BEHDINAN – Bu dönemde AKP-MHP’yle çalışmanın, onlara oy vermenin kendi kendine küfretmek anlamına geleceğini söyleyen PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, özellikle anaların bu süreçte, ‘herkes elini vicdanına koymalı ve kendisine oy vermeli’ sözlerine dikkat çekerek, “Evet, herkes oyunu kendisine vermeli” dedi. Yurtsever Kurdistan halkının, demokratik çevrelerin, Kurdistani ve Türkiyeli ittifak güçlerinin çalışması gerektiğini vurgulayan Karayılan, şunları ifade etti: “İnsanlarımız duygusaldır; ev ev ziyaret etmek, tüm köyleri dolaşmak gerekiyor. Mesela özellikle de şimdiye kadar AKP’ye oy verenlere ve insani duygulara sahip samimi Müslümanların hepsine uğramak ve bir çaylarını içmek gerekiyor.”
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Stêrk TV’nin ‘Özel Program’ında soruları yanıtladı. Söyleşinin tamamını paylaşıyoruz.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecride dönük çeşitli etkinlikler düzenleniyor; en son Düsseldorf’ta büyük bir yürüyüş ve miting gerçekleştirildi. Hem tecridin kırılması hem de Abdullah Öcalan’ın paradigmasının yayılması anlamında bu etkinlikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Halkımız her gün alanlardadır. En son Düsseldorf’ta iyi bir miting gerçekleştirildi. Yine Londra ve Viyana’da da mitingler yapıldı. Bu eylemlere katılan tüm yurtsever halkımızı selamlıyorum. Öyle görünüyor ki komplocu hegemonik güçler ve Türk devleti, Önder Apo’nun fikirlerinden ve düşüncelerinin duyulmasından çok korkuyor. Bunun için o kadar çağrı yapılmasına, yürüyüşler gerçekleştirilmesine rağmen İmralı’daki izolasyon, tecrit ve psikolojik işkence sisteminde hiçbir gevşeme yapmıyorlar. Önder Apo’nun sesinin ve mesajlarının dışarıda duyulmasını istemiyorlar. Bu, yalnızca Türk devletinin değil, aynı zamanda komplocu güçlerin de siyasetidir. Zaten CPT de bunun önüne perde çekiyor ve meşrulaştırıyor. Bu genel bir şeydir ve öyle görülüyor ki; Önder Apo’nun fikir ve düşüncelerinden fazlaca korkuyorlar.
ARTIK EVRENSEL BİR PARADİGMADIR
Aldıkları tüm tedbirlere rağmen Önder Apo’nun görüş ve düşünceleri önünde engel olamıyorlar. İşte bakıyoruz; Önder Apo’nun görüş ve düşünceleri ile geliştirdiği felsefe ve paradigma dünya çapında içlerinde profesörlerin ve yine üniversite çevrelerinin de olduğu birçok bilinçli kesim tarafından da izleniyor ve tartışılıyor. Artık Önder Apo’nun düşünce sistemi evrensel bir paradigma haline gelmiştir. Önder Apo geliştirdiği bu düşünce ve paradigmasıyla Kurdistan ve Ortadoğu’nun sınırlarını aşmıştır.
En son Hamburg’da gerçekleşen konferansı da gördük. Öncelikle bu konferansa emek vermiş ve gerçekleşmesinde rol oynamış herkesi kutluyorum. Gerçekten çok iyi ve değerli bir çalışmaydı. Alman devletinin müdahale ederek engellemeye çalışmasına rağmen yaratıcı bir şekilde anında farklı bir yer tespit ederek, güçlü bir katılımın da gerçekleşmesini sağladılar. Orada gerçekleşen tartışmalar çok önemliydi. Takip edebildiğimiz kadarıyla dünyanın birçok yerinden akademisyenler mevcut durum hakkında, yine Önder Apo’nun fikirleri üzerine görüşlerini sundular. Hatta katılımcılardan bir üniversite hocası konuşmasında, “bu biçimde ben de Abdullah Öcalan’ın bir öğrencisi oldum” dedi. Yani bunu dünyanın öbür ucundan insanlar söylüyor.
KÜRESEL UMUDA DÖNÜŞMESİ BÜYÜK GURUR
Kurdistan’dan çıkmış bir kişinin üretmiş olduğu fikirlerin bu biçimde dünya çapında bilim insanları tarafından tartışılması ve kabul görmesi, her şeyden önce Önder Apo’nun öğrencileri ve yoldaşları olarak bizler, tüm halkımız ve hatta tüm Ortadoğu halkları için bir gurur kaynağıdır. Kürt Halk Önderi’nin dünyanın sorunlarına dönük geliştirdiği düşüncelerinin küresel çapta bir umut oluşturması bizler için gerçekten büyük bir gurur. Önder Apo’nun demokratik modernite temelindeki paradigması ve demokratik, ekolojik ve kadın özgürlüğüne dayalı devrim hakkındaki fikirleri yerkürede bir umut oluşturuyor.
Zaten bunun için izliyorlar, takip ediyorlar, tartışıyorlar, konferanslar gerçekleştiriyorlar ve sahip çıkıyorlar. Kısacası Önder Apo’nun görüş ve düşünceleri, Latin Amerika’da, Afrika’da, Avrupa’da, Asya’da da yayılıyor ve bunu önünün alınması imkansızdır. Önder Apo’nun fikirleri bugün küresel çapta birçok kimse tarafından kabul görmektedir ve kapitalist modernitenin pençesinde ezilen dünya halkları için büyük bir umut olmaktadır.
Zap eksenli gelişen savaş bir yılını doldurdu. Aynı zamanda HPG Komuta Konseyi Toplantısı’nın yapıldığı da kamuoyuna duyuruldu. Böylesi bir süreçte bu toplantının önemi ve yansıması nedir?
Evet, son savaş sürecinin başlaması üzerinden tam bir yıl geçti. Düşman, 14 Nisan 2022’de ilgili alanlara dönük yoğun hava saldırılarına başladı. Ondan üç gün sonra, yani 17 Nisan’da da havadan güçlerini indirerek kara savaşı başladı. Şimdi tam bir yılı dolmuş durumda ve savaş halen devam etmektedir. Herhalde Türkiye tarihinde de Kurdistan tarihinde de bu yeni bir şeydir. Düşmanın ‘operasyon’ dediği saldırıları bir yıldır aralıksız bir biçimde devam ediyor. Mesela şimdi biz eylemsizlik ilan ettiğimiz bir dönemde olmamıza rağmen her gün düşman Zap’ın doğusundaki Çemço, Sîda alanları ile Zap’ın batısındaki FM Tepesi hattına dönük sürekli saldırı halindedir. Peki niye saldırıyor? Çünkü buralarda gerilla vardır ve demek ki gerillayı buralardan çıkaramıyor. Mevcut saldırılar da bunun ispatıdır. Şimdi Türk devleti her gün ağır silahlarla, tanklarla ve değişik silahlarla gerilla mevziilerine saldırıyor ve direniş halen oralarda devam ediyor. Doğrudur, Zap’ın doğusunda kimi yerleri işgal ettiler ancak Zap’ın batısında işgal ettikleri yerleri savunamayacakları için geri çekildiler. Bu alanımızda bir tek FM Tepesi’nde varlar. Tabii ki FM’de de gerilla mevziileri vardır ve zaten birbirlerine yakındırlar. Bunun için her gün tanklarla ve her türden silahla saldırıyorlar.
İKİ YILDIR İŞGAL EDEMİYOR
İşte tüm bunlar Türk ordusunun yenilgisinin göstergesidir. Kendisine “NATO’nun ikinci büyük gücüyüm” diyen bir ordu, elinde çağın en gelişkin silahları olmasına rağmen ve yine taktik nükleer bomba ile kimyasal gibi yasaklı silahlar kullanmasına, yine arkasında NATO Gladiosu ile kimi Güneyli güçlerin desteği olmasına rağmen Türk devleti gerillayı buralardan çıkaramamıştır. Tabi bunların hepsi sadece bu son bir yılda olmamıştır. Son bir yıldır aralıksız bir biçimde aynı mevzilerde savaş devam etmektedir. Yoksa esasında, bilindiği gibi bu savaş 2021’de başladı. Yani Türk devleti, iki yıldır Zap, Avaşîn ve Metîna’yı işgal etmek istiyor ama işgal edemiyor. Bunu propaganda olsun diye belirtmiyorum. Bunlar gerçeklerdir ve bu belirttiğim alanlarda her gün savaş vardır. Onlar her gün saldırıyorlar ve çekildikleri yerler de bellidir. Belki Türk devleti ve dostları, etkin basın imkanlarından yararlanarak bu gerçeklerin görülmesini engelliyor ama bütün imkanlara sahip olan ve bu alanları 2-3 haftada işgal edip ardından Kandil, Şengal ve Rojava’ya geçmeyi planlayan bir devletin, Zap’ta kilitlendiği, orada takılıp kaldığı ve halen buralarda savaşın devam etmekte olduğu bir gerçektir. Tabii bu sıradan bir şey değildir. Bu durumu birçok kez yorumladık.
YENİ BİR TARİH YAZILIYOR
Sorunuzda Komuta Konseyi Toplantısı’ndan da bahsettiniz. Evet, çok anlamlı ve önemli bir toplantıydı. Geniş bir katılımla gerçekleşti ve hem bu bahsettiğimiz pratiğin tümünü değerlendirdi hem de yeni yılın planlamasını netleştirdi, kazanımlarımızın hepsini sıraladı. Gerçekten taktik açısından Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın yarattığı gelişmelerin tüm insanlık açısından faydaları vardır. İnsan iradesinin, yaratıcılığının ve cesaretinin nasıl çağın teknolojisini yenebileceğini ispatlamıştır. Gerçekleşen şeyler, bu çerçevede çok anlamlıdır. Belki bu gelişmelerin hepsini tüm yönleriyle kamuoyuna yansıtamıyoruz -ki bu bizim bir eksikliğimizdir- ama yaşanan direniş yeni bir tarih yazmıştır.
ELBETTE BEDELİNİ ÖDEDİK
Tabii bu kolay olmadı. Her şeyden önce burada Önder Apo’nun emeği ve duruşunun rolü vardır. Halkımızın fedakarlığının ve direnişinin rolü vardır. Yine teslim olmayan ve duruş sahibi olan Kürt siyaseti ile Türkiyeli sol siyasetin rolü vardır. Özcesi halkımız ve Önderliğimiz, Türk devletinin soykırımcı faşist saldırılarına karşı direndi ve şüphesiz gerilla da tüm bunlara dayanarak tarihi bir direnişi geliştirdi. Özellikle de kendini feda etmede çok üst düzeyde zirvesel bir durum yaşandı. Elbette bunun bedelini ödedik. Zaten bilanço da yayınlandı. Bu bir yıl içerisinde yalnızca bu üç alanda 259 şehit verdik. Bunların hiçbiri sıradan kişiler değildiler; hepsi zamanımızın Egîdleriydi. Bu savaş sürecinde verdiğimiz tüm şehitlerimizi; Zap’ın doğusunda Bager Gever, Avzem Çiya, Mizgîn Ronahî, Cîger Malazgirt, Rojda Maku, Doğan Jîrkî yoldaşların; Zap’ın batısında Delîl Zagros, Nalin Fırat, Güven, Zamani, Özgür ve Armanc yoldaşların; Metîna / Hakkari Tepesi hattında ise Nûrî Yekta, Berfîn Rêbaz, Roza ve Hekim yoldaşların şahsında anıyorum. Kuşkusuz Avaşîn direnişi başlı başına bir süreçtir. Helbest Koçerîn ve Fedaî Kobanê yoldaşlar şahsında tüm Avaşîn fedailerini anıyorum. Yine Merkez Karargah Hareketli Birlikleri’nin üyesi olarak her alanda saldırılarda yer alarak direnen kahramanlarımızı Mahir Mazlum, Ronahî Devrim, Baran Çirav ve Rêzan Amed yoldaşların şahsında anıyorum. Bu direnişte yer alan tüm arkadaşlar bir tarih yazdı. Onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyoruz ve onların anılarını yaşatacağımızı belirtiyoruz. Onların bıraktığı bu eser, Kürt halkı ve bölge halkları açısından önemli bir temel ve güzel bir tarih yaratmakta olduğu gibi gelecekte de önemli bir rolü olacaktır. Bu direniş, düşmanı gerçekten durdurmuştur.
KARA BİR DÖNEM BAŞLAYACAKTI
Eğer bu direniş olmasaydı ve düşman gerçekten gerillayı yenseydi Kürt halkı açısından kara bir dönem başlayacaktı. Düşman, Kürt halkının tüm kazanımlarına el koymak istiyordu. Yine bölge halkları da Yeni Osmanlı zihniyetiyle tehlikeli ve karanlık bir döneme girecekti. Bu direniş, bunların önünü aldı. AKP-MHP rejimi bu saldırılarla aynı zamanda faşist sistemini kalıcılaştırmak istiyordu, ancak bu direniş bunun da önünde engel oldu. Evet, halkımıza dönük saldırılar çok sertti ve halkımız da bu saldırılardan çok zarar gördü. Yine düşmanın binlerce kaybı olurken biz de yüzlerce şehit verdik. Peki bunun sorumlusu kimdir? Bunun sorumlusu Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’dir.
ERDOĞAN YALAN SÖYLÜYOR, SAVAŞI ONLAR BAŞLATTI
Tayyip Erdoğan bundan birkaç gün önce Amed’e geldi. Amed’de dile getirdiği şeylerin tamamı yalandır. Her şeyden önce, savaşı onlar başlattılar. Biz halen Dolmabahçe Mutabakatı çizgisindeyiz. Hiçbir zaman biz onu bozmadık. Onlar, Kürtlerin kanı temelinde iktidarlarını kalıcılaştırmak istedi. Bunun için masayı devirdiler ve bize saldırdılar. Erdoğan, Amed’de gerçekleri tersine çevirdi, yalan söyledi. Onlar bizi tasfiye etmek ve yok etmek istedi. Kürtlerle ittifak yapmayı ve bizi kabul etmeyi istemediler. Kürt halkının kimliğini kabul etmek istemediler ve üzerimize geldiler. Biz ise buna karşı direniyoruz. Direnişimiz, onurumuz ve insanlığımız içindir. Halk olarak var olabilmek; özgür bir gelecek içindir. Dolayısıyla bu direniş bizim için bir farzdır. Onlar, tamamen keyfi bir şekilde iktidarlarını devam ettirebilmek ve Misak-ı Milli’yi işgal ederek bölgede hakimiyetlerini geliştirmek için bize saldırdı. Bunun için dökülen bu kanın tüm sorumlusu onlardır. Sanki biz saldırıyormuşuz gibi gösteriyorlar; bu doğru değildir. Bu biçimde mesela hem Türkiye ekonomisini yok ettiler ve Türkiye halkları bugün komple açlık çekmektedir hem de halkların evlatlarının yaşamlarının yitirmesine neden oldular. Yani bunun sorumluluğu onlardadır ama onlar, bu tür saldırılarla bizim sonumuzu getirmek istemelerine rağmen başarılı olamadı.
Geçen savaş sürecinde birçok askerin cenazesinin gerillanın elinde olduğu duyuruldu. Bu askerlerin ailelerine de gelip cenazeleri alabilecekleri yönünde çağrılarda bulunuldu ama takip ettiğimiz kadarıyla bir gelişme olmadı. Bu konuda neler belirtebilirsiniz?
Şu an başta Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP’nin önde gelenlerinin çocukları milyon dolarlarla oynuyor ama Türk halkının fakir evlatlarını da ceplerine birkaç kuruş koyarak paralı asker yapıyor ve üzerimize yolluyorlar. Bu durum, o askerlerin ölmesine neden oluyor. Bunlara sahip de çıkmıyorlar. Büyük bir çoğunluğunun kimliğini açıklamıyorlar bile. Şimdi o cenazelerin bir kısmını düşmanın gelip alması için arkadaşlar kimi yerlere bıraktı. Zaten kimilerini Türk ordusu yakarak yok etti. İki cenaze daha duruyor. Onlar bizim cenazelerimize hakaret ediyor ama biz onlar gibi cenazelere hakaret etmiyoruz. Saygılı yaklaşıyoruz. Bir ölüye nasıl yaklaşılması gerekiyorsa o şekilde saygılı yaklaşıyoruz. Bu cenazeler de korunuyor.
İKİ ASKERİN CENAZESİ DURUYOR
Bunlar kendi cenazelerine sahip bile çıkmıyorlar. Bakınız; yılını tam anımsayamıyorum ama geçmiş yıllardan birinde İsrail Filistinlilerin elindeki iki cenazeyi almak için zindanlarında bulunan yaklaşık 2 bin Filistinli militan ve savaşçıyı serbest bıraktı, takas etti. Tabii ki ölü olan askerine kıymet veriyor. Ancak biz Türk devletine, ‘gelin alın’ dememize rağmen almıyorlar. Şu an elimizde bulunan iki kişinin isimlerini tekrardan belirtmek istiyorum:
Mustafa Bazna. Anne: Döndü. Baba: Ramazan. Düzce merkezden.
Naci Kaygusuz. Anne: Şengül. Baba: Saim. Eskişehir Tepebaşı’ndan.
Tarafsız sivil kuruluşlar Amediyê kazasına gelip kırsal alanda bizleri görebilir. Eğer gelirlerse biz bu cenazeleri sağlam bir şekilde kendilerine teslim edebiliriz. Mübarek günlerden geçiyoruz; Ramazan Ayı’ndayız ve önümüzdeki günler Ramazan Bayramı’dır. Dolayısıyla bu askerlerin aileleri gelir, sivil kuruluşlar üzerinden bizimle ilişki kurarlarsa biz bu cenazeleri kendilerine teslim edebiliriz. Bunun karşılığında hiçbir şey istemiyoruz. Evet; Filistinliler iki cenaze karşılığında 2 bin esir savaşçısını almıştır ama biz şu an bu kararı tamamen bir ahlaki ve insani bir görev olarak yerine getiriyoruz.
İşte AKP zihniyeti budur. İçinde vicdan yoktur. İnsani duygular yoktur. Cenaze mi var; yakıyor ve terk ediyor. İşte çatışma bölgesinde mi kaldı; sahip bile çıkmıyor. Esir mi var; korumuyor, infaz ediyor. Yani içinde insanlık duygusu olan bir zihniyet değildir bunlarınki. Ancak benim çağrım Türkiye halkınadır; bu gerçekliği görmelisiniz.
AKP-MHP iktidarı yaklaşan seçime dönük tüm propagandalarını savaş ve Hareketiniz ekseninde yoğunlaştırıyor. Tüm değerlendirmelerini bu çerçevede ele alıyor. Peki yaşanan bu son bir yıllık savaşın Türkiye siyasetiyle bağı ve siyasete dönük etkisi hakkında neler söylersiniz?
Savaş, anlam ve uygulama olarak siyasetten koparılamayacak bir olgudur. Savaş, siyasetin devamıdır. Tabii Türk devleti bu savaşı yürütüyor ve buna göre siyasetini oluşturmak istiyor. Bir konsepti vardır ve buna bağlıdır. Özellikle bu son iki yıldır AKP-MHP iktidarı savaşı hep kendi siyasetine ve seçimlere göre planladı. Bilindiği gibi; önce Şubat 2021’de Garê’ye saldırdılar. Hatırlanırsa ondan önce Tayyip Erdoğan, ‘Çarşamba günü bir müjde vereceğim’ demişti. Onlar sürpriz bir saldırı yaparak gerillanın merkezini dağıtmak ve ele geçirmek istiyordu. Kendileri için yarattıkları başarı hikayesi temelinde şov yapmak ve hemen ardından da erken seçime gitmeyi tasavvur ediyorlardı. Bu iki yıldır AKP-MHP sürekli bir şekilde bize karşı dişe dokunur bir başarı elde etmek ve bunun propagandasını yaparak erken seçime gitmek istemektedir. Bu imkanı bir türlü bulamadılar, çünkü ihtiyacını hissettikleri başarıyı bir türlü yakalayamadılar. Bu konuda belki tespitlerinin yanlışlığından bahsedilebilir, çünkü Medya Savunma Alanları’nı hedeflemek istiyorlardı; yani Zap, Avaşîn, Metîna, Garê, vb. alanlarda zafer yaratmak istiyorlardı. Esas olarak bu alanlar üzerinden Güney Kurdistan’daki tüm stratejik yerleri işgal etmek istiyorlardı. Buralarda bayraklarını dalgalandırarak erken seçime gitmeyi arzuluyorlardı, ancak bunu başaramadılar. Bu iki yıldır tüm planlarını buna göre yaptılar. Garê’de yenildiler, Avaşîn ve Zap’ta başladılar; yıl sonuna kadar sonuç alamayınca bu sefer kimi yeni silahlar kullanmaya başladılar. Kuşkusuz bu silahları kullanmak için NATO’dan onay aldılar. Taktik nükleer silah kullanarak sonuç almak istediler. Bu silahla tünel direnişlerini yenmeyi, arazideki direniş güçlerini Hewlêr Ovası’na, Musul’a kadar süpürmeyi hesap ettiler. Onların bu hesabı tutmadı, çünkü gerillanın geliştirdiği yöntemler, onların bu silahlarını da boşa çıkardı. Biz tünellerimiz için ‘yeraltı kaleleri’ dedik. Her tünelimiz doğru hazırlanması ve ona göre kullanılması halinde her türden silaha karşı bir kale gibidir. Tabii sadece bu da değil; kendisini yeniden örgütleyen gerilla, yürüttüğü taktikle, kullandığı akılla, yaratıcı yaklaşımıyla ve derinleştiği uzmanlıkla düşmanın sonuç almasına izin vermedi.
SAVAŞ TAMAMEN SİYASETLE BAĞLANTILI
Kısacası bu gelişen savaş tamamıyla siyasetle bağlantılıdır. Hulusi Akar, Zap’taki savaşı idare ediyordu ama onlar bir bütün olarak oradan sonuç çıkmasını bekliyorlardı ki hemen Ankara’dan erken seçim kararı alınabilsin. Bunu yapamadılar; dolayısıyla şimdi yalnızca bir ay erkene aldılar, ancak esas olarak vaktinde seçime gider gibidir. Ancak gittikçe durumları daha da kötüye evriliyor. Belki bunu birçok çevre görmek istemiyor ama gerçeklik şu ki; eğer bunlar gerillayı tasfiye etselerdi ve AKP-MHP’nin planları başarılı olsaydı, sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’da kimse onların yanında konuşamazdı, önünde duramazdı; Türkiye’de ise muhalefeti çok zayıflatırlardı. Bunun için gerillanın direnişi esasen faşizmin önünde engel olmuştur. Helin Ümit arkadaşımız bir hafta önce bu konuda kimi yorumlarda bulundu; ‘gerillanın direnişi Türkiye demokrasisinin teminatıdır’ dedi. Bu çok doğru bir tespittir ve mevcut pratik bunu ortaya koymuştur. Eğer AKP-MHP’nin geliştirdiği faşizm dalgası gerillayı yenseydi ve yine Önder Apo’nun duruşunu zayıflatsaydı o zaman toplumu da ezer, muhalefetin tamamını zayıflatır ve rejimini kalıcılaştırırdı. Bu anlamda yürütülen ve halen de yürütülmekte olan savaşın siyasi yanı, çok öndedir ve bu konu hep gündemdedir.
Öyle ki kendileri açısından oya dönüştürmek için bu savaşta hemen sonuca da gitmek istiyorlar. Bunun için bir sürü hikaye de yazıyorlar. “Türkiye büyük bir tehlikeyle karşı karşıya” vb. şeyler söylüyorlar. Aslında yalan söylüyorlar. Bu söylemlerin hepsi masada hazırlanmış yalan senaryolardır. Bu tür senaryoları ortaya atarak, akabinde, “biz bu başarıları elde ettik; Türkiye’yi biz savunduk; parçalanmasını engelledik; birliği sağladık” diyerek siyasi malzeme haline getirmek istiyorlar. Onların bu zihniyeti Türkiye’yi parçalayacak. Biz Türkiye’de değişimi sağlamak, demokratikleştirerek, Kürtlerin ve bütün halkların da özgürce yaşamasını gerçekleştirmek istiyoruz. Biz Türk ve Kürt halklarının gönüllü ve kalıcı birliğini arzuluyoruz, ancak bunlar bu tür yalanlar söyleyerek savaş aracı haline getirmek istiyorlar. Yani kan dökerek iktidarlarını kalıcılaştırmak istiyorlar. Bunlar Kürt ve Türk evlatlarını birbirine kırdırma temelinde faşist iktidarlarını devam ettirmek istiyorlar. Şimdiye kadar yürütülen savaşın esas yanı budur.
Bakurê Kurdistan ve Türkiye’de bir seçim olacak. Partiler adaylarını netleştirdikten sonra seçim çalışmalarına hız verdi. Siz bir bütün olarak seçim süreci hakkında neler belirtmek istersiniz?
Seçim süreci açısından çok fazla hayallere kapılmamak gerekir diye düşünüyorum, ancak Türkiye sol demokrasi güçleri ve Kürt halkı bu süreçte kendini çok daha fazla güçlendirebilir. Halkımız hiçbir şeyi başkasından beklememeli, kendisine güvenmelidir. Türkiye’de iki güçlü ittifaktan söz ediliyor. Cumhur ve Millet ittifakları. Mesela 6’lı Masa denilen Millet İttifakı, bir yıldır tartışıyor ve birçok yazı hazırlamışlar, projelerini ortaya koymuşlar; bin sayfalara varan yazılarla ve kitaplarla yapacakları her şeyi izah ettikleri söyleniyor, ancak bu projelerin hiçbirisinde Kürt sorunu yoktur. Tıpkı Lozan Antlaşması gibi. Tabii şimdi yüzüncü yılı olması itibarıyla Lozan da gündemdedir. Lozan’da da bir yıla yakın tartışma yaptılar. Toplantılarda Kurdistan ve Kürtler üzerine tartışmalarına rağmen açıklanan belgeler arasında hiç Kürtlerden bahsedilmiyor bile. Kürtler yok sayılıyor ve ardından zaten Kurdistan’da büyük trajediler yaşandı. Şimdiye kadar da yaşanan katliamların hepsi o temelde yürütülüyor. İşte 6’lı Masa da aynı şekilde o kadar tartışmış ama Kürt sorunundan hiç bahsetmiyorlar bile. Halbuki eğer birisi Kürt sorununu çözemezse Türkiye’de demokrasiyi de geliştiremez. Türk devleti Kürt halkına karşı savaş pozisyonunda olduğu sürece, yani bir barış yaşanmadığı sürece Türkiye’de demokrasi de gelişmez; Türkiye ekonomisi de düzelmez.
AKP trolleri zaman zaman bu savaşa şimdiye kadar 2,5-3 trilyon doların harcandığını belirtiyorlar. Yani Türkiye tüm gelirini savaşa harcıyor. Peki kime karşı? Kürtlere karşı. Kürt ne istiyor? Kürtler doğal haklarını istiyor. Yani nasıl ki yeryüzündeki tüm halkların dil hakkı, kendi kendini yönetme hakkı varsa Kürt halkı da bunları istiyor. Onlar, Türkiye’nin sonunu getirecek bir şey gibi gösteriyor; ‘dış eller var işin içinde’ diyor -ki bu da büyük bir yalandır- ve bu biçimde dizdikleri senaryolarla Kürtlere karşı operasyon ve ölümü, yok etmeyi hak görüyor. Kürt sorununu ölümle çözmek istiyorlar. Kürt gençlerini öldürerek, Kürt öncülerini öldürerek, Kürt halkını soykırımdan geçirerek, Kürt Halk Önderi’ni psikolojik işkence altında tutarak Kürt davasını ortadan kaldırmak istiyorlar. Hesapları budur. Devlet bu aklı aşmadığı müddetçe, Türkiye’de demokrasi gelişemez, ekonomi de toparlanamaz. Bunun için esas mesele Kürt meselesidir, ancak bunlar da (6’lı Masa) Kürt meselesini sümen altı etmiş durumda.
KENDİLERİNE GÜVENMELİ VE DAHA ÇOK ÇALIŞMALI
İşte bunun için buradaki en önemli husus, yurtsever-demokratik güçlerin kendi kendilerini güçlendirmesidir. Çalışmaları, büyümeleri, Meclis’e daha fazla kişiyi taşımaları önemli. Bu kesimler kendilerini güçlendirir ve Türkiye siyasetinde daha etkin olurlarsa işte o zaman birçok şeyin önünü de açabilirler. Bunun için de kimseden beklentiye girmeden kendi öz güçlerine dayanmalıdırlar. Bunun için halkımızın, demokratik çevrelerin, Kurdistani ve Türkiyeli ittifak güçlerinin çalışması gerekiyor. Elbette mitingler ve medya konuşmaları da gereklidir fakat insanlarımız duygusaldır; ev ev ziyaret etmek, tüm köyleri dolaşmak gerekiyor. Mesela özellikle de şimdiye kadar AKP’ye oy verenlere ve insani duygulara sahip samimi Müslümanların hepsine uğramak ve bir çaylarını içmek gerekiyor. Niye? Çünkü AKP’nin yaptığı şeylerin ne insanlıkla, ne İslamiyet’le, ne de hukukla alakası var. Bırakın tüm milleti aç bırakmalarını ve halkımızı bir ekmeğe, bir soğana muhtaç etmelerini; halkımıza karşı yürütülen merhametsizliği ve vicdansızlığı tüm Kürtler görmeli. Her korucu da bunu görmeli; şimdiye kadar AKP’nin yanında yer alan herkes de bunu görmeli. Dolayısıyla çalışan insanlarımız bu kesimlere gitmeli; onların evlerine uğramalı ve bu temelde çalışmalı.
BUNA RAĞMEN OY VERMEK FELAKETTİR
Gerçekten bu dönem önemli bir dönemdir. Eğer birisi bu kadar vicdansızlığı ve adaletsizliği göz önünde bulundurmayıp da ona rağmen AKP’ye oy verirse bu onlar için bir felaket olur. Yani Kürt halkının kendi kendine ettiği bir ihanet olur. Mesela Urfa-Suruç’ta Şenyaşar Ailesi’ne ne kadar hakaret ettiler ve adaletsizce yaklaştılar. Bunları AKP’liler yaptı ve AKP de bunları yapanlara sahip çıktı. Şimdi Şenyaşar Ailesi’nden de Urfa’dan aday gösterilmiş ama AKP de adalet bakanını Urfa’dan aday yapmış. Bu ne anlama geliyor? Yani diyor ki, ‘siz adaletsizlik var mı diyorsunuz alın o zaman size adalet!’ Yine kendisini dayatıyor, bastırmak istiyor; adaletsizliği adalet gibi göstermek istiyor. Onların orada gösterdikleri adaletsizlik ve haksızlıkla halkımızı çiğnemek ve sindirmek istiyor. Bir örnek budur.
Diğer bir örnek ise; bildiğiniz gibi Çatak’ta iki insanımızı helikopterden attılar. Bunun sonucunda Servet Turgut şehit düştü, Osman Şiban ise ölümden döndü. Şimdi o ölümden zor kurtulan Osman Şiban’a 7 buçuk yıl ceza vermişler. Bu nasıl oluyor! Vuruyorsun, helikopterden atıyorsun; yerde de çiğniyorsun; askerlerine linç ettiriyorsun ve sonra bir de ayrıca ceza veriyorsun!
BÖYLE BİR ADALETSİZLİK GÖRÜLMEDİ
Mesela şu an gündemde olan diğer bir konu da HDP’lilere açılan Kobanê Davası konusudur. Kobanê Davası nedir? Halkımız DAİŞ’e karşı tüm Kurdistan’da yürüyüşler yapmıştır. DAİŞ, Kobanê’nin kapılarına dayanmıştı ve almak üzereydi; halkımız da tüm dünyanın dikkatini çekmesi, yaklaşan tehlikeyi hissetmesi ve herkesin Kobanê’ye destek olması için yürüyüş yaptı. Peki Tayyip Erdoğan ne yaptı? Polisine talimat verdi ve ‘vurun, öldürün’ dedi. Yani hem kendileri 53 insanımızı katletti hem de HDP’lilere dava açtılar ve her biri için bilmem kaç kere ağırlaştırılmış müebbet cezası istediler. Bu kadar da haksızlık olmaz. Sen polisine talimat verdin ve polisin de o insanları katletti. O katledilen insanların çoğu da HDP’li. Hadi bir kısmı HDP’li değil ve varsayalım ki iddiaları doğru olsun; iyi de HDP yönetimine de ‘siz öldürdünüz ve yargılanacaksınız’ diyorlar. Böyle bir adaletsizlik mi olur? Şu an bunlar yapılıyor.
EV EV DOLAŞMAYA İHTİYAÇ VAR
Cumartesi Anneleri devlet tarafından kaybedilen çocukları için her Cumartesi günü Galatasaray Meydanı’na çıkıp açıklama yapmak istiyor. Bundan daha insani, haklı ve meşru bir şey var mı? Bu değerli analar, çocuklarının kemiklerini arıyor ama o anaları alıyorlar ve tutukluyorlar. Merhamet yok, vicdan yok. Bunun için de merhametli ve vicdanlı olan insanlar bunlara oy vermemeli, onlara ortak olmamalı. Bu gerçeklik herkese kavratılmalı. Bunun için de ev ev dolaşmaya ihtiyaç vardır.
HIRSIZLAR VE KATİLLER İTTİFAKIDIR
Diğer yandan bunların aday gösterdiklerine bakın, bir de kendilerine bakın; hırsızlar ve katiller ittifakıdır. Yani ya hırsızdırlar ya da katildirler. Bunlardan milletvekili olmak isteyen herkes, zenginleşmek, hırsızlık yapmak, eşini dostunu bir yerlere yerleştirmek için aday oluyor değil mi? Peki, Kürt siyasetinden ve demokratlardan seçilip de zenginleşen kimse var mı? Hayır. Çünkü bu kesimler hizmet için gidiyorlar. Hatta kimileri yargılanıyor ve tutuklanıyor. Kısacası halkımız bu farkı görmeli; bu nedenle de herkes çalışarak bu farkı görmeyenlere de durumu kavratmalı. Bunun için çalışmalı; ulusal bir duruş sergilemeli ve Kürt karşıtlığına karşı tavır sahibi olmalı. Bu biçimde irade haline gelmeli. Buna ihtiyaç var. Bunun için de belirttiğim gibi çalışmak gerekiyor. Az bir zaman kaldı; dolayısıyla iyi çalışılmalı ve kendini güçlendirmeli. Eğer gerçekten kendilerini güçlendirirlerse Türkiyeli demokratik güçlerle Kürtlerin birliğini sağlarlarsa o zaman irade de olurlar, sorunları da çözebilirler. Bunun için herkes bu dönemde gerçekten iyi çalışmalı.
Bu dönemde AKP-MHP’yle çalışmak, onlara oy vermek kendi kendine küfretmektir. Özellikle analar bu süreçte, ‘herkes elini vicdanına koymalı ve kendisine oy vermeli’ diyor. Bu çok iyi bir şeydir. Evet; herkes oyunu kendisine vermeli.