HABER MERKEZİ – Stêrk TV’de yayınlanan özel bir programda konuşan Murat Karayılan, 1 Haziran Hamlesi, Maxmur’da uygulanan kuşatma ve Türkiye’deki seçimler konusunda değerlendirmelerde bulundu.
Yeni dönemde özgürlük ve demokrasi ile halkın doğal hakları mücadelesinin çok daha gürleşeceğini ifade eden Karayılan, her türlü saldırıya karşı hazırlıklı olduklarını söyledi. Kürt sorununun çözümünün kendileri için esas sorun olduğunu dile getiren Karayılan, “Bu sorunun çözümü için de demokrasi gereklidir. Kürt sorununun muhatabı partiler değil devlettir. Yani muhatabımız Türk devletidir. Bunun için sistem içerisindeki partilere düşmanlık ya da dostluk yapma gibi bir sorunumuz yoktur. Çünkü muhataplarımız bellidir. Mesela şimdi iktidar değişmiş olsaydı, yine de önümüzde aynı şey olacaktı. Çünkü bu bir devlet siyasetidir” ifadelerini kullandı.
Kürt halkının, mücadelesine çok daha güçlü bir şekilde devam edeceğini belirten Karayılan, “Biz bir gerçekliği temsil ediyoruz. Kurdistan, Türkiye’de bir gerçekliktir. Kürt halkı bir gerçekliktir. PKK ve gerillanın varlığı bir gerçekliktir. Gözardı edemezler ve ortadan kaldıramazlar. Onlar Önder Apo, gerilla ve Kürt-Kurdistan gerçekliğini yok sayamazlar. Bu böyledir. 40 yıldır bizi yok etmek istiyorlar; her yıl, ‘bu yıl bitireceğiz, başaracağız’ diyorlar ancak bir şey değişmiyor. Eğer aklıselim hakim gelir de bir değişim olursa, Önder Apo İmralı’dadır. Bundan 27 ay önce kendisiyle görüşme oldu ve önceki bir görüşmesinde bu sorunu bir haftada çözebileceğini belirtti. Yani çözüm istiyorlarsa Önder Apo oradadır. Ama Kürt gençlerini öldürerek sonuca gitmek istiyorlarsa, biz buna yol vermeyeceğiz ve onları yeneceğiz. Direnişin yarattığı gelişen temel taktik derinlik ve yakalanan doğru tarz kazanacağımızın açık göstergesidir. Buna sonuna kadar inanıyoruz; halkımız ve dostlarımız da inanmalıdır. Şimdiye kadar nasıl ki düşmanı durdurduysak, bundan sonra da kazanacağız” şeklinde konuştu.
Karayılan ile yapılan röportaj şöyle:
1 Haziran Atılımı’nın anlam ve önemi nasıl tanımlanabilir?
Öncelikle 1 Haziran Atılımı’nı Önder Apo’ya, tüm Kurdistan halklarına, Kurdistan halkının dostlarına, tüm yoldaşlara, çalışanlara, tüm Kurdistan Özgürlük Gerillasına, savaşçılara kutluyorum. 1 Haziran 2004 Atılımı’nın tüm şehitlerini; Erdal, Adil ve Nûdalardan Fazıl Botanlara, Egîd Civyanlara, Delal Amedlere, Yaşar Botanlara ve Leyla Amedlere kadar saygıyla anıyorum; anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlara verdiğimiz yoldaşlık sözünü bir kez daha yineliyorum ve bu söze sonuna kadar bağlı olacağımı belirtiyorum.
1 Haziran Atılımı, 15 Ağustos Atılımı’nın devamı ve ikinci bir 15 Ağustos Atılımı’nı ifade etmektedir. 15 Ağustos, Kürt halkının yok edilmesinin önünü aldı ve Kürt sorununu çözüm masasına taşıdı. Fakat buna karşı Uluslararası Komplo gerçekleşti. 1 Haziran Atılımı ise, Uluslararası Komplo’nun verdiği zarar-ziyanın önünü almak ve Kürt sorununu çözmek için tarihi bir rol oynadı.
Hareketimizi çeşitli çeteler yoluyla tasfiye etmek istediler
Bilindiği gibi 15 Şubat 1999’da gerçekleşen Uluslararası Komplo’dan bir süre sonra Önder Apo, hareketle de bağlantılı bir biçimde Uluslararası Komplo’nun boşa çıkarılması ve siyasi çözümün altyapısının gelişmesi, yine provokasyonların önünü almak için savaşı durdurmayı gündeme koydu ve 1999 Ağustosunda bunu ilan etti. Genel olarak 5 yıl boyunca ateşkes de diyebileceğimiz savaşın durdurulması süreci devam etti. Bu süreç içerisinde her ne kadar Türk devleti başlangıçta geri çekilen arkadaşlarımızın önüne pusu atarak birçok arkadaşımızı şehit ettiyse de sonraki yıllarla beraber 5 yıl boyunca tarafımızca hiçbir silah patlatılmadı, savaş yürütülmedi. Yine İmralı’da Önder Apo çok çeşitli çabalar sergiledi. Görüşmeler yaptı; kamuoyunun gündemine çözüm deklarasyonlarını koydu; Türk yetkililere mektuplar yazdı; çözümün gelişmesinin şartlarını çok makul ölçülere çekti. Ancak tüm bunlara rağmen Türk devleti çözüme gelmedi. Tersine o zaman iktidara gelen AKP hükümetine Kürt sorununu tasfiye ederek ortadan kaldırma rolü verildi. Zaten AKP, bir proje olarak iktidara geldi. Bunun için AKP başkanı Tayyip Erdoğan, ‘düşünmezsen Kürt sorunu yoktur’ dedi. Bununla da kalmayarak çeşitli çeteler yoluyla hareketimizi dışarıdan ve içeriden tasfiye etmek istediler. Türk devletinin bu uygulamalarına karşı 1 Haziran 2004 Atılımı zorunlu bir biçimde hareketimizin gündemine girdi. Bu temelde karar alınarak bu atılım gerçekleşti.
Bu atılımın amacı, devleti uyararak masaya getirmekti. Yani çözümü amaçlıyordu. Bunun için de aktif savunma çerçevesinde kimi eylemsellikler geliştirildi. Eylemleri belli bir ölçüdeydi. Bu, bir dönem rol oynadı. Hatta 2005’te Tayyip Erdoğan Amed’e geldi ve ‘Kürt sorunu vardır; bizim de sorunumuzdur; çözeceğiz’ gibi değerlendirmeler yaptı, vaatlerde bulundu. Bu biçimde bizim ateşkes yapmamızı istediler. İşte o çerçevede 2006 yılında bir ateşkes gerçekleşti. 2008’le birlikte Oslo görüşmeleri başladı; heyetimiz ile Türk devletinin heyeti Oslo’da görüşmeler gerçekleştirdi, müzakereler yapıldı. Fakat bunların hepsinden bir kez daha anlaşıldı ki, bunlar bu tür süreçleri özel savaşın temeli yapmak istiyorlar ve çözümü geliştirmeyi değil, çözümü zamana yayarak bizi tasfiye etmek, halkımızı iradesiz bırakmak, yani soykırım siyasetinde ısrar etmek istiyorlar. Görünen buydu.
2009 yerel seçimlerinden de alınan olumlu sonuçlarla birlikte biz ateşkes ilan etmiştik. O ateşkes 2010’da da halen devam ediyordu. O dönemde bir kez daha Önder Apo tarafından hem devlete hem de harekete bu biçimde yürümeyeceği yönünde uyarılar yapılarak perspektifler sunuldu. Bu temelde, ‘devlet çözüme gelmezse kendi öz gücümüze dayanarak çözüme gideriz ancak buna rağmen eğer devlet üzerimize gelirse Devrimci Halk Savaşı perspektifiyle yanıt verir, çözümü esas alırız, başka da yol yok’ biçimindeki perspektif somutlaştı. Bu çerçevede yine 1 Haziran 2010’da hamle biçiminde yeni bir süreç gelişti.
Aslında 1 Haziran Hamlesi kendi içerisinde iki aşamadan oluşuyor. İkinci aşama da çok önemli. Çünkü 4’üncü Stratejik Dönem olarak adlandırdığımız, kendi çözümümüzü geliştirdiğimiz, kimsenin halkımızı iradesiz olarak sayamayacağı bir dönemi ilan etti ve bu temelde rolünü oynadı. Bu çerçevede mücadelemiz bugüne kadar geldi. İşte 19 yıl tamamlandı. Atılım ardından birçok dönem geçti. Son 8 yılda Türk devleti AKP-MHP-Ergenekon öncülüğünde bize karşı yeni bir konseptle kapsamlı bir savaş ilan etti. 8 yıldır savaşıyorlar ve halen de bu savaş ve bu dönem devam ediyor. Tabii halkımız, 1 Haziran Atılımı’ndan güç alıyor ve direnişini sürdürüyor. Eğer vaktinde 1 Haziran Atılımı gerçekleşmemiş olsaydı, o zaman Uluslararası Komplo sonuç alırdı ve doğrusu hareketimizi tasfiye ederlerdi, halkımızı da soykırımdan geçirirlerdi. Eğer ki biz şimdi ‘Uluslararası Komplo durduruldu, sonuçsuz kaldı ve özgürlük mücadelesi gittikçe güçlendi’ diyorsak, bunun temelinde 1 Haziran Atılımı’ndan başlayıp bugünlere kadar gelen kahraman şehitlerimizin emekleri, halkımızın direnişi ve Önder Apo’nun duruşu ve mücadelesi vardır. Bu biçimde bu döneme geldik.
1 Haziran Atılımı olmasaydı ortada bir şey kalmazdı
1 Haziran Atılımı’nın siyasi kazanımları çokça biliniyor. Bunun yanı sıra bu atılım, askeri olarak ne gibi kazanımlar sağladı?
Belirttiğim gibi 1 Haziran Atılımı olmasaydı, ortada herhangi bir şey kalmazdı. Çünkü düşman merhametsizdir ve bizi ortadan kaldırmak, halkımızın kimliğini yok etmek istemektedir. Bu anlamda atılımın siyasi ve toplumsal kazanımları çoktur.
Askeri olarak ise; 1 Haziran Atılımı’ndan önce HPG Birinci Konferansı’nı gerçekleştirmişti ve yeniden yapılanma kararı almıştı. Yani 1 Haziran, Yeniden Yapılanma Projesi ile karşılandı. 1 Haziran Atılımı döneminin gerillanın yenilenmesiyle geçtiği belirtilebilir. Çünkü atılımın ardından üç kere daha Kurdistan Özgürlük Gerillası’nın yenilenmesi gündeme geldi. Yani her gittikçe gerilla kendisini yeniledi. Kuşkusuz özellikle 2000 yılı ardından teknoloji de hep ilerledi ve bu da savaşı etkiliyordu. Önder Apo’nun çağı yorumlayan perspektifleri çerçevesinde gerilla komutanlığının da dönemi zamanında okuduğu, bunun için de gündemine sürekli yenilenmeyi aldığı belirtilebilir.
15 Ağustos’tan bu yana ele alırsak; gerillada çok şey değişti. Yani birçok açıdan derinleşme ve yükseliş yaşandı. Her şeyden önce ideolojik-felsefi açıdan derinleşme yaratıldı, gerillada bir derinleşme yaşandı. Egîdleşme, Zîlanlaşma, yani fedaileşme ruhu çok yükseldi. Mesela bu yıl ve geçen yıl yaşanan tüm direnişlerde bu ortaya çıktı. Yani gerillada çok yüksek bir fedai ruh gelişti. Bunun yanı sıra savaş performansı ve uzmanlık çok gelişti. Her gerilla aynı zamanda bir uzmandır ve bir fedaidir. Bu temelde arazide uzmanlığa dayalı tim savaşı geliştirilmiştir. Bu, düşmanın tekniğe dayalı saldırılarına karşı bir yenilenme ve bir tedbirdir.
Düşman Zap’ta ilerleyemiyor
Bunun ardından ise, en önemlisi yeraltı savaşı geliştirilmiştir. Kuşkusuz bu bir araştırma ve hazırlık sonucunda gelişti. Kendiliğinden olmadı ya da mecbur kalındığı için gündemimize girmedi. Hayır. Çünkü bunun teorik ve pratik hazırlığı bundan on yıl öncesine dayanıyor. Bu temelde bilindiği gibi 2021 yılından bu yana tünel savaşı taktiği, uzmanlığa dayalı arazide hareketli tim savaşı uygulanıyor.
Yine kendi imkanlarına dayalı olarak farklı tekniklerde uzmanlaşma yaşandı. Gerillada hava güçleri kuruldu ve artık hava güçleriyle de savaşılıyor. Yani bugün Kurdistan Özgürlük Gerillası, eski-klasik gerilla gibi yalnızca yer üstünde savaşmıyor. Yer üstünde de uzmanca savaşıyor, yer altında da savaşıyor ve artık gökyüzünde de askeri düzeyini geliştiriyor. Bu biçimde bir düzey ve bir güç kazanmıştır. Bunlar bizim açımızdan askeri olarak önemli kazanımlardır. Bu yöntemlerle özgür toprakların savunulabileceği, düşmanın boşa çıkarılabileceği, durdurulabileceği ispatlanmıştır. Bu, Zap’ta açıkça görülmüştür. Bu son 2 yıldır düşman Zap’ta ilerleyememektedir. Bu pratik olarak da kanıtlanmıştır ve bu temelde kanaat ve inanç gelişmiştir.
Bu durum, yoldaşlarımızda fedailik ruhunu çok daha güçlendirdi. Savaş, bir fedailer savaşı oldu; zirvesel bir düzeye ulaştı. Gerillanın düzeyi, dost-düşman herkese gerillanın yenilmez bir güç olduğunu gösterdi.
Bu son dönemde Leyla Sorxwîn arkadaşın şehadeti ilan edildi. Ondan önce de Yaşar Botan arkadaş Dersim’de şehit düşmüştü. Yine Haziran ayına giriyoruz. Genel olarak Haziran şehitleri ve bu şehitler üzerine neler dersiniz?
Haziran ayı fedai şehitler ayıdır. Tüm Haziran şehitlerimizi ve tüm fedai şehitlerimizi Gulan, Sema ve Zîlanların şahsında anıyor, anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyorum.
Mücadelemizde doğrusu birçok güzel, değerli ve onurlu kişi tarih sahnesine çıkmıştır. Tabii bunların birçoğu şehittir. Bu arkadaşlardan birisi de Leyla Sorxwîn -ki biz kendisine Leyla Amed diyoruz- arkadaştır.
1997 yılı Mayıs ayının başlarıydı. Bir görev için Heftanîn’e gelmiştim ve tekrardan Botan’a dönmem gerekiyordu. Bir grup arkadaştık. Sayımız yaklaşık 45 kişiydi. Fakat bölgede birçok hassasiyet ve kriz vardı. Yine düşmanın da her an saldırabileceği yönünde bilgiler vardı. Herkes alarmdaydı; bir intişar durumu vardı. Yine bazı yollar kapatılmıştı. Bundan dolayı yol bilen bir öncünün bizimle Cûdî’ye, Hêzil Suyu’nun öbür yanına kadar gelmesi gerekiyordu. O zaman o hattın komutanı Reşit Serdar yoldaştı. O bana bilgi gönderdi ve “yolu iyi bilen bir arkadaşı size gönderiyorum; o sizi suyun diğer tarafına geçirecek ve Cûdî’ye götürecek” dedi. Biz o arkadaşın gelmesini bekliyorduk. Birden baktım, genç kısa boylu bir kadın arkadaş geldi. Reşit arkadaşın yanından geldiğini söyledi. Ben, ‘hani bir arkadaş gelecekti ve bize öncülük yapacaktı’ dedim. Bana, ‘o arkadaş benim’ dedi. Ben, “sen şimdi bizi Cûdî’ye götürebilir misin” diye sordum; ‘doğrudur’ dedi. Baktım ki kendine çok güvenen bir tarzda konuşuyor, ben de ‘tamam o zaman önümüze geç’ dedim ve yola çıktık.
Leyla arkadaşla tanışmamız böyle oldu. Leyla arkadaş gideceğimiz yolu adım adım, taş taş tanıyordu. Hiçbir yanlışlık yapmadı ve bizi başarılı bir şekilde diğer tarafa geçirdi; sonrasında ise yerine geri döndü. Kendisine görevinin ne olduğunu sorunca, manga komutanı olduğunu söyledi. Hareketli taburda manga komutanıydı. Uzun yıllar boyunca o taburda kaldı ve sonrasında zaten kendisini yakinen tanıdım. Hareketli tabur, savaş taburuydu. Nerede bir saldırı olsa, yük ağır olsa oraya giderlerdi. İşte Leyla arkadaş da ‘90’lı yılların tüm o pratiğinde Botan’da birçok kapsamlı eylemde yer aldı. Birçok saldırıda yer aldı. Bir komutan olarak önemli bir rol oynadı. Çok samimi, çok gönülden, çok dürüst, çok saygılı, çok yüksek ahlaka sahip, terbiyeli, verdiği sözü çiğnemeyen, dürüstlüğü esas alan, bu anlamda tüm arkadaşlar tarafından sevilen bir arkadaştı. Herkes Leyla arkadaşın kendi yanlarında olmasını isterdi. Yani adeta bir cevherdi. Doğrusu bir Kürt kadınının, böyle cesaretli, kararlı ve korkusuz bir biçimde öncülük yapması, çok önemli bir şeydir. Bunlar çok önemli ve onurlu meziyetlerdir.
Melek gibi bir arkadaştı
Leyla arkadaş yaklaşık 31 yıl boyunca gerilla pratiğinde kaldı. Cûdî’de geçen ilk birkaç yılı dışında tüm pratiğini biliyorum. Tıpkı Fazıl arkadaş gibi ona dönük de hiçbir eleştiri gelişmemiş, herhangi bir soruşturmaya girmemiştir. Mesela özellikle yaşamına dönük olarak bir gıdım bile eleştiri gelmemiştir. Yaşamı çok onurlu, çok değerli ve örnek gösterilebilecek bir düzeydeydi. Tıpkı melek gibiydi. Melekler nasılsa, o da aynen öyleydi. Önceden bir tek arkadaş için ‘melek gibiydi’ demiştim. O da Nûda Karker arkadaştı. Doğrusu bir melek de Leyla Amed arkadaştır. Tabii tüm öncü kadın arkadaşlarımız böyledir ancak ben bu arkadaşları çok yakinen tanıdığım için böyle tanımlıyorum. Yoksa birçok arkadaş böyledir. Yani ölçüsüyle, üslubuyla, uygulamalarıyla, eylemleriyle, hem sürekli mütevazı duruşu hem de yaşamı ve ağırlığıyla rol oynamasıyla doğrusu Leyla arkadaş bir örnekti.
Mesela 2011 yılında İran, Kandil’e saldırmıştı. Arkadaşlarla İran arasında bir savaş yaşandı. Arkadaşlar Casusan Savaşı diyorlardı. İran bir türlü Casusan Boğazı’nı geçemedi. O savaşta komuta düzeyinde rol oynayan 3 kişi vardı. Diğer iki arkadaş daha önce şehit düştükleri için onları açıklamıştık. Biri Simko, biri de Fazıl arkadaşlardı. Üçüncü olan ve esas olarak onları tamamlayan, savaşta rol oynayan bir arkadaş da Leyla Amed arkadaştı. Leyla arkadaşın bunun gibi birçok pratiği vardır. Beş yılının geçtiği son Botan pratiği de aynı şekilde büyük bir fedakarlıktır. Bir PKK Merkez Komitesi Üyesi, HPG ve YJA STAR Komuta Konseyi Üyesi ve yine Botan Saha Komutanı olarak çok büyük emekler verdi. Öncülük yapmada ve çalışmaları yürütmede bir güç, bir iradeydi. Bedeni küçük, yaşı genç bir arkadaştı ama bir cevherdi; gönlü geniş, inançlıydı, duruş sahibiydi. Böylesi Kürt kızları oldukça ve bu hareket böylesi kişilikler yarattıkça, bu halk böylesi iradeli ve yüksek ölçülü kızları kendi içinden çıkarttığı sürece Kürt halkı yenilmeyecektir. Bu böyledir.
Yaşar arkadaş fedakarlık, cesaret, dürüstlük ve samimiyette yüksek ölçülere sahipti
Yaşar Botan arkadaşı da yakından tanıyorum. Botan’dan, Zêwkî aşiretinden bir arkadaştır. Ailesi Maxmur’dadır. Maxmur kültürüyle yetişmiştir. Orada okumuştu. Doğrusu genç bir arkadaş olarak onun da dürüst, temiz ve ahlaklı yaklaşımıyla yüksek bir ölçüsü vardı. Geçmişte Dersim’e gitti ve 6 yıl orada kaldı. Sonrasında geldi ve 3 yıl yanımda güvenlik komutanı olarak kaldı. Gerekli eğitimleri gördü. Dersim’i çok seviyordu, adeta Dersim’e aşıktı. Yaşar arkadaş Dersim’e gitmek için bir tek açlık grevine girmediği kaldı. Onun dışında birçok yönteme başvurdu. Rapor yazdı, sürekli öneriler yaptı ve her türlü yöntemle illa Dersim’e gidebilmek için çok çabaladı. Velhasıl en sonunda gitti. O ve Yılmaz Dersim arkadaş birlikte gittiler. Zaten her iki arkadaş da birbirlerine çok bağlıydı. Sonrasında Yılmaz arkadaş şehit düşünce, Dersim Komutanlığı olarak onun yerini Yaşar arkadaş aldı.
Yaşar arkadaş fedakarlık, cesaret, dürüstlük ve samimiyette yüksek ölçülere sahipti. Botan’dan çıkmış bir kişi olarak Dersim’de komutanlık yapmanın başlı başına bir anlamı vardır tabii ki. Leyla arkadaş da aynı şekilde. O da Amed Bismîl’den çıkmış birisi ancak Botan’da, Zagros’ta komutanlık yaptı; Yaşar arkadaş da Botan’dan çıktı ve Dersim’de komutanlık yaptı ve o kadar yıl çalışma yürüttü, emek verdi. Özcesi böyle bir arkadaştı. En son zaten büyük bir fedakarlık ve cesaretle, fedai bir ruhla savaştı, mücadele verdi. Yalnızca düşmana karşı değil, doğaya karşı, kışın soğuğuna karşı da mücadele verdi. Onunla olan bir arkadaş soğuktan şehit düşüyor. Yaşar arkadaş o arkadaşı toprağa veriyor. Bu arada kendisinin de ayakları soğuktan yanıyor. O haliyle yine de düşmanın onu kuşattığı son noktada gerekli cevabı veriyor ve son mermisini kendisi için kullanıyor. O böylesi bir kahramandı. Onun onuru, düşmana teslim olmasına el vermedi. Böylesi bir fedaiydi. Zaten aynı zamanda Özel Kuvvet Üyesi’ydi.
Bu kahramanlar hiçbir zaman unutulmayacaklar. Adlarını halkımızın tarihine altın harflerle yazdılar. Bu halkın fedaileridir. Böylesi fedailer olduğu sürece bu halkın sırtı yere gelmez. Yaşarlar gibi böylesi fedakar ve cesur fedailer olduğu müddetçe bu halk ve bu hareket katiyen yenilmez. Biz biliyoruz ki saflarımızdaki her bir genç yoldaşımız Leylaların ve Yaşarların ruhuyla derinleşiyor ve onların intikamını alabilmek, mücadelelerini başarıya taşımak için mücadele ediyor. Onların anılarını yaşatacağız ve onlara verdiğimiz söze sahip çıkacağız.
Diyar Xoşnav arkadaş Diyar Xerîb’in bir takipçisi oldu
Şimdi birçok Kürt genci böyledir. 10 Mayıs günü burada bir kaza yaşandı. Hewlêrli genç bir arkadaşımız olan Diyar Xoşnav (Çavan Mihemed) yoldaşımızın babasını dinledim. Onunla başımız dik’ diyordu. Doğrudur; onunla başı dik olmalılar. Diyar Xoşnav arkadaş, Diyar Xerîb arkadaşın adını almıştı. Gerçekten de Diyar Xerîb’in bir takipçisi oldu. O kahraman bir gençti. Dürüstlüğüyle, temizliğiyle, cesaretiyle örnek bir arkadaştı. O her zaman en zorlu alanlarda yer almak istiyordu. Kendisini sürekli böylesi alanlara hazırlıyordu. Bu temelde eğitim gördü ve ona göre bir formasyon kazandı. Gelecek vaat eden bir gençti. Maalesef mangada arkadaşlarıyla birlikte otururken palaskasını takmak istediği sırada, palaskasını kaldırırken el bombasının pimi, cebinin fermuarına takılıyor ve çekince el bombası patlıyor. Böylesi bir kazada kendisi şehit düştü ve yanındaki dört arkadaş da, birisi ağır olmak üzere yaralandı. Onların tedavisi şu anda devam ediyor. Yani böylesi talihsiz bir kaza yaşandı ve Diyar yoldaşı şehit verdik; diğer yoldaşlar da yaralandılar. Yaralı arkadaşlara acil şifalar diliyorum; Diyar arkadaşın ailesine ise başsağlığı diliyorum. Xoşnav ve Hewlêr halkına başsağlığı diliyorum. Bu kahramanlarla çok çok gururlanabilirler.
Türk devletinin Irak üzerinde hesapları vardır
Irak Ordusu bir süredir Maxmûr Mülteci Kampı’nın etrafını sarmış durumda. Buna karşı Maxmur halkının direnişi de söz konusu. Bu konuda neler dersiniz?
Öncelikle fedakar, yurtsever Maxmur halkımızı canı gönülden selamlıyorum. Onların duruşunu saygıyla karşılıyorum. Maxmur halkımız bizim için de, tüm Kürt halkı için de bir semboldür, bir onurdur. Şerefli yurtsever duruşuyla tüm Kurdistan’da bir temsiliyeti vardır.
Doğrudur; Irak askerinin kuşatmak istediğini, tel çekmek ve kulübeler yapmak istediğini biz de basından duyduk. Bunu dikkatle izliyoruz. Açık ki Irak, Türk devletinin isteği üzerine harekete geçmiştir. Fakat Irak, Türk devletinin oyunlarını görmeli. Türk devleti Irak’ın etrafını boşaltmak istiyor. Irak’ı, dostları ile birbirine düşürmek istiyor. Türk devletinin Irak üzerinde hesapları vardır. Irak hükümetini, Irak devletini onursuzlaştırmak, amaçlarını dayatmak, zayıflatmak ve himayeleri altına almak istiyorlar. “Siz bize Osmanlı’nın mirassınız” demek istiyorlar. Bunlar Irak’ı bu çerçevede ele alıyorlar. Bu zihniyetle yaklaşıyorlar.
Mesela bundan 7-8 yıl önce Irak Başbakanı resmi bir şekilde, “Türk devletinin Başika’dan askerlerini çekmesini istiyoruz” dedi. Hani Türkiye çekti mi? Hayır; tersine arttırdı. Çünkü Türkiye, Irak’ın onurlu ve karakterli bir devlet olmasını istemiyor; kendi himayesine almak istiyor. Irak ve Suriye’ye dönük hesapları vardır. Bunun için Irak devletinin ve hükümetinin, AKP-MHP zihniyetine sahip olan Türk zihniyetini görmesi ve onların emir eri olmaması gerekiyor. Onlar, “size suyu açarız ama siz Maxmur’u kuşatın, Şengal’i halledin” vs. diyerek kendi isteklerini sana dayatıyorlar. Zaten onlar Suriye ve Irak hükümetlerine dayatmalarda bulunarak sonuca gitmek istiyor. Bunun için Irak devletinin Türkiye’nin bu uygulamalarına karşı uyanık olması gerekir. Maxmur halkımızın basında da belirttiği gibi, Irak devletiyle hiçbir sorunu yoktur.
Maxmur’a bakan her kim olursa olsun, önce DAİŞ’in saldırılarını göz önüne getirmelidir. O zaman kim DAİŞ’in karşısında durabilirdi? Ancak bu halk ve içindeki savaşçıları DAİŞ’e karşı bir irade ve büyük bir mevzi oldu. Hewlêr’i de, diğer şehirleri de savundular. Bu az bir şey değildi. Kimse bunu unutmamalı. Herkes bunu göz önünde bulundurmalı. Bu bile tek başına Maxmur Kampı’nın onurunu gösteriyor.
Diyaloğun başarılı olacağına inanıyoruz
Biz, Irak devleti ile Maxmur halkımızı temsil eden meclis arasındaki diyalogun başarılı olacağına, sorunlarını diyalogla çözeceklerine inanıyoruz. Orası siyasi mültecilerin olduğu bir kamptır. Askeri bir şekilde ele almak doğru değildir. Evet; saldırılar geliştiği zaman bizler de gerilla olarak halkımızın yardımına koştuk, fakat sonrasında zamanla gücümüzü çektik. Şu an çok az bir gücümüz kalmış durumda; gerekirse onları da çekebiliriz. Yani orada bulunan birkaç kişi, oradaki halkımızın siyasi mülteci durumuna gölge düşüremez. İstenirse onlar da çekilebilir. Zaten çok az bir sayıdır. Mesela Irak devleti ve Birleşmiş Milletler, halkımızı koruyacaklarına dair teminat verirlerse, bizim için sorun yoktur ve bir kişi bile orada kalmaz. Bunun tedbiri ve çaresi vardır. Oradaki halkımız sivil bir halktır. Çocuklar, kadınlar, yaşlı kişiler ve işinde gücünde insanlar vardır. Türk devletinin dediği gibi, Türkiye’ye saldırıda odak olma gibi bir durumları yoktur. Bunlar gerçeği yansıtmayan şeylerdir. Bunun için orada çıkan sorunların diyalogla çözülebileceğine inanıyoruz ve bunu bekliyoruz.
Seçimler adil değildi
Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimleri yapıldı. Seçim sonuçları nasıl yorumlanabilir? Siz hareket olarak seçim sonuçlarını nasıl ele alıyorsunuz?
Evet; Türkiye ve Bakurê Kurdistan’da gerçekleşen seçimleri izledik. Öncelikle şunu söyleyeyim; adil bir seçim değildi, taraflar arasında eşitlik yoktu. Bir taraf devletin tüm imkanlarını, basın alanında ve maddi olarak çok yönlü bir biçimde kullandı. Yine tutuklamalar ve çok yönlü baskılar geliştirildi. Ayrıca birçok yerde hile-çalma olayları açığa çıktı ve bunlar değişik biçimde çok yaşandı. Bunun için demokratik ve adil bir seçim olduğu söylenemez. Dolayısıyla bu seçimin sonuçları meşru değildir. Bu seçimin meşru ve doğru olduğu söylenemez. 21 yıllık bir iktidar, devletin elinde olan bütün gücünü kullanıyor hem de bunu ölçülü ve kanunları hesap ederek değil sınırsız bir biçimde kullanarak bu sonucu alıyor. Dolayısıyla bu meşru bir sonuç değildir.
İkincisi ise, halkımız açısından da bu seçimin sonuçları önemlidir. Halkımız 14 Mayıs’ta olduğu gibi 28 Mayıs’ta da tutumunu ortaya koymuştur. Halkımız demokrasi ve değişimden yanadır. Bu konuda kararlıdır ve birlik halindedir. Doğru, belki öncekine göre oylarda azalma vardır ama o kadar saldırı yapılmasına rağmen, o kadar tutuklamaya ve tehdide rağmen önemli bir tutum ortaya koymuştur. Şimdi bakıyorum, kimileri bunun üzerine bol bol konuşuyor ama hele bir kendilerini halkımızın yerine koysunlar ya da bu kadar kişinin zindanlara atıldığı, bu kadar tehdidin olduğu bir ortamda çalışma yürütsünler. Bu kadar yönelime rağmen iradeni ortaya koymak kolay bir şey değil. İnsanların bunu göz önünde bulundurması gerekir. İşte bütün bunlar göz önünde bulundurulduğunda halkımızın tutumu takdir edilecek bir tutumdur ve anlamlıdır.
Yalana dayalı bir propaganda ile çalıştılar
Üçüncü olarak söylemek istediğim önemli bir husus, Erdoğan Türkiye’yi bozmasına, açlıkla boğuşur hale getirmesine ve her açıdan krizin yaşandığı bir ülke haline getirmesine rağmen yine seçildi. Neden? Bence artık gerçekleri açık bir biçimde dile getirmek gerekiyor. Bana göre artık ‘kral çıplak’ demenin zamanı gelmiştir. Erdoğan’ın karşısındaki rakibi bir Kürt’tü ve bir Alevi’ydi. Bunun için oy verilmedi. Açık ki, Türkiye Cumhuriyeti sisteminin biçimlendirdiği sosyoloji, bir Alevi Kürt’ün cumhurbaşkanı olmasına yol vermiyor. Doğru; belki devlet içerisinde de birileri değişim olmasını istemiş olabilir ama burada devletin o kadar gücünün kullanılması bir plan ve projenin sonucudur. AKP-MHP-Ergenekon’un öncülüğündeki bu cumhuriyet sistemi bir sosyoloji yaratmıştır. Bu sosyoloji Sünni ve ırkçı bir sosyolojidir. Türk-İslam sentezine dayalı dinci-ırkçı eğilimi yoğurmuşlardır. Esas önemli nokta burasıdır. Böyle olmasaydı Erdoğan’ın bundan 21 yıl önce verdiği sözler vardı. “Adalet getireceğim, yasakları kaldıracağım, fakirliği yok edeceğim” diyordu. Hani bunları yaptı mı? Tersine açlığı getirdi. Ancak buna rağmen tercih edildi. Niye? Çünkü yalana dayalı bir propaganda ile çalıştılar.
Erdoğan bir yandan resmi propaganda yürüttü ama çoğunlukla sanki bizimle seçimdeymiş gibi bizi gündemleştirdi; ırkçı-milliyetçi duyguları şahlandırmak istedi. Bu temelde propaganda yaptı. Ve bir de “inanıyorum ki halkımız değerlerine bağlı olmayan birisini cumhurbaşkanı yapmaz” gibi şeyleri hep imalı bir biçimde söyledi. Bir yandan böyle çalıştılar. Farklı bir kulvarda ise esas darbeyi vuran çalışmayı örgütlediler. Tarikat ve cemaat yoluyla en yoğun çalışmayı yürüttüler. Bunlar ne yaptılar? Türkiye’nin her yanına fiskosla ‘devlet ve din elden gidiyor; aç kalalım ama dinimiz elden gitmesin’ dediler. Bu biçimde kitleler oylarını Erdoğan’a yönlerdi ve Kılıçdaroğlu’na oy vermedi.
Kılıçdaroğlu göründüğü kadarıyla dürüst bir insan. Yıllarca devlete hizmet etmiş birisi. Ömrünü buna vermiş. Hiç rüşvet, yani haram yememiş. Bir çalışma yürüttü. Aslında diyalogları ile birçok kesimi bir araya da getirmeyi başardı. Bu konuda kişiliği hakkında denilecek bir şey yok. Ama kimliği reddedilmiştir. Bu bir gerçektir.
Bakın; belki gençler bilmez ama yetişkinler bilir. Eskiden Adalet Partisi’nde Kamuran İnan isimli birisi vardı. Sürekli Demirel’le olan, Adalet Partisi’nin önde gelen isimlerinden birisiydi. Bitlisli, tanınan bir aileden gelen bir kişiydi. Devletle birlikte olan bir çevreydi. Kürt’tüler ama “biz Kürt’üz” demiyorlardı. Aslında Kılıçdaroğlu da “Aleviyim” dedi ama Kürt olduğunu söylemedi. Ancak herkes Dersimli bir Kürt olduğunu biliyordu. Kamuran İnan, 7-8 dil bilen birisiydi. İhtisası diplomasi üzerineydi. Demirel hükümetleri her kurulduğunda o da bakanlar kurulunda yer alırdı. Ama beklentisi olan dış işleri bakanlığı değil de enerji bakanı, vb. farklı bakanlıklara veriliyordu. Özcesi Süleyman Demirel zamanında ne kadar hükümet kurulmuşsa o hep bakandı ama hiçbir zaman dış işleri bakanı olmadı. Onun beklentisi ise dış işleri bakanı olma yönündeydi. Çünkü uzmanlığı o alandaydı. Sonuç itibarıyla ölmeden önce Kamuran İnan şöyle söyledi: “Türkiye anayasasında yazılmamış bir yasa vardır. O da bir Kürt’ün dış işleri bakanı olamayacağı yasasıdır. Nokta!”
Eğer bir Kürt dış işleri bakanı olamıyorsa, o zaman bir Kürt cumhurbaşkanı da olamaz. Bu böyledir. Evet, belki ABD’de Obama gibi melez-siyahi birisi başkan oldu ve bu bir gelişmeydi. Eğer ki Türkiye’de Kılıçdaroğlu seçilseydi, bu Türkiye’de devrim niteliğinde bir gelişme olurdu. Fakat Türkiye’de bir proje olarak oluşturulan sosyoloji yol vermediği için kaybetmiştir. Kaybetmesinin esas nedeni budur.
Şimdi birçok kişi tartışıyor ve etrafında dolanıyor ama kimse gerçekliği söylemiyor. Doğrudur; belki “terör” adı altında Kürt karşıtlığı çok öne verildi ve sanki Erdoğan’ın bu temeldeki propagandaları sonuç aldı gibi görünüyor veya öyle gösteriliyor ama perde arkasındaki gerçek böyle değildir. Sonuç alan kimlik ve mezhep sorunudur. O diğerleri resmi görünen şeylerdi ama tarikat ve cemaatler yoluyla sokaklarda, köylerde ve her yerde kaynatılarak sunulan esas şey, bu konuydu. Yani bu temelde muhalefet karşısında üstün gelmişlerdir.
Partimiz bir seçim partisi değildir
Diğer yandan farklı eksiklikler de vardı, onların hepsine burada değinmeme gerek yok. Mesela ikinci turda muhalefet AKP’nin propagandalarına bakarak söylemlerini değiştirdi. Baktılar ki AKP sanki milliyetçilik ve ırkçılık üzerinden sonuç alacak, onlar da AKP’nin dilini kullanmaya başladılar. Yani onlar da bizlere, Kürtlere karşı konuştular ve bu biçimde AKP’nin tuzağına, yani onların propagandasının yörüngesine girerek yenildiler. Eğer kendi söylemlerinde daha kararlı ve daha inandırıcı olsalardı sonuç bu şekilde olmayabilirdi. Bakın; AKP söyleminde hep ısrar etti. Yalan söylüyor; yalan söylediği açığa çıkıyor ama o yine de aynı söyleminde ısrar ediyor. Mesela bizzat benim görüntülerimin kullanıldığı o montaj video vardı. Orada kullanılan görüntüyü ben 2 yıl önce bir tören vesilesiyle çekmiştim. Onların sahtekarlık yaparak bu videoyu öyle kullandıkları açığa çıkmasına rağmen, Erdoğan’ın bir biçimde bunu itiraf etmesine rağmen, yine de o görüntülere ve sözlerine sonuna kadar sahip çıktılar. Ancak CHP öyle yapmadı, söylem değiştirdi. Halbuki böyle yapacağına, çözüm, demokrasi, barış, ekonomi vb. politikasında ısrar etseydi ikinci turda daha fazla oy alabilirlerdi. Kısacası böylesi yanlışlar da yaptılar. Belirttiğim gibi daha farklı yanlışları da vardı ama esas olanlar onlar değildi. Esas olan kimlikti ve sistemin yarattığı sosyolojiydi; onlar yol vermedi, reddettiler. Bu nedenle artık görev almaması gereken bir kişiye oy tahvil edildi ve Kılıçdaroğlu’nun önüne geçildi. Seçimin en önemli ve esas sonuçlarından birisi budur.
Bizim partimiz bir seçim partisi değildir. Bu bizim için o kadar temel bir sorun değildir ama tabii ki bugün Türkiye’de yaratılan sosyolojiyi doğru okumak gerekiyor. Zaten CHP’lilerin ve hatta kimi Kürtlerin bir sorunu da buydu. Çünkü bu konuda Kürtlerin de kimi yanlış yaklaşımları vardı. Mesela, eğer farklı bir CHP’li aday olsaydı kazanması mümkün olabilirdi. Aday belirleme ve netleştirmede eksiklik vardı; yaratılan sosyolojiyi görmeleri ve doğru okumaları halinde daha uygun bir belirleme ile faşizme karşı kazanabilirlerdi.
Bizler açısından değerlendirdiğimizde ise, halkımızın, davasıyla birlikte olduğunu, özgürlüğün peşinde olduğunu, demokrasi yanlısı olduğunu ve hareketinin arkasında olduğunu, ortaya koyduğu tutumdan anlıyoruz. Bu bize güç veriyor. Bu biçimde güç alıyoruz ve bundan sonra da daha yüksek ve güçlü bir düzeyde mücadeleyi yürüteceğiz. Tüm taraftarlarımızın, halkımızın, yurtseverlerin ve dost Türkiyeli devrimcilerin bu temelde hareket etmesi gerekmektedir. Ortaya çıkan bu sonuçtan güçlenme çıkarmalıyız. Çünkü güçlenmenin temeli atılmıştır ve bu sonucu mutlaka güce dönüştürmeliyiz.
Bunda sonra da kazanacağız
Son olarak belirtmek istediğiniz bir şey var mı?
Yeni dönemde özgürlük ve demokrasi ile halkımızın doğal hakları mücadelesi çok daha gürleşecektir. Kuşkusuz bizler her türden saldırıya karşı hazır olmalıyız, ki zaten kendimizi hazırlamış durumdayız. Ancak şunu söylemeliyim: Bizim açımızdan esas sorun, Kürt sorununun çözümü sorunudur. Bu sorunun çözümü için de demokrasi gereklidir. Kürt sorununun muhatabı partiler değil, devlettir. Yani muhatabımız Türk devletidir. Bunun için sistem içerisindeki partilere düşmanlık ya da dostluk yapma gibi bir sorunumuz yoktur. Çünkü muhataplarımız bellidir. Mesela iktidar değişmiş olsaydı da önümüzde aynı şey olacaktı. Çünkü bu bir devlet siyasetidir.
Bunun için biz çok büyük bir fark görmüyoruz ve mücadelemiz çok daha güçlü devam edecektir.
Biz her şeyden önce saldırılara karşı hazırız. Yani savaşa hazırız. Kısaca bunu belirtmeliyim. Kürt sorununu, tam yüz yıl boyunca katliamla, soykırımla, yok saymayla ortadan kaldırmak istediler. Yine AKP-MHP-Ergenekon, özellikle son 8 yılda yeni bir konseptle ve topyekun saldırılarla buna devam etti ancak başaramadı. İşte her yerde varız ve mevzilerimiz savunma altındadır. Buna rağmen eğer katliamlarla, soykırımla sonuca gitmek isterlerse biz savaşmaya hazırız. Halkımız da hazır olmalıdır. Halkımız, tutumuyla kimlik hakları ve davası için her şeye hazır olduğunu gösteriyor. Halkımız fedakar bir halktır ve bu konuda gereken her şeyi yapacaktır, gerekli fedakarlığı gösterecektir. Biz bir gerçekliği temsil ediyoruz. Kurdistan Türkiye’de bir gerçekliktir. Kürt halkı bir gerçekliktir. PKK ve gerillanın varlığı bir gerçekliktir. Gözardı edemezler ve ortadan kaldıramazlar. Onlar Önder Apo, gerilla ve Kürt-Kurdistan gerçekliğini yok sayamazlar. 40 yıldır bizi yok etmek istiyorlar. Her yıl, ‘bu yıl bitireceğiz, başaracağız’ diyorlar ancak bir şey değişmiyor. Eğer aklıselim hakim gelir de bir değişim olursa Önder Apo İmralı’dadır. Bundan 27 ay önce kendisiyle görüşme oldu ve önceki bir görüşmesinde bu sorunu bir haftada çözebileceğini belirtti. Yani çözüm istiyorlarsa Önder Apo oradadır. Ama Kürt gençlerini öldürerek sonuca gitmek istiyorlarsa biz buna geçit vermeyeceğiz ve onları yeneceğiz. Direnişin yarattığı temel gelişen taktik derinlik ve yakalanan doğru tarz kazanacağımızın açık göstergesidir. Buna sonuna kadar inanıyoruz; halkımız ve dostlarımız da inanmalıdır. Şimdiye kadar nasıl düşmanı durdurduysak bundan sonra da kazanacağız.
Bu çerçevede öncelikle Kürt gençlerini ve kadınlarını örgütsel çalışmaları güçlendirmeye çağırıyorum. Yine genç erkekleri ve genç kadınları hem topluma öncülük yapmaya, çalışmaları güçlendirmeye hem de yönlerini gerillaya çevirmeye çağırıyorum. Onları bekliyoruz. Onlar da bu önemli dönemde en üst düzeyde rollerini oynamalılar. Biz Kürt gençlerinin buna layık olduğuna inanıyoruz. İşte düşman onlardan korkuyor; bakın Gever’de, Suruç’ta her yerde onlara saldırıyorlar, tutukluyorlar. Çünkü onlardan korkuyorlar. Fakat artık kimse bu gençleri de durduramaz. Biz bu gerçeğe de sonuna kadar inanıyoruz. Başarı bizim olacaktır; başarı demokrasi güçlerinin olacaktır; başarı Kurdistan halklarının olacaktır.