Karayılan: Bugün gündemde olan PKK Hareketi olarak bizim tasfiyemiz değildir. Tersine kendileri tasfiye olmaktan korktukları için bu saldırgan politikalara yönelmişlerdir.
HABER MERKEZİ – 27 Temmuz’da telsiz ile tüm gerilla birliklerine hitaben bir konuşma yapan PKK Yürütme Komitesi üyesi Murat Karayılan, 24 Haziran seçimlerini ve sonrası oluşan yeni kabineyi değerlendirerek, oluşan tek adam sisteminin savaş endeksli olduğunu ve yenilgiye mahkum olduğunu belirtti.
2016 Eylül ayıyla gerilla açısından yeni bir savaş döneminin başladığını ifade eden Karayılan, gerillanın hamlesel çıkışlarla bu çabaları boşa çıkardığını Devrimci Halk Savaşı perspektifiyle diktatörlük ve faşizan sistemi yıkarak halklar için özgürlük ve demokrasi teminatı olacağını dile getirdi.
Karayılan’ın konuşması şöyle:
VAHŞET SİYASETİ SONUÇ VERMEYECEKTİR
Önderliğimizin ilk çıkışından bu yana geçen 45 yıllık mücadele süreciyle yaratılan devrimsel gelişmeleri sadece Kürdistan devrimini değil, aynı zamanda Ortadoğu devrimini de gündeme taşımıştır. Kürdistan merkezli yaşanan devrimsel yükselişin önüne geçmek isteyen faşist Türk rejiminin başlattığı amansız savaş 3. yılını doldurmaktadır. Geçen bu 3 yıl boyunca AKP-MHP iktidarı ‘Çöktürme Planı’ temelinde sonuç alabilmek için elinden gelen her türlü yıkıcı, imhacı, faşist yol, yöntem ve aracı kullanmıştır. Önder Apo’ya karşı dünyada eşi benzeri bulunmayan, hiçbir hukuk ve ahlak literatüründe yeri olmayan uygulamalarla savaşı tırmandırmıştır.
Kürdistan ve Türkiye emekçi sınıflarının legal siyasetine karşı, tümüyle sindirme dağıtma ve teslim alma amaçlı faşist yönelimler gerçekleştirdi. Parti eşbaşkanları, parlamenterler, belediye eşbaşkanları da dahil olmak üzere binlerce Kürt siyasetçisini hukuksuz bir şekilde rehin almış, Kürdistan’da yürütülen soykırım savaşına karşı çıkan Türk akademisyen ve aydınlarını işten çıkarmış, zindanlara atmıştır. Kürt halkının yerel yönetim iradesi olan belediyelere el konularak, sokaklarda uygulanan faşizmle toplumun bastırılmasını, sindirilerek teslim alınmasını hedefleyen her türlü gayri hukuki, etik dışı inkar ve imha saldırıları hunharca gerçekleştirildi. Sadece “Öz Yönetimlerimizi kurmak istiyoruz, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde şehrimizi, mahallemizi kendimiz yönetmek istiyoruz” diyen silahsız, sivil Kürt şehirlerine ve mahallelerine karşı savaş ilan ederek, tank top ve çağın en gelişmiş silahlarıyla, tam bir vahşet siyaseti uygulayarak kesin sonuç almak istediler. İbretlik olsun diye Taybet Ana’nın cenazesi günlerce sokak ortasında bekletildi. Cizre’de yaralı insanlarımızın üzerine benzin dökülerek diri diri yakıldılar.
TÜRK ORDUSU GERİLLA KARŞINDA YENİLMİŞTİR
Türk ordusunun gerilla karşısında karadan savaşı kaybettiğini ve bu yenilgiyi örtbas etmek için kurtuluş yolu olarak gördüğü çağın teknolojisine sarıldı. Esasta gerillaya karşı savaşı kaybeden Türk ordusu, Kürdistan’da yürütülen savaşı milyar dolarlar pahasına teknolojik bir savaşa dönüştürdü. Bunun için her türlü masrafı göze aldı. Savaşı kaybettiğini gören Türk devleti Eylül 2016’dan itibaren savaşı artık hava araçlarıyla sürdürme kararı aldı. Türk devleti bununla içine düştüğü yenilgiden kurtulma çabasına girişti. Özellikle o çokça yaltaklandığı hegemonik güçlerden silahlı İHA’ları da elde edince mal bulmuş mağribi gibi hemen üstüne atlayarak artık PKK’yi bitirebileceğini sandı. Hatta bu yüzden “Nisan 2017’den sonra artık kimse PKK’nin adını bile ağzına almayacak, PKK tarihe gömülecek” diye defalarca açıklamalar yaptılar. Tıpkı 2007’de ABD’nin marifetiyle İHA’ları ilk kullandıklarında zamanın genelkurmay başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “PKK’nin üs alanları bizim için BBG evi gibidir, artık sonu gelmiştir” demesine benzer biçimde AKP bakan ve yetkilileri de PKK’nin artık biteceğini söylemeye başladılar.
PKK, TARİHE KÖK SALMIŞ BİR HALKIN BAĞRINDA FİLİZLENMİŞTİR
PKK Hareketi her şeyden önce, kökü tarihin derinliklerine uzanan bir halk gerçeğine dayanmaktadır. Yüzyıllardır bastırılmış olan Kürdistan toplumunun bağrından fışkıran ve haykıran bir toplumsal hakikati ifade etmektedir. Binlerce yıllık geçmişe sahip bu kadim toplumsal hakikat şiddetle asla ortadan kaldırılamaz. Kürdistan toplumu bu topraklarda kökleri üzerinde var oldukça, Önder Apo’nun ideoloji ve felsefesi de hep var olacaktır. Çünkü bu toplumu adeta küllerinden yaratarak bu günlere getiren bu ideolojik gerçekliktir. Her halde bunlar bizi Fethullah hareketi gibi bir şey sanıyorlar. Fethullah Gülen cemaati toplumsal açıdan saksı içindeki süs çiçeğine benziyor. Oysa biz, kökleri tarihe dal budak salmış, özgürlüğe susamış bir toplumun benliğinden filizlenerek ortaya çıkan çınar ağacı gibiyiz. Kürdistan kadınları ve gençleri var oldukça, bu ülkenin çocukları doğdukça bu halkın evlatlarının fedai ruh ve yüksek iradeyle sürdürdükleri özgürlük arayışı ve mücadelesi de hep var olacak ve başarıya yürüyecektir. Bu toplumsal hakikati, onun öz evlatlarından oluşan fedai militanlarının gerçeğini görmedikçe hakikati de hiçbir zaman anlayamayacaklardır. Önder Apo bu sığ, dar ve tekçi kafalara gerçeği anlatıp kavratmak için binlerce sayfalık kitaplar yazdı, mektuplar gönderdi, çözüm projeleri sundu. Ama bu kadar çabaya rağmen bu halkı ve Özgürlük Hareketi’ni yok etme siyasetinde direte direte kendileri yok olmanın eşiğine gelmiş oldular.
TASFİYESİ GÜNDEMDE OLAN FAŞİZMDİR
Aslında bugün gündemde olan PKK Hareketi olarak bizim tasfiyemiz değildir. Tersine kendileri tasfiye olmaktan korktukları için bu saldırgan politikalara yönelmişlerdir. Erdoğan kişiliği iktidarından başka hiçbir şeyi düşünmeyen, iktidarını hangi yol yöntemle sürdürebilecekse, ona baş vurmaktan kaçınmayan bir kişiliktir. Bu konuda oldukça pragmatist, fırsatçı ve iktidarı için her şeyi mübah gören Makyevelizmin bugünkü en çarpıcı somut bir örneğidir. Önce ordunun zayıflatılmasını esas aldı. 2008 Şubat’ında Zap’ta Türk ordusunun gerilla karşındaki yenilgisinden duyduğu sevinci bizlere kadar yansıttı. Önder Apo’nun ön gördüğü çerçevede Kürt sorununun barışçıl çözümünün gerçekleşmesi halinde Türkiye’nin demokratik bir ülke olacağını bunun da hayal ettiği iktidar planlarını tehlikeye sokacağını anladığı an masayı devirerek savaşa yöneldi. Erdoğan kendi saltanatının geleceği ile Türk ulus-devletinin geleceğini bir tutma teorisine sarıldı. Özünde böyle bir derdi olmayan Erdoğan, ne zaman ki 17 ve 25 Aralık operasyonlarıyla yolsuzlukları açığa çıktı ve yargılanma ihtimali gündeme geldi, geleceğinin tehlikede olduğunu anladı. Aynı dönemde DAİŞ üzerine kurduğu hesaplar da boşa çıktı. Kobanê direnişinin zaferiyle DAİŞ ve El-Nusra ile kurduğu kirli ilişkilerin açığa çıkacağını gördü.
Bu durumlar karşısında birdenbire farklılaşan Erdoğan ve ekibi Türkiye’nin geleceğinin tehlikede olduğunu söylemeye başladı. Aslında tehlike altına giren Erdoğan’ın iktidarı ve geleceğiydi. Dengeleri alt üst edecek farklı bir çıkışa ihtiyaçları vardı. Bunun için devlet içindeki ırkçı şoven yapılarla bütünleşerek Türkiye’nin büyük bir tehlike altına girdiği iddiası ile hep birlikte Çöktürme Planı’nı hazırladılar. Bunu izleyen süreçte yapılan 7 Haziran seçimlerinde de kaybettiğini görünce “Türkiye’nin güneyinde bir Kürt koridoru kurulduğunu, bunun Türkiye’nin bekası için büyük bir tehlike olduğunu, önüne geçilmezse Türkiye’nin parçalanacağını’’ iddia etmeye başladılar. Devletin derin güçleri ile AKP bir araya gelerek “çelişkilerimizi bir tarafa bırakmalıyız, ulus-devlet üzerindeki bu tehlikeyi bertaraf etmek için ortak hareket etmeliyiz” dediler. AKP-MHP ve Ergenekon ittifakı bu temelde kuruldu. Öncesinde birbirine karşıt olan bu güçler ortak çıkarlarını Kürdistan halkına karşı amansız bir savaşı geliştirmekte gördüler. “Bunu yapmazsak kendimiz tasfiye olacağız” dediler. Böylece sadece Türkiye sınırları içerisinde değil, Rojava ve Güney Kürdistan da dahil PKK’ye ve Kürt halkının kazanımlarına karşı her yerde mücadele etme kararına vardılar.
EFRÎN DİRENİŞİ SÖMÜRGECİLİĞİN ÇÖKÜŞÜNÜ HIZLANDIRIP, GÖZLER ÖNÜNE SERDİ
Bu savaşa da “Türkiye’nin Yeni İstiklal Savaşı” adını taktılar, varlık-yokluk savaşıdır, dediler. Demek ki bizzat kendi ağızlarından da itiraf ettikleri gibi, tasfiye sürecine girmiş olan PKK değil, Erdoğan’ın diktatörlük planları ve Türk ulus-devlet sistemidir. Onlar bu korku ve panikle her türlü ahlak ve hukuk dışı vahşi yöntemleri uygulamaya koydular. Başta Sur, Cizre, Şırnak, Nusaybin, Hezex, Gever, Silopi ve Farqin olmak üzere Kürdistan’daki birçok şehri yıkmaya yöneldiler. Halkımıza karşı açık bir soykırım savaşı yürüttüler. Kürdistan özgürlük gerillasına karşı her tür yöntemi uygulayarak sonuç almak istediler. Ancak bu savaşta kazanamadılar ve yenildiler. Sonuç almadıklarını, alamayacaklarını görünce Efrîn’e saldırmayı gündemlerine koyarak bu yenilgilerini örtbas etmek istediler. Onlar sanıyorlardı ki; şok edici hava saldırılarıyla üç günde Efrîn’e girecek, şov yapıp moral kazanacak ve böylece Kürdistan Özgürlük Hareketine darbe vurduklarını öne süreceklerdi. Ama Efrîn’de adına Çağın Direnişi denilen büyük bir savaşla karşılaştılar. 3000’e yakın asker ve yandaş çete kaybettiler. Efrîn’de çok büyük bir direniş sergilendi. Oradan istedikleri moral dopingini ve siyasal rantı elde edemediler. Çünkü tahmin bile etmedikleri büyük bir direnişle karşılaştılar. Böylece ekonomileri daha fazla baş aşağı gitmeye başladı ve çöküş süreci gözle görülür hale geldi.
Son 3 yıl boyunca gelişen savaş sürecinde çok büyük direnişler sergilendi ve değerli şehadetlerimiz yaşandı. Halk ve hareket olarak tarihin en kapsamlı savaş süreçlerinden birini yaşadık. Dolayısıyla verdiğimiz bedeller oldu. Ancak bize hiçbir yerde geri adım attıramadılar. Hiçbir mevziimizi kazanamadılar. Evet, bugün Efrîn’e girmiş olabilirler ama Efrîn’de halkımız var, savaşçılar var ve mücadele devam ediyor. Özgürlük mücadelesi Kürdistan’ın her yerinde devam ediyor. Dolayısıyla faşist Türk ulus-devlet sömürgeciliğinin çöküşü hızlanmıştır.
BAŞKANLIK DEĞİL: KARARNAMELİ DİKTATÖRLÜK REJİMİ
Efrîn’den umduklarını bulamayınca neden seçime gittiklerini öncelikle Türkiye toplumuna izah etmeye çalıştılar. “Türkiye Suriye ve Irak’ta büyük bir savaş içindedir, bu savaşın tek elden yönetilmesi ve koordinenin güçlü yapılarak herhangi bir boşluğa yer verilmemesi için erkenden tek adam sistemini getirmeliyiz” dediler. Bunu yaparken hareketimize karşı geliştirilen savaşı tek gerekçe olarak gösterdiler. Adına partili cumhurbaşkanı sistemi dedikleri şeyin, dünyada var olan normal bazı demokratik özellikleri bulunan başkanlık sistemleri ile hiçbir alakası yoktur. Birtakım ülkelerde bulunan demokratik, hukuki yasalarla belirlenmiş bir anayasal çerçeve durumu da yoktur. Kuvvetler ayrımını gözeten, insan haklarını garanti altına alan normlar da söz konusu değildir. Her şey bir kişinin çıkaracağı kararnamelere bağlanmıştır. Kanun hükmündeki kararnameyi çıkarma yetkisinde olan bir tek kişi vardır, o da Erdoğan’dır. Açık ki bu bir diktatörlük rejimidir.
YALNIZ HİLELİ VE BASKIN SEÇİM DEĞİL: TEZGAHLANMIŞ SEÇİM MİZANSENİ
Efrîn direnişinin gelişmesi, ardından Kuzey Kürdistan’da gerillanın Nisan aylarında hamlesel çıkışlar yapmasıyla, devleti bu biçimde yönetemeyecekleri ve 2019’daki seçimlere kadar götüremeyecekleri ayyuka çıktığı için tezgahlanmış bir seçim mizanseni ile kendini yenilemek zorunda kalan AKP-MHP kliği böyle bir şeye başvurmak durumunda kaldı. Erdoğan bunu devlet içindeki derin güçlere nasıl kabul ettirdi veya onlarla birlikte nasıl böyle bir şeyde ortaklaştı? Erdoğan’ın gerekçe olarak öne sürdüğü; Türkiye’nin geleceği, bekası ve bu savaşı kazanmasıdır. Bu temelde devlet içindeki bütün ırkçı, şoven kesimlerin amaçlarıyla örtüşen ve onlarla bütünleşen yeni bir rejim geliştirdi. Bu rejim faşist diktatöryal bir sistemdir. Bunu sadece Erdoğan’ın iktidara gelmesi olarak değil, TC.’nin bekasının garantiye alınması olarak gösterdiler. Ve söz konusu vatansa gerisi teferruattır diyerek, mutlak bir biçimde Erdoğan’ın kazanması için devletin ilgili kademelerinde gerekli tüm alt yapı hazırlıklarını yaptılar. Yani hile, entrika vb.’nin hukuki alt yapısını oluşturdular. YSK’dan tutalım basına kadar her şey ona göre dizayn edildi. TC sistemini bu diktatöryal rejimin hakim hale gelmesi için yeniden kurmuş oldular.
Belki seçimlerde oradan buradan oy da çalmış olabilirler. Bunu zaten yaptılar da. Ama esas olarak sistemi seçimi kazanmak üzere kurdular. Yerellerde bütün yetkilerin valilere verilmesi, sandık yerlerinin değiştirilmesi, her şeye müdahale inisiyatifinin tanınması bu ön hazırlıklardan bazılarıdır. Hatta seçim gecesi ile ilgili şimdi birçok spekülasyon vardır. Yani bazı kesimlerin tehdit edildiklerine dair söylemler söz konusudur. Çünkü bu süreci sürdüren güçler, ‘söz konusu olan Erdoğan’ın değil, Türkiye’nin geleceğidir’ diyorlar. Bu amaçla çeşitli çevreleri susturmayı normal ve gerekli görüyorlar. Genelkurmayın helikopterle Abdullah Gül’ün evine inerek uyarıp, tehdit etmesini geliştirilen bu konsept çerçevesinde görmek gerekiyor. Çünkü burada herkesi Türkiye’nin beka sorunu olduğuna inandırmaya çalışıyorlar. Aslında büyük bir korku içerisindedirler. Halkımızın ve halkların mücadelesinden korkuyorlar. Bu korkuyla her şeyi Erdoğan’ın eline vererek, onun iki dudağı arasından çıkan sözleri kanun yerine sayarak çağ dışı bir rejimi kurmakla kurtulabileceklerini hesaplıyorlar.
Anlaşılıyor ki Erdoğan’ın %52 oy alacağını önceden düzenleyip ayarlayarak seçime öyle gittiler. Ama bütün bu hilekarlığa, her türlü yöntemle geliştirilen entrikalara rağmen amaçlarına tam ulaşamadılar. Çünkü Erdoğan’ın hesabı 400 milletvekili çıkararak mecliste tam hakimiyeti sağlamaktı. Bu yüzden seçim için geliştirdikleri planla Kürt halkına ve demokrasi güçlerine karşı sürdürülen savaşın bir stratejisi olarak HDP’yi baraj altına düşürmeyi hedeflediler ve ortak bir karar haline getirdiler. Bunun için gerekli olan devlet otoritesini, gücünü, hükmünü ve etkisini her yönden kullandılar. HDP’yi baraj altına düşürmeyi sadece seçim stratejisi olarak değil, aslında Kürt halkını sindirme konseptinin temel bir halkası olarak ele aldılar. Buna göre seçimle birlikte yeni Erdoğan rejimi kurulacak, onun yanında Kürt halkının hiçbir yerde resmi temsili bulunmayacak ve sürdürülen savaşla nihai sonuca gidecekler. Hesapları buydu, ancak başaramadılar.
KÜRDİSTAN VE TÜRKİYE HALKLARINI SİNDİREMEDİLER
Kürt halkı ve Türkiye sol sosyalist kesimleri seçimlerde gereken tavrı koydu. Bu tavır aynı zamanda 3 yıllık savaşın ne kadar sonuç alıp almadığını da herkese göstermiş oldu. Çünkü bu 3 yıllık savaş süreci boyunca devrimci demokratik legal siyasete, Kürt halkına, Türkiye’de faşizme karşı duran bütün kesimlere yönelik sürdürülen uygulamaların, o insanlık dışı bütün faşist pratiklerin temel amacı Kürt toplumunda 1938’ler sonrasındaki gibi bir suskunluk ve sindirme durumunu yaratmaktı. Yani adeta bu vahşet yıllarındaki gibi toplumu özgürlüğü, kimliğini aklına getiremeyecek, hayal dahi edemeyecek, PKK’nin adını dahi ağzına almayacaklar dediler ya, işte o şekilde ağzına bile alamayacak tarzda sindirmek istediler. En azından 12 Eylül 1980 askeri cuntası sonrası gibi bir sessizliği ve sindirilmişliği yaratmak istediler. Korku imparatorluğunu geliştirerek Türkiye’de ve özellikle Kürdistan’da böyle bir tablo yaratmayı hedeflediler.
Ancak Önder Apo’nun özgür insan iradesi bakımından eşi benzeri bulunmayan onurlu ve direngen duruşu, Kürdistan Özgürlük Gerillasının büyük direnişi, Kürt gençliğinin ve özgürlük arayışçısı kadının başta özsavunma direnişi sürecinde sergilediği o kararlı direniş, genelde ise gelişen fedai ruhla büyük destanlar yaratan o tarihi direnişler sayesinde faşizmin bütün bu uygulamaları boşa çıktı, toplum üzerinde etkili olamadı. Toplumda bir sindirme sürecini geliştiremediler. Kürt toplumu bugün dimdik ayaktadır. Kürdistan halkının dimdik ayakta olması, bütün tehditlere, işkencelere ve katletmelere karşı bu tavrı göstermiş olması çok önemli bir başarıdır. Bu başarı zindanlarda, dağlarda ve sokaklarda Önderliğin, gerillanın ve halkımızın dirayetli direnişi sayesinde yaratılmıştır. Doğrudur, büyük bedeller ödendi ama büyük direnildi ve büyük kazanımlar elde edildi. Her şeyden önemlisi sürdürülen bu irade ve onur savaşında kaybedenler Türk faşist sömürgeciliği, kazanan ise Kürdistan halkı oldu.
ÜÇ TARZ-I SİYASET DÜN DE BAŞARAMADI, BUGÜN DE BAŞARAMAYACAK
Bugün Türk rejiminin esas aldığı çizgi güncellenmiş bir İttihat Terakki çizgisidir. Bilindiği gibi Osmanlının son döneminde İttihat Terakkiciler “üç tarz-ı siyaset” dedikleri Türkçülük, İslamcılık ve Osmanlıcılık ile Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünün önüne geçmek istediler. Çöküşe doğru giden imparatorluğu kurtarabilmek için adına Türkçülük dedikleri ırkçılıkla, İslamcılık dedikleri İslami toplumları kandırıp boyunduruk altına almayla ve Osmanlıcılık dedikleri Osmanlı İmparatorluğunu eski gücüne kavuşturma amacıyla yola çıktılar. Bunun için başta Ermeniler olmak üzere bölge halklarından milyonlarca insanı hunharca katlettiler. Bu topraklarda tarihsel bir dehşet sürecini yaşattılar. Ama yine de Osmanlı İmparatorluğunu çökmekten kurtaramadılar. Bunun başını çekenler de bu imparatorluğun enkazı altında yok olup gittiler. Şimdi de aynı saiklerle yine yola çıkmış bulunuyorlar. Çöküşe doğru giden ulus-devlet anlayışlı Türk faşist devlet sistemini kurtarmak için İttihat Terakkicilerin Türkçülük, İslamcılık ve Yeni Osmanlı hayalleriyle sonuç almak istiyorlar. Tıpkı İttihat Terakkiciler gibi yollarına çıkan engelleri aşmak için hiçbir hukuki normu ve insan hakkını dikkate almadan vahşi uygulamaları reva gören anlayışla hareket ediyorlar. Ancak nasıl ki Osmanlı imparatorluğunun enkazı altında kalan Enver ve Talat paşalar tarihe gömüldülerse, Erdoğan, Bahçeli ve Hulusi Akar’ın da aynı tarihsel akıbete uğrayacakları kesindir. Bu akıbet tarihin akışının olağan bir sonucudur ve hiç kimse bunun önüne geçemez, durduramaz.
YARINLAR FAŞİZMİN DEĞİL DEMOKRASİ MÜCADELESİNİNDİR
Kürdistan halkı ve Türkiye emekçi halkının mücadelesi ile bu faşist ulus-devlet sistemi aşılacaktır. Bugün bölgede süren bir savaş var. Erdoğan bu savaşta yanlış ata oynadı. El-Nusra ve DAİŞ benzeri El-Kaide kökenli yapılarla Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırma, Suriye’yi de denetim altına alma planları yaptı. Fakat bunların hepsi ters tepti. Şimdi ise Rusya’ya büyük tavizler vererek Suriye’de bir konum kazanmaya çalışıyor olsa da bunun uzun süre sürmeyeceği, Suriye’ye dönük yaptıkları müdahalenin, Rojava Kürdistanı’na dönük geliştirdikleri saldırının kendileri için bir batağa dönüşeceği vakit çok uzak değildir. Bugün bölgede yürütülen savaşta Kürt halkı ve onun Özgürlük Hareketi artık yadsınamaz bir biçimde temel bir aktör haline gelmiştir. Bunu tekrar geriye almak, tarihin tekerleğini geriye çevirmeye kalkışmak beyhude bir çabadır. Artık hiç kimse Kürt halkını 1920’ler noktasına getiremez. Kürdistan halkının yürüttüğü mücadeleyle elde ettiği mevziler ve kazanımlar köklüdür. Artık Kürdistan halkı da bu kadim topraklarda özgürce yaşamanın koşullarını önemli oranda yaratmış bulunmaktadır. Erdoğan’ın kuruntu ve faşist saldırılarının gücü bu realiteyi değiştirmeye yetmeyecektir.
Bugün Kürdistan’da Önder Apo öncülüğünde gelişen devrimsel süreç bir bölge devrimine dönüşme aşamasına gelmiştir. Kürdistan halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesi, demokratik-ekolojik ve kadın özgürlükçü paradigma ekseninde gelişen toplumsal hareketi ve demokratik ulus sisteminin bütün bölgede yeni, cazip ve umut veren bir perspektif haline gelmesi için gerekli zemin yaratılmıştır. Artık bölgede kapitalist moderniteye karşı bölge halklarının demokratik modernitesinin bir güç ve irade haline geldiği, bunun giderek devrimsel bir çıkışa dönüşme süreci başlamıştır. Dolayısıyla Kürt halkının özgürlük mücadelesi sadece Kürt halkı için değil, bölge halklarının da umudu haline gelmiş bulunmaktadır. Bu gerçekliği gören sömürgeci soykırımcı Türk devleti bir yandan bölgede çıkarları bulunan küresel sermaye güçlerini de uyararak “sizin için de büyük tehlike vardır” deyip onların desteğini arkasına almaya çalışmaktadır. Diğer yandan içinde yaşadığı büyük korku ile Kürdistan halkının özgürlük mücadelesini bastırmak Bakur, Başûr ve Rojava’daki kazanımlarını, statüsünü ortadan kaldırmak için var gücüyle saldırmaktadır. Fakat artık bu saldırıların sonuç alma koşulları ortadan kaldırılmıştır. Mevcut koşullar hem içerde hem de dışarda Kürt halkının ve bölge halklarının özgürlük, demokrasi ve adil bir düzen isteminden yanadır. Dolayısıyla bölgemizde yarınlar faşist diktatörlüklerin değil, halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinin olacaktır.
YENİ KABİNE, BİR ULTRA SAVAŞ HÜKÜMETİDİR
Düşmanın bu zayıflıklarına rağmen yaptıkları baskın tarzındaki seçimle Erdoğan’ı başa getirerek tam istedikleri gibi olmasa da kendilerini belli bir ölçüde yenilediklerini de görmek gerekiyor. Türkiye halklarının en az yarısının muhalefetine rağmen tek adam sistemini getirmiş oldular. Açık ki Erdoğan buna dayanarak savaşı daha da tırmandıracaktır. Seçimde her ne kadar hedefledikleri sonucu alamamış ve bunun yarattığı moralsizliği yaşıyor olsalar da istedikleri sistemi geliştirme imkanına kavuşmuş olmaları kendileri açısından bir avantajdır. Bunu savaşı tırmandırmada kullanacakları kesindir. Zaten propagandalarını da hep bu eksende yaptılar. Oluşturduğu yeni hükümetin kabinesi de buna göre dizayn edilmiştir. Dikkat edilirse özellikle bizimle yürütülen savaşla ilgili olan bakanlıklarda herhangi bir kesintinin olmaması, acemiliklerin yaşanmaması için o görevdeki bakanlar değiştirilmedi. Savunma bakanlığına getirilen zat da zaten savaşın başındaki kişi idi ve yine öyle olacak. Bu kişiliklerin ırkçı Kürt düşmanı tipler olduğu zaten bilinmektedir. Bu biçimde oluşturulan yeni hükümet aslında bir ultra savaş hükümetidir.
Belli ki bunlar yeni dönemde kendi faşist sistemlerini her alanda kurumlaştırmaya çalışacaklar. Bununla birlikte tüm muhalefet güçlerine, özellikle Kürdistan Özgürlük Hareketiyle hareket eden sol sosyalist güçlere, Alevi kesimlere ve Kürdistan halkına karşı saldırılarını aralıksız sürdüreceklerdir. Denilebilir ki, bunlar tam başarılı olamadıkları için hep korkuyla yaşayacak ve o korkuyla da sürekli savaş pozisyonunda olacaklardır. Türkiye halklarını sindirmeye dönük faşist uygulamalarını daha da geliştireceklerdir. İşte bir yandan diyorlar ki, “OHAL bitecek” ama öbür yandan getirilen yeni yasalarla Kürdistan’daki OHAL’i kalıcılaştıracaklar. Bunlar şimdiye kadar her konuda sinsi, üstü örtülü, takkiyeci politikalarla işlerini yürüttüler. Şimdi de Kürdistan’da OHAL’i ‘90’lardaki gibi sürdürecekler. Fakat bunun adına açıkça OHAL demeden, dile getirilmeden, çıkardıkları birtakım yasalarla bu OHAL durumunu fiilen ve resmen koruyacaklar. Çünkü kendilerine Kürdistan Özgürlük Mücadelesini bastırma, Kürt halkının bütün parçalardaki kazanımlarını ortadan kaldırma, buna dayalı olarak yeni öngördükleri devlet sistemini pekiştirme ve geliştirme misyonunu yüklemişlerdir. Bunu başarmamaları halinde sonlarının geleceğini iyi bilmektedirler. Bu yüzden halkımıza ve halkımızın kazanımlarına karşı savaşmayı öncelikli olarak ele alacaklardır.
AZGINLAŞAN FAŞİZME KARŞI GÖRKEMLİ DİRENİŞ, ZAFERİ GETİRECEKTİR
Halk ve hareket olarak bizim de bunu görüp, her açıdan kendimizi buna göre hazırlıklı kılmamız, gereken tüm hazırlıkları yapmamız gereklidir. Bu savaşı daha ciddi bir biçimde geliştirecek ve düşmanı yenecek bir formasyonla direnişi yeni bir aşamaya taşırmamız temel bir görev durumundadır. Eğer biz 34 yıllık gerilla tecrübesine dayanarak savaş tarzımızda dönemin gereklerine göre gereken köklü değişimi doğru anlayıp doğru uygularsak düşmanı bu savaşta tarumar edebiliriz.
Günümüzde sadece ülkemizde değil tüm dünyada köklü, devindirici değişim ve yenilikler yaşamın her alanında hızla gelişmektedir. Bu değişimin çok çarpıcı bir biçimde yaşandığı bir alan da şüphesiz savaş sahasıdır. Savaş olayı özellikle son 20 yıldan bu yana çok köklü bir değişimi yaşadı. Günümüzde savaş artık eskisi gibi salt sıradan askerlerle ve yine salt bilinen konvansiyonel silahlarla yürütülmüyor. Telekomünikasyonun gelişmesine paralel olarak savaşta ve savaş araçlarında da çok köklü değişimler yaşandı. Bu değişim günümüzde dünyanın her tarafında temel gündemdir. Bütün güçler, özellikle de askeri güçler için temel gündem savaşın yeni strateji ve taktiklerinin nasıl biçim kazanacağı üzerinedir.
Bu gerçeği görmeyen, bundan bihaber olan veya görüp de yeterince farkına varmayan, gereğini yerine getirmeyen devletler, örgütler ve güçler artık savaşı herhangi bir biçimde kazanamazlar. Savaş derken yalnız silahlı bir savaştan söz etmiyoruz. Çünkü mevcut koşullarda her şey girift hale gelmiştir. Günümüzde savaş, siyaset, ekonomi, ticaret ve diplomasi daha fazla iç içe geçmiş bulunmaktadır. Kazanabilmek öncelikle sürecin ruhunu doğru okumaktan ve anlamaktan geçiyor. Sonuca gidebilmek ancak kendinde yenilenmeyi gerçekleştirip, gerekli formasyonu sağlayarak mümkün olabiliyor. Bu nedenle süreci doğru kavramak, bu kavrama temelinde günümüz savaş gerçeğine doğru yaklaşmak başarı için şarttır. Bu olmadan başarı olmaz.
Hareketimizde genel olarak sürecin ruhunu ve gerekliliklerini anlama durumu vardır. Çünkü Önderliğimiz bunun gerekli çözümlemelerini çok önceden yapmış ve bize sunmuştur. İdeolojik, teorik analizi gerçekleştirilmiştir. Aslında pratik, taktik savaş doktrinimiz de netleşmiştir. Bunun çerçevesi açığa çıkmış, belli bir formülasyona da kavuşmuştur. Bugün taktik konusunda artık rafineleşmiş bir düzeyi yakalamış olduğumuzdan bahsedebiliriz. Eğer bunu doğru anlama, kavrama ve tatbik etme safhalarını hayata geçirirsek daha sonuç alıcı, başarılı hamlesel çıkışlarla süreci geliştirebileceğimizin görülmesi gerekiyor.
TC DEVLETİ KÜRDİSTAN’DA KALE VE ZIRHLI ARAÇLARA HAPSOLMUŞ DURUMDADIR
Türk devletinin şu anda yaptığı şey geçmiş yıllarda kaybettiklerini geri kazanma çabasıdır. 34 yıllık silahlı savaşım süreci boyunca her türlü yöntemi deneyen Türk ordusu ve devleti herhangi bir sonuç alamadığı gibi Kürdistan’ın birçok alanındaki denetimini de yitirmiştir. Şimdi Kürdistan’da vardır, ama egemen işgalci bir devlet olarak vardır. Peki Kürdistan’daki varlığını nasıl sürdürmektedir? Adına askeri üs dedikleri kale gibi karakollarda, sur gibi duvarların ardına gizlenerek yüksek kulübelerden etrafı gözetleyerek ve yine havadan İHA’larla çevreyi denetleyerek kalabilmektedir. Bu sömürgeci devlet Kürdistan şehirlerinde de vardır. Fakat nasıl vardır? Zırhlı araçların, tankın, panzerin içinde vardır. Bu neyi göstermektedir? Eğer bir devlet bir ülkede bu hale gelmişse, o devlet bitmiş, tükenmiş demektir.
Yani salt askeri zorla varlığını sürdüren sömürgeci TC devleti bugün artık askeri gücüyle bile varlığını sürdüremez duruma gelmiştir. Ancak yüksek teknoloji ve gelişkin bir istihbarat imkanı sayesinde varlığını ayakta tutabilmektedir. Bu durum TC devletinin en büyük zaaf ve zayıflığıdır. Bugün Kürdistan’da dayanabileceği herhangi bir sosyal yapı kalmamıştır. Eline silah verdiği korucular bile onun sosyal altyapısı konumundan çıkmışlardır. Çünkü soykırımcı politikasını açık bir biçimde icra eden işgalci bir yapıdır. Mevcut istihbarat ve tekniğini kullanarak varlığını daha ne kadar sürdürebileceği tartışma konusudur. Aslında bu durum biraz da bize bağlıdır. Yani halkımızın özgürlük mücadelesini yürüten güçlerin ve özellikle de gerillanın rolünü oynamasına bağlıdır. Yoksa onların bu topraklardaki varlığı artık baki olmayıp, geçicidir. TC devletinin yaşadığı en büyük sorun buradadır.
KÜRT DÜŞMANLIĞIYLA HİÇBİR YERE VARILAMAZ
Türk devleti bu durumdan çıkmak için artık salt Kuzey Kürdistan’ı işgal altında tutmakla başarılı olamayacağını düşünmekte, diğer parçaları da işgal ederek zayıflığını giderip konumunu güçlendirme çabasındadır. Bu politikasının da Türk sömürgeciliğini daha fazla batağa sürükleyeceği kesindir. Türk devleti tarihin hiçbir döneminde bölgede Kürtlere düşmanlık yaparak etkili olamamıştır. Türk devleti ve AKP zihniyeti bölgenin en güçlü dinamiklerinden birisi olan Kürt halkının düşmanlığıyla hiçbir yere varamaz. Önderliğimiz, hareketimiz bunu defalarca söylemiş olmasına rağmen AKP yönetimi salt iktidarını korumak ve faşist diktatöryasını sürdürmek için bu çıkmaz yolda ısrar etmektedir. Bu yol kendileri için kesin bir çıkmazdır ve ne kadar çabalasalar da bu gerçeklik değişmeyecektir.
Türk askeri güçleri bugün tepelerinde İHA’lar, kobralar, uçaklar olmadan hiçbir yere girememektedir. Elinde bütün bu araçlar olmasına rağmen yine de ilerleyememektedir. Ancak ve ancak ağır bombardıman ardından, vurulan yerde kimsenin bulunmadığına kanaat getirdikleri vakit oraya gidip denetleyebilmektedir. Bugün bırakalım Rojava ve Başûr Kürdistan’ını, Kuzey Kürdistan’ın herhangi bir dağında bile kara güçleriyle değil ancak hava güçleriyle operasyon yapabilmektedir. Kendi içindeki dağlara bile ancak ve ancak hava güçleriyle hükmetmeye çalışan bir devlet yenilmiş demektir.
TÜRK ORDUSU ÇETE VE PARAMİLİTER GÜÇ KULLANMA DEREKESİNE DÜŞTÜ
Türk devletinin şu anda yaşadığı durum budur. Mevcut resmi ordu önemli oranda zaten savaş dışıdır. Para ile satın alınan ve adına JÖH-PÖH denilen paramiliter kuvvetlerle savaşı sürdürmek istiyorlar. Çünkü bunların aileleri senet imzaladıklarından dolayı çocukları öldüğünde ses çıkaramamaktadır. Bu da burjuvazinin ve egemen sınıfların çıkarı açısından planlanmış bir şeydir. Böylece kitleden, Türk halkından savaşa karşı gelişecek olan tepkinin önünü almışlardır. TC devleti önce kendi insanlarını yoksullaştırıyor, nan’a muhtaç hale getiriyor ve sonra da “gel senet imzala, ölümü göze al, sana bol maaş vereyim ve git PKK’ye karşı savaş” diyor. Türk halkının yoksul kesiminin evlatlarını bu biçimde paramiliter güç haline getirerek karşımıza çıkarıyor. Ve o aileler de çocukları vurulduklarında yoksulluk, maaş kaygısı ve imzaladıkları senetler nedeniyle herhangi bir tepki gösterememektedir. Bu biçimde savaşı tümüyle menfaate, paraya dayandırmış bulunuyorlar. Yenilmiş bir güç olan Türk ordusu para, istihbarat ve teknikle bu savaşı sürdürmeye çalışmaktadır. Kuşkusuz bu durum T.C devletinin ciddi bir zaafı durumundadır. Bunu nereye kadar sürdürebilecek, nasıl sürdürecek belli değildir.
Hatta Suriye’deki El-Kaide kırıntısı birtakım çeteleri de örgütleyip Kürdistan’a getirerek savaşta kullanıyor. Böylece savaşçı açığını çeteler yoluyla kapatmaya çalışıyor. Normal düzenli ordu güçleri bugün zaten savaş dışında bırakılmışlardır. Onlar sadece bazı karakollarda bekleme, iç hatlarda savunma ile görevlendirilmişlerdir. Savaşı esas olarak paramiliter güçler ve Suriye’de örgütlediği çetelerle yürütmeye çalışıyorlar.
Ancak herkesçe bilinmektedir ki, savaş olgusu inanç, gönüllülük ve bir amaç uğruna gerçekleştirilen bir olgudur. Bir savaşçı eğer o savaşa canı gönülden inanıyorsa, inanarak katılıyorsa, bu konuda kararlı ve ısrarlı ise savaşabilir, savaşın zorluklarına göğüs gerip, gereken cesareti gösterebilir. Lakin bir güç o savaşa inanarak değil de salt para için girmişse, ideolojik bir altyapısı yoksa, o güç keskin bir savaş gücü olamaz, zor koşullara dayanamaz, savaşın gerektirdiği irade ve cesareti gösteremez ve savaş meydanından kaçar. Nitekim o JÖH, PÖH denilen güçler böyledir. Sıkıştıkları gibi sıvışıyorlar. ‘Aman uçak gelsin, aman helikopter gelsin’ diyerek tekniksiz bir adım dahi atamıyorlar. Yoğun bir saldırıyla karşılaştıklarında da sendromlara giriyorlar. İşte AKP rejimi kendine marifet saydığı ödlekleşmiş bu paramiliter güçlerle savaşı idame ettirmeye çalışmaktadır.
Ne El-Kaide kırıntısı çeteler ne de adına uzman asker dedikleri paramiliter güçlerin savaşta herhangi bir ağırlığı ve yeri yoktur. TC devleti bugünkü savaşı daha çok istihbarat ve teknikle yürütmektedir. Ordunun bu işleri çekip çeviren masa başındaki kadroları istihbarat ve teknikle sonuca gitmek istemektedirler. Kara güçlerinin yaptığı daha çok hava saldırılarıyla vurulmuş hedefleri gidip kontrol etmektir. Bilinmektedir ki gerçek savaş böyle değildir. Gerçek savaş ve savaşçılar birer cengaver olarak hedefleri savaşarak fethederler. Ama bunlarınki öyle değildir ve yürüttükleri savaş bu gerçeklikten çok uzaktır.
ZAFERİ BAŞARILI BİR DEVRİMCİ HALK SAVAŞI YÜRÜTEREK KAZANACAĞIZ
Başarılı bir devrimci halk savaşı yürüterek, mücadelemizi zaferle taçlandırabiliriz. Ama bunun öncelikli koşulu süreci doğru okumak, süreçte yaşamsallaştırılması gereken askeri çizgiyi doğru kavramak ve doğru uygulamaktır. Biz çok iyi biliyoruz ki, Kürdistan’da Önder Apo çizgisinde derinleşen, ideolojik formasyon kazanan, partileşmiş kadro katılımı başarının temel anahtarıdır. Aslında bunun altyapısı yapımızda vardır. Yani herkesin katılımı, Önderlik çizgisinde partileşme amaçlı bir katılımdır. Ve bu konuda belli bir düzey ve istekte vardır. Doğru partileşmeye ulaşmak başarı için gerekli ve vazgeçilmez bir husustur. Yine askerlikte öz disipline sahip, bunu yaşamının bir parçası haline getirmiş, savaş sanatının bilincini edinmiş askeri bir formasyon gereklidir. Bunu da mücadele tarihimizin zengin kaynaklarına dayanarak edinmek pekala mümkündür. Kürdistan Özgürlük Gerillası’nda partileşmeyle askerileşme iç içe geçen olgular durumundadır. Partileşmeyi doğru temele oturtan bir militan askerileşmeyi de önemli oranda başarabilecektir. Başarı için gerekli olan çabayı geliştirmek, doğru öncülüğü pratikte somutlaştırmak şarttır.
KÜRDİSTAN’DA GERİLLA ÇİZGİSİ YENİLMEZDİR
Mücadele tarihimizin bu en önemli döneminde Kürdistan’da gerilla savaşının gelişip, Devrimci Halk Savaşı perspektifine ulaşmasının beraberinde başarıyı getireceği kesindir. Devrimci Halk Savaşı pratiğinin Kürdistan’da vücut bulması AKP-MHP ve Ergenekon tarafından geliştirilen soykırımcı faşist dalganın kırılmasını yaratacaktır. Bunun yolu da bütün gerilla güçlerimizin bu sürece partileşme perspektifiyle ve sorumlu bir biçimde yaklaşmasından geçmektedir. Herkes askeri düzen disiplini ve parti yaşamını esas alarak sorumluca katılmayı önüne koyar ise Kürdistan Özgürlük Gerillası tarihin bu önemli döneminde öncülük rolünü oynayarak Kürdistan’daki savaşı halkların devrimci savaşına dönüştürerek halkların özgürlüğünü gerçekleştirmenin yolunu açmış olacaktır.
Kürdistan’da bugün yürütülen savaşın etkisi artık salt Kürdistan’la sınırlı değildir. Aynı zamanda Türkiye’nin demokratik dönüşümü sağlaması ve Ortadoğu’da devrimsel yeni bir sürecin başlaması için önemli ve devindirici bir rol oynayacağı, şimdiden bu muhtevadaki önemli gelişmelerin yaşanmakta olduğu bilinmektedir. Dolayısıyla bugün Kürdistan gerillasının rolünü oynaması demek, aynı zamanda Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin ve Ortadoğu devriminin yolunu açma anlamına da gelmektedir.
Tüm yoldaşların bu bilinçle dönem pratiğine katılarak, dönemin gerekli kıldığı devrimci performansla görevlerin üzerine yürüyerek, Kürdistan’da yenilmez gerilla çizgisinde rolünü oynayarak, bu büyük özgürlük mücadelesini Önder Apo ve Kürdistan’ın özgürlük yürüyüşüne dönüştüreceği ve böylece şehitlerimizin vasiyetini yerine getirmek için herkesin üstüne düşen rolü layıkıyla oynayacağı inancıyla tüm yoldaşlara başarılar diliyoruz.”