BEHDÎNAN- Denge Gel radyosuna konuşan Murat Karayılan, Önder APO’ya yönelik 9 Ekim Uluslararası Komplosu, Önder APO’nun özgürlüğü için sürdürülen hamle, gerilla direnişi, Ortadoğu’daki çatışmalı durum ve Türkiye ve Kürdistan’daki son siyasal gelişmelere ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Önder APO’ya yönelik yürütülen tecrit hakkında konuşan Karayılan, “Önder Apo sıradan bir kişi değildir. Yeryüzündeki tüm sorunlar karşısında çözüm perspektifine sahiptir” diyerek bu biçimde rol ve misyon sahibi olan bir kişiye karşı daha fazla karşıtlık yapılmaması ve özgür bırakılması gerektiğini belirtti. Karayılan bu çerçevede dünya çapında, demokrasi ve insan hakları yanlısı tüm kesimler, yine sol-sosyalist çevreler, barış yanlıları, kadın özgürlüğü ve ekolojik bir dünya yanlısı herkesin Önder APO’nun fiziki özgürlüğü için çaba göstermesi ve harekete geçmesi için çağrıda bulundu.
“Önder Apo bir kişi değil, bir kimliktir. Önder Apo’nun özgürlüğü toplumun özgürlüğüdür” diyen Karayılan “Kürt halkının özgürlüğü, bölge halklarının özgürlüğüdür. Türk, Arap, Fars, Asuri-Süryani ve diğer bölge halklarının geleceği de buradadır. Bunun için Önder Apo, “benim için değil, kendiniz için mücadele edin” demektedir. Yani herkes kendisi için Önder Apo’ya sahip çıkmalı. Önder Apo’ya sahip çıkmak, aynı zamanda kendi davana sahip çıkmak demektir. Bunun için Uluslararası Komplo’nun 27’nci yılında, yine bu kampanyanın yeni bir aşamasını temsil eden ikinci yıl mücadelesinde herkes kampanyaya daha aktif katılmalıdır. Demokrasi, eşitlik, özgürlük sorunlarının ve günümüzde Türkiye’de var olan açlık-ekonomik sorunların çözümü için buna ihtiyaç vardır. Bunun için herkes bu kampanyaya katılmalı” şeklinde konuştu.
PKK Yürütme Komitesi üyesi Karayılan’ın Denge Gel Radyosuna verdiği röportaj şu şekilde:
Önder Apo’ya karşı yapılan Uluslararası Komplo’nun 26. yıldönümüne giriyoruz. Bu komplonun amacı ya da Önder Apo’nun hedef alınmasının amacı neydi?
Sorunuzu yanıtlamadan önce; bu son dönemde önemli ve değerli şahadetlerimiz yaşandı. Alan Malazgirt, Berwar Dersim, Dr. Sarya, Orhan Cihat Bingöl, Rosîda Mêrdîn, Serhat Patnos, Yılmaz Dersim, Xebat Cudi, Zamani Amanos, Hebûn Piro, Botan Hosyan ve en son Mardin’de Zerdeşt Suruç, Rêbaz Bagok arkadaşlar; yine Gülistan Tara ve Hêro Bahadîn düşman saldırıları sonucunda şehit düştüler. Bu dönemin tüm kahraman şehitleriniz saygı ve sevgiyle anıyor, onlara verdiğimiz sözü bir kez daha yineliyorum. Onların intikamlarını alacağız.
Kuşkusuz bu dönemde mücadelemiz içerisinde şehit düşmüş farklı arkadaşlarımız da vardır. Bu saydığım şehitlerin şahsında tüm şehitleri anıyoruz. Bu arkadaşların çoğunu çok yakından tanıyoruz. Rosîda ve Gülistan arkadaşlarla yıllarca birlikte çalıştık; çok emekleri oldu. Görevimiz tüm bu arkadaşları doğru temsil etmek ve onların anılarına doğru bir biçimde sahip çıkmaktır.
Yine Ekim ayı, mücadelemizde önemli bir aydır. Bu ayda birçok direniş yaşanmıştır. Kobanê direnişi bu ayda en kritik halini almıştı. Hakeza Kuzey’de Kobanê’ye destek serhildanları bu ayda gelişti. Yine şehirlerde gelişen öz yönetim direnişleri bu ayda gürleşti. Ekim ayının bu kutsal direnişlerinde sonsuzluğa uğurladığımız tüm şehitlerimizi Bêrîtan (Gülnaz Karataş) yoldaş şahsında anıyor, kahraman şehitlerimize verdiğimiz sözü, Ekim şehitleri şahsında bir kez daha yineliyorum.
Sorunuza gelecek olursam; 9 Ekim 1998’de başlayan komplo, uluslararası güçler tarafından örgütlenmişti. Bu komployu şiddetle kınıyorum. Komplo, Önder Apo şahsında halkımızın geleceğine dönük bir saldırıydı. Vicdansız ve haince bir saldırıydı. Özgürlük Mücadelesini yok etmek için ve Kürdistan’da soykırım siyasetini hakim kılmak amacıyla devreye konulmuştu. Buna karşı ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ sloganıyla bedenlerini ateşten topa çevirerek direnişi geliştiren kahramanlarımızın hepsini anıyorum. Onlar komploya karşı mücadeledeki öncülerimizdir. Onlar bu hain, zalim ve haksız komploya karşı nasıl durulacağını gösterdiler. O kahramanlar, şahadetleriyle komploya karşı direnişin nasıl olması gerektiğini bizlere gösterdiler.
Komplo karşısında en çok Önder Apo mücadele yürütmüş ve direnişi geliştirmiştir. Düşman komployla, Önder Apo’nun ve hareketimizin çizgisini kökten yok etmek istiyordu. Onun için Önder Apo’yu İmralı’da tek kişilik bir hücreye koydular ve yıllarca yalnız bıraktılar. Önder Apo’nun düşünce üretmesinin, yaratıcı fikirler geliştirmesinin önüne geçmek, onu düşünemez kılmak istediler. Bu biçimde adeta sağken öldürmeyi amaçladılar. Hareketimize dönük de bazı hainler üzerinden çeşitli planlar yapmışlar, onların eliyle hareketimizi parçalamak ve tasfiye etmeyi amaçlamışlardı.
ÖNDER APO TÜM EZİLENLERE UMUT OLDU
Buna karşı Önder Apo, kimsenin beklemediği bir biçimde, dahiyane bir yaklaşımla İmralı karanlığını aydınlatmış ve sonrasında ışığını tüm dünyaya yaymıştır. Önder Apo İmralı’da içine girdiği yoğunlaşma, orada gösterdiği duruş ve yürüttüğü mücadele, yine geliştirdiği yaratıcılık, derinlik ve yoğunlaşma ile yeni bir paradigmayı yaratmıştır. Reel Sosyalizmin yıkıldığı, adeta herkesin yolunu şaşırdığı, yaşanan tıkanıklığa karşı arayışların olduğu bir zamanda, Önder Apo dönemin ihtiyaçlarına yanıt olmuştur. Kapitalist moderniteye karşı insanın çaresiz olmadığını göstermiş ve çözüm yolu olarak Kadın Özgürlüğüne Dayalı Demokratik Ekolojik Toplum Paradigması’nı ortaya koymuştur. Bu biçimde düşmanın yaymak istediği karanlığı aydınlığa çevirmiş, tüm Kürdistan halklarına ve ezilen-sömürülen dünya halklarına umut olmuştur.
Önder Apo İmralı Zindanı’na girdiği zaman Kürt halkının önderi olarak görülmekteydi. Her ne kadar Önderliğimizin ideolojik perspektifi çok daha geniş olsa da, Kürt Halk Önderi olarak tanınıyordu. Fakat günümüzde, Önder Apo kendisi yürüttüğü mücadele ile artık Kürdistan sınırlarını aşmış, sadece Kürdistan halkının değil, Arapların, Asuri-Süryanilerin ve tüm bölge halklarının çok büyük sempati beslediği, küresel çapta ezilenlerin teveccüh gösterdiği bir Demokratik Modernite Önderi olmuştur. Esas olarak Önder Apo’nun bu duruşu ve mücadelesi ile komplo sonuçsuz bırakılmıştır. Kuşkusuz bunun yanı sıra, 26 yıldır Önder Apo’nun çizgisinde kararlıca mücadele yürüten fedailerin, yine cefakar halkımızın; sokaklarda, dağ başlarında, yurt içinde, yurt dışında direnen insanlarımızın ve bu mücadelemizde bizlere destek olan dostlarımızın da emekleri vardır. Yani Önder Apo’nun duruşu etrafında tüm bu saydığımız kesimler de bir halka oluşturmuş ve bu biçimde komplo sonuçsuz bırakılarak boşa çıkarılmıştır. Kuşkusuz komplo devam etmektedir. Evet, sonuçsuz bırakılmıştır; hareketimiz büyümüştür; Önder Apo çok daha güçlenmiştir; fikirleri tüm dünyaya yayılmıştır fakat komplo halen devam etmektedir. İmralı sistemi var olduğu ve Önder Apo fiziki olarak özgür olmadığı müddetçe, komplonun sonu gelmemiş ve devam ediyor, demektir. Dolayısıyla Komployu tamamen yenmek için, 27’nci yılda da Komplo çizgisine karşı mücadeleyi çok daha fazla yükseltmek gerekmektedir.
Şimdi gecikmeli de olsa, 26 yılın ardından Komplo sürecine dair en çok bilgi sahibi olan kişilerden biri olan dönemin İtalya Başbakanı Sayın Massimo D’Alema bazı şeyleri açıkladı. Kendisi, komplonun geliştiği zaman da bir duruş sahibiydi ve Önderlik için bazı çabaları olmuştu. Aslında belirttiği şeyler tarafımızca bilinen şeylerdir ama ilk defa bizzat konuyla uğraşan, komplo sürecinin nasıl geliştiğini bilen, Başbakan düzeyindeki birisi tarafından kamuoyuna deklare edilmiş oldu. D’Alema açık bir biçimde, dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’un kendisini aradığını ve “Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim edeceksin” dediğini; ancak kendisinin bunu yapmadığını, bunun kolay olmadığını ve bu yaklaşımı kabul etmediğini açıkladı. Belirttiğim gibi bizler bunu zaten biliyorduk ama bu biçimde resmi olarak da gündeme girmiş olması önemlidir.
KOMPLOYU DESTEKLEYEN GÜÇLER SUÇLU VE ÖZÜR DİLEMELERİ GEREKİYOR
Uluslararası Komplo halkımızın iradesine karşı gelişmiş bir saldırıdır. Başta ABD, İsrail, İngiltere, ve dayanak olan Rusya ve Yunanistan olmak üzere toplam 34 devletin bu komplodan haberi vardır ve bu devletlerin her birisi bir biçimde komploya katılımı ve desteği olmuştur. Halkımızın geleceğine karşı gelişen bu komplo saldırısı yalnızca hukuk dışı bir komplo değil, aynı zamanda ahlak dışı bir komplodur. Bakın; 26 yıldır halkımız bunu kabul etmemiştir ve her gün sokaklardadır. Daha 2011 yılında halkımız ‘Öcalan Siyasi İrademdir’ vurgusu temelinde bir imza kampanyası başlatmış, bu kampanya çerçevesinde 10 milyon Kürdistanlı irade beyanında bulunmuştur. Bu imzaların hepsi Bruksel’de noter tarafından tasdiklenmiştir. Bu belgeler ilgili kurumların arşivlerinde halen mevcuttur. Tabi o zamandan bu yana Önder Apo’nun taraftarları çok daha fazla artmıştır. Kısacası böyle bir önderi ahlak ve insanlık dışı yöntemlerle kaçırdılar ve Türkiye’ye teslim ettiler. Bunu yapan devletler halkımıza karşı bu yaptıklarının bir suç olduğunu ve özür dilemeleri gerektiğini bilmeliler. Ve komplonun sürdürülmesinden vazgeçmelidirler. Bu Kürt halkına karşı işlenmiş bir suçtur ve bunu yapmamalıdırlar. Komplonun Kürt halkının geleceğine karşı bir suç olduğu artık ispatlanmıştır. Milyonların imzalarıyla, yürüyüşleriyle ve haykırışlarıyla kanıtlanmıştır bu. Bunun için ilgili devletler bu konudaki gerçeği görmeli ve adım atmalıdırlar. Halkımız onlardan özür beklemektedir.
Önder Apo sıradan bir kişi değildir. Yeryüzündeki tüm sorunlar karşısında çözüm perspektifine sahiptir. İnsanlığın başına gelen tüm belalara bir yanıttır. Örneğin; Daîş bir bela olarak ortaya çıktığı ve tüm insanlığa musallat olduğunda, bu güruhun tasfiye edilmesinde birinci derecede rol oynayan Önder Apo olmuştur. Yani hem yaptığı çağrılarla ve olağanüstü hal ilan etmesiyle, hem de geliştirdiği ideolojiyle bunu sağlamıştır. O ideoloji temelinde Daîş’e karşı fedaice savaş yürütülmüştür. O ideolojik duruş olmasaydı Şengal’e bu biçimde müdahale edilemezdi; tarihi Kobanê direnişinin geliştirilmesi mümkün olamazdı. Bu biçimde rol ve misyon sahibi olan bir kişiye karşı daha fazla karşıtlık yapılmamalı ve özgür bırakılmalı. Onun için dünya çapında, demokrasi ve insan hakları yanlısı tüm kesimler, yine sol-sosyalist çevreler, barış yanlıları, kadın özgürlüğü ve ekolojik bir dünya yanlısı herkes Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için çaba göstermeli ve kampanyaya katılmalıdır. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, kendisiyle birlikte birçok gelişmeyi de getirecektir.
ÖNDER APO BİR KİMLİKTİR
Komplo’ya karşı bir mücadele de var. Genelde Ülke’de ve Avrupa’da gösteriler oluyor, yine Amed’de 13 Ekim’de kitlesel bir gösteri olacak. Bu konuda ne belirtebilirsiniz?
Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü amaçlayan Komplo’ya karşı mücadelede, hareketimizin, yoldaşlarımızın, halkımızın ve dostlarımızın bir emeği vardır ve 26 yıldır çok onurlu bir direniş gösterilmiştir. Bu bir gerçektir. Fakat Önder Apo’nun emek, mücadele ve direnişi karşısında, bu direniş çok yetersiz kalmaktadır. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü mücadelesini çok daha yükseltmemiz gerekmektedir. Mevcut olan düzey yetersizdir. Bunun en büyük göstergesi, 44 aydır hiç kimsenin Önder Apo’dan hiçbir haber alamamasıdır. Şayet biz dışarıdakiler güçlü bir mücadele yürütseydik, bu tür şeyleri öyle istedikleri gibi yürütemezlerdi. Bu noktada hareket ve halk olarak bizler kendi eksikliğimizi görmeliyiz.
Geçen yıl 10 Ekim’de 74 ayrı merkezde halkımızın dostları tarafından kampanya tarzında çok değerli bir hamle başlatıldı. Bu, gerçekten çok değerli bir girişimdi. Bugün halen devam eden bu kampanya çok gelişti; birçok bilim insanı, siyasetçi ve düşünür, mektuplar gönderdiler, belli bir sahiplenme de gelişti; halkımız da bu kampanyaya katıldı ama yine de yetersiz kalmaktadır. Şimdi bu kampanyanın ikinci yılına giriyoruz ve bu yeni bir aşamayı ifade ediyor. İkinci yılında bu kampanyayı çok daha gürleştirmeliyiz. Gerçek anlamda yeni bir dönemin gelişebilmesi için tüm yurtseverlerin ve demokratların çok daha fazla fedakarlık göstermesi, mücadeleyi daha fazla yükseltmesi gerekiyor. Kampanyanın sonuç alması demek, Önder Apo’nun fiziki olarak özgürleşmesi demektir. Onun için bu konuda mücadeleyi çok daha fazla yükseltmeliyiz.
Önder Apo bir kişi değil, bir kimliktir. Önder Apo’nun özgürlüğü toplumun özgürlüğüdür. Kürt halkının özgürlüğü, bölge halklarının özgürlüğüdür. Türk, Arap, Fars, Asuri-Süryani ve diğer bölge halklarının geleceği de buradadır. Bunun için Önder Apo, “benim için değil, kendiniz için mücadele edin” demektedir. Yani herkes kendisi için Önder Apo’ya sahip çıkmalı. Önder Apo’ya sahip çıkmak, aynı zamanda kendi davana sahip çıkmak demektir. Bunun için Uluslararası Komplo’nun 27’nci yılında, yine bu kampanyanın yeni bir aşamasını temsil eden ikinci yıl mücadelesinde herkes kampanyaya daha aktif katılmalıdır. Demokrasi, eşitlik, özgürlük sorunlarının ve günümüzde Türkiye’de var olan açlık-ekonomik sorunların çözümü için buna ihtiyaç vardır. Bunun için herkes bu kampanyaya katılmalı.
Bugün biraz takip ettik; Kobanê’de, Reqqa’da, Tabka’da, Şengal’de, Halep’te bu kapsamda etkinlikler başlamıştı. Bu çıkışın yarın daha da gelişeceği açıktır. Yine hafta sonunda Avrupa’da da daha yükseleceğine inanıyorum. Ve belirttiğiniz gibi 13 Ekim günü Amed’de demokratik sivil toplum örgütleri tarafından özgürlük ve barış için kapsamlı bir miting yapılacak.
Ben her şeyden önce nerede yaşıyor olursa olsun tüm halkımızı, Komplonun bu yıldönümünü çok daha güçlü kınamaya, siyasi-toplumsal eylemlere çok daha güçlü katılmaya çağırıyorum. Bu kapsamda elbette Amed’de yapılacak miting de önemlidir. Anlaşılan demokratik çevrelerin geliştirdiği bu mitingle topluma ve dünyaya mesaj verilmek istenmektedir. Bu durumda Kürt halkı ve Türkiyeli dostları ile demokratlar Amed’de on binlerle değil yüz binlerle bir mitingi yapması anlamlı olacaktır. Bu tür etkinlikler hem tüm dünyaya mesaj vermek için, çok anlamlı ve değerlidir. Hem de kampanyanın ikinci yılına giriş açısından güçlü bir başlangıç olacaktır. Zaten bundan sonra bizler, ister ülkede olsun, isterse de yurtdışında, artık Önder Apo’ya çok daha kitlesel eylemlerle sahip çıkmalıyız. Bunu yaparsak fiziki özgürlük aşaması gelişebilir. Bunun için herkesin bu temelde hareket etmesine ihtiyaç vardır.
TARİHİ BİR DİRENİŞ YÜRÜTÜLÜYOR
Türk devleti 7 yıldır Başûrê Kurdistan’ı işgal etmek için Medya Savunma Alanları’na operasyonlar yapıyor. Bu 7 yılın sonucu nedir? Daha önce Türk devlet yetkilileri “kilit Kasım ayında tamamlanacak” diyorlardı. Kasım’a az bir süre kaldı fakat alanda yoğun bir savaş sürüyor. Bu konuda ne belirtebilirsiniz?
Öncelikle şunu belirteyim: Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü hamlesi aşamasında gerilla da rolünü oynayacaktır. Şimdi gösterdiği ve devam ettirdiği duruşa sahip çıkacaktır. Sizin de belirttiğiniz gibi, 7 yıl önce, yani 2017 yılında Güney’de KDP öncülüğünde referandum yapılmasından sonra Türk devleti Güney Kürdistan’ı işgal etme kararı aldı. Gerekçe olarak PKK’yi gösterdi ama Türk devleti çıkarları gereği ve Kürdistan’da kontrolü sağlamak için Güney Kürdistan’ın stratejik bölgelerini işgal etmeye ihtiyaç duymuştur. Evet, belki bir neden PKK olabilir ama onlar çok daha stratejik yaklaşıyorlar.
Şimdi biz buna karşı çıkıyoruz. Esasında tüm Güney güçlerinin de en azından destek olmasını umuyorduk. Fakat bu konuda durum açıktır. Yalnız kalsak da buralarda tarihi bir direnişi sergiliyoruz. Özellikle de son 4 yılda gerillanın direnişi yeni yol ve yöntemlerle gelişiyor. Bu anlamda yapılan taktik açılımlar söz konusudur. Uzman timlere dayalı arazi savaşı ve tünellerde gelişen direniş, yine gerilladaki uzmanlığın geliştirilmesi, Apocu fedai ruhun yükseltilmesi söz konusu. Yine belli oranda tekniğe dönük hakimiyet ve ilerleme de sağlanmıştır. Bu temelde çok tarihi bir direniş sürdürülmektedir.
Şimdi Türk devleti bize karşı tek başına savaşmıyor. Dünyanın dört bir yanından getirdiği çağın modern silahlarıyla bize karşı savaşıyor. Bununla yetinmiyor; bize karşı yasaklanmış silahları kullanıyor; kimyasal gazları kullanıyor. Yine NATO destek veriyor; KDP onunla birlikte hareket ediyor; Irak önünü açıyor, destek sunuyor. İşte şimdi El Nusra’yı da getirmişler; onlar da savaşa dahil olarak Türk devletine destek veriyor. Kuzey Kürdistan’daki korucuları da getirmişler ve onlar da buralarda birçok alanı tutarak sürece katılıyor. İşte tüm bunlara rağmen, kendisiyle çok övünen o Türk devleti şimdiye kadar istediği sonucu elde edememiştir. Doğru; bazı bölgeleri işgal etmişler ama her yerde direniş ve savaş vardır. Yani onlar bu saldırılarına Kilit adını koydular; bölgeyi kilitlediklerini ve Kasım ayında kilidin kapanacağını belirttiler. İşte Kasım ayı geldi; az bir zaman kaldı. Tersine onlar Zap’ta kilitlendiler. Şimdi o kilidi nasıl açacakları üzerinde duruyorlar. Yani bu 4 yıldır Türk devleti Zap Suyu üzerinde nasıl kontrol sağlayacağını bilemiyor. Bu bile başlı başına onların yenilgisidir. Zap Suyu’nun yanı başında, Girê Cudi’de Kürdistan Özgürlük Gerillası onların üslerini ateşe verirken YJA STAR’lı bir yoldaş, “Ankara’nın yüreğine ateş düştü” demişti. Gerçekten de Ankara’nın yüreğine ateş düşmüştür. Onun için tüm komuta kademelerini değiştirdiler. Esasında yenilmişlerdir. Bu durum, onların yenilgisini gösteriyor. Fakat bunu tarafsız kesimlerin de onaylaması gerekiyor. Biz onların yenildiğini söylüyoruz, onlar ise kendilerinin başarılı olduklarını belirtiyorlar. Arkasında o kadar destek, elinde bu kadar teknik olan bir ordu şimdiye kadar daha Zap’ta kontrolü sağlayamamıştır. Şimdi KDP’den yardım istiyor; Deralok çevresinde yol yaptırmak, o temelde gücümüzü kuşatmak, diğer yandan yine KDP’nin aktif bir biçimde yolları tutmasıyla Balinda hattı üzeri Barzan tarafını sıkı tutmak istiyor. Bu biçimde birçok yöntem geliştirmişler fakat şu ana kadar herhangi bir sonuç alabilmiş değiller.
Bizlerin şu anda yürütmekte olduğumuz savaş, yalnızca Güney Kürdistan’ın savunması savaşı değildir. Evet, Güney Kürdistan’da bu savaş yürütülüyor ancak bir tek bu anlamı taşımıyor. Bu savaş, tüm Kürdistan’ın savunma savaşıdır. Onun için biz bu savaşı kutsal bir direniş olarak görüyoruz. Şayet Türk devleti burada kazanırsa, tüm bölge halklarını himayesi altına almak isteyecektir. Onun için bu savaş bölge açısından da önemlidir. Biz burada AKP-MHP-Ergenekon-Kızıl Elma ittifakının Yeni Osmanlıcılık amaçları önünde engel oluşturuyoruz. Biz onların bu projesini şu anda Zap’ta tıkatmış durumdayız. Ve savaş bu biçimde devam etmektedir.
Türk devletinin bu saldırılarına karşı sadece Güney’de değil, Kuzey’de ve her yerde direniyoruz. Bugün Kuzey Kürdistan’da, dağ başlarında, zindanlarda, sokaklarda, her yerde Türk sömürgeciliğine ve soykırımcılığına karşı bir direniş vardır. Onun için de biz başta Güney halkı olmak üzere tüm Kürdistan halkı ve tüm bölge halklarından bizi desteklemelerini istiyoruz. Çünkü yürütülen bu haklı direniş, çok yerinde, kutsal ve önemli bir direniştir. Bu direniş olmasa Türk devleti bu şoven konseptiyle Kürt halkı ve bölge halkları açısından büyük bela oluşturacaktır ve biz bugün buna karşı duruyoruz.
KÜRTLERİN BÖLGEDE YER ALMAMASI İÇİN BİR İTTİFAK VAR
Son zamanlarda bölgede bir savaş var ve bu savaşın yayılma ihtimali de var. Bu önemli safhada Kürtlerin stratejisi nasıl olacak?
Doğru; bir savaş var ve bölge adeta kaynıyor ve bu durum daha da sürecek. Yani savaşın daha yayılması şüphesi de vardır. Kuşkusuz bu durum kendisiyle birlikte bazı değişimleri de gündeme getirecektir. Çünkü bu savaşı yürüten taraflar, bölgeyi yeniden dizayn etmek için bu savaşı yürütüyorlar. Bu durum, kendisiyle birlikte bazı imkanları yaratıyor ama bunun yanı sıra tehlikeli yanları da vardır. Böyle hassas bir dönemde Kürdistan halkının en çok ihtiyaç duyduğu şey ulusal birliktir. Siz ulusal stratejiyi sordunuz ama şu an ulus olarak bizlerin ortak bir stratejisi yoktur. Ama mutlaka ulusal bir strateji oluşturmamız gerekmektedir. Kürt halkı olarak bu topraklarda özgür, eşit ve bağımsız olarak yaşamak istiyorsak, mutlaka bu tarihi dönemde ortak bir stratejimizin olması gerekiyor. Ve şimdi düşmanlarımız en çok bu konu üzerinde duruyorlar. Yani sömürgeci devletlerin Kürtlerin birleşmemesi ve ortak bir stratejiye ulaşmaması için çok yoğun çabaları vardır. Çünkü eğer ulusal birlik sağlanmazsa ve herkesin bağlı olduğu ortak bir strateji ortaya çıkmazsa, nasıl ki Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında yapılan dizaynlarda Kürt halkı dışarıda bırakılmışsa ve hatta ezilmişse, Kürt halkının payına adeta soykırım düşmüşse, şimdi içinden geçtiğimiz Üçüncü Dünya Savaşı’nda da Kürtleri dışarıda bırakacaklar. Üçüncü Dünya Savaşı’nın karakteri önceki dünya savaşlarından farklılık arz etmektedir. Bu savaş iç içe geçmiştir ve zamana yayılmıştır; kendi içinde sürekli dizayn edilmektedir ve daha da devam edecektir. Yani bu dönemde Kürtler olarak bizler de bir yer sahibi olmak, bölgede bir irade olmak ve varlığımızı sürdürmek için her şeyden önce ulusal bir stratejiye sahip olmalıyız. Şimdi bölgede açıktan Kürtlere karşı en çok hareket eden güç, Türk devletidir. Türkiye’de şu an iktidarda olan hükümet sıradan bir iktidar değildir. Bu iktidar Türkiye sistemi içerisinde sağdan sola Kürt karşıtlığı ekseninde birleşmiş, Turancı bir iktidardır. İşte MHP, Ergenekon, Kızıl Elma ve AKP, Kürtlerin haklarına kavuşmaması için, Kürtlerin bölgede bir yeri olmaması için ittifak yapmışlardır. Onların stratejisi budur.
Şimdi bakıyoruz; kendisine Kürdistan’ın bir partisiyim diyen KDP de bu azılı Kürt düşmanlarıyla birlikte hareket ediyor, işbirliği yapıyor. Bu büyük bir felakettir. Bu sıradan bir şey değildir. Çok büyük bir yanlıştır. Bu, ulusal bir strateji yaratma çabasını mayınlamak demektir. Onun için bir an önce bu yanlışı terk etmeleri gerekiyor. Bunun için de halkımız tarafından ve yurtsever kesimler tarafından eleştirilmesi, onlara karşı tutum alınması gerekiyor. Yani bunu bırakmaları gerekiyor. Bu politika sadece bugüne zarar vermiyor. Hayır; KDP’nin bugün yürüttüğü bu siyaset, Kürt halkının geleceğine kalıcı, ciddi zararlar veriyor. Bunu bir yere not edin. Türk devletiyle işbirliği etmek, bir ayıyla aynı çuvala girmek gibi bir şeydir. Ayının onları ne zaman boğacağı belli değildir. Onun için bu çok önemli bir konudur. Biz bunu terk etmelerini istiyoruz. Çünkü Türk devleti yalnızca PKK karşıtı değildir; Türk devleti tüm Kürt kazanımlarının karşıtıdır. Şimdi bana çok ilginç gelen bir şey var: Türk devleti yer yapıyor, mevzilerini güçlendiriyor ve kalıcı olarak bölgeye yerleşecek biçimde hazırlık yapıyor. KDP ise özellikle bu faaliyetlerde onlara canla başla yardım ediyor; onlara her türlü destek oluyor, yol açıyor. Hatta mevzilerini güçlendirmeleri için destek veriyor; onların savunmasını alıyor; boş olan yerler varsa dolduruyor. Hayırdır; acaba bu ne içindir? Buna anlam verilemiyor ve anlaşılmıyor. Şayet bunlar buraya yerleşirse asla buradan çıkıp gitmezler. Türk devleti Güney Kürdistan’dan geri çekilmez. ‘Bana dönük tehlikeleri bertaraf etmek için geldim’ diyor. Tehlike dediği ne? Bir PKK bir de Kürdistan’ın statüsü. Bunu daha önce Tayyip Erdoğan da söylemedi mi! Onun için de buradan gitmez. Ve her zaman Kürtlerin ensesinde olacak; stratejik arazileri elinde tutacaktır. Bu açıkça gözler önündedir ama dediğim gibi bu işgalcilere sürekli yardım ediyorlar. Türk devletini buradan çıkarmanın tek yolu vardır. Oda gerillanın direnişidir. Bunun için halkımızın bu kutsal direnişe destek vermesi önemlidir. Gerillanın şu anki direnişi bunu başaracağını ortaya koymuştur.
BEHDÎNAN HALKINA GERİLLAYA DESTEK ÇAĞRISI
Tüm yurtsever partilere, sivil toplum kuruluşlarına, aydınlara, sanatçılara, bağımsız siyasetçilere çağırımızdır: Bu dönemde bizler ulusal birliğimizi sağlamalıyız. Buna gelmeyen de gelmesin; gelen ise mutlaka ulusal birliği başarmalıdır. Bu çaba stratejik bir çabadır ve mutlaka yapmalıyız. Yalnız artık taktiki ilişkileri ve taktik siyaset tarzı bırakılmalıdır. Kürtler olarak bizler de kendimiz için bir alan oluşturmalıyız. Onun için bir araya gelmeli, bir siyaset yaratmalı ve ulusal bir stratejiyi netleştirmeliyiz. Buna çok fazla ihtiyaç vardır. Çağrımız bunun içindir. Ve biz Türk sömürgeciliğine karşı Kürdistan’ın her yanında direnişteyiz. Güney Kürdistan’da da direnişi devam ettireceğiz. Bu açıdan başta değerli Behdînan halkına çağrımız vardır; her şey onların gözlerinin önünde oluyor; kim nasıl bu zalim düşmana karşı, bu modern silahlara karşı çelikten iradeyle savaşıyor, halkımız görüyor. Umuyoruz ki halkımız Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın kutsal direnişine destek olacaktır. Behdînan halkımız şahsında Güney Kürdistan halkımızı ve tüm Kürdistan halkımızı destek olmaya çağırıyoruz. Bugün yürüttüğümüz direniş tüm Kürtlerin geleceği içindir ve bunun için tüm yurtsever kesimlerden destek ve iş birliği talep ediyoruz. Tüm halkımıza ve yurtsever siyasetçilere çağrımız budur.
DİNCİ-MEZHEPÇİ POLİTİKALARLA SORUNLAR ÇÖZÜLEMEZ
İsrail ve Araplar arasındaki savaş giderek büyüyecek gibi görünüyor. Siz bu savaşa nasıl bakıyorsunuz?
Şöyle diyebiliriz: Bir kısım Araplar ve İsrail devleti arasındaki savaş. Çünkü esas hedef İran’dır. Bölgede tam bir yıldır yürütülen bir savaş vardır. Bu savaş, gerçekten de insanın yüreğini yakıyor. Yürütülen bu savaş, savaş yasalarına göre değildir. Baştan söyleyeyim; biz bu savaşa karşıyız. Bu savaş, bu yöntemle yürütüldüğü müddetçe hiçbir çözümü kendisiyle getirmeyecektir, sadece tarafların arasındaki düşmanlığı derinleştirecektir. Başta Filistin, Lübnan ve İsrail halkları bu savaştan zarar görüyorlar; bölge halkları zarar görüyor, acı çekiyorlar.
Aksa Tufanı adı verilen Hamas’ın geliştirdiği hamlenin yöntemi yanlıştı. Yine, İsrail’in Gazze ve Lübnan’a karşı saldırıların da yöntemi yanlıştır, doğru değildir. Bu yöntemle yürütülen savaşlarda savaşın içinde olmayanlar, yani siviller, çocuklar, kadınlar yaşamlarını yitiriyorlar ve bu insani açıdan çok acıdır, Söylediğim gibi, kendisiyle hiçbir çözümü de getirmiyor.
Ortadoğu bölgesi, insanlık uygarlığına ev sahipliği yapmış bir bölgedir. İnsanlık ilkin bu bölgede kendini tanımıştır, medeniyeti geliştirmiştir. Her üç semavi din buradan çıkmıştır. Kadim kültürü olan ve çok renkli halklar burada yaşamıştır. Birçok inanç, din ve ulus vardır. Bu yüzden, ulus-devlet ve dinci-mezhepçi zihniyet ve politikalarla bu bölgenin sorunları çözülemez, tersine daha fazla karşıtlıkları derinleştirilir. Önder Apo’nun paradigmasına göre bütün uluslar, bütün inançlar birbirini kabul etmelidir. Ulus ve dinlerde farklılıklar, bölgenin zenginliğidir. Kimse kimseye karşı soykırım uygulamamalı, kimse kimseye saldırmamalı. Bu halklar, bu bölgede binyıllardır beraber yaşamış. Bu yüzden, Önder Apo’nun geliştirdiği paradigma eşitlik ve özgürlük temelinde özgür bir yaşamı kurmaktır. Önder Apo’nun formülü, bölgedeki sorunun yegane çözümüdür. Bu yüzden, bu savaşa karşıyız ve acilen bu savaş durdurulmalı, çocukların, kadınların, sivillerin öldürülmesine son verilmeli. Bizim yaklaşımımız, düşüncemiz budur.
AKP SAHTEKAR BİR SİYASET YÜRÜTÜYOR
İlk önce Erdoğan’ın danışmanı, sonra Numan Kurtulmuş ve en son da Tayyip Erdoğan “Lübnan’dan sonra İsrail’in gözü Türkiye’dedir” dedi. Bunun doğruluk payı ve bu söylemin asıl amacı nedir?
AKP-MHP rejimi, sahtekar bir siyaset yürütüyor. Amaçları kanın ve savaşın durdurulması değil, savaşın daha da gelişmesidir. Bu yüzden tahrik ediyorlar. Onlar İsrail ve İran’ın savaşmasını ve kendileri de bundan faydalanmak istiyorlar. Tayyip Erdoğan’ın şimdi yürüttüğü siyaset böyledir. Yani kendini Filistin, Arap yanlısı gösteriyor ama öyle değildir. Onun Arap alemi üzerine hesapları vardır.
“İsrail’in gözü Türkiye’dedir” sözü tamamıyla yalandır ama maksatlıdır, yani amacı vardır. Bununla hem gündemi değiştirmek istiyor hem de amaçlarına ulaşmak istiyorlar.
AKP-MHP iktidarı iki temel konuda ciddi bir korkuyu yaşamaktadır:
Bunların birincisi; bölgede yürütülen sürecin öncülüğünü ABD-NATO yapıyor. Türkiye de “niye benim üzerimden yapılmıyor? Niye İsrail ve Araplar eliyle bölgenin sorunları ele alınıyor? Ben de varım, ben de NATO’nun bir üyesiyim” diyor. Tepkisi ve Netenyahu’ya karşı sivri dilli eleştirileri bu yüzdendir. Yani bölgeye dönük projelerin dışında bırakılmasından korkuyorlar.
İkinci korkuları ise Kürt korkusudur. Onlar ,“bu benim dışımda geliştiriliyor. Acaba yeni dizaynda Kürtlere yer verirler mi? Eğer yer verilirse, o zaman bu da tehlikelidir” diyor. Yani Kürtleri tehlike olarak görüyor. Esas olarak korkuları budur. Bu yüzden bir paniktedirler.
Bir de sürekli yeni gündemler oluşturmak istiyor. Şimdi de bu şartlardan faydalanmak ve Suriye ile İran’ı da Irak’la ve KDP ile yaptığı Kürt karşıtı ittifaka dahil etmek istiyor. Erdoğan, Kürt karşıtı bir ittifakın zeminini yaratarak, Kürtlerin bu ittifaktan istifade etmesinin önüne geçmek istiyor. Bu yüzden Başurê Kürdistan’da kendini kalıcılaştırmak istiyor; Rojava’nın bir kısmını işgal etmiş ve “işgal etmeye devam edeceğim” diyor. Türk devleti, “gelişebilecek bir Kürdistan bizim için bir engeldir, bizim küçülmemize neden olacak” diyor ve bütün korkularının temelinde bu vardır. Bu yüzden bu tür şeyleri söylüyor. Şimdi meclis kapalı bir oturum yapıyor ama bunun meclisle konuşulacağını sanmıyorum. Devlet olarak, dar düzeyde bu konuları tartışıyorlar. Esas korkuları budur. Yani bu yeni dönemde de, belli ki Kürt düşmanlığı üzerinden siyaset yürütmek istiyorlar.
AKP-MHP İKTİDARI SIKIŞMIŞ DURUMDA
Türkiye’de bir taraftan bir yumuşama var; en son Bahçeli elini DEM’lilere uzattı ve tokalaştı fakat öbür yandan açlık, yoksulluk var ve ekonomi giderek daha da ağırlaşıyor. Yani bu hükümet her sıkıştığında gündemi değiştirmek istiyor. Bu konuda neler belirtebilirsiniz?
Çok açıktır; AKP-MHP iktidarı sıkışmış durumdadır, çünkü planları başarılı olmadı. 10 yıl önce yola çıktıklarında esas planları, Kürt davasında başarılı olmak, PKK’yi yenmek, Güney Kürdistan’ı işgal etmek, Kuzey ve Doğu Suriye’de Özerk Yönetim’i tasfiye etmekti. Bu yüzden büyük masraflar yaptılar fakat başarılı olamadılar. Bu nedenle ekonomik sorunlar çoğaldı. Bugün Türkiye’de açlık vardır. Onların esas meselesi budur. Doğru, gündemi değiştirmek, kendileri için zemin yaratmak istediler. Dolayısıyla Dem Parti’ye verilen merhabaya o kadar anlam yüklememek, büyütmemek gerekiyor. Hatta bazı kişiler “acaba yeni bir süreç mi başlayacak?” diyorlar. Böyle bir şey yoktur. Kimse böyle hayaller kurmamalıdır. Onlar hala her gün Kürtleri öldürüyorlar ve yerleşiyorlar; bir savaş var, Önder Apo üzerinde tecrit var. Dolayısıyla öyle bir şey yoktur. Fakat Tayyip Erdoğan muhalefete ayar vermek, kendine göre dizayn etmek istiyor. Hatta elini onların içine kadar uzatarak oynamak istiyor; tereddüde koymak istiyor. Muhalefetin normalleşme türünden söylemleri ve bu minvaldeki bazı yaklaşımları da buna zemin sunuyor. Halbuki bu iktidar sıkışmış, kendini bu sıkışıklıktan kurtarmak istiyor; çabaları bu yöndedir, bunu böyle okumak gerekiyor. Bir diğer deyişle, muhalefetin bu oyunlara düşmemesi gerekiyor. Bu çok önemlidir, bu bir oyundur.
Bugün Türkiye’de, açlık vardır, maaş alan insanlar bile açtır. Daha önce biri devlette memur ya da işçi olsaydı, artık “o zengindir” deniliyordu. Şimdi devlette çalışan insanlar, ikinci bir iş bulmak zorundadırlar. Emeklilerin hepsi açtır. İnsanlar açlık sınırında maaş alıyorlar. Esas gündem budur.
Bu da neyin sonucunda oldu? 10 yıldır Türkiye’nin bütün gelirlerini savaşa harcadılar ve sonuç da alamadılar. Bakın, Mehmet Şimşek’i bir kurtarıcı olarak ekonominin başına getirdiler, Hazine Bakanı yaptılar. Bu kişi, dürüst yaklaşmıyor, dürüst konuşmuyor. Bu kişi, esas olarak Gercüşlü bir Kürt’tür fakat kökünden koparılmıştır. Belli ki, çocukluktan okullara yerleştirip okutmuşlar, böyle kökünden ve hakikatinden koparılmış, mankurtlaştırılmıştır. Mankurtlaşmak, insanın kendi hakikatinden çıkmasıdır. Hakikatinden kopan, hakikatini bilmeyen bir kişi hiçbir şeyi bilemez. Sokrates “kendini bil” diyor. Önder Apo da “kendini bilmek, bütün bilmelerin temelidir” diyor. Dolayısıyla kendi gerçekliğinden uzaklaştırılan Mehmet Şimşek gerçekçi yaklaşamaz. Şayet hakikatlere göre hareket etseydi, “bu savaş olduğu sürece, bu ekonomi düzelmez” derdi.
Bakın; 10-11 yıldan bu yana, AKP-MHP rejimi yaklaşık 100 bin paralı asker kiralamış. Şimdi nizami ordu harekette ve savaşta değildir, paralı ordu savaştadır. Şu an bu yüksek maaşlı 100 bin kişi savaşı yürütüyor. Bunun yanında JÖH-PÖH’ler de vardır. Bunlar da öyle yüksek maaş alıyorlar. Bunların hareketleri için yapılan masrafları da hesaplayın, daha öncesine göre ne kadar para fazladan harcanıyor? Bu masrafın boyutunun daha iyi anlaşılması için savaşın küçük bir bilançosunu da paylaşabilirim: Ocak ve Eylül ayları arasındaki 9 aylık süreçte Türk devleti sadece Medya Savunma Alanları’na 2541 kez savaş uçağı saldırısı yapmıştır. 777 kez ise helikopter saldırısı düzenlemiştir. Yani toplam 3318 hava saldırısı yapmıştır. Ağır silah yani tank, obüs, top, havan gibi silahlarla yapılan saldırıların sayısı ise 71 bin 27 kezdir. Kullanılan her mühimmatın bir maliyeti vardır; her bir uçağın ve helikopterin kaldırılmasının masrafı vardır. Sadece bir obüs mühimmatının maliyeti 5 bin dolar kadardır. Buralara getirdikleri her askerin nakil, barınma, yemek masrafları vardır. Tüm bunları bir araya getirince muazzam bir masraf ortaya çıkıyor.
Tabi bu savaş sadece Güney Kürdistan’da yaşanmıyor. Kuzey’de de hemen her gün operasyon var; bunların hepsi parayla oluyor. Rojava’da da savaş vardır. İdlib’ten Serêkaniyê’ye kadar her gün top atışları oluyor. Her gün Efrîn, Şehba’ya bombardımanlar oluyor. MİT’in ajan çalışmaları var; bunların hepsi parayla oluyor. Türk devleti, Türkiye’nin gelirlerinin hepsini savaş için harcıyor. Bu yüzden de, Türkiye zengin bir ülke olmasına rağmen şimdi Türkiye’de yaşayan insanlar açtır. Bu hakikati kimse söylemiyor. En büyük muhalefet partisi CHP de söylemiyor. Yani “Türkiye’de açlık gündemi var” diyor ama nedeni nedir, neden bu zengin ülkenin insanları açtır, buna değinmiyor. Bunlar savaşa yapılan masraflar yüzündendir ve savaşta da kazanamadılar. Önder Apo üzerindeki tecrit bu yüzden çok önemlidir. Şimdi halk bunun için mücadele ediyor. Bu tecrit kalkar ve Önder Apo özgürleşirse, bu masrafların hepsi ortadan kalkacaktır. İşte o zaman Türkiye ekonomisini düzeltebilecektir.
Mehmet Şimşek bazı konularda uzman olabilir fakat bu hakikati söylemiyor. Bunu bilmesine rağmen söylemiyor. O, bu savaş masrafları, kiralık askerler bitmeden Türkiye ekonomisinin düzelmeyeceğini biliyor. Ancak Türkiye halkları, işçiler-emekçiler, Kürt halkı bunu bilmelidir. Esas gündem budur ama AKP-MHP her zaman gündemi değiştiriyor, her defasında bir manevra yapıyor; üzerini kapatmaya çalışıyor. Hakikat budur. Yani savaştır, savaştan dolayı oluşan masrafların sonucunda da toplumun açlığıdır.
KORUCULARA OPERASYONLARA KATILMAYIN ÇAĞRISI
Daha önce korucu ve ajanlara yönelik bir çağrınız olmuştu. Bu çağrınızın ardından bazı korucular operasyonlara gitmeyi reddettiler. Şimdi durum nasıl, bu konuda bir şey belirtecek misiniz?
Türk devleti ve Kürdistan’ı işgal etmiş olan diğer devletler, bu dönemde Kürt toplumu içerisinde ajanlığı geliştirmek için çok uğraşıyorlar. Sorunuza cevap vermeden önce, kimi hususlara değinmek istiyorum: Özel savaş, ajanlaştırma, fuhuş ve uyuşturucu toplumda çok fazla geliştiriliyor. Bunun sonucunda, toplum içinde yozlaşma gelişmiş, toplum ahlakı dışında bir şey oluşmuş. Mesela basında bilgilerinde vardı; Türkiye’de bir ay içerisinde erkekler tarafından 42 kadın öldürülmüş, 20 kadının da ölümü şüphelidir, onlar da erkekler tarafından öldürülmüş olabilir. Bugün, Türkiye’de, bir kadın düşmanlığı gelişiyor, kadına dönük saldırı vardır; tehlike vardır, tecavüz vardır, öldürme vardır. Hakeza çocuklara dönük de saldırılar vardır. Küçük Narin neden öldürüldü? Narin özel savaş faaliyetlerinin bir köy üzerinde yarattığı sonuçlar yüzünden öldürüldü ve bugün katili bile netleştirilmiyor. Bu, özel savaş sisteminin bir ahlaki bozulmayı yaratığı ve toplumu uçuruma doğru sürüklediğini, tehlike oluşturduğunu, lümpenizmi geliştirdiğini gösteriyor. Onlarca kişinin olduğu sokağın ortasında kadınlara her türlü saldırının yapıldığı bir noktaya gelinmiş.
Bunların hepsinin nedeni, AKP-MHP rejiminin uygulamalarıdır. Ajanlaştırmayla, Kürt toplumunda değersizleşmeyi geliştirmek istiyorlar. Bir kişi gidip çevresini şikayet ederse, ajanlık yaparsa, onda hiçbir değer kalmıyor. Fuhuş yine o anlama geliyor. Kimsenin PKK’ye katılmaması için, toplum içinde uyuşturucu madde dağıtıyorlar, fuhuşu ve ajanlaştırmayı geliştiriyorlar. Şimdi bakıyorsun Türkiye toplumunda da bu bir düzeyde dağıtılmıştır. Biraz da geneldir. Ajanlık Kürdistan’da daha fazladır ama Türkiye’de de vardır. Bu, faşist sistemin tıkandığını gösteriyor. Özel savaş sistemini gösteriyor.
Korucular için; doğru, çağrı yaptık. Bazılarının itiraz ettiğini duyduk. Tanıyoruz, Kürt’türler; çoğunluğu Kürtlüğüne sahip çıkıyor. Zaten çağrımız onlar içindir. Yoksa o ajan ve kontra olup kendini rezil edenler için herhangi bir çağrımız yoktur. Ama gerçekten zorunlu olarak korucu olmuş kişiler için çağrımız tekrar vardır; bakın, Türk devleti sadece Kuzey Kürdistan değil, Güney Kürdistan ve Rojava’ya dönük de operasyonel saldırılarına devam etmek istiyor. Mesela şimdi nöbet tutmaları için 800 korucuyu Güney Kürdistan’a getirmiş. Bu, benim bildiğimdir; belki sayı daha fazla da olabilir. Bunun yanında özellikle Qaşura hattı taraflarına, Berwari Bala denilen yere El-Nusra çetelerini getirmişler. Suriye’deki çetelerden, El-Nusra çetelerinden, koruculardan herkesi getirip nöbete koyuyor ki, paralı askerlerini de Kürtlere karşı başka bir yerde saldırıya göndersin. Bu yüzden, korucular sadece kendi çevrelerinde, köylerinin etrafında nöbet tutsunlar ve oralarda hareket etsinler. Kimse buna bir şey demiyor. Fakat operasyonlara katılmamalıdırlar. Kuzey Kürdistan’daki operasyonlara katılmamalıdırlar. Kuzey Kürdistan dışındaki operasyonlara hiçbir biçimde katılmamalıdırlar. Yani her Kürt korucu bilmelidir ki, Kürtlerin kökünü kazımak ve soykırım siyasetini yürütmek için Güney Kürdistan ve Rojava’ya gidiliyor. Bu yüzden, kimse sınır içindeki ve dışındaki operasyonlara katılmamalıdır. Tabii ki tüm koruculara çağrımız, gerekirse silah bırakmaları yönündedir. O maaş gerekli değildir. Kendilerini bozmamalıdırlar. Kürt kızlarının, erkeklerinin kanı üzerinden gelen para onlara lazım değildir. O para zehir gibidir, kabul etmemelidirler ve hiçbir operasyona katılmamalıdırlar. Bütün koruculara çağrımız budur.