BEHDÎNAN- PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan, Önder Apo’ya yönelik Uluslararası Komplo’nun 26. yılını, Önder Apo’nun geliştirmek istediği çözüm sürecini, Kuzey ve Doğu Suriye ekseninde bölgedeki gelişmelere dair Stêrk TV’nin sorularını yanıtladı.
Karayılan 15 Şubat için, “Halkımız yıllardır bu günü güzel bir gün, özgürlük dolu bir güne çevirmek için mücadele yürütüyor. Onun için özellikle bu yıl, ister yurt içinde olsun ister yurt dışında, halkımız çok daha güçlü bir biçimde Uluslararası Komplo’yu protesto etkinliklerine katılmalı. Komplo’yu tamamıyla yenmek, onu ortadan kaldırmak ve özgürlük yolunu açmak için tüm halkımız bu önemli günde güçlü bir biçimde tepkisini ortaya koymalı. Önder Apo, bu günü yeni bir hamle gününe dönüştürmek istiyor. Yeni hamle, çözüm hamlesidir. Halkımız bu güne güçlü katılmalı ve Önder Apo’nun elini çok daha güçlendirmeli. Hem yurt içinde hem de yurt dışında bu 15 Şubat’ı direnişin zirvesi; Uluslararası Komplo’yu yenilgiye uğratmanın, halkların kardeşliği, özgürlük ve demokrasinin başlangıç günü yapmak için hiç kimse bu 15 Şubat’a sıradan yaklaşmamalı, herkes çok daha kitlesel bir biçimde katılım yapmalı” dedi.
Karayılan, “PKK silah bıraksın” tartışmalarına ise şu cevabı verdi: “Biz on binlerce silahlı gücü bulunan bir hareketiz. Ve bu güç öyle para için gelmiş, maaşı kesilince evine gidecek bir güç değil. Fedaidirler. Şayet bu ideolojiyi yaratan kişi; yani Önder Apo’nun kendisi devreye girmediği, bu arkadaşlarla konuşmadığı müddetçe, öyle sadece bir videolu çağrıyla bir şey olmaz. Arkadaşlarımız, bu hareketin fedaileri Önder Apo özgürleşmeyene kadar da silah bırakmaya ikna olmazlar. Önder Apo dışında bizden hiç kimse bu işi, yani silahları bırakmak için kongreyi toplamayı, tüm arkadaşları ikna etmeyi ve onların rızalarını almayı sağlayamaz. Bunun için öncelikle Önder Apo özgür olmalı.”
Karayılan, son birkaç yıldır hem taktik derinlik hem de teknik ilerleme kaydettiklerinden bahsederken, Özgürlük Hareketi’ne katılan “Kürdistan’ın en zeki gençlerinin” emekleri sonucu Türk devletinin kullandığı teknolojilerinin önemli bir kısmının “çöp” durumda olduğuna işaret etti ve ekledi: “Şu an bize karşı sadece bir tane modeli kullanabiliyorlar; diğerlerinin hiçbirisi devrede değildir. Onları da, bundan çok haberi olmayan devletlere satıyorlar. Zaten hepsi depolarda duruyor. Şimdi o çalıştırdıkları modele dönük de çabalarımız vardır ve kısa zaman içerisinde ona dönük de bir çözüm bulacağız ve o insanları havadan imha ederek katliamlar yapan keşif uçağı hikayesinin sonunu getireceğiz” dedi.
Barışa da savaşa da hazır olduklarını vurgulayan Karayılan, “Halkımız Önder Apo’yu izlemeli. Biz tecrübeli bir hareketiz. Öyle kolay kolay yaş tahtaya basmayız. Önce ayağımızı sağlam yere basacağız, sonra adım atacağız” dedi.
Stêrk TV’nin PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan ile yaptığı söyleşi şöyle:
Uluslararası Komplo’nun 26. yılına giriyoruz. Son gelişmeler 26. yılının farklı geçeceğini gösteriyor. Bu konuda neler söylersiniz?
Öncelikle 15 Şubat Uluslararası Komplosu’nu şiddetle kınıyorum. ‘Güneşimizi Karartamazsınız’ sloganıyla Önderliğimizin etrafında ateşten bir çember oluşturan tüm fedaileri Halit Oral ve Rojbîn Arap yoldaşlar şahsında anıyor, şehitlerimizin anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Onlar komploya karşı bedenlerini ateşten topa çevirdiler ve komploya karşı nasıl durulması ve nasıl mücadele edilmesi gerektiği konusunda yolumuzu aydınlattılar, yol gösterdiler. O fedailerin komploya karşı duruşları, komploya karşı mücadelenin çerçevesi oldu. 26 yıldır bu ruh ve yaklaşım temelinde Uluslararası Komplo’ya karşı bir mücadele vardır.
Kuşkusuz Uluslararası Komplo, bölgeyi yeniden dizayn etmek isteyen hegemonik güçler tarafından geliştirildi. Onlar Önder Apo’nun öncülüğünde temsil bulan özgür Kürt çizgisini kendilerinin önünde engel, çıkarları önünde tehlike olarak görüyorlardı. Bundan dolayı bu biçimde bir komployu yürüttüler; evrensel hukuku çiğnediler, kalleşçe, kanunsuz ve ahlaksız bir yöntemle Önder Apo’yu kaçırdılar ve Türk devletine teslim ettiler. Yapılan araştırmalara göre bu komplo, ABD’nin öncülüğünde 34 devletin katılımıyla gerçekleşmiştir. Tabii kimileri aktif katılmış, kimileri desteklemiş, kimileri yol vermiş, kimileri de bilgi sahibi olmuş. Şüphesiz komplonun amacı, Önder Apo çizgisini ve Özgürlük Hareketini yok etmekti. Zaten onlar kısa sürede hareketin tasfiye olacağını belirtiyorlardı.
Ancak öncelikle Önder Apo, bu 26 yıldır İmralı’da sadece direnmekle kalmadı, dahiyane ve yaratıcı duruş temelinde geliştirdiği yeni paradigma ile komploya büyük bir yanıt oldu. Yine kahraman şehitlerimizin emekleri, Kürdistan Özgürlük Gerillası’nın gösterdiği büyük fedakarlıklar, yine bütün Kürdistan halkı, bir bütün olarak 26 yıldır komploya karşı mücadele yürütüyorlar. Şimdiye kadar bu ülkenin birçok fedaisi komployu kınamak için bedenini ateşe verdi. Başta Viyan Soran yoldaş olmak üzere, komploya karşı mücadelede kendini feda eden tüm yoldaşları saygıyla anıyorum.
Özcesi Kürdistan halkının komploya karşı çok anlamlı bir biçimde ısrarla Önder Apo’nun etrafında kenetlenmesi temelinde Uluslararası Komplo boşa çıkarıldı. Evet, bugün komplonun sonuç aldığını belirtemeyiz; çünkü Önder Apo’nun çizgisi bugün her dönemdekinden daha güçlüdür. Çok daha yayılmış, çok daha büyümüştür. Bu da komplonun sonuç almadığını göstermektedir. Ancak komplo halen devam etmektedir. Yani tümden sona ermemiştir. Bu görev de şu anda bizlerin önündedir.
13-15 Şubat günleri, aynı zamanda Şêx Saîd Hareketi’nin çıkışının yüzüncü yıl dönümüdür. Bunun da değerlendirilmesi gerekmektedir. Zaten bu çıkış da bir provokasyona bir komploya maruz kaldı. Henüz hazırlıklarını tamamlamadan ve vaktinden önce başlamak zorunda kaldı. O zamandan bu yana yüz yıl geçmiş durumda. Kürt halkının özgürlük mücadelesi, komplolara ve her türden provokasyonlara karşı mücadele ile bugün bir düzeye gelmiş bulunmaktadır. Bu vesileyle Şêx Saîd efendi şahsında bu direnişte şehit düşen tüm insanlarımızı saygıyla anıyorum.
Kürt halkına karşı Ortadoğu’da büyük bir haksızlık yapılmıştır. Esas büyük komplo Lozan’da gerçekleştirilmiştir. Kürt halkı Ortadoğu bölgesinin en kadim, bir tarihi, gelenek ve kültürel zenginliklere sahip bir halk olmasına rağmen, oyalayıcı kimi sözlere rağmen bölgenin yeniden yapılanmasında Kürt halkına yer verilmemiş ve Lozan’da Kürdistan dört parçaya bölünmüş ve inkar edilmiştir. Bu biçimde bir komplo geliştirilmiştir ve o zamandan beri Kürt halkı komplolara, düşman saldırılarına ve yok etme ile inkar siyasetine karşı direnmektedir.
Bu direniş, geliştirilen bu inkarcı yaklaşımların haksız olduğunu ve Kürt halkına bir hakaret olduğunu ortaya koymuştur. Bu halkın bir gerçeği vardır; eğer tarihi-kültürel bir gerçeği olmasaydı şimdiye kadar bu derecedeki soykırım siyaseti sonuç alırdı. Ancak bu halkın bir temeli olduğu için bu soykırım siyasetleri de sonuç alamamıştır. Onun için de komplocu güçlerin, özellikle de bölgeye hakim olan ve sürekli bir biçimde bölge üzerine hesaplar yapan hegemonik güçlerin artık Kürt halkına dönük geliştirdikleri bu siyaseti terk etmeleri gerekiyor. Komplocu güçler, halkımızı tanımayan, inkar eden ve yok sayan siyaseti terk etmeli, Kürt halkından özür dilemeli ve Kürt halkının da diğer tüm halklar gibi özgür yaşamasının önünde engel olmamalıdırlar.
ÖNDER APO 15 ŞUBAT’I ÇÖZÜM HAMLESİNE DÖNÜŞTÜRMEK İSTİYOR
Kürt halkı Kürdistan ve Avrupa’da komployu kalabalık bir şekilde kınamaya ve Rêber Apo’nun özgürlüğünü istemeye hazırlanıyor. Bu eylemler hakkında neler belirtebilirsiniz?
15 Şubat gününü halkımız, bir ‘Kara Gün’ (Roja Reş) olarak tanımlıyor. Önder Apo da bir soykırım günü olarak yorumladı. Çünkü hem biraz önce de andığımız gibi, tarih içerisinde Şêx Saîdler zamanında hem de Önder Apo’nun zamanında soykırım saldırıları gelişti. Önder Apo bu yıl, şimdiye kadar verilen mücadelenin bir sonucu olarak bu kara günü, yeni bir çıkış günü, bir özgürlük atılımı günü yapmak istiyor. Yani kara günü, bir ak güne, içinde özgürlüğün olduğu güzel bir güne döndürmek istiyor. Önder Apo şu an böyle bir hazırlık yapıyor. 15 Şubat günü, bu çerçevede hazırladığı çağrıyı yapacağını düşünüyoruz. Bu çok önemli bir konu.
Halkımız yıllardır bu günü güzel bir gün, özgürlük dolu bir güne çevirmek için mücadele yürütüyor. Onun için özellikle bu yıl, ister yurt içinde olsun ister yurt dışında, halkımız çok daha güçlü bir biçimde Uluslararası Komplo’yu protesto etkinliklerine katılmalı. Komplo’yu tamamıyla yenmek, onu ortadan kaldırmak ve özgürlük yolunu açmak için tüm halkımız bu önemli günde güçlü bir biçimde tepkisini ortaya koymalı. Önder Apo, bu günü yeni bir hamle gününe dönüştürmek istiyor. Yeni hamle, çözüm hamlesidir. Halkımız bu güne güçlü katılmalı ve Önder Apo’nun elini çok daha güçlendirmeli. İşte Strasbourg’da büyük bir miting yapılacağı duyuruldu. Halkımız her yıl o soğuk havada toplanıyor ve protesto ediyor ama bu yıl çok daha kitlesel bir biçimde katılım olmalı. Hem yurt içinde hem de yurt dışında bu 15 Şubat’ı direnişin zirvesi; Uluslararası Komplo’yu yenilgiye uğratmanın, halkların kardeşliği, özgürlük ve demokrasinin başlangıç günü yapmak için herkes çok daha kitlesel bir biçimde katılım yapmalı. Hiç kimse bu 15 Şubat’a sıradan yaklaşmamalı.
BUGÜN KÜRTLERİN ELİ DAHA GÜÇLÜ
Hareketinizden sürece dair gelen açıklamalarda farklı seçeneklerin olduğundan bahsediliyor. Bu konuyu biraz açabilir misiniz?
Daha önce ben de yönetimdeki diğer arkadaşlarımız da belirtti. Şüphesiz şu an seçeneklerimiz her dönemdekinden daha fazladır. Her şeyden önce Türk devleti bizi tasfiye etmek ve devreden çıkarmak için son 10 yıldır bize karşı çok kapsamlı bir savaş yürüttü. Sonuçta belki birçok yeri işgal ettiler ve bedel ödedik ama bizi tasfiye edemediler. Mevzilerimizi ve gücümüzü koruduk. Ortadoğu’da DAİŞ’e karşı yürütülen savaşta Kürtler öne çıktı. Bugün Kürtlerin eli çok daha güçlüdür.
Bölgede önce Filistin’de, ardından Lübnan’da ve son olarak Suriye’de Baas rejiminin yıkılışıyla devam eden süreç de kendisiyle birlikte bölgede yeni bir sürecin gelişmesini getirdi. Açık ki bu yeni süreçte, yeni bir dizayn da gündemdedir. Burada hareket olarak seçeneklerimiz çok daha fazlalaştı. Çünkü bölgeye dönük çok çeşitli stratejiler söz konusudur. Yine taraflar vardır. Kuşkusuz biz de bir tarafız. Tabii ki biz bir parçanın ya da bir tarafın örgütü değiliz; biz bölgesel çapta bir örgütüz. Bunun için yeni gelişen süreçle birlikte bizim seçeneklerimiz de artmış durumda. Mesela önceden bizden uzak duran, bizden kaçan kesimler, şimdi bizimle ilişki kurmak ve çeşitli imkanları sunmak istiyorlar. Dolayısıyla siyasi, politik ve diplomatik olarak şu anki imkanlarımız geçmişe oranla daha iyidir. Tabii biz bunu öyle çok abartmak istemiyoruz. Çünkü biz dışarıya yaslanmıyoruz; biz kendi öz gücümüze güveniyoruz. Fakat bu da bir imkandır. Bölge üzerinde strateji yürüten ve mücadele eden güçler vardır. Bu çerçevede biz de bir tarafız ve politik imkanlarımız çok daha artmıştır. İlk olarak bu belirtilebilir.
KEŞİF UÇAĞI HİKAYESİNİN SONUNU DA GETİRECEĞİZ
İkincisi ise, son 3-4 yıldır taktik açıdan hareketimizde çok değişim ve yenilik yaşandı. Yani taktik açılım gelişti. Önceden savaşımız yalnızca yer yüzündeydi. Mevzi bile yapmıyorduk. ‘Gerilladır, hareket eder, her gün bir yere gider’ diyerek savaşımızı yer üstünde yürütüyorduk. Ama şimdi bu savaş hem yer üstünde hem yer altında yürütülüyor.
Bununla beraber farklı gelişmeler de yaşadık. Unutmayalım ki, Kürdistan’ın en zeki gençleri hareketimize katılıyorlar. Çok detaylı belirtmeyeyim ama o arkadaşların çabası ve uzun bir süreye dayanan emeklerle teknolojik alanda da yeni gelişmeler kat ettik. Türk devleti, NATO’nun onlara sunduğu imkanlarla, silahlı veya silahsız keşif uçaklarıyla savaşın dengesini değiştirmek istedi ve gerçekten de bu araçların savaşta bir rolü de oldu. Ama biz bugün ona karşı teknik geliştirmiş durumdayız. Şu an o çok methettikleri teknolojilerinin önemli bir kısmı çöp olmuş durumda. Çünkü onları artık bize karşı kullanamıyorlar. Şu an bize karşı sadece bir tane modeli kullanabiliyorlar; diğerlerinin hiçbirisi devrede değildir. Onları da, bundan çok haberi olmayan devletlere satıyorlar. Zaten hepsi depolarda duruyor. Şimdi o çalıştırdıkları modele dönük de çabalarımız vardır ve kısa zaman içerisinde ona dönük de bir çözüm bulacağız ve o insanları havadan imha ederek katliamlar yapan keşif uçağı hikayesinin sonunu getireceğiz. Bu, sıradan bir şey değildir.
Tabii bu teknolojik gelişmeler çerçevesinde bizim de düşmanı uzaktan ve havadan vurma imkanlarımız doğmuş bulunuyor. Bakın; düşman Ankara’dan bizim üzerimize savaş uçakları gönderiyordu, biz de zeminde 100 metre mesafede bireysel silahlarla savaşmaya çalışıyorduk. Bu durum dengeyi bozuyordu. Ancak şimdi biz de uzaktan vurabilme imkanlarını yaratmış bulunuyoruz.
Özcesi biz de bu süreçte hem taktik derinlik hem de teknik ilerleme kat ettik. Bu temelde karada, havada ve yer altında savaş yeteneğimiz gelişti. Bu temelde Devrimci Halk Savaşı’nı çok yönlü derinleştirilmiş taktiklerle yeni bir savaş doktrinine ulaştırmış bulunuyoruz. Ulaştığımız bu savaş doktrini ile başarıya gideceğimize inancımız daha da güçlenmiş bulunmaktadır. Bu da bizim için sıradan bir imkan değildir. Kısacası bizim de mücadeleyi daha da güçlendirecek ve yeni hamleleri geliştirecek imkanlarımız vardır. Belirttiğimiz imkanlar, siyasi, diplomatik, askeri, taktik ve teknolojik imkanlardır.
Konuşmanızda Rêber Apo’nun 15 Şubat’ı bir hamle başlangıcı yapmak istediğinden bahsettiniz. Bu hamle nedir?
Bu düzeye bir emeğin sonucu ulaşılmıştır. Önder Apo’nun çok anlamlı bir emeği vardır. Çok şehit verdik, bedel ödedik. Şehitlerimizin kahramanlığı ve halkımızın fedakarlığı temelinde bir düzey yaratıldı. Bu düzeyin bir sonucu olarak Türk devleti bir kez daha Önder Apo’ya başvurmak zorunda kalmıştır.
Bilindiği gibi Türk devleti önceden de Önder Apo’yu bir muhatap olarak tanımıştı ama sonra çözüm sürecini bozarak, tecridi ve izolasyonu ağırlaştırarak imha siyasetiyle sonuç almaya yöneldi. Ancak yaşanan gelişmeler bir kez daha Önder Apo’ya başvurmalarına zemin oluşturdu. Önder Apo önceden beri, yani daha 1993’ten bu yana Kürt ve Türk halklarının birliğinin gelişmesi düşüncesine sahip. Daha 1919 yılında Misak-ı Milli sınırları içerisinde Türk ve Kürt halklarının birliği temelinde bir ittifak vardı. Zaten o ittifak temelinde cumhuriyet kuruldu. Ama sonra Lozan Antlaşması’yla birlikte Türk devleti bu ittifaka sahip çıkmadı, Kürtleri inkar etti ve ‘bir tek ben varım’ dedi. Bu biçimde Kürdistan’da soykırım dönemine girilmiş oldu. Önder Apo da, ‘bunu düzelteceğiz; Türk ve Kürt halklarının ittifakı temelinde çözümü geliştireceğiz’ diyor. İşte MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin parlamentoda yaptığı konuşma, devletin bir çıkışıydı. Zaten sonradan anladık ki devletin kimi heyetleri İmralı’ya görüşmeye de gitmişler.
Önderlik bu durumu değerlendirmek ve yeni bir adım haline getirmek istiyor. Bu çerçevede bilindiği gibi HDP heyetinin iki sefer İmralı’ya gidiş gelişleri söz konusu oldu. Yine heyet, mecliste bulunan tüm partileri dolaştı, zindanlarda bulunan çeşitli kişileri ziyaret etti. Yani değerli bir emek verdiler. Bütün bunların sonucuna bakıyoruz; genel olarak olumlu bir düşünce görülüyor. Yani alem artık bir çözümün gelişmesi gerektiğini anlıyor. Böyle olumlu bir tablo açığa çıkıyor.
AKP HALEN KARARINI VERMİŞ DEĞİL
Fakat iktidarın, yani hükümetin bu konudaki duruşu net değil. Esasen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan birkaç sefer konuştu ve “Bahçeli’nin sözlerinin arkasındayız” dedi. Ancak pratikte ise bunun tam tersini yapmaktadır. Yani yeni bir dönemin başlaması, belirtildiği gibi bir Türk-Kürt barışının gelişmesi yolunda hiçbir olumlu adımları yoktur. Tabii burada şunu görmek gerekiyor. Şimdiye kadar sürekli bir biçimde yaşanan bu sürecin bir savaş süreci olduğunu inkar ediyorlardı. Demek ki bir savaş var ki barışın lazım olduğu düşünülüyor. Zaten herkes bu kavramı kullanıyor. Tayyip Erdoğan kendisi de, ‘barıştan herkes istifade eder’ dedi.
İyi de, o halde kullanılan dilin de barışa göre olması gerekmez mi? Hakeza uygulamaların da barışa göre olması gerekmez mi? Fakat bunların tüm uygulamaları tersi yöndedir.
Mesela şimdi Türkiye sınırından, yani Cerablus’tan Tebqa’ya kadar bir cephe var ve Türk devleti, tam iki aydır burada Kürtlere ve müttefikleri olan Araplara karşı her türlü tekniğini kullanıyor. O uçakları o kadar çalıştırıyorlar ama bunların giderinin hepsi halkın, emekçilerin kesesinden gidiyor. Orada savaş, sadece Tişrîn Barajı’nda yaşanmıyor. Orada geniş bir cephe var ve o cephede boydan boya savaş yaşanıyor ve sivil katliamlar sürüyor.
Hakeza Kuzey Kürdistan’da da kayyum siyaseti yürütülüyor. Bu uygulama, bölge halkının iradesine karşı bir saldırıdır. Sen halka, ‘barışalım, sarılalım, bir olalım’ diyorsun ama onun iradesini de eziyorsun. Her gün tutuklama operasyonları yapılıyor.
Bize dönük olan saldırıları zaten saymıyorum. Her gün bombardımanlar, saldırılar var. Zaten güçlerimiz arasında birçok yerde 200-300 metre mesafesinde savaş yaşanıyor. Her gün biz de onlara atıyoruz, onlar da bize atıyor. Kış aylarında olmamıza rağmen bu savaş durmamıştır. Yani bırakın tüm bu konularda gevşemenin olmasını, tersine daha da şiddetlenen bir durum vardır. Onun için AKP’nin halen kararını vermediği, eski siyaseti olan soykırım, katliam ve şiddet siyasetini devam ettirdiği belirtilebilir.
BU HAREKETİN FEDAİLERİ ÖNDER APO ÖZGÜRLEŞMEYENE KADAR SİLAH BIRAKMAZ
Yaptıkları tüm açıklamalarda da bir tek silah bırakılması gerektiğinden bahsediliyor…
Evet ama bu bizim değil onların sorunudur. O çağrı yapıp, “Öcalan gelsin mecliste konuşsun” diyenlerin, adım atılması için çabalaması gerekiyor. Açık ki Devlet Bahçeli bu çağrıyı kafasına estiği için yapmamıştır. Arkasında devlet, en azından devletin bir kesimi vardır. Bunu tam bilemiyoruz ama tek başına olmadığı kesindir. Mutlaka en azından devletin bir kolu bu işin içindedir. Onlar eğer bugün çağrılarına göre hareket ederlerse belki sürecin önü açılır. Zaten öyle olmazsa herhangi bir şey gelişmeyecek. Çünkü AKP iktidarının şu an yaptıkları, barışın değil savaşın uygulamalarıdır. Mesela her şeyden önce kullanılan dilin değişmesi gerekiyor. Kürt toplumu şimdiye kadar çok sefer kandırılmış bir toplumdur. Halkımızın, Türk devlet siyasetine dönük bir güvensizliği söz konusudur. Her şeyden önce bir güven oluşturulmalı, güven oluşturacak adımlar atılmalıdır. Bu dil, bu uygulamalar ve bu çabalar değiştirilmezse süreç de gelişmez.
AKP yetkilileri -işte en son AKP sözcüsü Ömer Çelik de konuştu-, “Öcalan silah bırakma çağrısı yapsın” diyorlar. Diyelim ki Önderlik çağrıda bulundu. Peki sadece çağrıyla bu iş biter mi! Biz on binlerce silahlı gücü bulunan bir hareketiz. Ve bu güç öyle para için gelmiş, maaşı kesilince evine gidecek bir güç değil. Bu güç ideolojik bir güçtür, inançlı insanlar topluluğudur. Fedaidirler. Şayet bu ideolojiyi yaratan kişi; yani Önder Apo’nun kendisi devreye girmediği, bu arkadaşlarla konuşmadığı müddetçe, öyle sadece bir videolu çağrıyla bir şey olmaz. Önderliğimiz bu güçle daimi bir biçimde konuşamazsa, silah bırakmaya dönük nasıl ikna edecek? Mesela ben de bu hareketin sorumlularından birisiyim ve gerillayla uğraşıyorum. Kendim de bir gerillayım ama ben kimseye çağrıda bulunarak ‘silah bırakın’ diyemem. Zaten demem de. Bugün Zap’ta 200 metre mesafede Türk devletinin askerleriyle arkadaşlarımız birbirleriyle savaşıyorlar. Ben nasıl oradaki arkadaşlara silah bırakmalarını söyleyebilirim? Ben bu konuya dair kendimde hiçbir hak görmüyorum. Özcesi Önder Apo’nun devreye girmesi gerekiyor.
Şunu da söyleyeyim; silah bırakmak için karar almaya ihtiyaç vardır. Mesela kongre kararı gereklidir. PKK Kongresi’nin toplanması ve böylesi bir karar alması gerekir. Bunların hepsini kim yapabilir? Önder Apo yapabilir. Önder Apo kongre çağrısı yapabilir, kongre toplanınca Önderlik kongrede konuşabilir. Fiziki olarak orada bulunmasa da birçok kez mesajları ulaşabilir. Bu, sıradan bir konu değildir.
İşte mesela en son fedailer Asya Ali ve Rojger Hêlîn yoldaşları herkes gördü. Nasıl bir inançla nasıl bir rahatlıkla ve nasıl bir aşkla, düğüne gider gibi o eylemi nasıl yaptıkları kameralara yansıdı. Böylesi duruş sahibi olan insanları sadece bir çağrıyla ikna edemezsiniz. Çünkü ideolojik-felsefi bir bağlılık ve kararlılık vardır. Onun için arkadaşlarımız, bu hareketin fedaileri Önder Apo özgürleşmeyene kadar da silah bırakmaya ikna olmazlar. Şimdi mesela çok kişi tecritten söz ediyor ve ‘tecrit kaldırılsın’ diyor. Artık tecridin kaldırılması bir çözüm değildir. Önder Apo’nun özgürleşmesi gerekir. Artık bu dönem gelmiştir. Bu sürecin gelişmesi için özgürleşmesi gerekiyor. Önder Apo dışında bizden hiç kimse bu işi, yani silahları bırakmak için kongreyi toplamayı, tüm arkadaşları ikna etmeyi ve onların rızalarını almayı sağlayamaz. Bunun için öncelikle Önder Apo özgür olmalı ve bir yerde özgür bir biçimde, teknik yoluyla mı olur, farklı yöntemlerle mi olur, heyetler yoluyla mı olur, bu tür çalışmalar üzerinde durmalı. Özcesi bir ikna sürecinin gelişmesi gerekiyor ve bunu bir tek Önder Apo yapabilir. Zaten İmralı Zindanı’nda o tecridin altında böyle bir şeyin gerçekleşmesi mümkün değil. Kuşkusuz başlangıç açısından sembolik bir açıklama değerli bir şeydir ve bu çok önemlidir. Ancak onun ardından o belirtilenlerin hayata geçirilmesi gerekir ve bunu ancak Önderliğimiz kendisi yapabilir.
Bir de mesela öncelikle bir ateşkes gerekir. Ateşkes olmadığı müddetçe biz burada nasıl silah bırakmayı gündemimize alabiliriz ki! Her gün silahlar kullanılıyor ve biz silahlar sayesinde kendimizi koruyoruz. Dolayısıyla öncelikle zemin yaratılması gerekiyor. Zemin nasıl yaratılabilir? Önce çift taraflı ateşkes olabilir. Sonra dil değiştirilerek barış dili kullanılabilir, ikna çalışmaları yürütülür, kanaat oluşturulur ve o zaman gerekenler yapılır. Bizler silaha aşık insanlar değiliz, bizler özgürlüğe, demokrasiye ve eşit yaşama aşığız. Biz bunlar için canımızı ortaya koyuyoruz. Eğer bunlar gerçekleşirse, kuşkusuz o zaman silahın da bir anlamı kalmaz. Onun için herkesin bu konuda doğru yaklaşması gerekiyor. Baskı ve tehditle, işte şimdi kullanılan türden bir dille bir süreç olmaz.
SAVAŞ VE BARIŞ BİR ARADA OLMAZ
Biz Önder Apo’nun arkasındayız ve stratejik yaklaşıyoruz. Taktik bir yaklaşım içerisinde değiliz. ‘Birkaç bin veya birkaç milyon oy gelir mi, gider mi’ ona bakıp da ona göre tutum belirlemek doğru değildir. Bu, öyle bir şey değil. Bu, halklar açısından çok daha kıymetli bir şeydir. Çok değerlidir. Stratejik bir konudur. Onun için Türkiye’de gerçekten de başkan olmalı, önder olmalı, lider olmalı. Bizim var; işte Önder Apo’dur ama karşıda da olması gerekiyor. Sorunu ortaya koyarlar ve çözerler. Unutmayalım ki, bu sadece 50 yıllık bir sorun değildir. Yani mesele sadece PKK ile Türk devletinin meselesi değildir. Biz Şêx Saîdlerin, Seyit Rızaların, Rindexana Ali Yunusların, Biroyê Heskî Têlîlerin devamıyız. Bu, yüzyıllık bir sorundur. Sonrasında kimi çözüm girişimleri ve mecliste yaşanan uzlaşmaların olduğu hasebiyle Koçgirî dönemi sayılmayarak başlangıç olarak Şêx Saîd hareketinin çıkışı ele alınırsa, şu anda tam da onun yüzüncü yılındayız. Biz, yüz yıllık bu sorunu temelden çözmek istiyoruz. Bu da Türk-Kürt ittifakıyla olacak bir şeydir. Bu taktik değil, stratejik bir meseledir. Biz bu düzeyde yaklaşıyoruz. Eğer Türk devleti ve hükümeti de aynı yaklaşımla bu süreci geliştirirse, bizler kalıcı bir çözümün gelişeceğine ve Türkiye’de yeni bir dönemin başlayacağına inanıyoruz. Ancak bunun için öncelikle belirttiğimiz gibi bu tutumların değişmesi gerekiyor. Bizim için de böyle bir kararı vermek kolay değil ama yönetim olarak kendimizi netleştirdik; karşımızdakilerin de kendilerini netleştirmesi gerekiyor. Yoksa hem savaşı yükselterek hem de ‘gelin de barışı geliştirelim’ demekle olmuyor. Savaş ve barış bir arada olmaz. Ya barış olur ya da savaş. Bunun kararını da Türk devletinin vermesi gerekiyor.
BÖLGE HALKLARI AÇISINDAN DA YENİ BİR DÖNEM
Rêber Apo’nun geliştirmek istediği hamlenin Kürt halkı için anlamı anlaşılıyor. Fakat Türk ve Ortadoğu halkları için ne anlama geliyor?
Önder Apo, şu an yeni bir formül üzerinde duruyor. Klasik bir çözüm değil, eşitlik, demokratik bir toplumun yaratılması, toplumun devletle ilişkisini yenileme temelinde yerel idarelerin öne çıkarılması biçimindeki yeni yöntemlerle demokratikleşme üzerinde duruyor. Demokratikleşme, demokratik toplumun yaratılması, demokratik ilişkilerin ilerletilmesi, demokratik toplum ile devletin nasıl bir arada olacağı çerçevesi üzerinde duruyor. Tabii biz tüm ayrıntılarını bilemiyoruz. Yapılacak çağrıda bazı detayları açıklanabilir. Ama yeni bir projedir ve bu da sadece Kürt halkı için değildir. Doğrudur; Kürt halkı soykırım kılıcının altından kurtularak tanınmış oluyor ve eşitlik oluşuyor fakat Türkiye halkları için de demokratikleşme gelişiyor. Bu, bölge halkları açısından yeni bir dönemi ifade ediyor. Çünkü aynı şey mesela Suriye, İran, Irak ve her yerde gelişirse, esasen Türkiye, bölgede şimdiki gibi tehditlerin merkezi değil herkesi kapsayacak bir biçimde özgürlük, demokrasi ve halklar ile inançların uzlaşı merkezi haline gelir. Önder Apo’nun bu projesi, Aleviler, Hristiyanlar, Êzidîler, Türk, Arap, Fars, Kürt, Asuri-Süryani ve herkesi kendi içinde barındırıyor. Kuşkusuz emekçi sınıfları esas alıyor. Bunun için de bu hamle, aslında bir demokratikleşme atılımıdır. Eğer bu hamle bu çerçevede gelişirse, Türkler, Kürtler ve herkes bundan fayda görür, yeni bir dönem başlar.
Bölge halkları artık savaşlardan yoruldu. “Dökülen kan artık yeter, anlaşın” diyor. Ve zaten tarih içerisinde Ortadoğu halkları barışçıl bir biçimde birlikte yaşamışlardır. Bunun örnekleri tarihsel süreç içerisinde gizlidir. Bugün bu güncellenmeli ve yeni bir zihniyetle yaklaşım geliştirilmeli. Mesele zihniyettir. ‘Ben seni düşürüp himayem altına alacağım, seni tanımayacağım, ezeceğim’ diyerek değil; birbirine saygı duyma, bu temelde birleşme, büyüme ve yükselmeyi esas alan bir zihniyete sahip olunmalı. Bu, kendisiyle birlikte Ortadoğu’da Türkiye’yi yıldızı parlayan bir ülke haline getirecektir. Bu bir demokratikleşme atılımıdır. Onun için evet bütün bölge ama özellikle de Türkiyeli tüm çevreler bu hamleye destek olmalılar. Mesela Alevi toplumumuz, emekçi sınıflar, sol-sosyalist çevreler, demokratik hareketler, ana muhalefet, bu kesimlerin hepsi bu hamleye destek olmalı. Salt izleyici ya da yer yer engel çıkaran konumunda olmamalıdırlar. Buradan herkesin çıkarı vardır. Eğer gerçekten önü açılırsa Türkiye’de bir yenilenme yaratılmak isteniyor. Yani hedef budur. Onun için önemlidir.
Mesela Kürt halkında bu duyarlılık vardır. Örneğin Amed’de dört yüz küsür kurum birlikte açıklama yaptı. Yine Diyarbakır Kent Koruma ve Destekleme Platformu da Ankara’ya gitti ve görüşmeler yaptı. Bunlar değerli şeyler. Herkesin kendi açısından çaba göstermesi, sürece destek olması halinde başarıya ulaşma şansı artar.
TÜRK DEVLETİ QSD’NİN İRADESİ KARŞISINDA YENİLMİŞTİR
Tişrîn savaşı 2 aydır sürüyor. Kuzey ve Doğu Suriye halkları da yaklaşık bir aydır oraya gidip nöbet tutuyor. Daha önce bu konuda bazı şeyler söylemiştiniz fakat şimdi sahadaki durum nedir?
Biz bu süreci dışardan izliyoruz. Tişrîn Barajı, Qereqozax, Dêr Hafir ve baştan sona tüm cephede yürütülen direnişi çok değerli görüyorum. Bu direniş halkların iradeleşmesini ifade ediyor. Orada Arap, Kürt, Asuri-Süryani ve daha birçok halk Demokratik Ulus temelinde yaptıkları ittifak ile bir güç (QSD) oluşturdular. Doğal olarak bu direniş QSD’nin de iradeleşmesini gösteriyor. Onun için çok değerlidir. Kuşkusuz bu direniş bedelle yürütülmektedir. Öncelikle bu direnişte şehit düşenleri saygı ve sevgiyle anıyorum. Özellikle de bu son bir aylık süreçte halk da bir şekilde direnişe katılmış oldu. Bu çok güzel bir şey. Tüm Rojava ve Kuzey ve Doğu Suriye halkımızı bu duruşlarından dolayı selamlıyorum ve bu direniş içerisinde şehit düşen tüm sivil insanlarımızı Bavê Teyar şahsında saygıyla anıyorum. Onların orada yaptıkları şey, çok değerli ve onurlu bir tutumdur.
Önceleri, ‘Devrimci Halk Savaşı ne zaman ve nasıl olacak?’ deniliyordu. İşte örnek budur. Yani orada şu an Arap, Kürt, Asuri-Süryani halklarımız Devrimci Halk Savaşı’nın bir örneğini gösteriyorlar. Yani savaşçılar savaşarak rollerini oynuyorlar, halk da eylemleriyle onları destekliyor ve o da savaşçıyla beraber direnmiş oluyor. İşte Devrimci Halk Savaşı budur. Halktan da savaşabilecekler varsa elbette savaşa katılabilir ama esas olarak halk kendi rengiyle savaşa katılmış oluyor. Sivil direnişiyle, çalışmasıyla, lojistik, destek ve her anlamda katılıyor. Bu biçimde Devrimci Halk Savaşı bir model olarak açığa çıkıyor. Bunun için de gerçekten önemli bir örnektir, ne kadar takdir edilse yeridir. Toplumda işte Bavê Teyar gibi önde gelen sanatçılar, siyasetçiler, kadınlar ve gençler katılıyorlar ve değerli şehadetler de yaşanıyor. Halk orada bir tutum gösteriyor. Özellikle de değerli bir kadının çok yürekten dile getirdiği ‘em ji mirinê mezintir in (biz ölümden daha büyüğüz)’ sözü hiç de sıradan bir söz değil. Çok önemli ve tarihi bir cümledir. Açık ki bunu çok içten dile getiriyor. Bu çok önemli. Eğer bir toplum bu tutumla yaklaşırsa kesinlikle kendisini özgürleştirir, kesinlikle onların direnişi kazanır. Kısacası hem savaşçıların hem de halkın orada gösterdikleri tutum bu biçimde yorumlanabilir.
Bundan yaklaşık bir ay kadar önce ANF ile yaptığımız bir röportajda da dile getirdim; o güçlerin performansının QSD’ye göre olmadığını belirttim. Biraz askerlikten anlıyoruz ve gözlemlerimiz de var. QSD’nin performansı o güçlerinkinden çok daha yüksektir ve kendisini koruyabilir, görevini yerine getirebilir. Önceki pratiklerindeki performansıyla bunu zaten ispat etmiştir. Onun için biz, Türk devletinin istihbarat desteğinin yanı sıra, savaş uçakları, SİHA’lar, zırhlı araçlar ve teknik yardımları, yine Türk özel kuvvetlerinin katılımına rağmen adına SMO denilen bu çete grubunun yine de kazanamayacağını ve yenileceğini belirttik. İşte sözlerimiz ispatlanmış oluyor.
Belki Türk devleti resmi olarak kabul etmiyor olabilir ama Qereqozax, Tişrîn ve Dêr Hafir’da Türk devleti QSD’nin iradesi karşısında yenilmiştir. Gerçek budur. Savaş gerçeği bunu göstermektedir. Onlar buraları işgal ederek, Kobanê’yi tehdit eden bir kuşatmaya almak istiyorlardı. Yani orada esas olarak yapılan şey, bir tek barajın savunulması değildir. Tabii ki barajın savunulmasının da bir anlamı vardır ama esas olarak bölgenin savunulmasıdır; Kobanê’nin savunulmasıdır. Çünkü Türk devleti “Süleyman Şah Türbesi oradadır; baraj oradadır” adı altında esas olarak yolları ve köprüleri tutmak istiyor. Bu biçimde Kobanê’yi arkadan kuşatmaya almak istiyor. Bunun için o değerli savaşçıların ve onurlu halkın direnişi çok anlamlı ve başarılıdır.
Ahmed El Şara bugün (4 Şubat’ta) Türkiye’ye gidiyor. Genel olarak bu konu hakkında ve Türkiye-HTŞ ilişkileri hakkında neler belirtebilirsiniz?
Suriye, bölgede çok önemli bir konumda yer alıyor. Vakti zamanında bölgeyi dizayn eden güçler önce Suriye’yi dizayn ediyorlar ve ondan sonra bölgeyi dizayn etmeye başlıyorlar. Şimdi de Suriye üzerine hesaplar vardır. Türkiye, Suriye’yi bir Osmanlı mirası olarak görüyor. Yani kendisine aitmiş gibi ele alıyor. Zaten hemen “Halep Türk’tür” dediler. Yine Suriye’nin bir kısmını Misak-ı Milli sınırları içerisinde ele alıyorlar. Kısacası Türk devletinin Suriye üzerine hesapları vardır. Türk devleti zaten bu hesapla SMO’yu örgütledi. Muhalefet adına geçici bir hükümet kurdular ve o hükümet Türkiye’ye dayandı. Fakat Türkiye kolu Suriye’de başarılı olmadı; iktidarı HTŞ gidip ele geçirdi. Ve uluslararası güçler de HTŞ’nin arkasında durdu. Bu yüzden Türkiye’nin hazırlıklarının boşa gittiği belirtilebilir. Bir de Türkiye, planlamasını da yanlış yaptı. HTŞ yönünü Şam’a döndü; Türkiye ise kendisine bağlı güçlerin yönünü özerk yönetim bölgesine döndürdü. Yani onlar özerk bölgenin tümünü işgal edebileceklerini düşündüler. Tabii yapamadılar; Tişrîn ve Qereqozax’ta tıkandılar; iki aydır orada bekliyorlar, ileriye gidemiyorlar. Bunun için aslında onların Suriye’ye dönük planları başarılı olmadı.
Fakat başarılı olamadıklarını görünce, bu sefer de hemen HTŞ ve Ahmed El Şara’yı etkileme ve ona dayanmaya yöneldiler. Zaten onlarla da geçmişten beri ilişkileri vardı ama kendine bağlı SMO gücünü ayrı örgütlemeye çalıştılar. Şimdi bu gücü HTŞ’ye uyumlu kılmaya çalışıyorlar; sürekli ilişkilerini düzeltmeyi esas aldı. Türkiye bu biçimde aslında Suriye’yi bir eyaleti görmek istiyor. Çabaları böyledir.
Bunun karşısında İsrail de Suriye’yi kendi güvenliği için çok önemli görmekte. Zaten bu proje bu temelde onaylanmıştır. Onun için İsrail’in de Suriye üzerine hesapları vardır ve o da nasıl bir Suriye olması gerektiği üzerinde duruyor.
Diğer yandan başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap devletleri faktörü de vardır. Çünkü Suriye’de gelişen her şey tüm Arapları etkiliyor. Dolayısıyla Suriye’de yeni kurulacak devlet hangi temelde olacak? Mesela Selefi-cihadist mi olacak; nasıl olacak; bu başta Suudiler olmak üzere Arap devletleri açısından çok önemli. Onlar da kendi açılarından Suriye üzerinde bir kontrol geliştirmek istiyorlar.
Kısacası, bu güçler arasında bir çekişme var. Evet İran faktörü de vardı ama mevcut durumda orada İran’ın geri planda kaldığı belirtilebilir. Ancak tüm bölge açısından bakıldığında elbette İran Devleti’nin de hesapları vardır. Bölgesel planlarını bıraktığı görülmediği gibi, bırakacağını da zannetmiyorum. Fakat şimdi Suriye’de az önce saydığım güçler arasında krizli bir durum yaşanıyor.
HTŞ TEK BAŞINA ÜLKEYİ YÖNETMEYE KALKARSA DARALMAYI YAŞAR
Şimdi bu ortamda Ahmed El Şara ne yapacak; bu önemli. Zaten şimdi herkes bu şahsın ne yapacağını merak ediyor. Biliniyor; kendisi önceden El Kaide’nin bir kadrosu idi. Selefilik zihniyeti temelinde eğitilmişti. Ancak bir süreden beri değiştiğini iddia ediyor. Birincisi bu açıdan bu şahsın kendisini ne kadar değiştirip değiştirmemiş olduğu merak ediliyor. İkincisi ise, acaba ne kadar irade olacağı da merak konusudur. İşte bundan birkaç gün önce kendisini Cumhurbaşkanı ilan etti. Ama bir ülkenin başkanı, acaba komşu bir ülkenin istihbaratına bağlı olabilir mi? Bunu ne kadar kabul edecek ya da etmeyecek! Kısacası Ahmed El Şara ne kadar irade olabilecek ve değiştiğine dair sözlerine ne kadar sahip çıkacak; bu konuda herkes merak içinde ve kuşkular vardır.
Türk devleti ise bu davetiyle birlikte himayesini daha güçlendirmek istiyor. Şunu da belirtmek istiyorum: Türk devleti kesinlikle kendisiyle QSD ve özerk yönetime karşı bir ittifak kuracaktır. O da bunu kabul edecektir. İşte söylem olarak, “birlikte çalışalım” diyeceklerdir. Tabii pratikte bunu ne kadar uygularlar ya da uygulamazlar o ayrı bir konu. Kısacası Türk devleti esasında HTŞ eliyle QSD’ye bir savaş açmak ve QSD’yi tasfiye etmek istiyor. Türk devletinin amacı bu, yani Suriye’nin içinde savaşmaktır. Bakın, Türk devleti Suriye’nin içindeki savaşını durdurmadı. HTŞ ilan etti ve herkesin savaşı durdurması çağrısı yaptı. İşte Türkiye durdurmadı. SMO durdurmadı. Hem durdurmadılar hem de Şam’a gittiler ve ‘seninleyiz’ dediler. Kendilerini de feshetmediler. İşte bu konuda da HTŞ’nin yaptığı çağrılar var; ‘her silahlı grup kendini feshedecek’ dediler. Ama bunlar halen kendilerini koruyorlar. Aslında bu biçimde Ahmed El Şara’yı etkileri altına almak ve aynı zamanda ona göre hareket etmemek istiyorlar. Mesela o SMO denen güç halen de kendine göre hareket ediyor. Onların arasında bu biçimde ne kadar çelişki çıkar ya da çıkmaz; bu da belli değil. Özcesi HTŞ’nin ve Ahmed El Şara’nın kaderi kısa bir zaman dilimi içerisinde belli olacaktır. Tecrübeleri azdır; bütün Suriye’yi kucaklayamazlar. Tek başlarına yönetmeye çalışırlarsa daralma yaşarlar. Tek çareleri olarak Kuzey-Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi’yle ittifak yapma, sorunlarını diyalog yoluyla çözme ve yine Arap Alevileri, Dürzi halklarıyla ilişkilerini düzeltmeleri gerektiğini görüyorum. Çünkü Suriye tek bir ulustan oluşmuyor. Çok ulusludur ve dini açıdan da birçok kesimi barındırmaktadır. Zaten Hristiyan halkının çoğu korkudan göç etmiş durumda. İşte şimdiden bu konularda nasıl bir yaklaşım içinde olacaklarına dair bir şey belirtilemiyor. Bunun detayları ileride netleşeceği için şu an bu detaylara dair yorum yapılamıyor.
BİR SINAVLA YÜZ YÜZELER
Esasen HTŞ de, Ahmed El Şara da bir sınavla yüz yüzeler. Onlar da sanırsam uzun vadede değil, kısa bir zaman içinde çok daha fazla netleşecektir. Eğer Kürtlerle, Alevilerle ve Dürzilerle ittifak yaparlarsa, birleşik ve merkezi olmayan bir Suriye’yi hedeflerse kendini koruyabilir. Ama tıpkı Baas rejimi gibi her şeyi Şam’dan yönetmek isterse, Türk devletinin de belirttiği gibi merkezi bir Suriye ile kontrol sağlamaya çalışırsa bu noktada sorunlar çıkacak gibi görülüyor. Şimdiki duruma göre ancak merkezi olmayan, demokratik bir Suriye ile kendisini ve birliğini koruyabilir. Bu da herkesin merak ettiği ve ileride netleşecek olan bir konu. Ancak Türk devletinin çabaları Suriye halklarının hayrına değildir. Türk devletinin önünde farklı hesaplar vardır; onlar hegemonyalarını kurmak istiyorlar. Kürtleri önlerinde engel gördükleri için onları tasfiye etmek istiyorlar. Bakın; bir yandan Türk devleti Önder Apo’yla diyalogla bazı sonuçlar elde etmeyi istiyor, bunun çabasını geliştiriyor; diğer yandan da HTŞ ile ittifak yaparak şiddet ve savaş yoluyla sonuca gitmek istiyor. İşte şimdi bir tane dış işleri bakanları var; hangi ülkeye giderse ilk iş olarak Kürtlere karşı ittifak yapmaya çalışıyor. Yani bu biçimde sürekli Kürt karşıtı olma konusunda kendisini görevli görüyor. Bir dış işleri bakanı gibi değil de bir jandarma komutanı gibi hareket ediyor. Sürekli öldürmekten, yok etmekten ve bu eksendeki ittifaklardan bahsediyor. Bundan dolayı Ahmed El Şara gidince de onunla da bu çerçevede bir ittifak yapacaklarını düşünüyorum. Ancak tabii ki pratiğe bakılmalı ve ne kadar yaşama geçeceği konusu önemli olmakta.
HER İHTİMALE DE HAZIR OLACAĞIZ
Son olarak belirteceğiniz bir şey var mı?
Halk ve Hareket olarak önemli bir döneme girdik. Önder Apo, 15 Şubat’ta önemli ve tarihi bir açıklama yapacak. Biz hareket olarak her ihtimale hazırız. Yani savaşa da hazırız; savaş stratejisi ve taktiğimizde netleşmiş bulunmaktayız. Bu konuda sorunumuz yoktur. Ancak Önder Apo’nun geliştirdiği proje çok daha stratejik ve önemlidir. Biz onunlayız ve onunla olacağız fakat her ihtimale de hazır olacağız. Halkımız Önder Apo’yu izlemeli. Biz tecrübeli bir hareketiz. Öyle kolay kolay yaş tahtaya basmayız. Önce ayağımızı sağlam yere basacağız, sonra adım atacağız. Bu dönemin bir başarı dönemi olması için, halkların birliği açısından yeni bir dönem olması için herkesin bu döneme sorumlu yaklaşması gerekiyor. Bizler de kendi açımızdan üzerimize düşen sorumlulukların gereğini yerine getireceğiz. Bu temelde Kara Gün olan 15 Şubat’ın özgürlük ve demokrasi günü olması umuduyla, herkese başarılar diliyorum.