Gerillanın, tüm Behdînan’da Türk ordusunu yenme kararlılığında olduğunu belirten Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Murat Karayılan, son dört yılda yaşanan savaşın, gerillanın bu konudaki kararlığını daha da pekiştirdiğini söyledi. Karayılan, “Behdînan, Türk ordusu ve AKP-MHP-Ergenekon rejimine mezar olacaktır. Sovyet ordusu, 1980’lerde tüm Afganistan’ı işgal etti ama Pencşir Vadisi’nin işgalinde yaşadığı başarısızlık, genel yenilgisine dönüştü. Türk ordusu için de öyle olacaktır. Gerilla, kararlı, taktik ve teknik açıdan belli düzeyde donanımlıdır” dedi.
Halk Savunma Merkezi Karargah Komutanı Karayılan ile Yeni Özgür Politika gazetesinin yaptığı söyleşinin 2. bölümü şöyle:
Kendi cephenizden son 9 yılı, önemli aşamalarıyla birlikte özetleyip, sizin bunlara karşı nasıl bir savaş stratejisi ve taktik destekler geliştirdiğinizi paylaşabilir misiniz?
9 yıl boyunca yaşanan savaşı burada kısa bir biçimde izah etmem kolay değildir, çünkü bu savaşın birçok boyutu vardır. Esas olarak 5 Nisan 2015’ten itibaren Önder Apo’ya karşı İmralı’da geliştirilen ağır tecrit uygulamasıyla bu süreç başladı. Daha sonra 24 Temmuz 2015’te Medya Savunma Alanları’na karşı geliştirilen kapsamlı hava saldırılarıyla savaş resmen ilan edildi. Türk devletinin, bu ‘Çöktürme Planı’na dayalı yok etme saldırısına karşı ilk önemli çıkış, Demokratik Özerklik sloganıyla Kürdistan’ın bazı şehirlerinde gösterilen direnişler oldu.
Bu şehir direnişleri, doğrultusu doğru, ancak yeterli hazırlıkları olmayan, yeterli bir tarza kavuşamayan, ne tam siyasi-sosyal ne de tam askeri olan ve içinde birçok hatalı durumu barındıran bir süreçti. Çiyager, Xebatkar, Zeryan, Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Çeko Çatak, İslam Gever, Ruken Hoserî gibi direniş öncülerinin damgasını vurduğu bir kahramanlık süreci olarak yaşandı. 10 ay süren bu direnişler, ‘Çöktürme Planı’na karşı verilmiş ilk cevap oldu, ancak amaca ulaşılmadı. Saldırılara karşı bir direniş ruhu yarattı, bu anlamda direniş çizgisini netleştirdi.
Ertesi yıl, yani 2016, mücadele tarihimizde bir fedailer yılı olarak yaşandı. Ankara, İstanbul, Kayseri, Cizîr, Şemzînan gibi birçok yerde çok önemli, büyük ve kapsamlı fedai eylemleri gerçekleşti. Sadece başarılı olan fedai eylemlerin sayısı 27’dir. Aynı zamanda 2015-2016 yıllarında kırsal alanda da savaş, çok kapsamlı ve yoğun bir biçimde yaşandı. Esas olarak Fethullahçı kesimin adeta tuzağa düşürülerek kontrollü bir darbe girişimi ardından tasfiye edilmesiyle devlet içindeki ittifak süreci tamamlandı. Özellikle bu süreç ardından ilan edilen OHAL kanunlarına dayanarak savaş hükümetinin inşa süreci tam olarak gerçekleşti. Devlet içi güçlerin ittifakının kesinleşmesiyle birlikte bu ittifakın kabul ettiği ve üzerinde inşa edildiği konsept temelinde hemen harekete geçildi.
Hem uluslararası güçlerin onayı hem de DAİŞ’le uzlaşma temelinde 26 Ağustos 2016’da Cerablus işgal edildi. Türk ordusu, Ortadoğu’daki sürece bu temelde fiilen dahil oldu. Ardından 31 Ağustos 2016’da Çelê’den (Çukurca) Ertuş ve Medya Savunma Alanları’nın Bakur (Kuzey) kısmına karşı karadan kapsamlı bir saldırı başlatıldı. Bunun için Çelê’ye gelen dönemin Başbakanı Binali Yıldırım, “Bu savaş, Türkiye’nin İstiklal Savaşı’dır”; aynı törende konuşan o zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler de “Bu savaş Türkiye’nin ölüm kalım savaşıdır” dedi. Türk devleti, bu biçimde Apocu harekete karşı kapsamlı bir savaşı, bölge genelinde yürütmeye başladı.
Burada önemli olan nokta, oluşan bu savaş hükümetinin NATO’dan destek alması konusudur. Tayyip Erdoğan, bizzat Amerika’ya giderek, kaç kez ABD’den SİHA satın almayı istedi. ABD vermedi fakat NATO Gladiosu yoluyla bir çözüm geliştirdiler. SİHA sisteminin yazılımı, yine parçaları NATO’nun değişik ülkelerinden tedarik edildi. Türkiye’de montajı yapıldı, böylece Türkiye SİHA sistemine sahip kılındı. NATO, Türk ordusunun gerilla karşısında yenilmesini istemiyor, gerillanın yenilip tasfiye edilmesini kendi çıkarlarına daha uygun görüyordu. Onun için savaşın dengesini Türk ordusu lehine çevirecek olan SİHA tekniğini Türk devletine verdi. Savaşın dengesini değiştiren esas olgu da budur.
Ondan sonra savaş, giderek Türk devletinin lehine doğru bir seyir izledi. 2017-2018 yıllarında başta Kuzey’in tüm eyaletlerinde olmak üzere, çok büyük tarihi direnişler gerçekleşti. Birçok komutanımızı ve çok kıymetli yoldaşımızı bu dönemde şehit verdik. Türk devleti, 2017’nin sonundan itibaren yeni bir taktikle Başûrê Kurdistan (Güney Kürdistan) topraklarını işgal etme sürecini başlattı. Başta Xakurkê’de böyle bir girişimi geliştirdi. Ardından Ocak 2018’de Efrîn’e; sonrasında Ekim 2019’da Serêkaniyê-Til Ebyad alanlarına uluslararası güçlerin onayı ve desteğiyle işgal işgal saldırıları geliştirdi. Türk devletinin bu işgal girişimi, hem Kuzey’de hem Rojava’da önemli bir direnişle karşılaştı. Ayrıca uluslararası tepkiler de aldı.
Türk devleti, hem Kuzey’in gerilla hareketini zayıflatıp tasfiye etmek hem de aynı şekilde Rojava’yı daha kolay yollardan işgal etmenin esas yolunun, Kürt Özgürlük Hareketi’nin komuta kontrol merkezinin üslendiği Medya Savunma Alanları’nı hedeflemekten geçtiğine inandı. Medya Savunma Alanları’nı tasfiye etmediği sürece direnişin hep olacağını, diğer alanları düşürmenin çok zor olacağını görerek önce Medya Savunma Alanları’nda darbe vurma planını geliştirdi. Bu amaçla Bağdat-Hewlêr ziyaretlerine girişti. Irak ve KDP’nin desteği sağlandıktan sonra bu planının ilk adımı olan 10 Şubat 2021’deki Garê saldırısını başlattı. Her ne kadar bu ilk adımı yenilgiye uğramış olsa da Türk devleti, bu süreci geliştirmekten geri adım atmadı; bu kez sınırdan Metîna, Avaşîn ve kısmen Zap alanlarına karşı 23 Nisan 2021’de daha kapsamlı bir işgal saldırısı başlattı.
Türk devletinin gelişen bu topyekun savaş süreci ve saldırılarına cevap olmak için çeşitli arayış ve yoğunlaşmalarımız hep gündemdeydi. 2017-2018 sürecinde yeniden yapılanma projesi temelinde, gerillanın tümden yenilenmesi, çağın teknolojik gelişmeleri, bu teknolojik gelişmenin yarattığı muazzam istihbarat imkanları, yine imha silahlarına karşı savaşabilecek bir gerilla düzeyini açığa çıkarma; özellikle de özgür alanları çağın modern teknolojisine karşı koruyabilme taktiği üzerinde yoğunlaşma yaşandı. Bu temelde;
- Köklü bir değişim ve yenilenme anlamına gelen tabur, bölük, takım sistemini tümden lağveden, uzmanlığa dayalı tim sistemini geliştiren, koordineli gerilla tim savaşı kararı ve yapılanması somutlaştı.
- Teknolojiye dayalı savaşa karşı hem araziye dağılmış, arazide kaybolabilen tim hareket tarzı ve hem de yer altı savaş tarzı olan tünel savaş taktiğinin geliştirilmesi öngörüldü ve önceden yapılan kimi hazırlıklara dayanılarak, 2021’de ilk kez Garê’de bu taktik uygulandı. Aslında öncesinden uygulamaya dönük kararlılığımız vardı fakat bir taktiğin uygulanabilmesi için öncelikle uygulayıcı gücün, komutanın, savaşçının bu taktik hakkında ikna olması gerekiyor. Bu ikna süreci bizde zamana yayıldı. Aslında 2016’da uygulanması gereken bir savaş taktiği, bu belirttiğimiz nedenlerden dolayı ancak 2021’de kahraman komutanımız Şoreş Beytüşşebap öncülüğünde Garê’de/Siyanê direniş tünelinde uygulandı. Bundan sonra bu taktik çıkışın elde ettiği başarıya dayanarak artık tüm alanlarda uygulama sürecine girildi. Aynı yıl kahramanlıklar yaratan Girê Sor, Werxelê, Mamreşo ve Zendûra direnişleri bu temelde şekillendi.
- Bu dönemde önemle ele alınan en önemli husus ise Önder Apo’nun ifade ettiği “en büyük teknik insanın kendisidir” değerlendirmesi ekseninde, ideoloji ve felsefesi temelinde daha da ağırlık verilen eğitimlerle insan yeteneğinin geliştirilmesi üzerinde daha fazla duruldu. Apocu fedai ruha sahip, uzmanlıkta derinleşen, kaliteli insan gerçeğini geliştirme temelinde gerilla güçlerinde yoğunlaşma, derinleşme ve fedaileşmeye önem verildi. Yeniden yapılanmanın en önemli hedeflerinden birisi de buydu.
Bu temelde geliştirilen taktik açılım ve uygulama ile özgür alanların modern teknolojiye karşı savunma stratejisi giderek şekillendi. Bu taktik açılım ve fedaileşme temelinde sürdürülen son dört yıllık direniş, bu stratejiyle en gelişmiş teknikle donatılmış orduların durdurulabileceği, dolayısıyla özgür alanları savunmanın mümkün olduğunu gösterdi. Savaşta yaşanan gerçekleri sadece biz dilendirdiğimiz için savaş meydanındaki bazı gerçekler kamuoyuna tam olarak mal edilemiyor. Yoksa bu dört yıl içerisinde sürdürülen direniş, Türk ordusunu tamamen tıkattı, başarısız kıldı. Bu dört yıldır Türk ordusu bütün modern tekniğe, NATO desteğine, Irak ve KDP’nin sahadaki dahline ve aktif istihbarat paylaşmasına rağmen Zap Vadisi’nde hakimiyet kurmayı başarmış değildir. Bu önemli bir sonuçtur. Bu, taktik açılım temelindeki gerilla direnişinin nelere kadir olabileceğini açıkça gösteren bir gerçekliktir.
Askeri ve siyasi kanadınızdan yapılan açıklamara göre; KDP’nin yanı sıra Irak ile yapılan anlaşmalar sonrası, yani 3 Temmuz’dan itibaren işgal saldırılarının niteliğinde ve kapsamında farklılık oldu. 3 Temmuz’dan itibaren değişen nedir? Yerleşim yerlerinin vurulması, insansızlaştırma ve hava araçlarıyla hedefli suikastlar arttı mı? Metîna, Xakurkê ve Xinêre hattındaki yoğunlaşma, indirmeler ve tutulan Şekîf’ten ilerleme ne kadar sağlanabildi?
Türk devleti ile Irak ve KDP arasında Nisan’da anlaşmanın gerçekleşmesi ardından Türk ordusu, Kuzey Kürdistan’da nasıl hareket ediyorsa Güney Kürdistan’da da aynı biçimde hareket etmeye başladı. Daha önce resmi yolları ve sınır kapısını fazla kullanmıyordu ya da gizli kullanıyordu ama bu anlaşmadan sonra aleni bir biçimde tüm yolları kullanmaya başladı. Tüm yollar, Türk ordusuna açıldı. Çelê’de (Çukurca) Serzerê diye birkaç yıl önce sözüm ona ticaret amaçlı açılan o sınır kapısı, şimdi tamamen askeri güçlerin geçişi için kullanılıyor. Bu anlamda köklü bir değişim oldu.
Askeri olarak 3 Temmuz’dan sonra birkaç adım attılar. Bu adımları atarkenki bütün resmi yolları, KDP’nin eskortluğunda geçti. Bir nevi işgal saldırıları resmiyet kazanmış oldu. Daha önce KDP’nin Türkiye ile bu denli iş birliği ve ortaklığı, aslında Irak Anayasası’na da ters düşüyordu. Yasalara karşı suçtu. Anlaşmadan sonra bu yasallaştı. Türk devletinin işgali de ‘meşrulaştı’ ve dolayısıyla daha rahat hareket etme olanağına kavuştu. Tüm tekniğini, hatta beton bariyerleri, ağır silahları, tankları, topları hep bu yollardan Güney Kürdistan’a taşıma olanağına kavuştu. Askeri olarak da Serê Metîna’ya doğru uzandı. Serê Metîna’da kimi yerlerde işgali bir adım daha ilerletti. Aslında Nisan’da başlamıştı fakat 3 Temmuz’la birlikte bunu daha da geliştirdi. Girê Bahar’a dönük saldırısını üç yıldır planladığı halde yapmaya cesaret edemiyordu ama bu kez KDP ve Irak’tan aldığı destekle güney tarafından Amediyê ve Deralok üzeri giden yolu da kullanarak Girê Bahar’ı işgal etme girişimini başlattı. Tabii bunu KDP’nin aktif desteği temelinde yapmaya çalışıyor. Alanın belli yerlerine asker getirdi. Bütün bunları KDP güçlerinin eskortluğunda yaptı.
Türk ordusu, sadece kendi güçlerini arazinin çeşitli kesimlerine yerleştirmiyor. Kendi güçlerini yerleştirirken aynı zamanda adına pêşmerge denilen KDP güçlerinin nerede konumlanacağını da belirliyor. Yani boşluklarını onlar yoluyla dolduruyor. Irak Sınır Güçleri denilen güç de tıpkı KDP gücü gibi, Türk devleti nereye istiyorsa, daha doğrusu nerede boşluk varsa oralara yerleşiyor. Alanda gerillanın dayanabileceği bazı muhkem araziler vardır. Türk devleti, kendisi açısından güvenlikli görmediği ve bu nedenle gitmek istemediği yerlere Irak veya KDP güçlerini yerleştiriyor. Böylece kendine yardımcı güçleri de koordine ederek işgal saldırısını daha rahat geliştirmeye çalışıyor.
Bu anlamda KDP güçlerinin sergilediği pratik, Kürtlük ve Kürdistan adına rezilce bir konuma düşmedir. İş birlikçiliğin en berbat, uşakça bir düzeyini sergilemeden başka bir şey değildir. Bir işgal gücü olan Türk ordu güçlerinin bekçiliğiyle görevlendirilmiş bir konumdadır. Türk devleti nereye gidecekse önce onları eskort olarak gönderiyor. Nerede konumlanmada hassas bir boşluk varsa onları yerleştiriyor. İstihbaratı zaten onlardan alıyor. Kısacası hem ajanlığı hem bu biçimde uşaklığı geliştirmekle gerçekten belki de tarihin tanık olabileceği en rezilce bir konumu sergileyerek pêşmergenin adını da bu biçimde lekeleme durumuna düşmüşlerdir.
Aynı zamanda Güney Kürdistan’ın her yerinde sivil hedeflere karşı hoyratça suikast saldırılarını da bu sayede daha fazla ağırlık verdi. Türk ordusu, bu süreçte Lelîkan’dan Xinêre’ye doğru bir kademe ilerledi. Girê Hemîn denilen, Sînênê Boğazı’na yakın yere kadar bir ilerleme yapıp orada durdu. Aynı paralelde 3 Temmuz’da Şekif Dağı’nı da yeniden işgal etti. Bu Şekif Dağı’nı aslında 2019’da da işgal etmişti fakat sonra gücünü çekti. Çok yüksek, boş bir alan. Önemli özelliği İran karşısında stratejik bir değeri olabilecek olan bir alan olmasıdır. Boş bir zirve olduğu için gerilla güçleri orada bulunmuyor. Şimdi Türk devleti orada kapsamlı bir mevzilenmeyi geliştiriyor. Bu anlamda Şekif’e de böylece yerleşmeye çalışıyor.
Kısaca 3 Temmuz’dan itibaren bu belirtiğimiz gelişmeler yaşandı ama burada KDP’nin ve Irak Sınır Güçleri’nin aktif yardımı temelinde gelişen bir süreç oldu.
Siz, 13 Ağustos’taki bir açıklamanızda “Garê, Musul’un yukarısında bir tepedir, Hewlêr ve Duhok’un ortasındadır, bölgenin kalbidir. Burada düşmana yol vermiyoruz” demiştiniz. Başika’daki üsle ilgili mutabakat ve düzenlemeden sonra Garê üzerindeki tehdidin boyutu nedir, gerilla yol vermeme kararlılığını sürdürüyor mu?
Evet, daha öncesinden de belirttiğim gibi; Garê Dağı, çok geniş, dalgalı ve Güney Kürdistan’ın en stratejik yeridir. Garê’ye hakimiyet aynı zamanda Musul Ovası’na da hakimiyet demektir. Yine Hewlêr-Duhok arasındaki yola tam hakimiyet demektir. Güney Kürdistan’ın kalbi gibi bir yerdir.
Gerillanın bu konudaki kararlılığının sürüp sürmediğini sordunuz. Gerilla, sadece Garê değil, tüm Behdînan’da Türk ordusunu yenme kararlılığındadır. Son dört yılda yaşanan savaş, gerillanın bu konudaki kararlığını daha da pekiştirmiştir. Behdînan, Türk ordusu ve AKP-MHP-Ergenekon rejimine mezar olacaktır. Bakın; 1980’lerde Sovyet ordusu tüm Afganistan’ı işgal etti ama Afganistan’daki Pencşir Vadisi’nin işgalinde yaşadığı başarısızlık onun için bir genel yenilgiye dönüştü. Türk ordusu için de Behdînan’daki başarısızlığı, rejimin genel olarak yenilgisine dönüşecektir. Gerilla bu konuda sonuna kadar kararlı, taktik ve teknik açıdan belli düzeyde donanımlıdır. Bu temelde Behdînan’da şimdi devam etmekte olan direniş ve savaş, eğer Türk devletinin daha da geliştirme ve yaygınlaştırma çabası olursa gerillanın da ona karşı çok daha büyük ve tarihi bir direnişinin gelişeceği kesindir.
Devam edecek…