BEHDÎNAN- Medya Haber Televizyonu’nda yayınlanan özel bir röportajda gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, Önder Apo ile yapılan görüşmenin ardından kamuoyunda tecridin kalktığı yönündeki değerlendirmelere tepki göstererek tecridin hala sürdüğünü belirtti.
Avukat ve aile görüşmelerinin halen engellendiğini vurgulayan Karasu, “Tecrit kalktıysa neden bu görüşmelere izin verilmiyor?” dedi.
Türk devletinin Kürt sorunu konusundaki politikalarına dikkat çeken Karasu, Türk devlet gerçekliği ve tarihi tecrübeler göz önüne alındığında bu tür süreçlere temkinli yaklaşılması gerektiğini belirtti. Karasu, geçmişte çözüm süreci olarak adlandırılan girişimlerin başarısız olmasının nedeninin, devlet tarafındaki samimiyetsizlik, demokratik zihniyet konusundaki eksiklik olduğunu ifade etti.
Önder Apo’nun mücadelesinin temelinin her zaman demokratik çözüm olduğunu ve çatışmasız bir ortamda Kürt sorununun çözümü için çaba sarf ettiğini dile getiren Karasu, “1988’de Mehmet Ali Birand’a verdiği röportajda ne söylediyse, bugün de aynı şeyleri savunuyor” dedi.
Karasu, Önder Apo’nun demokratik dönüşüm konusundaki ısrarına vurgu yaparak, Türkiye’nin demokratikleşmesi için Kürt sorununun çözülmesi gerektiğini ifade etti. Kürt halkının temel hakları tanınmadan, demokratik bir dönüşümün mümkün olamayacağını belirten Karasu, geçmişte Dolmabahçe Mutabakatı sürecinde de benzer bir yaklaşım sergilendiğini, ancak hükümetin bu süreci bozduğunu hatırlattı.
İmralı’da tecridin kaldırılması ve Kürt sorununun çözümü için mücadeleye devam edilmesi gerektiğini vurgulayan Karasu, sürecin olumlu gelişmesi için teşvik edici adımların önemli olduğunu belirtti.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Karasu’nun değerlendirmeleri şöyle:
Öncelikle herkesin miladi yeni yılını kutluyorum. Yeni yılın herkese huzur, barış getirmesini diliyorum.
OCAK AYI ŞEHİTLERİ...
Ocak ayı gerçekten de bizim değerli arkadaşlarımızın şehit düştüğü ay. Bu ayda 4 Ocak’ta Pakize Nayır, Fatma Uyar, Sêvê Demir şehit düştü. 6 Ocak’ta Rubar arkadaş, Halil arkadaş, Murat arkadaş şehit düştü. 9 Ocak’ta da Sara, Rojbî ve Ronahî arkadaşlar şehit düştü. 23 Aralık’ta da Evîn yoldaş, Abdurrahman Kızıl, Mîr Perver yoldaşlar şehit düştüler. Bütün bu şehitlerimizi ve bütün Ocak şehitlerini saygı ve minnetle anıyorum.
Bu şehitlerin bizim için büyük anlamı var, tarihsel anlamı var. Sara arkadaş, partimizin kurucusu. Yıllarca zindanda da beraber kaldık. Yine Rûbar yoldaş, Halil yoldaş bunlar da mücadelemizde çok önemli görevler alan arkadaşlardı. Evîn yoldaş, yürütme konseyi üyemizdi. Bu yönüyle gerçekten de çok değerli arkadaşlarımız bu ayda şehit düştü.
Sara arkadaş bilinen bir arkadaş, partimizin kurucusu; çok önemlidir. Özellikle Kürdistan Özgürlük Mücadelesi’nde bir kadının bu düzeyde öncü olması, özgürlük mücadelesinin gelişim düzeyini ifade ediyor, yeniliğini ifade ediyor. Bunu böyle belirtmek lazım.
SARA’NIN YAŞAMI KADININ ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNİN TARİHİDİR
Sara yoldaş parti kurucusu olduğu gibi zindan direnişinin de öncülerindendir. Zindanda da direnişin güçlü geçmesinde, direnişin moral değerlerinin oluşmasında Sara arkadaşın önemli bir etkisi var. En önemlisi de Önder Apo’nun dediği gibi Sara’nın yaşamı, tarihi bir yönde de Kürdistan’da kadının özgürlük mücadelesinin tarihidir. Kadının özgürleşme mücadelesidir, özgürleşme tarihidir. Bunu gerçekten böyle görmek gerekir.
Sara ile başlayan bu kadın özgürlük çizgisi, daha sonra da binlerce, on binlerce kadının bu saflara katılmasıyla, binlercesinin şehit düşmesiyle, hala da büyük bir mücadele yürütmeleriyle devam ediyor. Bu yönüyle Sara arkadaşın kadın özgürlük mücadelesinde, yine Kürt toplumunun demokratik değişiminde önemli bir rolü var. Kadın özgürlük çizgisi demek, Kürdistan’da özgürlük mücadelesinin derinleşmesi, demokratikleşmenin derinleşmesi demektir. Kadın özgürlük çizgisinin, Kürt halkının özgürlük mücadelesine kattığı böyle büyük bir değer var. Bu konuda da Sara yoldaşın çok önemli bir rolü var.
Önder Apo, Sara’nın şehadeti için “ikinci Dersim katliamı” dedi. Gerçekten de bir yönüyle yeniden ayağa kalkan, direnen Dersim’i yok etme saldırısıydı. Onun için Önderlik “ikinci Dersim katliamı” dedi, “Dersim soykırımı” dedi.
Doğrudan Sara arkadaşı hedeflemişlerdi, MİT planladı. Şu anda Türk devletinin dışişleri bakanı olan Hakan Fidan’ın planladığı, onayladığı bir katliamdır. Türk devletinin gerçeği böyle. Bir taraftan Hakan Fidan bizimle görüşmelere gelmişti Oslo’da. Politik, Kürt sorununun çözümünde rol oynayacak bir aktör gibi devreye girmişti. Diğer taraftan da Kürt soykırımını ifade eden bir katliama imza atmıştı. Bunu da hiç unutmamak lazım. Türk devletinin gerçeğinin nasıl olduğunu biraz da bu olaylarda görmek gerekiyor.
SARA DÜNYADA KADIN ÖZGÜRLÜK ÇİZGİSİNİN SEMBOLÜ HALİNE GELDİ
Sara yoldaşın mücadelesi şu anda büyük gelişiyor. Dünyada gelişiyor. Kadın özgürlük çizgisinin Önder Apo tarafından teorik temele kavuşturulması, tarihsel temele oturtulması kadın özgürlük çizgisine büyük bir ivme kazandırmıştır. Bu yönüyle, bugün Sara artık sadece Kürdistan’da değil, Ortadoğu’da değil, dünyada kadın özgürlük çizgisinin sembolü haline gelmiştir. Bu yönüyle bizim şehitlerimiz bir kayıptan öte büyük değer yaratan yoldaşlarımızdır. Bütün şehitlerimiz böyledir.
Evîn yoldaş da 2. Paris Katliamı’nda şehit düştü. O da Botan’ın tam kalbinde doğan, büyüyen, Kürtlük değerlerini, Botan’ın değerlerini kendinde somutlaştıran bir yoldaştı ve özgürlük mücadelesinin yöneticisi haline geldi. Bu çok önemli bir şey. Bu yönüyle zaten Botan özgürlük mücadelemizin alevlendiği bir ocak olduğu gibi, yine kadın özgürlük çizgisi açısından da binlerce Botanlı kadın, Evîn Goyî gibi saflara akmış ve Kürdistan’daki toplumsal değişimde tarihsel rol oynamışlardır.
6 Ocak şehitlerimiz Rûbar, Halil, Murat, bunlar da mücadelede uzun yıllar ömürlerini veren arkadaşlardır. Ben Rûbar arkadaşı Antep’te 1976’dan beri tanıyorum. Daha 76’ta tam katılmamıştı. İşçiydi; inşaat işçisiydi, soğuk demirciydi. O zaman daha gençti, sonradan katıldı. İlk gençliğinden bugüne kadar bütün ömrünü verdi mücadeleye. Ailesi mücadeleye katıldı. İki kız kardeşi de şehittir. Bir kardeşi 15 yıldan fazla cezaevinde kaldı. Annesi de hala mücadelemizin moral değerlerinden olan bir anamızdır.
Sêvê Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar da öz yönetim direnişlerinde katledildiler. Onlar da Botan’ın bağrından çıkan kadın yoldaşlarımızdı. Biz Sêvê Demir ile tanıştık. Dağa geldi bir kere, görmüştük. Ama diğer arkadaşları tanımadık. Sêvê Demir çok coşkulu, heyecanlı, sempatik, girişken bir yoldaştı. Ben bütün bu yoldaşları da bir daha bu vesileyle, saygıyla, minnetle anıyorum.
İMRALI’DA TECRİT SÜRÜYOR
23 Ekim 2024’te bir görüşme olmuştu. Aileyle görüşme olmuştu. Orada Önder Apo, açıkça “tecrit devam ediyor” demişti. Hatta Ömer Öcalan’a, “burayı bana cehenneme çevirdiler, çevirmek istediler” dedi. Önderliğe nasıl yaklaştıklarını, nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu Önder Apo bizzat Ömer Öcalan’a iletmişti.
Ondan sonra aradan uzun bir zaman geçti. Görüşme gerçekleşti. Aslında o daha erken olacaktı. Fakat Suriye’de Esad rejimi yıkılınca, Suriye’de bir siyasi belirsizlik ortaya çıkınca, Önder Apo’nun belirteceği mesajların etkisi kendileri için olumsuz olabilir düşüncesiyle görüştürmediler ilk başta.
Şimdi bir kere şunu tespit edelim; tecrit devam ediyor. Öyle demek lazım. Önder Apo’yla bir görüşme oldu, tecrit kalktı diyemeyiz. Şimdi avukatlarıyla görüştürülmüyor. Ailesiyle görüştürülmüyor. Niye görüştürülmüyor? Neden? Tecrit kalktıysa neden görüştürülmüyor? Herkes bu soruyu sorar.
TÜRK DEVLET GERÇEĞİ SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA TEMKİNLİ YAKLAŞILIR
Öte yandan Önder Apo’nun yanındaki bir arkadaş 30 yıl zindanda kalmış. Yasalara göre zindanda kalma süresi bitmiş, çıkması lazım. Ama bırakmıyorlar. Niye bırakmıyorlar? O da bir tecrit. Şunun için bırakmıyorlar. Önderlik onunla konuşuyordur, görüşüyordur. Önderliğin düşüncesini almıştır. Dışarı çıkarsa işte Önderlik şu konuda şöyle düşünüyor, bu konuda böyle düşünüyor diyerek, belki bu düşünceleri topluma aktaracak. Bunun için bu arkadaşı bırakmıyorlar. “Önderliğin yanına heyet gitti, görüştü” deyip bunları değerlendirirken bu gerçekleri unutmamak lazım. Böyle derler ya, bir çiçekle bahar olmaz. “Bir görüşmeyle tecrit kalktı, her şey yolunda gidiyor, iyiye gidiyor” şeklinde bir yaklaşım yetersiz olur. Hele Türk devlet gerçeği söz konusu olduğunda tabii temkinli yaklaşılır. Bu devletin politikaları belli. Kürtlere karşı politikaları belli. 26 yıldır Önderlik üzerinde uygulanan zulüm belli.
Bahçeli “DEM gitsin, İmralı gelsin, DEM grubunda konuşsun” dedi ama bakın DEM’e dün neler söyleniyordu. Ezin, bitirin, kapatın! Kafasını kesin deniyordu neredeyse. Bir nevi yaşam hakkı tanımayın bunlara, denilirken birden ne oldu? Ne oldu? Birden kafalarına bir şey mi düştü? Türk devleti söz konusu olduğunda, özellikle Kürt sorunu söz konusu olduğunda tabii ki devlet politikalarına temkinli yaklaşmak yanlış değildir. Bu iyimserlik-kötümserlik meselesi değil. Bu, bir tarihsel gerçeğin çok ciddi bir sorun söz konusu olduğunda daha sorumlu yaklaşmanın ifadesidir.
Tabii ki Önderliğimizle görüşmenin olması iyidir. Sağlığının öğrenilmesi iyidir. Yine Önderlikle görüşme olup Önderliğin düşüncelerinin aktarılması önemlidir. Türk devletinin niyeti ne olursa olsun, yaklaşımı ne olursa olsun bu açıdan biz böyle bir görüşmeye tabii ki değer veriyoruz, anlam veriyoruz. Önderliğimizin bir heyetle görüşmesi, düşüncelerini ortaya koyması çok önemlidir.
ÖNDERLİĞİN YAKLAŞIMI HEP SORUNUN DEMOKRATİK ÇÖZÜMÜDÜR
Önderliğimizle niye görüşme yaptırılıyor? “Bir süreç” deniliyor ama adı yok. Adını bütün herkes biliyor. Halk da biliyor, siyasal güçler de biliyor, dünya da biliyor. Önderlikle bir görüşme niçin yapılır? Neyle ilgilidir bu? Önderlik herhangi sıradan bir tutuklu değil ki! Bir halkın temsilcisi, önderidir. Bir halkı bilinçlendirdiği, örgütlendirdiği ve mücadele ettiği için zindana atıldı, bu kadar ağır tecrit uygulanıyor. Sen niye bu halkı bilinçlendirdin, örgütlendirdin, mücadele içine koydun diye bu tecrit uygulanıyor. Yok edilmek, soykırıma uğratılmak istenen bir halkı ayağa kaldırdı diye Önderliğe karşı bu uygulamalar oluyor. Dolayısıyla tabii ki böyle bir görüşme Kürt sorunu ile ilgili ama nasıl ilgili? Önemli olan bunun bilinmesidir. Bunu da artık zamanla öğreneceğiz. Zamanla bu görüşmenin Kürt sorununa hangi bakışın sonucu olduğunu, neden böyle bir görüşme yapıldığını öğreneceğiz. Zaman bunu gösterecek. Ama şu açıktır. Önder Apo kesinlikle bütün mücadelesini Kürt halkının özgürlüğü için vermiş ve bu mücadelenin de demokratik bir çözümle sonuçlanması için büyük çaba göstermiştir.
1988’de Mehmet Ali Birand’la yaptığı röportaj vardır. Hala herkes alıp okuyabilir. Önder Apo’nun yaklaşımı o zaman neydiyse şimdi de öyledir. Önder Apo çok makul bir çerçevede, demokratik bir çerçevede, Türkiye halklarının kardeşliği temelinde bu sorunun çözümü için uğraşıyor. Yaşamını buna adamış. Bütün yaşamı bununla geçmiş. Önder Apo nasıl yaklaşacak? Cuma arkadaş da belirtti; Önder Apo, halkların aleyhine olacak hiçbir şey yapmaz. Halkların çıkarı neyse, ne doğruysa, bu zamanda, bu mekanda ne doğruysa o yönlü bir yaklaşım gösterir. Bir kere herkes bunu bilecek! Önder Apo’nun yaklaşımı böyledir. Önder Apo tarihsel süreci değerlendirir, günümüzün politik gelişmelerini değerlendirir, ona göre doğru yaklaşım neyse onu ortaya koyar. Önder Apo her zaman, bu sorunun çözümü için, doğru temelde çözüm için, halkların kardeşliği temelinde çözümü için bir yaklaşım içinde. Tutarlı bir çizgisi var. Onu bugün de yürütüyor. Tabii ki mücadelenin, çizginin, politikanın zaman ve mekana göre, zamana göre özellikle de gelişmelere göre, farklı biçimler alması söz konusu olabilir.
Önderliğin bu görüşmesi önemli. Tabii herkes kendine göre değerlendiriyor. Önderlik orada ne diyor? “Bir paradigma ortaya konmuş. Ben de bu paradigmaya destek vereceğim, katılıyorum” diyor. Ama Önderlik ne demek istiyor? Paradigma dediği şu: Çatışmasız, şiddetsiz bu sorunu çözelim. Bunu yeni söylemiyor ki, kırk yıldır söylüyor. Savunmalarında söylüyor, bütün görüşme notlarında bunu belirtmiştir. Evet, çatışmasız, savaşsız bu sorun çözülsün diyor. Önder Apo doğru çözümün her zaman bu olduğunu söyledi. Savaşmadan, çatışmadan, demokratik yollarla, tartışarak çözmek istedi. Bugün de Önder Apo’nun dediği buydu. Yeni paradigma denirken kastedilen budur. Bu sorunun çatışmasızlık içinde, kavga etmeden demokratik temelde çözümünü istiyor.
AMAÇ TÜRKİYE’DEKİ DEMOKRATİK DÖNÜŞÜMÜ SAĞLAMAK
Önderlik görüşmesinden yedi maddelik temel hususlar öne çıkarılmış. Orada en önemli konu da şu. Demokratik dönüşüm. Bence anahtar kelime demokratik dönüşümdür. Önder Apo, bütün söylemlerin, atılacak adımların hepsinin amacının demokratik dönüşümü sağlamak olduğunu söylüyor. Amaç, Türkiye’de demokratik dönüşümü sağlamaktır. 2015’te de Önder Apo bu yaklaşım içindeydi. Dolmabahçe mutabakatının esası oydu. Şimdi bazıları söylüyor; işte o süreci bilmem PKK bozdu, bilmem şu bozdu ya da işte çok şey istediler; o yüzden bozuldu. Öyle bir şey yok. O süreci kim bozmuş? Bir süreç vardı. Evet, AKP iktidarını çözüm sürecine sokma süreciydi. Tam Dolmabahçe mutabakatıyla o sürece giriyordu, çıktı. Gerçeği budur. Ondan sonra ne oldu? 7 Haziran seçimleri oldu. Önceden IŞİD katliamı oldu. 24 Temmuz’da da onlarca uçakla üzerimize bomba yağdırıldı. Zaten Davutoğlu “bir yıl önceden hazırlanmıştık” dedi.
Şimdi Önder Apo bu süreci demokratik dönüşüme uğratacak biçimde ele alıyor. Esası bu. Demokratik dönüşüme uğratmaktır. Demokratik dönüşüm demek, ülkenin demokratikleşmesidir. Demokratik dönüşümün, demokrasinin olması için ne gerekiyor? Kürt sorununun çözümü gerekiyor, adımlar gerekiyor. Kürt sorunu çözülmeyecek, demokratik dönüşüm mü olacak? Böyle bir şey olabilir mi? Zaten Türkiye’de niye demokrasi olmuyor, niye demokrasi karşıtlığı yapılıyordu? AKP tarafından, MHP tarafından, devlet tarafından niye demokrasi karşıtlığı yapılıyordu? Çünkü hazır değillerdi. Diyorlardı demokratikleşme olursa, Kürtler yararlanır. Demokratikleşme olursa, Kürt sorunu çözülür. Anadilde eğitim ortaya çıkar. Kendi diliyle, kimliğiyle, kültürüyle kabul edilmesi ortaya çıkar. Onun için demokrasi karşıtlığı yapılıyordu.
GEÇMİŞ SÜRECİ DEMOKRATİK ZİHNİYET EKSİKLİĞİ BOŞA ÇIKARDI
Tabii şimdi biz de soracağız, Kürtler yararlanır diye demokrasi karşıtlığı yapan MHP-AKP, şimdi Kürtlerin yararlanacağı bir demokratik dönüşüm zihniyetine geldi mi? Bunu tabii ki düşüneceğiz, soracağız. Onun için pratiğe bakacağız. Kürt sorununun çözümsüzlüğünü yaratan, özgürlük hareketinin taleplerinin çokluğu değil. Böyle bir şey yok. Talep çokluğundan değil, zihniyet yokluğundan. Zihniyet demokratik değildi, zihniyet Kürt sorununun çözümünden yana değildi. Bu nedenle çözülmüyordu. Taleplerin çokluğuyla ilgisi yok. En makul yaklaşımı gösterdi Önder Apo. Hareketimiz de gösterdi. Ama zihniyet değişmedi, inkarcılık sürdü.
MESELEYE DEMOKRATİKLEŞME PENCERESİNDEN BAKILMALI
Şimdi Ahmet Türk demiş, “pazarlık yapmıyoruz”. Pazarlık yapılmayacak şeyler var. Biz cezaevinde direniş yapardık. İdareyle bir araya gelirdik. Hatta o zamanlar bakanlıkla bile görüşmeler yaptık cezaevi direnişleri sonucu. Diyorduk ki insan haklarının pazarlığı olur mu? İnsan haklarının pazarlığı olmaz. Bilmem işte ailemizle görüşeceğiz; bunun pazarlığı olur mu? İşkence görülmeyecek, biraz normal bir yaşam olacak. Bunun pazarlığı olur mu? İnsan haklarının pazarlığı olur mu? Demokrasi ise Kürtlerin de hakları var. Anadil olsun mu olmasın mı, Kürtlerin öz yönetimi olsun mu olmasın mı, Kürtlerin varlığı tanınsın mı tanınmasın mı? Bu pazarlık konusu mudur? Doğal haklarıdır Kürtlerin.
Buna demokratikleşme penceresinden bakmak lazım. Önderliğin yaklaşımı odur. 2015 öncesi de görüşmeler yaptı, bütün bu görüşmelerde bütün çabası Türkiye’de demokratikleşmenin önünü açmaktı. Demokratik güçlerin nefes almasını sağlamaktı, güçlendirmekti. Türkiye’de demokratik güçleri bir araya getirmekti. Örneğin Türkiye solunun, demokratik güçlerinin bir araya gelmesiydi. Önder Apo o süreçlerin bütün çabası Türkiye’de demokratikleşme havası yaratma sürecini geliştirmekti. Çünkü Önder Apo da şunu görüyor; Türkiye demokratikleşmeden, demokratik dönüşüme uğramadan Kürt sorunu çözülmez. Bu bakımdan demokratik dönüşümle Kürt sorununun temel hakları iç içedir, birbirinden koparılamaz, ancak böyle gelişir.
Biz Önderliğimizin çabalarını destekliyoruz. Çünkü Önderliğimiz hep halkların iyiliği için, çıkarı için çaba yürütecektir. Önder Apo Türkiye’nin demokratikleşmesi, Kürt sorununun çözümü için bu işi yürütecektir. Bu nedenle ön açmak istiyor. Evet bir çağrı oldu. “Eğer niyetiniz varsa tamam, niyetinizde çözmek varsa tamam, ben de varım” diyor. Ama niyetleri çözmekse… Önder Apo açıkça bunu ortaya koydu. Çünkü Önder Apo’ya çağrı yapmak, açıkça Kürt sorunu ile ilgilidir.
KÜRTLERİN YAKLAŞIMI KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMÜYLE İLGİLİDİR
Önder Apo sadece Meclis’i değil Türkiye’de bütün demokratik güçleri içine koymak istedi. Daha bir şey olmamış ama birisi diyor 15 Ocak’ta ne olacakmış, 14 Şubat’ta ne olacakmış. Önderlik bu meclise niye vurgu yaptı? Daha meclisle konuşulmamış, meclis devreye girmemiş. Mecliste hangi tartışma olmuş?
Meclis nedir? Meclis bir halkın iradesidir. Görevi nedir? Yasa yapmaktır. Öyle değil mi? Meclisin başka ne işi var? Meclis inisiyatif alacaksa ne olacaktır? Meclis bazı yasalar yapacaktır, gerekirse anayasa değişikliği yapacaktır. Anayasa değişikliği derken, bazıları tartışıyor; Erdoğan’ın seçilmesi falan… Ne alakası var? Kürtler, Kürtlerin özgürlüğü için, Kürt sorununun çözümü konusunda, Türkiye’nin demokratikleşmesi konusunda, anayasa değişikliği olmayacak, yasa değişikliği olmayacak ama Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı için bir yasa değişikliği olacak, oy verecek. Böyle bir şey olabilir mi? Bence abesle iştigaldir böyle bir tartışma. Kürtler bir yaklaşım gösterecekse Kürt sorununun çözümüyle ilgili olacak.
AKP’nin, MHP’nin niyeti farklı olabilir. Kürtler’de de kuşku var. Biz de diyoruz, adımları görmemiz lazım. Bu ayrı bir şey. O zaman muhalefetin görevi nedir? Kürt sorununun çözümü konusunda sıkıştırmak, varsa farklı niyetler bunları açığa çıkarmaktır. Eğer Kürt sorununu araçsallaştırmak, Önderliği araçsallaştırmak istiyorsa o zaman ne yapacaksın? Sen de demokratikleşmeye Kürt sorununun çözümünü koyacaksın, onun yüzünü açığa çıkaracaksın. Böyle bir durumda yapılacak şey budur.
Sorun iyimserlik, kötümserlik sorunu değil. Süreci böyle doğru ele almak lazım. Lafa bakılmaz. Her türlü laf söylenebilir. Görüşmeler oluyor. Bütün partilerle de yapacaklar. Herkesin görüşünün de alınması lazım. Bu çerçevede mecliste görüşülürken ne görüşülecek? DEM Parti gidiyor, partilerle görüşüyor, meclis devreye girecek. Ne diyecek? Ciddi tartışmaysa, partiler ile meclis devreye girecekse, yasalar konusunda, anayasa konusunda isteklerde bulunmak gibi şeyler konuşulur. Yoksa sadece sohbet mi olacak? Hangi yasaların ele alınacağı önemli. Bunun üzerinde durulması gerekiyor.
Önder Apo derdi ki, “ben ne aldatırım ne de aldanırım.” Önder Apo’nun mücadelesindeki en temel ilkelerinden biri budur. Ne aldanmak ne de aldatmak. Önder Apo böyle bir kişiliktir. Herkes böyle ele alacak, böyle yaklaşacak. Önder Apo bir politik mücadele veriyor. Gerçekten bir tıkanıklık var, bir çözümsüzlük var; buna bir yol açmak istiyor. Bir yerde birisi bir şey mi söyledi, onu farklı bir çözüm sürecine yürütmek istiyor. Bu Önder Apo’nun tarzıdır.
TECRİDİN KIRILMASI LAZIM
Hala da tecridin devam ettiğini söylemek lazım, kırılmamıştır. Önderliğin koşulları iyileştirilsin, eşit koşulları olsun deniyor ya; niyet iyiyse, gerçekten bir şeyler yapmaksa, o zaman niye Önderliğin koşulları değiştirilmiyor? Bunun değiştirilmesi lazım. Önder Apo ilk süreçte bunu test etmek için “sekreteryam gelsin, bazı insanlarla görüşeyim, başka arkadaşlar gelsin. Şu şu kesimlerle görüşeyim” dedi. Önder Apo tarihi bir sorumluluk içinde. Kürt halkının özgürlük sorumluluğu içinde. Bu bakımdan tabii ki bu tecridin kırılması lazım. Bunun için mücadele verilmesi lazım.
AKP ve MHP’yi bu noktaya getiren küresel mücadeledir. 2015’ten sonra çöktürme planı yaptılar, çöktürmek istediler, olmadı. Öte yandan büyük bir mücadele oldu. Küresel mücadele oldu. Bu mücadele zorluyor. Kürt halkının özgürlük mücadelesi zorluyor. Genel mücadele zorluyor. Artık onlar bir politika devreye soktular. Nedir politika? Şu anda hepimizin test ettiği, edeceği, göreceği budur. Süreç nasıl olacak? Önder Apo bazı şeyler söyleyecek, gerçekleşecek mi? İşte demokratik dönüşüm. O sürece girilecek mi?
DEM Partililer yol temizliğinden bahsediyordu. Binlerce insan içeride. Ahmet Türk’e üç dönem terörist diye kayyum atayacaksın. Şimdi de en makuldür diye heyete alacaksın. Bu, devletin kayyum politikasının ne olduğunu açık ortaya koyuyor. Açık ki o kayyumlar halkın iradesini kırmak için. Bilmem şunun bunun cezası var; bunların hepsi hikaye, gerekçe. Şimdi daha da açığa çıktı. O kayyumların hepsinin boş olduğu Ahmet Türk’ün bu heyete alınmasıyla ortaya çıktı. Hem de bir kere değil, üç kere kayyum atandı. Halk bu gerçekleri görsün. Herkes bu gerçekleri görsün. AKP gerçeğini görsün.
DEM PARTİ EŞ BAŞKANLARI HEYETTE OLMALI
Heyet konusunda şunu söyleyeyim. Mevcut heyet önceden de Önderlikle görüşmüştü. Sırrı Süreyya da, Pervin Buldan da, Ahmet Türk de ilk İmralı’ya giden heyetlerdeydi. Onlar da katılabilir. Ama Devlet Bahçeli bir çağrı yaptı. İmralı’ya DEM Parti gitsin dedi. Heyette DEM’in eşbaşkanı niye yok? Gerçekten niye yok? İmralı’ya DEM gidecekse, DEM’in yönetimi var. Bildiğim kadarıyla Sırrı Süreyya Önder yönetimde değil şu anda. Pervin Buldan HDP eşbaşkanı. Ahmet Türk de belediye başkanıydı. Şunu demek istiyorum DEM Parti’ye bir çağrı oldu. DEM, İmralı’ya dendi. DEM Parti eş başkanları niye içinde yok? En azından birinin olması lazım. Gerçekten en azından o heyette, nezaketen diyebiliriz eşbaşkanlardan biri de olsun.
Şunu da belirtmek istiyorum. Olumlu, iyi diyoruz da, biraz gevşeklik var. Evet, Kürt sorununun çözümünde demokratik bir adım atılacaksa herkesin desteklemesi lazım. Tabii ki destekleyeceğiz. Önder Apo’nun bütün söylemlerini, adımlarını destekleme konusunda bizim açımızdan da bir sorun yok. Ama Türk devlet gerçeğini hiçbir zaman unutmayalım. Bunu tarihsel nedenlerle söylüyoruz. Pratiklerinden dolayı söylüyoruz. Böyle sadece bir kuşku, evham değil, bir gerçek var. Bu yönüyle Türk devlet gerçeği söz konusu olduğunda her zaman biraz temkinli yaklaşılır. Önderlik hem bu süreci yürütür hem de temkinli olur. Öyle hemen havaya girme, kendini kaptırma olmamalı. Tarihi bir sorumluluktur. Tabii ki bu sürecin Kürt sorununun çözümü için, Türkiye’nin demokratikleşmesi için çaba göstermek, teşvik içinde olmak gerekiyor. Evet teşvik edilebilir. Herkes bu işin içine teşvik edilerek sokulabilir. Bu yanlış değildir ama temkinli olmak önemli.
Esas olarak da mücadele durmamalı. Mücadele devam etmeli. Ortada hala bir şey yok. Mücadeleyi gevşetmemizi gerektirecek hiçbir şey yok. Bu bakımdan Önderliğin özgürlüğü için yürütülen kampanyayı da halkımızın her alanda mücadelesini gevşetmeden sürdürmesi gerekir.
ESAD REJİMİ SORUNLARA ÇÖZÜM ÜRETEMEDİĞİ İÇİN ÇÖKTÜ
HTŞ’nin nasıl Şam’ı ele geçirdiği daha önce değerlendirildi. Aslında HTŞ’nin başarısı değil de Şam’ın düşürülmesi söz konusu. Birçok güç, etken devreye girerek Şam düşürülmüştür. Zaten önceden zayıflamıştı, çözüm üretemiyordu. Bir siyasi hareket, bir parti, bir devlet, sorunlar karşısında çözümsüz kaldığında, üretmediğinde çöker. Şam, sorunlarına çözüm üretemedi. Ne mülteci sorunlarına çözüm üretti, ne muhalefet sorunlarına çözüm üretti, ne Kuzey ve Doğu Suriye sorununa çözüm üretti, ne bölge politikası konusunda bir çözüm yaklaşımı oldu. Üretemeyince çöktü.
Suriye’nin bu noktaya gelmesinde Türkiye’nin çok önemli rolü var. Türkiye, Suriye’nin hemen düşmesini, İhvan-ı Müslim’in ve kendisinin kontrolüne girmesini istedi. Onun için bu kadar kışkırttı. Yine Kürtler yararlanmasın diye Suriye iktidarının devrilmesinin hızlanmasını istedi. Onun için bu kadar Suriye sorununa müdahil oldu. İç savaşı kışkırttı. Hatta diyor ya 4-5 milyon mülteci çekildi. Onları da bilinçli çekti. Onları da bilinçli çekerek onlar üzerinden politika üretti. Bugün görülüyor. Bu bakımdan Suriye’nin bu noktaya gelmesinde, yıkımında Türkiye’nin rolü olduğu gibi, HTŞ’nin gelişinde de Türkiye’nin etkisi var. Çünkü Türkiye’nin hakim olduğu alanda HTŞ vardı. HTŞ işte Efrîn ve İdlib’deydi. Orada Türkiye hakimdi. Türkiye olmasa kalabilir miydi? Kalamazdı. Hatta Koalisyon desteği olmasa kalamazdı. Bir ara Rusya ile Suriye girecekti, ABD müdahale etti, kabul etmedi. Türkiye de destekliyordu lojistik olarak sürekli.
Şimdi Esad rejimi devrildi. Bunun arkasında İngiltere var, Koalisyon var ve Türkiye’yi de kullandılar bu konuda. Şimdi Türkiye sürekli İsrail karşıtlığı yapıyor. Suriye, Esad yönetimi İsrail’in güvenliği için devrildi. Güven vermedi. Aslında böyle belli uzlaşma tutumları vardı ama tam güven vermeyince Suriye’de iktidar devrildi. HTŞ Şam’a hakim oldu. İsrail’in güvenliğini esas alan bir Suriye için Şam devrildi, HTŞ Şam’a girdi. Bugün Türkiye istediği kadar İsrail karşıtlığı yapsın, İsrail’in güvenliği temelinde oluşacak bir Suriye’nin yıkımında rolünü oynadı. Açık bu. HTŞ de öyle. Şimdi Trump dedi ya, “Erdoğan akıllı adamdır”. Övdü yani. Abbas arkadaşın dediği gibi, o da kurbağa gibi kendisini şişirdi. Bu troller de Erdoğan’ın propagandasını yaptılar. Hani emperyalizm diyordunuz, ABD şöyle böyle diyordunuz? Bilmem ABD’nin başkanı Erdoğan’ı övmüş; göklere çıktılar. Gerçekten bu akıl alacak bir şey değil.
Celal Bucak’ın kendi tırşıkçıları varmış. Onlara bir küfür etse, bir tokat atsa “aa bana bir tokat attı. Aa bana eşşoğlueşek dedi” derlermiş. Böyle bir ruh hali var bunlarda gerçekten. Trump Erdoğan’a akıllısın dedi ama aslında “akıllı ol, Ortadoğu’da İsrail’in güvenliği için bir politika yürütüyoruz. Bir savaş yürütüyoruz. Bunun önünde engel olma” dedi. İsrail’in güvenliği konusunda engel olur gibi yaklaşım Erdoğan’da hiç olmadı. Evet. Onun için Erdoğan’a akıllısın dedi. “Sen akıllısın, yanlış yapmazsın. Bizim politikalarımızın önünde engel olmazsın” dedi. AKP’liler de onu göklere çıkardı. Erdoğan da şişti. “Suriye içinde rolün var” dedi. “Suriye üzerinde etkin var. O Suriye, İsrail’in güvenliği tehlikeye atılacak bir Suriye olamaz. İsrail’in güvenliğini sağlayacak bir Suriye olacak. Böyle bir Suriye istiyoruz. Sen de rolünü oynayacaksın” dedi. Rol verdi yani. Erdoğan’a “yeni Suriye böyle olacak. Bu konuda da sen sorumlusun” dedi. Erdoğan ve Türkler bunu şişirdiler. Demek ki o kadar ihtiyaçları var ki birilerinin övgüsüne. Hem de o güne kadar, şöyledir böyledir dedikleri ABD’nin Başkanı yapıyor bunu. O, Erdoğan sen akıllısın, bize uyarsın. Bizim sistemin delisi olmazsın, bizim sistemin akıllısısın, demek istedi.
TÜRKİYE’NİN SURİYE’YE MERKEZİYETÇİLİK DAYATMASI
Yeni Suriye nasıl olacak? Bir kere İsrail’in güvenliğini tehlikeye atacak bir Suriye olmaktan çıkaracaklar. Zaten Golani “kimse için bir tehdit değilim” diyor. Kendini kabul ettirmek için kırk takla atıyor. Zaten kravat takması kendini kabul ettirmek için ne hale geldiğinin ifadesidir. Şimdi Golani’ye “akıllı ol, sisteme uy” diyorlar. Aslında Türkiye de akıl veriyor. İbrahim Kalın gitti, ondan sonra İçişleri Bakanı gitti, sonra Kalın’ın yardımcısı gitti Şam’a görüşmeler yaptı. Hepsi böyle Şam’a akıl veriyor. Şam’a akıl vermenin esası da şudur; Kuzey ve Doğu Suriye’ye nasıl yaklaşacaksın? Orayı nasıl etkisizleştireceksin, nasıl tasfiye edeceksin? Onların bütün politikalarının ekseni Kürtlerin özgürlük mücadelesini ezmek. Suriye’nin politikasının esası da o olsun diye gidiyorlar, onu konuşuyorlar. Zaten Türkiye, Golani’ye “bizim gibi merkezi bir hükümet ol” diyor. “Kimseye, her hangi bir gruba, topluluğa bir hak tanıma.”
Tabii böyle bir Suriye oluşmaz. Suriye demokratikleşmezse, farklı toplulukların; Kürtler, Aleviler, Dürzilerin topluluk hakları olmazsa o Suriye’de istikrar olmaz. Ulus devlet dağılıyor, dağıldı. Esad rejim bunu yapamadığı için dağıldı. Saddam onun için dağıldı. Öyle görmek gerekiyor. Golani’ye diyorlar, “sen topluluk haklarını verirsen bu Suriye’yi böler parçalar.” Bu senin kafandır. Senin kafan parçalıyor.
Şimdi Almanya gidiyor, İngiliz’i gidiyor, Arap’ı gidiyor. Gidiyor da gidiyor. Herkes gidiyor Şam’a. Gidiyor, onlara akıl veriyorlar. Türkler de gidiyor ya, gitmiş akıl veriyor. Herkes kendine göre bir Suriye oluşturmak istiyor.
Öyle Golani kendi başına kendi dediği gibi Suriye oluşturamaz. Yapmak istese de sonuç alamaz. Tek çıkışı akıllı olacak ve Türkiye’yi dinlemeyecek. Orada Kürtlerin de, Alevlerin de, Düzlerin de topluluk haklarını halk olmaktan kaynaklı, farklı inanç olmaktan kaynaklı haklarını kabul edecek. Suriye öyle birleşir. Diğeri kavga etmektir. Kürtlerle kavga edeceğim, Alevilerle kavga edeceğim, Dürzilerle kavga edeceğim demektir.
Şimdi duyuyoruz, halk meclisi oluşturacakmış. Halk kongresi mi, kurucu meclisi mi? Kendisi oluşturacakmış. Kendi çalıp kendi oynama derler ya. Öyle olur mu? Halkların temsilcileri olmazsa, Kürtlerin olmazsa, Alevlerin olmazsa, Dürzilerin olmazsa, özellikle kadınların olmazsa ne olacak? Kadınların o sistemde yer alması önemlidir. Kaygı, kuşku esas erkek egemenlikli bir zihniyet olmasındandır. O kaygı bütün kaygıların neredeyse üstündedir. Kadınlar kongrede olmayacak, Kürtler kongrede olmayacak, Alevilerin temsilcileri olmayacak, Dürzilerin temsilcileri olmayacak, öyle bir kongre olacak. Böyle zaten olamaz.
Suriye’nin gerçeklerini dikkate alan bir yaklaşım gösterirse Suriye iyi olabilir. Yoksa böyle Suriye’de istikrar sağlanamaz. Bizim değerlendirmemiz şudur. Kuzey ve Doğu Suriye’de Kürtlerin bir özerk sistemi var. Bütün savaş döneminde en istikrarlı olan bölge orasıydı. Şam hükümeti orayla anlaşmadan yeni bir Suriye kurulması mümkün değil. Bir daha vurgulayayım, Esad rejimi niye devrildi, niye dağıldı, niye hakim olamadı? Bunu sorsunlar kendilerine, cevabını bulurlar.
SMO DEĞİL TÜRK DEVLETİ SAVAŞIYOR
Her şeyden önce SMO nedir? Parayla oluşturulmuş bir çetedir. Arapların oluşturduğu bir şey değil. Türk devletinin eliyle oluşturulmuş bir çete grubu. Türk devletinin en temel sorunu ne? Kürt düşmanlığı. Kürt halkının özgürlük mücadelesini boğmak. Bu çeteler niye saldırıyor? Türk devletinin politikasından dolayı saldırıyor. Türk devleti Kürtlerin hiçbir yerde özgürlük kazanmasını istemiyor, statü kazanmasını istemiyor, bunun için saldırıyor. Toplama bir güç. Önemli bir kısmı da Çeçenistan’dan gelmiş, şuradan gelmiş, buradan gelmiş insanlar. Böyle bir güç. Düşünebiliyor musunuz, Türkiyeli birisi gidip HTŞ’nin tuğgenerali olmuş. Kuzey ve Doğu Suriye’deyse halklar, yerli halklar, Minbicliler savaşıyor, Kobanêliler savaşıyor, Rakkalılar savaşıyor. Böyle bir savaş var. Zaten bu nedenle çeteler her gün Türk devletinin İHA’ları, SİHA’larının koruması altında saldırıyorlar. Türk devleti savaşıyor; SMO falan yok. O SİHA’lar bir gün gelmesin, uçaklar bir gün gelmesin SİHA’lar falan; SMO çetelerinin hepsi kaçar gider. Bir tanesi kalmaz orada. Bu yönüyle Türk devletinin savaşıdır.
Daha önce de söyledik. Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye halkları kendi demokratik sistemlerini koruyacaklardır. İç savaş döneminde en huzurlu yerdi. Sorunlar olmuş olabilir ama ekonomik olarak da huzurlu bir yerdi. Her konuda huzurlu bir yerdi. Her taraf sorunluydu, orası kendi sistemlerini kurmuştu. Şimdi tabii ki Kürtler, Araplar, Suriyeliler o kurdukları sistemi savunacak. Demokratik bir sistemdir. Araplar kendi bölgelerinde zaten kendilerini yönetiyorlar. Okulları var, kültürleri var, kendi şeylerini yürütüyorlar. Bu yönüyle bu saldırılar püskürtülecektir. Zaten püskürtülüyor. Bütün Kuzey ve Doğu halkı da bu savaşın içindedir. Bu yönüyle Türk devletinin bu politikası kesinlikle boşa çıkarılacaktır. Hatta bu savaş Türk devletinin gerçek yüzünü daha fazla açığa çıkaracaktır. Hani istikrarlı Suriye’ydi. Suriye’de şimdi istikrarı bozan, savaşı sürdüren Türk devletidir. Yoksa savaş yok ortada. Türk devleti çetelerini saldırtmasa Suriye’de savaş yok şu anda. Bunu herkes de görüyor. Bu temelde ben o direnişin bütün şehitlerini saygıyla minnetle anıyorum. Bütün özgürlük savaşçılarına da başarılar diliyorum.
ROJAVA’YA DESTEK YÜRÜYÜŞLERİNE TÜM KESİMLER KATILMALI
Rojava için gerçekleştirilen eylemler bir gelenektir. DAİŞ’e karşı mücadelede, Kobanê direnişinde, bütün Kürt halkı, Türkiye halkları, Türkiye Demokrasi Güçler, kadınlar, Aleviler, bütün demokratik kuruluşlar geldi; Suruç’ta Kobanê direnişine destek verdi. Yine işte 6-7-8 Ekim’de bütün Bakur halkı büyük bir destek verdi. Dünyadan destek geldi. Bu moralle, bu destekle o savaş kazanıldı. Kobanê Savaşı’nın kazanılmasına, DAİŞ’in yenilgiye uğratılmasına bu desteğin çok önemli bir rolü var. Böyle bir gelenek var.
Şimdi o gelenek yine gelişti. Hem Nusaybin’de hem de Suruç’ta halk destekliyor. Gerçekten yürüyüşler de çok iyiydi. Bu yürüyüşlerin hepsini selamlıyoruz. Daha da etkili olmalılar. Türkiye’nin bütün demokratik kuruluşları, kurumları, işte kadınlar, gençler, Aleviler, sendikalar, bütün demokratik kuruluşların gelip Suruç’ta, Nusaybin’de nöbet tutanlara destek vermeleri gerekiyor. Türk devletinin bu politikasına karşı çıkmaları gerekiyor. Türk Devleti bu savaşı yürütüyor. Bu yönüyle Suruç’taki o duruş gerçekten iyi bir duruş. Nusaybin’deki duruş da çok önemli. Bu sürdürülmeli. Her yerden katılım olmalı, kesintiye uğramamalı. Orada savaş durana kadar, Kuzey ve Doğu Suriye halklarına saldırılmayacağı güvencesi sağlanana kadar o eylem sürdürülmelidir. Bu temelde ben bütün direnişçileri saygıyla selamlıyorum.
TÜRK DEVLETİNİN ZİNDANLARI ESAD’IN ZİNDANLARINI ARATMIYOR
Zindan uygulamaları konusunda Türk devletinin nasıl bir devlet olduğunu anlatmaya gerek yok. Gitmiş Baas rejiminin kötülüklerini anlatıyor, zindanını anlatıyorlar. Sen ilk önce kendine bak. Türkiye bir zulüm ülkesi. Zindanlarda zulüm var. Her gün ölümler var. Hastalar ölüme sürükleniyor. Belki dünyada nüfusuna göre en fazla kadın siyasi tutuklu Türkiye’de var. Kadın düşmanıdır. Dünyada yok o kadar kadın cezaevinde nüfusa göre. Türkiye gerçeği ortada. Kendi zulmünü, kendi baskısını gizlemek için onu örtü olarak kullanıyor. Bilmem şu zindanda ne olmuş. Ya senin zindanlarında neler olduğunu dünya biliyor.
Türkiye’de karakollarda hala işkence var. Geçen yıllarda, özellikle 2015’ten sonra yakalanan gençlere tecavüz ediyorlar karakollarda. Bunun birçok örneği var. Bazıları da söylemiyordu. O Süleyman Soylu talimat vermişti. Her türlü şeyi yapıyorlardı.
Bu açıdan böyle Türk devletinin Esad şöyle zulüm yapmış, böyle zulüm yapmış lafları tamamen kendi gerçeğini örtmek için. Şunu demek istemiyoruz Esad rejiminde olmamış, zulüm olmamış, işkence olmamış, sütten çıkmış kaşık, onlar iyidir. Böyle bir şey yok. Onlar da öyle ama Türkiye’nin söylemi “tencere dibin kara, benimki seninkinden daha kara” olayıdır. Propaganda olayıdır.
TÜRKİYE’NİN IRAK’IN BAŞINA NE GETİRECEĞİ BELLİ DEĞİL
Irak hükümeti gerçekten ne yaptığını bilmiyor. Türkler onların kafalarına girmişler, Türk devletini tanımadıkları için aldatıldılar. Bazıları, Irak hükümetinin içinde bazıları rüşvet almış diyorlar. Sen nasıl Türk devletinin varlığını meşrulaştırırsın? Önceden Başika’dan çıksın dedi eski hükümetler, Türkiye de “ben çıkmıyorum” dedi. Şimdi de bırakın çıkarmayı daha da aktif hale getirmişler, orada eğitim görülecekmiş. Bir gaflet içindedir. Yarın Türkiye onların başına ne getirir bilinmez. Zaten DAİŞ’liler ile ilişkileri var. Sünni bazı kesimler ile ilişkileri var. KDP ile ilişkileri var Türk devletinin. Irak’ın başına ne getirecekleri belli değil. Irak ne yaptığının farkında değil. Düşünemez hale gelmiş. Bunu böyle belirtmek gerekiyor.
Fakat biz Süleymaniye’deki kadın kurumlarının kapatılmasını anlamadık. Nasıl oluyor? Kadınların örgütlenmesi demokratik haktır. Bunlar doğru şeyler değil. Zaten eleştirildi. Bu konuda farklı bir şey söylemiyorum. Herhalde YNK ya da Süleymaniye’deki yönetim ve halkın bu konuda başka yanlışlıklara gireceklerini düşünmüyoruz. Bu yönüyle artık niye olmuş, nasıl olmuş; biz de anlamaya çalışıyoruz.
2025 DAHA BÜYÜK BAŞARILARLA GEÇECEK
2024 yılı bizim için büyük bir mücadele yılı olarak geçti. Gerçekten çok zorlu bir mücadele yılı olarak geçti. Birçok şehidimiz oldu, yaralımız oldu. Bütün şehitleri minnetle ve saygıyla anıyorum. Özellikle Asya ve Rojger şahsında bütün şehitlerimizi minnetle ve saygıyla anıyorum. 2024’te şehit düşen arkadaşların isimlerini HPG vermişti. Onların hepsini saygıyla anıyorum.
Büyük bir mücadele yılı oldu. Yine Önderliği sahiplenme konusunda büyük bir mücadele yılı oldu. Gerilla gerçekten büyük bir direniş yürüttü hem Bakur’da hem de Medya Savunma alanlarında. Türk devleti kilitlendi girdiği yerlerde. 2024 yılındaki bu irade, bu kararlılık 2025 yılında mücadelemizi daha da geliştirecek.
Herkes bilsin. Önderlik çizgisi, Apoculuk, PKK çizgisi her yıl mücadelesini daha yükseltir. Kürt halkı da artık özgürlüğü için mücadele eden bir halk haline gelmiştir. Böyle bir halk gerçeği var, böyle bir örgüt var, böyle bir ideolojik çizgi var, böyle bir siyasi çizgi var. Bu tabii ki mücadeleyi daha da geliştirecek. 2025 yılı daha büyük başarılarla geçen yıl olacaktır. Bu temelde tekrardan herkesin 2025 yılını kutluyorum. Bütün mücadele güçlerine başarılar diliyorum.