliştirilmesi gerekiyor. Yeni bir politika geliştirmesi gerekiyor. Yeni bir tutum geliştirmesi gerekiyor. Halkın bazı örgütler kurarak denetlemesi gerekiyor. Belediyeleri denetlemesi gerekir. Hükümet denetlemesi gerekiyor. Ne kadar hazır AFAD? Bir deprem olduğu zaman ne yapabilir? Halkın takip etmesi, hesap sorması gerekiyor. Böyle olursa o zaman her hangi bir deprem gerçekleştiğinde en az acı yaşanır, en az kayıp yaşanır.
ZİNDANLAR ÖNDERLİK SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA SORUMLULUK DUYDU
Zindandaki yoldaşları saygıyla selamlıyorum. Gerçekten zindanlar 50 yıldır bu halkın mücadelesinde büyük bedel ödedi. Gerilla ile birlikte en büyük bedeli veren zindandaki yoldaşlarımız oldu. Bu bakımdan zindandaki yoldaşların eylemlerine sahip çıkılması gerekiyor.
Şimdi Türkiye’de neredeyse 200’e yakın cezaevi olmuş. Bütün cezaevleri Kürt tutsaklarla dolu. Bir de birbirinden tecrit etmişler ve yoğun da baskı yapıyorlar. Aileleri bile yanlarına gidemiyor. Kürt aileleri çocuklarına görmesin diye Türkiye’nin en uzak yerlerine zindan yapmışlar ve her tarafa sürüyorlar. Böylelikle zindanlar üzerinde bir baskı kuruluyor. Ama zindandaki yoldaşlar kendi geleneklerine uygun olarak 14 Temmuz ruhuna, zindan, direniş tarihine uygun olarak o geleneğe bağlı olarak bugüne kadar direnişlerini sürdürmüşlerdir. Önderlik ile ilgili önemli bir gündem olduğunda, özgürlüğü konusunda, tecrit konusunda, önderliğe yönelik bir baskı olduğunda zindanlar her zaman gerçekten sorumluluk duymuşlardır, gereğini yapmışlardır. Bu yönüyle zindanlar sorumluluklarını yerine getiriyor. Bu bakımdan zindandaki yoldaşları mücadeleye karşı sorumluluklarını yerine getirmiyor, halka karşı sorumluluklarını yerine getiriyor diyemeyiz. Onlar zindanda hiçbir silahları yokken, hiçbir imkanları yokken vücutlarını eriterek bu tutumu ortaya koyuyorlar. Zaten bunun sonucu zindanlarda yüzlerce ağır hasta var. Bu hastalıkların bir nedeni de bu kadar baskı görmeleri, bu kadar ölüm orucuna girmeleri, açlık grevine girmeleri. Bu kadar ağır tecrit altında psikolojik savaş altında olmaları, sağlıksız ortamda tutulmaları, gerektiğinde doktora, hastalığa götürülmemeleri. Bunların hepsi zindanda önemli bir tabii ki sağlık sorununu ortaya çıkarmıştır.
Bu yönüyle zindandaki arkadaşların direnişini gerçekten saygıyla selamlamak lazım. Aileleri zaten sahip çıkıyor. Daha da fazla sahip çıkmak lazım. Sadece ailelerin sahip çıkması yetmez. Bütün Kürt kamuoyunun zindandaki direnişlere sahip çıkması lazım. Zaten bu hamleyi Önder Apo’ya özgürlük, Kürdistan’a statü hamlesini uluslararası alandaki dostlar, Kürt dostları, demokratlar başlattı. Onların eylemidir. Zindandaki arkadaşlar onların eylemine destek veriyorlar. Onların eyleminin başarı ulaşması için harekete geçtiler. Yine sorumluluk duydular. Çok zor koşullara rağmen böyle bir eylemi başlattılar. Tabii ki halkımızın, herkesin bu direnişi anlaması, onlar bu zor koşullarda böyle bir direnişi ortaya koyuyorsa, yaşamlarını ortaya koyarlarsa, gün gün eriyorlarsa, dışarıda gençlerimiz, kadınlarımız, halkımızın her yerde mücadele daha fazla geliştirmesi gerekiyor. Onlar canlarını ortaya koyuyorlar, yaşamlarını ortaya koyuyorlar. Bu yönüyle zindandaki yoldaşların duruşu bir çizgi duruşudur. Önderliğe bağlılık duruşudur. Önderliğin Kürdistan için ne anlama geldiğini, Kürt halkın özgürlük mücadelesinin ne anlama geldiğini en iyi biçimde zindanlar ortaya koyuyor. Yıllardır ölüm orucuna girerek, açlık grevlerine girerek, Önderliğin üzerindeki tecride karşı mücadele ederek, Önderliğin özgürlüğü için mücadele ederek, bu konuda çok ağır bedeller ödeyerek hem kadın yoldaşlarımız hem erkek yoldaşlarımız Önderliğin Kürt halkı için ne anlama geldiğini herkese göstermişlerdir.
HERKES ÖNDER APO’YU ÖZGÜRLEŞTİRME HAMLESİNE KATILMALI
Zindanları değerlendirirken bir de zindanların Önderliğe bakışını, Önderliğe yaklaşımını da değerlendirmek gerekiyor. Bütün halkımız da zindandaki evlatlarına bakarak Önderlik gerçeğini anlamaları gerekiyor. Zindandaki insanların hepsi bilinçli insanlar, eğitilmiş insanlar, kendini eğitmiş insanlar, Sorumluluk duygusu olan insanlar. Onlar Önderliğe bu kadar sahipleniyor ise o zaman bütün halkımız kendi evlatlarına bakarak önderliğe sahiplenmeleri gerekiyor. Önderliğe sahiplenmeden hiçbir halk özgürlüğü hak edemez. Önderliğe sahiplenmeden hiçbir halk demokrasi hak edemez. Ancak önderlerine sahip çıkarak özgürlüğü kazanabilirler. Önderine sahip çıkan bir halk özgürlüğünü kazanır ama önderine sahip çıkmıyorsa özgürlük kazanamaz.
Önder Apo’ya niye bu kadar baskı var? 25 yıl bitecek. Az yıl değil yani. Daha önce de söylemişim. Eskiden yedi yıl cezaevinde yatanlar için yedi tane türkü yakılırmış. Şimdi Önderlik 26 yıldır cezaevinde. Ne için? Bu halk için? Bu önderlik kendisi için bir gün yaşamamış, bir saniye yaşamamış, bütün ömrünü bu halka vermiş. Zindanda da vermeye devam ediyor. O zaman hepimizin bu önderliğe sahip dönmemiz gerekiyor. Bu önderliğe sahiplenme, zindanlara bırakılamaz. Zindanların imkanları nedir ki? Ne yapsınlar? Ancak yaşamlarını ortaya koyuyorlar. Bu bakımdan esas olarak dışarıdaki halkımızın, gençlerin, kadınların, dostların, demokrasi güçlerinin. Önder Apo’nun özgürlüğü kampanyasını güçlendirmesi, katılması gerekiyor. Bu vesileyle zindandaki yoldaşları bir daha selamlıyorum. Gerçekten bütün baskılara rağmen bu halkın onurunu temsil ediyorlar, gururunu temsil ediyorlar. Bütün şehitlerimizi temsil ediyorlar, şehitlerimize layık oluyorlar. Kemaller, Hayriler, Mazlumlara layık oluyorlar. Bu bakımdan onları bir daha burada saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
KİTAP GÜNÜ ÇOK ÖNEMLİ BİR ETKİNLİK
10 Aralık Abdullah Öcalan Kitapları Günü çok önemli böyle bir gün. Böyle bir kampanyayı başlatanları selamlıyorum. Çok önemli bir çalışma. Gerçekten önderliği okuma günleri başlatmak, bunu yürütmek, bunu geliştirmek demek insanlığın özgürlüğünü sağlayacak düşünceyi yaygınlaştırmak anlamına gelir. İnsanlığın özgürlüğünü sağlayacak, insanı demokratik ve özgür yaşama götürecek fikirlerin bütün dünyada sahiplenmesini sağlama anlamına geliyor. İnsanlığı bilinçlendirme anlamına geliyor. Bütün insanlığın, dünyadaki bütün ezilenlerin özgürlüğünün yakınlaşması anlamına geliyor.
Şu açıktır artık günümüzde insanlığı, halkları, emekçileri, kadınları, gençleri, ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak. Kapitalist yaşamdan kurtarmak, Demokratik sosyalist bir yaşam, demokratik modernite, modernist bir yaşam ortaya çıkarmak için önderinin fikirlerine sahip olmak gerekiyor. Önderliğin düşünceleri artık gerçekten çok önemli. Bu konuda daha önce de değerlendirme yaptık. Önderliğin düşüncelerinin tartışılması gerekiyor. Bütün aydınların, demokratların, sosyalistlerin tartışması gerekiyor. Çok önemli bir yoğunlaşmayı ifade ediyor, düşünceyi ifade ediyor. 5000 yıllık bütün değerleri, bilgileri toplayan, yanlışlıkları eleştiren, doğrular ortaya koyan bir düşünce var, bir paradigma var. Bunun görülmesi gerekiyor. Bu açıdan eksiklik var. Tartışılsın. Katkı yapılacaksa katkı yapılsın. Gerekirse şurası eksik denilsin ama tartışılsın, değerlendirsin. Bütün insanlığı özgürlüğe götürecek 5 bin yıllık tarihi değerlendiriyor. 5 bin yıllık tarihi böyle bütünlüklü değerlendiren başka bir filozof yok, başka bir ideolog yok. Evet birçok sosyal bilimci var. Saygı duyuyoruz. Değerlendirme yapmışlardır. Düşünce ortaya koymuşlardır. Gerçekten insanları bilinçlendirmek için önemli çözümlemeler ortaya koymuşlardır. Ama bu düzeyde bütünlüklü, tüm insanlık tarihini bütünlüklü ele alan ve sosyal bilimi bütünlüklü ele alan, siyaseti bütünlüklü ele alan, bu çerçevede kapsamlı bir paradigmayı ortaya koyan bir önderlik gerçeği var.
Bir toplumcu önder var, insanlığın önderi var, bir sosyalist önder var. Bunun tabii ki okunması, tartışılması, dünyaya yayılması gerekir. Bu anlamda çok değerlidir. Böyle bir nevi böyle bir hazinenin. Herkese açılmasıdır, herkese gösterilmesidir. Böyle bir büyük bir düşüncenin şimdiye kadar yetersiz yayılması gerçekten hepimiz için eksikliktir. Hiç yayılmadı demiyoruz. Dünyada gerçekten büyük çaba gösterdiler. Önderliğin kitapları yayınlandı, dostları oldu. Birçok yerde konferanslar verildi, tartışılıyor ama hala yetersiz. Eğer Önderliğin düşünceleri çok kapsamlı biçimde dünyada tartışılırsa, şunu rahatlıkla söyleyebilirim bu erkek egemen fikri, iktidarcı, devletçi sistemin ömrü sona erecektir. Onun son temsilcisi kapitalist modernitenin ömrü kısalacaktır. Görüyoruz işte kapitalist modernitenin, kapitalizmin insanlığa ne getirdiği ortadadır. Krizden, sorundan, savaştan, kavgadan yoksulluktan başka bir şey getirmiyor. Toplumu öldürmekten başka bir şey getirmiyor. Toplum ölüyor, insanlık ölüyor, can çekişiyor. Önderlik kitaplarını okuma aslında bunlara çözümdür, bunlara çaredir, ilaçtır. Önderlik okundukça, Önderlik öğrenildikçe insanlığın, toplumların yaşadığı hastalıklara çare bulunacak. Gerçekten bir çözüm yoludur. Bu tabii Önderliğin geçmişten bugüne insanlık için mücadele veren bütün filozofların, bütün aydınların hepsinin bilgilerini, düşüncelerini sentezleyen, onlardan alan, yani onlara dayanarak bir paradigma ortaya çıkardı. Önderlik; Musa’dan, İsa’dan, Muhammed’den; Reform, Rönesans yapan Avrupa’daki o çağdan, ve tabii 19. yüzyıldan başlayarak Marks’ın, Engels’in, sosyalistlerin ortaya koyduğu teorilerden beslendi. Zaten bir Marksist olarak ortaya çıktı. Onları sahiplenerek bu düşünceyi ortaya attı. Reel sosyalizmin eksiklerini, yetersizliklerini gördü. Çeşitli konuda çözümsüzlüğü gördü, kadın özgürlüğü konusunda çözümsüzlüğü gördü, ekoloji ve doğaya karşı konularda çözümsüzlüğü gördü, devleti değerlendirmede eksikli gördü ve böyle bir paradigma ortaya çıkardı. Bu yönüyle artık devletli, iktidarcı, erkek egemen bir dünya artık yaşanamaz. Erkek egemenlik iktidarcı, devletçi bu dünyadan kurtulmanın yolu Önder Apo’nun düşüncelerini yaygınlaşmasıdır. Bunu çok önemli görüyoruz. Ama tabii ki bu artık bu bir semboldür. Sürekli okunması, öğrenilmesi, bu konuda derinleşilmesi gerekiyor. Derinleşmek gerekiyor. Bu aslında insanlığa büyük bir hizmettir. Önderlik şunu söylüyordu: Bu değerlendirme, bu çözümlemeleri süzülmüş, bal kıvamında sunuyorum. Gerçekten o derece net, açık. İnsanlar da süzülmüş bal kıvamında kurtuluşun yolu gösteriyor. Bunu herkesin gerçekten okuması, öğrenmesi ve nasıl ki süzülmüş bal çok faydalıdır, Önderliğin düşünceleri de süzülmüş bal kıvamında gerçekten bütün insanlık için değerlidir, faydalıdır. Bu yönüyle bu okuma günlerinin Önderliği öğrenmeye büyük bir ivme kazandıracağını düşünüyor bu çalışmayı yürütenlere gerçekten emeklerinden dolayı selamlıyorum.
KÜRT DEYİNCE AKLA ÖNDERLİK GELİYOR
Avrupa Parlamentosunda önemli bir Kürt konferansı gerçekleşti. Ve bu konferansta şunu da gördük. Bu konferansta tartışmalar giderek Önder Apo’nun paradigması ekseninde oluyor. Tartışmalarda demokratik ulus tartışıldı, kadın tartışıldı ve halkların eşitliği, özgürlüğü konuları tartışıldı. Bunların çoğunluğu Önder Apo’nun paradigmasının yönlendirdiği düşüncelerdir. Bu şu anlama da geliyordu. Önderliğin paradigması çok doğru olduğu için, ihtiyaca cevap verdiği için insanlar bu konularda daha rahat konuşan, daha kolay değerlendirmeler yapan, bütünlüklü değerlendirmeler yapan ve değerlendirmeler yaparken de coşkuyla, inanarak yapan bir konferansı izledim. Bu yönüyle önemliydi. Kürt sorununu değerlendirme konusunda tabii önemli değerlendirmeler yapıldı. Yine sorunların demokratik ulus temelinde çözülmesi konusunda yapıldı, kadın özgürlüğü konusunda yapıldı. Evet, gerçekten Jin, Jiyan, Azadî sloganı da yani onun felsefesi de o konferansa önemli bir damga vurdu. Bunlar çok önemli. Bu şu durumu ortaya çıkardı. Artık Kürt denilince akla önderlik geliyor. Kürt Kürdün düşüncesine, Kürtlerin dünya bakışına, olaylara bakışı ne derken akla önderlik geliyor. Çünkü Önderliğin bakışı, düşünceleri dışında artık bir Kürt düşüncesi yok. O klasik, ilkel, milliyetçi bir düşünce vardı. O artık geride kaldı. Onun bir anlamı yok. Onun Kürde bir faydası da yok. Bu bakımdan Kürde onur kazandıran düşünce Önder Apo’nun düşünceleri. Onun için Kürtler şu anda özgüvenli. Dünya karşısında özgüvenle konuşanlar Kürtler. Kendilerini şöyle görüyor: biz diğer insanlardan, halklardan, topluluklardan daha güçlü bir düşünceye sahibiz diyebiliyorlar. Böyle bir özgüvenle konuşuyorlar. Nasıl konuşuyorlar bu şekilde onu bilmeleri gerekiyor. Kürtlere bu özgüveni kazandıran, Kürtleri insanlık içinde böyle onurlu kılan, böyle gururlu kılan Önder Apo’nun düşünceleridir. Konferansa damgasını vurmuştur. Bu bakımdan konferansı hazırlayan da kutluyorum, selamlıyorum.
Tabii bazı böyle eksik yaklaşımlar da vardı. Yani Önder Apo’nun paradigmasını doğru anlamayan, daha doğrusu şöyle diyeyim -kapitalist modernite zihniyetinin bazı kalıpları var- o kalıpları aşamayan, o paradigmayı aşamayan bu nedenle de değerlendirirken, eklektik değerlendirmeler yapılıyor. Birisi diyelim kalktı biz devlete karşıyız, ulus devlete karşıyız ama milliyetçiliğe karşı değiliz dedi mesela. Bu gerçekten o klasik paradigma 19’uncu 20. yüzyıldaki paradigma. O zaman işte ulusal kurtuluş eyleminde öyle bir beyanname vardı. Ezilen ulus milliyetçiliği masumdur diye. Milliyetçilik demeye gerek yok ki. Yurtseverlik var. Değerlere bağlılık var. Milliyetçilik bir ideolojidir. Kendi ulusunu üstün gören, başkalarını küçümseyen bir ideolojidir. Milliyetçiliğin olduğu nerede barış olmuş? Milliyetçi olan birisi sağlıklı düşünemez, sağlıklı değerlendirme yapamaz. Olayları, olguları kendine yontar. Böyle yapmayacaksın. Yani doğru neyse onu ortaya koyacaksın. Tabii ki Kürdün hakkını savunacağız ama herkesin hakkını savunacağız. Milliyetçilik ideolojisinin getirdiği yer ulus devlettir. Ya da ulus devlet milliyetçilik ideolojisiyle ayağa kalkıyor, şekilleniyor, var oluyor. Bu tür şeylere gerçekten dikkat etmek gerek. Yeni dünyayı oluşturacak, Önderliğin ortaya koyduğu kadın özgürlükçü ekolojik demokratik paradigma ile düşündüğün zaman bütünlüklü, doğru düşünürsün ve eski paradigma yaşamazsın.
Ama şunu söyleyebilirim bu böyle çok fazla değildi. Bir iki böyle küçük ifade oldu. Ama genelde özetle şu gerçekten çok önemli. Kadınları değerlendirirken insan heyecana kapılıp coşkuya kapılıyor. Moral alıyor. Yani şundan moral alıyoruz, bu düşüncelerimizi bizim Önderliğimiz ortaya çıkardı. Bu düşünceleri bir Kürt Halk Önderi ortaya çıkardı ve artık kadınlar buna sahip çıkıyor. Bunu görünce bizler tabii ki moral alıyoruz.
TÜRK ORDUSU KDP DESTEĞİNE RAĞMEN İLERLEYEMİYOR
Medya Savunma Alanlarındaki savaş Ekim 21’den beri sürüyor ve Türk devleti bazı yerlere yerleşmiş, tepelere yerleşmiş ve bir yönüyle artık gerilla ile Türk devleti birçok yerde, özellikle sınır hatlarında iç içe savaşıyorlar. Savaş sürüyor. Türk devleti bütün tekniğine rağmen, KDP’nin aldığı desteğe rağmen ilerleyemiyor. KDP’nin her türlü desteği var. Gerilla istediği gibi hareket edemiyor KDP’nin yaklaşımından dolayı. KDP lojistik ve takviyelere engel koyuyor. Yani gerilla orada zor koşullarda savaşıyor, fedaice savaşıyor ve bu tabii Türk devletinin oraya yerleşmesini, hakim olmasını engelliyor. Hakim olamamıştır. Evet bazı yerlere yerleşmiştir ama sürekli darbe yiyor. Uyku uyuyamıyor. Bunlar da işte yukarıda sürekli SİHAlarla, insansız hava araçlarıyla sürekli kontrol ederek, bilmem bütün tekniği kullanarak, sürekli bombalama yaparak, sınırdan da havan atışları, obüs atışlarıyla sürekli uçaklar bombalıyor, helikopterler bombalıyor. Orada atılan bombalar İsrail’de atılanların kat be kat fazlasıdır. Bu görülmüyor. Bir de yıllardır böyledir. Yani 1 ay değil. Dağlara atıyor, ormanları yakıyor. Böyle böyle bir savaş sürüyor.
Buna karşı gerçekten arkadaşlarımızın savaşı fedaicedir. Şunu söyleyebiliriz 50 yıldır bizim hareketimiz fedai bir mücadele yürüttü ki. İşte zindan direnişinden başlayarak yaşananlar. Güneşimizi karartamazsınız eylemcileri, binlerce fedaimizin yarattığı ruh. Bunlar birleşe birleşe bugüne geldi. Bugünlerde gösterilen fedakarlık 50 yıllık fedakarlığın üzerinde yürüyor.
PKK’Yİ YOK ETMEK MÜMKÜN DEĞİL
Genç arkadaşlar düşmanın tekniğine, o kadar her türlü imkana rağmen, o zor koşullarda düğüne gider gibi coşkuyla düşmanın üzerine gidiyorlar. Düşmanın üzerine giden o gerillalar, o ruh yenilebilir mi? O ruhu yenmek mümkün müdür? O ruh artık Kürt halkının ruhudur. Kürt gençlerinin, Kürt kadınların ruhudur. Bu ruh mutlaka bu soykırımcı sömürgeciliği yenilgiye uğratacaktır. Onlar istediği kadar şöyle yapacağız, böyle yapacağız, başaracağız desinler. Artık onun zamanı geçti. Türklerde bir söz var Geçti Bor’un pazarı sür eşeği Niğde’ye. Evet saldırabilir. Kayıplar da verebilirsin. Gerilla da kayıp verebilir, bedel ödeyebilir. Halkımız da bedel ödeyebilir. Ama bu fedai ruh, bunun yarattığı halk gerçeği kesinlikle soykırımcı sömürgeciliği yenilgiye uğratacaktır. Abbas heval diyordu ya PKK’yi öyle yok etmek, ortadan kaldırmak mümkün değil PKK büyüyor, Önderlik büyüyor, Kürt halkı dünya halkları arasında büyüyor. Böyle bir gerçeklik var. Böyle bir mücadele gerçekliği var. Bu bakımdan bunu tanklarla, toplarla yeneceğini düşünmek bir zamanlar Roma’nın İsa’yı yeneceğini düşünmesi gibi, bir zamanlar Muhammed çıktığı zaman Mekke’nin onu yeneceğini düşünmesi gibi, Rönesans reformuna karşı Avrupa’daki gericiliğin direnmesi gibi, güçlü düşüncelere, yeni fikirlere, yeni düşüncelere karşı direnenler nasıl kaybetmişse böyle bir büyük mücadele karşısında da Türkiye kaybedecektir. Gerçekten o arkadaşlardan biz moral alıyoruz. Çünkü onlar bizim 50 yıllık mücadelemizin, fedai ruhumuzun temsilcisidirler. Temsilini yapıyorlar. Halkımızın fedai ruhunun temsilini yapıyorlar. Onları bir daha burada sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.
AKP-MHP DEMOKRASİ TALEBİ OLAN HERKESİ SİNDİRMEYE ÇALIŞIYOR
Türk devleti o kadar haksız savaş yürütüyor ki, o kadar kirli savaş yürütüyor ki, o kadar insanlık dışı savaş yürütüyor ki. Dünyada hiçbir devletin yapmadığı kadar çirkin kötü bir savaş yürütüyor. Aslında AKP, MHP iktidarı, bir kötülüğün iktidarıdır. Şimdi bunun açığa çıkmaması için en küçük bir sesi bile bastırmaya çalışıyor. Kimse konuşmasın diyor. Çünkü konuşursa bütün foyası açığa çıkacak. O insanlık dışı yüzü, o soykırımcı yüzü, katliamcı yüzü açığa çıkacak. Bunun için en ufak bir şeyi bırakmıyor. Cumartesi Annelerine yıllardır neler çektirdi? Niye? Maskesi düşer. Kimse söz söylemesin. Korksun. Herkesi korkutmaya çalışıyor. Açıkça şunu söyledi Ben Cumartesi annelerine yaparsam demek herkese yaparım. Kimse kalkıp benim karşımda duramaz dedi. Ve işte şimdi Tabipler Birliği… Niye? İşte Şebnem Korur Fincancı “eğer varsa araştırılsın” demiş. Dediği bu. Böyle bir iddia var, araştırılsın demiş. Bir aydın, bir doktor… Şimdi bundan dolayı zaten Türk Tabipler Birliği’ni hedef aldılar. Bir dönemler baroları hedef aldılar. Türkiye’de AKP-MHP faşist iktidarının önünü kesecek, onun politikalarını engelleyecek ne varsa tabii ortadan kaldırmak istiyorlar. Daha önce de tekrarladık, bir daha vurgulayalım. Bu saldırıların yapılmasının nedeni şudur: En ufacık bir demokratik imkan olursa, fırsat olursa bundan Kürtler yararlanır diyorlar. Kürtler yararlanır dedikleri için en ufak demokrasi adımına düşmanlık yapıyorlar, engelliyorlar. Böyle bir gelenek oluşursa yarın Kürtler yararlanır diyorlar. Zaten bunu açık söylüyorlar. Bunu dağdakiler için söylemiyorlar. HDP için söylüyorlar. Onlar demokratik siyaset yapıyor. Diğer demokrasi güçleri için söylüyorlar. Böylelikle demokrasiyi boğmak istiyorlar. Çünkü demokrasiden kimler yararlanabilir. Kürtler yararlanabilir. Bunun içindir.
Her gün İsrail şöyle yapıyor, İsrail böyle yapıyor diyorlar. Evet yapıyor. Türk devleti de en az İsrail kadar yapıyor. Türk devleti onlarca yıldır yapıyor. Türk devletinin bombalarıyla bir Gazze değil on Gazze yerle bir olurdu. Gerçek bu. İşte bu gerçeğin açığa çıkmaması için, teşhir olmaması için Türk Tabipler Birliğini kapatıyor.
Bu yönüyle demokrasi mücadelesini keskin verilmesi gerekiyor. Kürt halkıyla birlikte verilmesi gerekiyor. Kürt halkına karşı yürütülen soykırım savaşına karşı çıkmadan demokrasi mücadelesi olamaz. Türkiye’de demokratikleşmeden Kürtler yararlanır diye demokrasi engelleniyor. Evet, Kürtler yararlanacak demokrasi olursa. Kürtler soykırıma uğrayacak, artık böyle bir halk kalmayacak, o zaman mı demokrasi olacak? O zaman mı demokrat olacağız? O zaman demokrasi mücadelesi vereceğiz. Yani bu gerçeğin herkes tarafından görülmesi gerekiyor. Bu yönüyle, yani Türk Tabipler Birliğinin kapatılması nedeni de Kürt sorunudur. Bazıları çok anlamsız tartışıyor. Kürt sorunu demeyelim, ne diyeceğiz? Doğa sorunu mesela. Doğa sorunu derken doğa sorun mu çıkarıyor? Herkesin anlaması için böyle kullanılıyor. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe, Kürtler özgürlüğüne kavuşması müddetçe bu tür uygulamalar devam edecek. Bu Türk Tabipler Birliği’nin kapatılması konusu bir daha bu gerçeği ortaya koyuyor.
ALEVİLER KÜLTÜREL KIRIMLA KARŞI KARŞIYA
Aleviler Demokratik Türkiye Eşit Yurttaşlık mitingi gerçekleştirecek. Bu önemli bir miting. Aleviler Kürtlerden sonra Türkiye’de özgürlüğünü kazanmayan, demokratik haklarını elde etmeyen ikinci büyük topluluktur. Hatta Alevilerin nüfusu Kürtlerin nüfusu kadardır Hatta daha fazla olduğu söyleyenler de var. Çünkü Türk Aleviler de var her tarafta. Şimdi böyle bir büyük topluluğun tabii ki kendi haklarını, kendi inanç özgürlüğünü talep etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ama Türk devleti nasıl ki Kürt soykırımına kilitlenmiş ise aynı biçimde Alevileri de inanç soykırıma uğratmaya kilitlenmiştir. İnanç soykırımı demek, kültür soykırımı demek aynı zamanda. Çünkü inançlar aynı zamanda kültürü de şekillendiriyor. Bu yönüyle Kürtler gibi Aleviler de toplu olarak soykırımla karşı karşıyalar. İnanç kırımı ile karşı karşıyalar. Kültürel kırımla karşı karşıyalar. Ve bu tehdit artmıştır. Bu tehdit yüz yıl öncekinden fazladır.
O inanç, tümden özünden koparılmak, asimile edilmek isteniyor. Böyle bir durumla karşı karşıya. İşte bugün Cevdet Yılmaz demiş, biz Kültür Bakanlığında bir başkanlık verdik Alevilere diye. Ne başkanlığı sen insanların varlığını tanı, onların kendi ibadetlerini tanı. Onların ibadetleri önündeki engelleri kaldır. Onlara sen inançlarını tarif etmeye kalkma. Yok, ben illa da Alevileri kendime göre değiştireceğim, kendime göre yapacağım diyor. Türk İslam sentezi Kürtleri yok etmek, diğer taraftan da herkesi Sünni İslam potasında eritmek istiyor.
Buna karşı tabii Alevilerin tepkisi var. Aleviler inanç kırımına uğramak istemiyor. Aleviler de bunu görecek bilince sahipler. Çünkü Aleviler ne olduklarını Erdoğan’dan öğrenecek değiller. Babalarından, dedelerinden öğrenmişler. Biliyorlar ne olduklarını. Ve şimdi AKP Alevileri de devletin parçası yapmaya çalışıyor. Aleviler tarih boyu devlet dışı kalmış, demokratik bir toplumdur. Özünde demokratik bir topluluktur. Devlet dışı kalmış topluluklar demokratik değerlerle yaşarlar. Yani doğal demokratik değildir devlet toplulukları. Böyle tanımlamak lazım. Devlet dışı topluluklarda böyle iktidar, baskı, zulüm yoktur. Onlar kendi değerleriyle, demokratik değerleriyle bugüne gelmişlerdir. Bunu böyle görmek lazım. Aleviler de böyle bir topluluktur. Şimdi bu topluluk aslında demokrasiye yakındır. Böyle olunca tabii ki otoriter sisteme, faşist sisteme karşı muhalif oluyorlar. Alevilerin muhalif olmasının nedeni Türk devletinin baskıcı, demokratik olmayan karakteridir. Ona muhalefet ediyorlar. Osmanlı döneminde de muhalefet etmişler. Hep isyan halinde olmuşlar, devletin bu halini kabul etmemişlerdir. Şimdi eritilmek isteniyor. Buna karşı bir tutum var. Önemli düzeyde bir doğru yaklaşım var ama hala devletten beklenti içinde olanlar da var. Aleviler derken on milyonlarca insandan söz ediyoruz. Bunlar kendi cemevlerini yapar, kendi ibadet imkanlarını da sağlarlar. Geçmişte pirler, dedeler nasıl yaşıyorlarmış? Çıraklık var her gittiği yerde. Talipleri, imkanları neyse yoksul olan da veriyor yani. O pirler yaşamlarını sürdürmüşler. Varlığını sürdürebilir. Devletten beklemek şöyledir yani. Şimdi eleştiriliyor işte Sünni İslam eleştiriliyor, şöyledir böyledir deniliyor. Niye devletle birleşmiş. Devlet ona el atmış. Yani devlet dini haline gelmiş. Şimdi Aleviler de mi öyle olsun yani? Bunu istemiyorlar. Çoğunluğu da istemediğine göre buna karşı daha ilkeli tutum koymaları lazım. Böyle Alevilik olmaz. O Aleviliği bitirmektir, Aleviliğe ihanettir. Eğer pir ise onun talipleri onun ihtiyacını karşılar. Yani onun hizmet yapmasını sağlar. Gerçek budur. Tabii ki eşit yurttaşlık istiyorlar, doğrudur. Bunun için de Aleviler için eşit yurttaşlığı kazanmanın yolu da inanç özgürlüğü kazanmanın yanında demokratikleşmedir. Demokrasi mücadelesidir. Türkiye demokratikleşmeden, demokrasi mücadelesi vermeden Aleviler inanç özgürlüğünü kazanamazlar. İnançlarıyla oynanır, asimile edilirler. Bu bakımdan günümüzde gerçek ibadet olarak demokrasi mücadelelerini görmeleri gerekiyor. O zaman ibadetlerini doğru yaparlar, inançlarını doğru yaparlar, inançlarını gerçek anlamda yaparlar. Bu bakımdan Türkiye’de kim demokrasi mücadelesi veriyorsa onlarla ittifak olması lazım. Kim demokrasiden yana yanaysa Türkiye’de onlar Alevilerin dostudur. Yani dostluğu böyle görmeleri gerekiyor. Alevilere kim dost sorusunun cevabı açıktır. Kim demokrasiden yanaysa o dosttur. Kim demokrasi mücadelesi veriyorsa o dosttur. Öyle yaklaşımla yaklaşmaları gerekiyor.
ALEVİLİĞİN ÖZÜ DEĞİŞMEMELİ
Bu açıdan tabii ki zaten Eşit Yurttaşlık ve Demokratik Türkiye Yürüyüşü yapılacak. Önemli bir motivasyon var, tepki var. Burada bir hususu belirtmek istiyorum. Devletle çok sıkı ilişki içinde olan devleti hedefleyenler dışında bütün Alevi kesimlerle ortak mücadele vermek lazım. Çeşitli farklı görüşler olabilir. Zamanla en doğru neyse ona ulaşılır. Çünkü Alevilerde tarihlerini, birçok şeyi tartışıyorlar. Ama şu açıktır. Aleviliğin ne olduğu konusu tartışılır bir konu değildir. Herkes dedesinden nasıl gördüyse odur yani. Başkasının böyle yeni bir Alevilik yaratması gibi bir şey olamaz.
Ama tabii ki Dünya değişiyor, toplum değişiyor. Özü değişmeden değişebilir ama özünün değişmemesi, yani demokratik yanı, toplumcu yanı eşitlikle, adaletten yana yanının değişmemesi gerek. Şehire gittik, artık eskisi gibi toplumcu olamayız biçiminde bir yaklaşım içine girmemelidir. Bu yönüyle Alevilerin eşit yurttaş mücadelesini destekliyoruz. Önemli bir demokratik birikimidir. Demokrasi mücadelesinin parçasıdırlar. Zaten Türkiye’de en temel iki demokrasi dinamiği vardır. Bir Kürtlerdir. Bir de Alevilerdir. Toplumsal olarak en fazla demokrasi mücadelesi içinde bunlar yer alıyor. Tabii emekçiler yer alıyor, kadınlar yer alıyor. Bu bakımdan Alevilerin demokrasi mücadelesinde aktif yer alması önemli. Bu yönüyle biz onların demokrasi mücadelesini, özgürlük mücadelesine, inanç soykırımına karşı, kültür soykırımına karşı inançlarını koruma mücadelesini tabii ki destekliyoruz.
DİNCİLİK VE MİLLİYETÇİLİKLE SORUNLAR ÇÖZÜLMEZ
İsrail-Filistin savaş neyi gösterdi? Dincilik ile milliyetçilikle sorunlar çözülemez. Evet binlerce yıllık bir sorundur Yahudilerin sorunu. Birkaç defa sürgüne uğramışlar, dünyanın her tarafına dağılmışlar, soykırıma uğramışlar. Dünyanın birçok yerinde hep ötekileştirilmiş. Yine onların Filistin topraklarına yerleşme mücadelesi olmuştu. Bu Tevrat’ta var. Yani bu sorun Tevrat’ta var. Yahudilerin gelip Filistin’e yerleşme mücadelesi, oradaki halkla yaşadığı sorunlar ta o zaman başlıyor. Yani başlıyor ama sonsuz sürdürülemez yani. Doğru yaklaşımla, doğru bir sosyal bilim anlayışıyla bu işin çözülmesi lazım. Zaten Önderliğin en önemli özelliklerinden biri de sosyal bilimi çok fazla değiştirmesidir. Bu, kapitalist modernite çağındaki sosyal bilimin bütün bu sorunları yarattığını söylemektedir. Bu kadar dinciliği, milliyetçiliği, bu kadar tekliği geliştiren bu kapitalist modernitedir. Evet, tarihte de sorunlar var ama sorunları daha da ağırlaştıran bu sistemdir. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı çıktı. Var mı tarihte İkinci Dünya Savaşı gibi ağır bir savaş? Birinci Dünya Savaşı gibi ağır savaş? Var mı? Yok yani. Ağır savaşlar, büyük savaşlar hep kapitalist modernite çağında olmuş. Şimdi bu açıdan bu savaş şunu gösterdi. Mevcut anlayışlarla olamaz. Anlayışların değişmesi gerekiyor. Milliyetçiliğin, dincinliğin değişmesi gerekiyor. Demokratik ulus anlayışının gelişmesi gerekiyor. Sorunları çözme yaklaşımı, yani savaşla değil de demokratik ulus anlayışıyla ortak vatanda çözüm anlayışının gelişmesi gerekiyor. Yoksa böyle kör dövüşü ile bir yere gidilemez. Şu anda kör dövüşü bir durum var.
Tabii burada İsrail’in haksız uygulamaları var. Buna karşı Filistin halkının direnişi var. Ama İsrail’in haksız uygulamalarına dayanarak da daha farklı, böyle dinci, böyle Hamas gibi Filistin halkının mücadelesini çarpıtan ya da açıkça sivilleri öldürenler olmamalı. Tabii bu İsrail’in şu anda Gazze’ye saldırısını meşrulaştırmaz. Burada bir halka yönelik saldırı var. Bu açıdan bu konu gerçekten üzerinde durulması gerekir. Biz daha önce de söyledik. Önder Apo’nun demokratik ulus anlayışı anlayışı çözülebilir. Birbirlerinin artık varlığını tanıyarak çözümü çözülebilir. Öte yandan da artık Filistinlilerin var olduğu yerlerdeki hakların tanınması gerekiyor. Ama bu ne milliyetçilikle olabilir, ne dincilik ile olabilir, ne devletçilik olabilir. Onun yerine demokratik ulus, demokratik konfederalizm, halkların kardeşliği, ortak vatan bu gibi yaklaşımlarla diyelim sorunları çözmek gerekiyor. Tabii burada şu ortaya çıktı. Bu savaşın yaygınlaşmasının kimseye faydası yok. Faydası yok. Zaten bu savaşın yaygınlaşması konusunda ABD de kaygılı, İran da kaygılı. Aslında Arap ülkeleri de kaygılı. Savaşın fazla yaygınlaşması istemiyorlar. Tek isteyen Türk devletidir. Türk devleti savaş yayılsın da ben nasıl faydalanayım derdindedir.
Faydalanma derken Kürt sorunu, Kürtlere soykırımı düşünüyor. Onların düşündüğü odur. Türk devletinin bütün politikalarının arkasında şu anda Kürdü soykırıma uğratmak var. Temel birinci politikası budur. Hedefi budur. Onun için savaşın yaygınlaşmasını istiyor. Doğrudan ama çeşitli yollarla da ABD bir politika izliyor ama Türk devleti öyle değil. Türk devleti gerçekten yaygınlaşmasını istiyor.
İSRAİL TÜRKİYE’NİN YAPTIKLARINI YAPIYOR
Halklar, demokrasi güçleri İsrail’in bu savaşına saldırısına karşı çıkıyorlar. İsrail bunu böyle sürdüremez. ABD bile savunmuyor, destekçileri bile savunmuyor. Filistin İsrail sorununun çözümü çok önemli tabii ama Kürt sorunu da var. Kürt sorunu çözülmeden de Ortadoğu istikrara barışa kavuşamaz. Ama iki temel sorun işte İsrail Filistin sorunu ve Kürtlerin özgürlük varlık haklarının tanınması sorunu çözüldüğünde Ortadoğu’da gerçek anlamda bir demokrasi ve barış gelecektir.
Türkiye İsrail’in yaptığını yapıyor. Daha doğrusu İsrail Türk devletinin yaptıklarını yapıyor. Türk devletine güveniyor. Geçen gün diyorlar işte. İsrail tünellere suyla dolduracakmış. Şimdi Türk devleti bunu yapıyor. Tümden kırarak güya tünelleri çökertmeye çalışıyor. Kimyasal gaz kullanıyor. Ondan sonra bilmem ne kimyasal şeydir gazıyla lastikleri yakıp tünellere pompalıyor. Şimdi İsrail onu yapıyor. Türkiye aslında şöyle diyor ya her gün İsrail yapıyor, katliam yapıyor. İsrail’in yaptığı soykırımdır. Böyle kabul etmek lazım, böyle değerlendirmek lazım. Evet ama bunu zaten Türk devleti yapıyor, kendisi yapıyor yani fazlasıyla yapıyor. İsrail Hamas savaşı çıkmadan önce Hakan Fidan ne dedi? Yerle bir edeceğiz bütün enerji altyapısını. Bu nedir? Altyapıyı yok edeceğim demek nedir? Yaşam imkanını ortadan kaldıracağım. Bunu sen söyledin. Şimdi İsrail soykırım yapıyor İsrail şöyle katliam yapıyor diyor bağırarak çağırarak. Kendi yaptıklarını üstünü örtmeye çalışıyor. Ama şu açık, inandırıcı olmuyor yani. Evet başka bir devlet, başka bir ülke söylese haklıdır ama Türk devleti hiç değil. Söylediklerinin hepsi kendisi yapıyor, fazlasını yapıyor. Rojavada ne kadar halk yaşıyor? 5 milyona yakın. New York’ta, Birleşmiş Milletler’de harita gösterdi. Bütün Rojava’yı silecek oradan. Ya sen yerinden söküp götürmek istiyorsun da bu soykırım değil mi? Sen bunu açık yapıyorsun ya.
Türk devleti İsrail’in yaptıklarını yapıyor ya da İsrail Türk devletinin yaptıklarını yapıyor. Bu açıdan Türk devletinin insani değeri falan yok. Güya arabulucu olmak istedi bu esir takasında. Elimizde iki tane MİT’çi var. Bir gün sormuyor ya. Ya ben 10 tane hasta bırakayım, 15 tane hasta bırakayım sen de onu bırak demiyor. Kendi en önemli adamları. Bu bakımdan Türk devletinin bu İsrail ile yaptığı savaşta söylediklerinin hiçbirini ciddiye almamak lazım. O kendi maskesinin düşmesini önlemek için bağırıyor yavuz hırsız misali. İsrail her şeyi söylüyor. Evet halklar söylüyor zaten. Ama Türkiye’nin söylemesi kendi gerçeğini gizlemek içindir. Yoksa öyle şeyin Türkiye’nin İsrail’i, Gazze’yi, Hamas, Hamas’ı, şunu bunu düşündüğü yok. Türkiye’nin düşündüğü tek şey Kürtlere soykırımı yaratmaktır. Öyle bilmem Filistinlilerden yana, bilmem Araplardan yana değil. Günü gelsin Filistinlilere İsrail’den daha fazla düşmanlık yapar. Böyle bir devlettir ya, böyle bir gerçekliği var. İlkesi falan yoktur.