BEHDÎNAN- Medya Haber’de yayınlanan özel bir programda konuşan PKK Merkez Komitesi üyesi Helin Ümit, Paris’te Evîn Goyi, Mîr Perwer ve Abdurrahman Kızıl’ın katledilmesinin yıldönümünde yaptığı açıklamada “Bu katliamların hepsinin hesabını sormaya devam edeceğiz” dedi.
Türk devletinin sadece Kürtler açısından değil, Dünya halkları açısında da bir sorun olduğunu ifade eden Helin Ümit, Türk devletinin katliamcı bir karaktere sahip olduğunu, Maraş Katliamı, 19 Aralık Cezaevi Katliamı, Roboski Katliamı ve Paris’teki katliamların bunun göstergesi olduğunu ifade etti.
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan itibaren bölge halklarına karşı aslında konumlandırılmış bir devlettir” diyen Helin Ümit, Türkiye toplumunun, Türkiye halklarının bu devlet gerçekliğiyle yüzleşmesinin şart olduğunu belirtti.
Helin Ümit’in açıklamaları şu şekilde:
Öncelikle büyük İmralı direnişini bir kez daha selamlıyorum. Bir yılın sonuna geliyoruz. 2023 yılı da Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü ve Kürt sorununun çözümü çerçevesinde büyük bir direnişe sahne oldu ve bu direnişe de Önder Apo’nun İmralı’daki duruşu kaynaklık etti. O anlamıyla bir yılı bitirip yeni bir yıla girerken Önder Apo’nun yeni yılını da kutluyorum.
10 ARALIK ETKİNLİKLERİ ANLAMLIYDI
İmralı’daki soykırım sistemi tüm ağırlığıyla devam ediyor. Bu nedenle de aslında 2023 yılı şöyle bir yıl oldu. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü eksenine alan “Dem Dema Azadi ye” hamlesinin yani “Özgürlük Zamanı” hamlesinin etrafında gelişti. Yani bu doğru bir stratejiydi, doğru bir yaklaşımdı. Çünkü yaklaşık 25 yıldır, yani uluslararası komplonun başlangıcından günümüze kadar gelen süre içerisinde Kürt halkına yönelik tüm politikalar İmralı merkezli geliştiriliyor. Hem Kürt sorununun çözülmesi ve ortadan kalkması hem de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünün gelişmesi için bu çerçevede hamleler geliştiriyoruz. Bu anlamıyla tabi önemli bir yıl oldu 2023 yılı. Biz bunu değerlendiriyoruz. 2023 yılında geliştirdiğimiz direnişin ne kadar yeterli olduğu, hangi sonuçları açığa çıkardığı birçok boyutuyla hareket olarak değerlendiriyoruz. Fakat önemli olan şu: Kürt halkının özgürlük mücadelesinin, Kürt varlığının yeryüzünden silinmek istendiği bir süreçte, Türk sömürgeciliğinin buna öncülük ettiği bir süreçte Kürt özgürlük mücadelesini Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde küresel çapta bir mücadeleye taşımak yerindeydi, doğruydu. Dünya insanlığı da buna cevap veriyor zaten. O bağlantıyı görüyor. Kapitalizmin uyguladığı politikalarla, kendi içerisinde bulunduğu konumla, Kürt halkının özgürlük problemi ve Önder Apo’nun özgürlüğü arasındaki bağlantıyı güçlü bir şekilde kuruyor. O anlamıyla yani bu süreç böyle bir mücadele ekseninde devam ediyor.
Bu dönemde Dem Dema Azadi ye yani Özgürlük Zamanı hamlesinin önemli bir aşaması olarak dostlar yeni bir hamle başlattılar. Dediler ki Önder Apo’ya özgürlük, Kürt sorununa statü. Kürt sorununa çözüm hamlesi olarak yeni bir hamle bu. Bu çok anlamlıydı ve bunun bir etkinliği olarak da 10 Aralık günü tüm dünyada Önder Apo’nun düşüncelerini okuma günü düzenlediler. Çok anlamlıydı tabi çok değerliydi. 10 Aralık aynı zamanda insan hakları günü. Evrensel anlamda insan hakları mücadelesinin aslında Önder Apo’nun düşüncelerinden geçtiği, Önder Apo’nun düşünceleri anlaşıldıktan ve o eksende mücadele yürütüldükçe aslında sonuca gidebileceği ortaya koyulmuş oldu. Elbette bunu sürdürmek lazım. Bize bize yansıdığı kadarıyla herkes Önder Apo’nun düşüncelerini heyecanla okudu, dile getirdi. Bunu sürdürmek lazım. Eğer biz mesela yeni bir paradigmadan dünyanın içinde bulunduğu krize çözümden bahsediyorsak bu belli bir düşünce sistematiğinden geçiyor. Biz mesela şöyle diyemeyiz; Önder Apo’yu sevmek, Önder Apo’ya sahip çıkmak sadece sözle olmaz, anlamak ve uygulamaktan geçiyor. O anlamıyla bulunduğumuz her yerde bunu ortaya koyabilmeliyiz. Evrensel düzeyde bunu ortaya koyabilmeliyiz. Ama daha fazla da yerel düzeyde bunu açığa çıkartabilmeliyiz.
KÜRTLER HEM OKUMALI HEM PRATİKLEŞTİRMELİ
Şunu söylemek istiyorum bu vesileyle. Evet, dünyanın birçok yerinde bu okumalar gerçekleştirildi. Fakat Kürdistan’da, mesela Türkiye’de, Suriye’de, Ortadoğu’da bu yeterince olmadı, bu ayağı eksik kaldı. Aslında şöyle bir şey var gibi; yani işte Önder Apo sanki bu coğrafyanın insanıdır, zaten bizimdir, zaten bizden çıkmıştır, biz biliyoruz, yani biz anlıyoruz gibi, böyle ezbere bir şey var. Kesinlikle doğru değil, kesinlikle yanlıştır. Önder Apo’nun paradigması bir kere okumayla anlaşılamaz; okudukça, yoğunlaştıkça derinleşip derinleşecek birçok boyut olduğunu biz her gün görüyoruz. Biz bu paradigmanın militanları olarak hemen her yıl bir kere savunmalar okuyoruz. Sürekli Önder Apo’nun çözümlemelerini okuyoruz. Hep Önder Apo’nun yaşamını tartışıyoruz. Sonuçlar çıkarmaya çalışıyoruz. Kendimizi böyle eğitiyoruz, güçlendiriyoruz, öyle varolmaya çalışıyoruz ve her seferinde de birbirimize şunu söylüyoruz. Diyoruz ki biz bunu okumuştuk ama bunu görmemiştik. Mesela savunmalarda böyle bir yön varmış. Biz buna nasıl dikkat etmedik mesela niye böyle anlamadık? İnsan zihni bilinci geliştikçe bakma biçimi değişiyor, baktığın yer değişiyor. Bir derya gibidir Önderlik paradigması. Bu anlamıyla Kürt toplumu başta olmak üzere bölge halklarının da Önder Apo’nun paradigması, düşünce dünyası, yaşam biçimi çerçevesinde yoğunlaşması ve kendini eğitmesi mutlaka gerekli. Fakat bu da yetmez tabii. Mesela diyelim ki dünyanın bir diğer ucundaki halklar açısından, insanlar, aydınlar, entelektüeller açısından Önder Apo’yu öğrenmek, anlamak anlamlıdır, değerlidir. Fakat bölge insanımız, özellikle de Kürt insanı açısından sadece anlamak yetmez, anlamak, uygulamaktır. Bir de bu paradigmanın, yani önderlik düşünce sistematiğinin gerektirdiği pratikleştirmeyi de açığa çıkarmak lazım. Eğer Önder Apo’yu önderlik olarak kabul ediyorsak, onu seviyorsak, onu doğru görüyorsak, yani onun şimdiye kadarki yaşam hikayesinin bir halkın yeniden doğuş hikayesi olduğuna inanıyorsak ki ben öyle olduğuna inanıyorum, Önderliğimizi anlayabiliriz, pratikte onun temsilcisi olabiliriz, görevlerimizi sahip çıkabiliriz.
Önderliği anlamadan uygulayamayız. Evet, gönül bağımız olur ama yönümüzü göremeyiz. Önderlik paradigması neyi, nerede, nasıl yapacağımıza, hangi dinamiklere dayanacağımıza ışık tutuyor. Kürt insanına ve ezilenlere, kadınlara mesela öz güç, öz irade, var olma savaşında nasıl ayakta kalacağına dair çok önemli bir bilinçlenme ve güç sunuyor. Bundan kendimizi mahrum bırakmamalıyız.
HUKUKİ MÜCADELE SÜRDÜRÜLMELİ
İmralı’da disiplin cezaları meselesi halen gündemdedir ve yeterince aslında refleks göstermediğimiz bir konudur. Avukatların başvuruları devam ediyor. Önderliğin ve İmralı’da bulunan arkadaşların ailelerinin görüşme başvuruları devam ediyor. Fakat böyle yaklaşık üç yıldır, koyu bir yasak, koyu bir mutlak bir tecrit var. Tecrit kavramı az kalıyor gerçekten. Bir rehine statüsü, bir esir statüsü Önderlik üzerine uygulanıyor. Kürt halkına aslında Önderlik üzerinden işkence yapılıyor. Disiplin cezaları yani umut hakkı denilen aslında infaz yasasında belli bir süreden sonra her hükümlünün hakkı olan haklardan yararlanılması için böyle Önderliğe özel İmralı yasaları dediğimiz şeyin uygulanmasıdır. Bir de buna son dönemde ne dediler? Dediler ki güvenlik gerekçesiyle biz gerekçesini açıklamıyoruz. Asrın Hukuk Bürosu bunun için açıklama yaptı. “Bu cezaların gerekçelerini bilmeye hakkımız var” dedi. Fakat dediler ki “güvenlik gerekçesiyle biz bunu açıklamıyoruz.” İmralı’daki Önderliğimiz, oradaki arkadaşlarımız böyle bir şey yapacak durumda değiller zaten. Esirler yani. Herhalde yeni bir güvenlik problemi açığa çıkartamaz. Nedir peki buradaki mesele? Anladığım kadarıyla söylüyorum. Bir toplumda böyle infial yaratacak, toplumda büyük tepki yaratacak bir neden var. Demek ki bir uygulama var ki ona dönük, İmralı’dakiler başta Önderliğimiz olmak üzere tepki koyuyor. Öyle bir durum var. Mesela çok geçmişte yansıdı. Çok basit nedenlerle volta atma gibi nedenlerle ceza verilmesi durumu oldu. Böyle bir nedenle disiplin cezası veriliyorsa, Kürt halkı başta gençler ve kadınlar olmak üzere yerinde durmaz. Tabi ki bunu herkes biliyor, bu yüzden açıklayamıyor. Başka ne olabilir ki? İmralı gibi küçücük bir alanda ne ne olabilir ki? Önderlik gibi kendisini disipline etmiş bir insandan bahsediyoruz.
KİMSE BİZE ÖNDERLİĞİMİZİ ANLATAMAZ
Bir de biz Önderliğimizin çok iyi tanıyoruz ne yapacağını, neyi yapmayacağını biz çok iyi biliyoruz. Kimse bize Önderliğimiz anlatamaz.
Önder Apo üzerinden böyle bir gerginlik yaratıyorlar. Aslında Kürt halkını görüyorlar, tedirginlik yaratıyorlar ama bir de böyle bir şey yapamaz halde tutup çaresizlik hissiyatıyla Kürt toplumunu böyle iradesini kırmaya çalışıyorlar.
Mesela Türk devleti ilgili yetkililer söz konusu Önder Apo olduğunda hem hareket hem halk diken üstündedir. Şimdi güvenlik gerekçesi deyip toplumu gererek onun üzerinden aslında bir özel savaş yürütüyorlar. Ne yapıyorlar yani alıştırmak istiyorlar. Yani bakın biz böyle böyle şeyler yaparız, siz de çaresizce bunu izlersiniz.
Biz bu duruma karşı sessiz kalamayız. Başta Önder Apo’nun avukatları olmak üzere hukuk alanının daha yüksek sesle kavgaya girişmesi lazım. Yani kıyameti koparması gerekir. Öyle sadece açıklama yapmayla da olmaz. Bunun için yeteri kadar örgütlenmeye, topluma bilgilendirme yani açıklama yapma, gerekli yerlere başvuruda bulunma olmalı. Avukatlar uluslararası alanda yeteri derecede girişimde bulunabilmeliler, bütün kurumları devreye koyabilmeliler. Bu önemli bir husus. Çünkü sözde bir hukuksal kılıfla Önder Apo İmralı’da tutuluyor. İmralı gerçekliği herhangi bir zindan gerçekliği değildir. Çok özeldir. İmralı kanunları var, İmralı yasaları var. Biz bunu biliyoruz. Fakat öyle bile olsa belli bir hukuki şey var. Onu muhakkak değerlendirmek lazım.
CPT görevlilerinden bir tanesi Özgür Politikaya bir açıklama yapmıştı. Bu bahsedilen yetkili bundan 3-5 yıl önce orada görev yapmış gitmiş yani Önderlik ile görüşmüş, Önder Apo’nun koşullarını takip etmiş birisi. Kesinlikle bir insanın kalamayacağı durumdur diyor. Şimdi üzerinden bu kadar zaman geçti ve bu kadar işkence muamelesi daha fazla arttı. İmralı tecridi ve izolasyonu ağırlaştı. Soykırım sistemi haline daha açık bir şekilde geldiği görüldü. Böyle bir durumda yani kesinlikle Önder Apo’nun özgürlüğü dışında herhangi bir şeyi tartışmamız lazım. Bizi bir görüşmeye mahkum etmek isteyen bir Türk devlet politikası var. Biz bundan sonra halk ve hareket olarak Önderliğimizin özgürlüğü dışında hiçbir şeyi kabul etmemeliyiz. Halkımız tüm eylem modellerini buna göre örgütlemeyi, buna göre sürece katılmalı, eylemlerini bu temelde örgütlemeli. Ben eminim ki halkımız gittikçe daha fazla şunun farkına varıyor. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü olmadan, Önder Apo özgür olmadan kendisi nefes alamaz. Böyle bir özsel ilişki vardır. Bu temelde ben kampanyaya katılan kampanyanın gelişmesi için bulunduğu her alanda aktif direniş içerisinde olan herkesi bir kez daha selamlıyorum, başarılar diliyorum.
İMRALI DİRENİŞİNİ GÖRMEDEN TÜRKİYE SİYASETİ DEĞERLENDİRİLEMEZ
Türkiye siyasetini de, ekonomisini de yani toplam Türkiye’deki gerçekliği belirleyen savaştır. Kürt halkına yönelik yürütülen soykırım savaşı çok belirleyicidir. Aynı düzeyde buna dönük gösterilen direniş ve mücadele de belirleyicidir. Yani aslında ana eksende bu var. İmralı’daki direnişi, duruşu görmeden kimse Türkiye siyasetini aslında değerlendiremez. Ondan kopuk değildir. Türkiye’de böyle bir sahte demokrasi algısı yaratılarak sanki demokratik bir sistem varmış da böyle siyaset yapılabilirmiş gibi bir ortam yaratılarak insanlar kandırılıyor. Yani sanki varmış gibi, mış gibidir. Türkiye’de her şey mış gibidir. O anlamıyla asıl gerçekliği belirleyen, yani gelişmeleri belirleyen savaş olgusudur. 8 yıldır bu böyle devam ediyor aslında.
AKP’YE İŞBİRLİĞİ YAPAN HER KÜRT KİMLİĞİNE, ONURUNA TERS DÜŞER
Özyönetim direnişlerinin de yıldönümünden geçiyoruz. Özellikle Cizre’deki şehitlerimizi anıyorum. O bir kırılma noktasıydı Şimdi mesela dünya Gazze’deki yıkımı tartışıyor. Oysa bundan 8 yıl önce Türkiye kendi sınırları içerisinde şehirleri, mahalleleri bombaladı, çocukları öldürdü, katlettiği anaların cenazesini yerde bıraktı, insanları bodrumlarda yaktı. Böyle bir soykırımcı gerçeklik olduğunu ortaya koydu. Çöktürme eylem planının ilk ayağı aslında şehirlerde böyle bir savaşı geliştirmekti. Soykırımcı yüzünü böyle ortaya koydu. 2015 öncesi farklı bir AKP’den insan bahsedebilir. Daha böyle devleti ele geçirmemiş, halen devlet içerisinde böyle bir güç mücadelesi veren bir konumdadır. Fakat ondan sonra AKP’yle işbirliği yapan her Kürt kesinlikle kendi kimliğine, varlığına, onuruna ters düşen Kürt’tür. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu bugün için de geçerlidir. AKP komplocu zihniyetiyle ele geçirmeye çalışıyordu devleti ve bir özel savaş politikası Kürtlere dönük yürütüyordu. Fakat 2015’ten itibaren böyle bir koyu faşizm, tek adam diktatörlüğü ve Kürt soykırımını gerekirse fiziki düzeyde gerçekleştirecek düzeyde yürütmeye karar verdi. Ve o günden bugüne 8 yıl savaşın birçok aşaması oldu. 8 yıldır savaş hep aynı düzeyde seyretti. Son 2 yıldır daha açıktan işgal planlarıyla yürüyor. Şu anda Medya Savunm Alanları ve gerillayı tasfiye etmeye odaklanmış. Aslında 2023 yılı bu temelde ele aldıkları bir yıl oldu. Fakat başarısızdır.
ÖZEL SAVAŞ OPERASYONLARIYLA GÜNDEM SAPTIRILIYOR
En son Halk Savunma Merkez karargahından arkadaş yaptığı açıklamalarda bunu ifade etti. 2023 yılında aslında düşmanın böyle bir planı vardı fakat başarılı olamadı. Gerçekten öyledir. Fakat şöyle de olmadı tabi. Biz de tümden vazgeçiremedik. Böyle bir gerçeklik de var. Yani savaş tüm sıcaklığıyla devam ediyor ve bunun toplum yaşamına çok yönlü etkisi var. Mesela ekonomik alandaki etkisi çok ciddi. İnsanlar neredeyse Türkiye’de önemli bir nüfus açlık sınırında ya da borç batağında. Böyle bir Türkiye gerçekliği oluşmuş durumda. Neredeyse borcu olmayan hiç kimse yok Türkiye’de. Fakat ne yapıyorlar şimdi? Özel savaş operasyonlarıyla gündemi saptırıyorlar. Buna dikkat çekmek için ekonomiyi söyledim.
SAVAŞ EKONOMİSİ İÇİN ŞİŞİRİLMİŞ ZENGİNLER TAKIMI ORTAYA ÇIKTI
Örneğin Dilan Polat meselesi var ya, işte Türkiye’de böyle aniden böyle şişirilmiş bir zenginler takımı ortaya çıkardılar. Şimdi de ona operasyon yapıyorlar. Mesela İçişleri Bakanlığının son dönemdeki operasyonel zincirine bakın. Her gün operasyon var. Sanki 25 yıldır Türkiye’yi başkası yönetmiş. Bu fotoğrafı açığa çıkaran AKP’nin kendisi. 25 yıldır bütün suç örgütlerini örgütleyen, göz yuman, onlarla işbirliği yapan, onları hızlandıran, bu temelde aslında Türkiye yi nasıl en karanlık dönemine sürükleyen bir gerçeklikten bahsediyoruz. Çinli bir mafya İstanbul’da yakalandı! Bilmem. Kolombiyalı bir uyuşturucu. Bunu yaratan AKP yönetiminin kendisi.
Bunlar hep savaş ekonomisi için. Her türlü savaşı yürütmek için bunu yaptı. Şimdi de operasyonları da yaparak sanki kendisi düzeni sağlıyor. Yani bu kadar alçak, bu kadar karanlık bir hükümet yani. Geçenlerde bir arkadaş konuşuyordu, dedi ki biz de bir çok Türkiye hükümetine böyle tanıklık ettik. Yani çok devirdik PKK olarak. Biz çok hükümet devirdik. En uzun süreli bu AKP kaldı iktidarda. O da biraz aslında Kürt sorununu çözeceğim şeyiyle kaldı. Fakat biz diğerlerinde biraz kalite vardı. Türkiye’deki iktidarların geneli, yani CHP’den başlayarak 1923’ten başlayarak günümüze kadar gelen tüm partilerde bir komplocu blok özelliği vardır. Bu cumhuriyetin oluşum karakteriyle ilgili hepsinde vardır. Fakat AKP-MHP en rafine halidir. En komplocu, en oyuncu, en özel savaş politikalarını geliştiren iktidar AKP-MHP iktidarıdır, AKP’dir.
Sadece Kürt toplumuna karşı değil, sadece savaş yürütmek için de değil… Bakın yeşil sermaye kesimi AKP içerisinde öyle bir palazlandı ki. Türkiye’nin zenginliklerin üzerine çöreklendiler. Yani bunu böyle sürmesi için alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete hikayesiyle, yani Kürtleri hep böyle bir savaş hikayesiyle de gündemde tutarak, bir tehdit unsuru olarak gündemde tutarak Türkiye toplumunu ayakta tutuyorlar.
CEMAATLER DEVLETLEŞEREK DEMOKRATİK UNSUR OLMAKTAN ÇIKTI
Sosyal boyut aslında çok geniş bir boyut. Mesela eğitim alanı. Şimdi gündemde olan ne var? Yani Kürt gençleri. Daha çıkmasın diye tarikatlarla yaptıkları işbirliğini açıkça itiraf ettiler. Milli Eğitim Bakanlığı meclisteki konuşmasında dedi ki “biz onlara STK diyoruz.”
Cemaatler Önderlik değerlendirmelerinde devlet dışı kalan toplumsal kesimler sivil toplum olarak ele alınabilir. Siyasallaşmamış, devletleşmemiş devletle arasındaki mesafeyi koruyan tarikatlar bir demokrasi unsuru olarak ele alınabilirler. Fakat AKP döneminde, yani dincilik ve milliyetçilik o kadar çok devletçilik ile devletle bir arada ele alındı ki, artık bunların bir masumiyeti kalmadı, bir vicdani yönü kalmadı, ahlaki boyutu kalmadı. Siyasallaşmış olmaları ne demektir? Çıkar ilişkilerinin parçası haline gelmeleri demektir. Yani eğer bir kurumun devletleşme sinden bahsediyorsak bu Alevi cemaati de olabilir, bu İslami cemaat de olabilir. Eğer biz onların devletleşmesinden bahsediyorsak bu çıkar ilişkilerinin bir parçası haline geldikleri anlamına gelir. O yüzden itiraz var. İtirazımız bizim o yüzdendir. Gerek inanç grupları, gerek diğer sivil toplum örgütleri devletle aralarındaki mesafeyi korumak durumundalar. Sendikalar, dernekler eğer öyle olurlarsa demokrasinin unsuru olurlar. Eğer öyle olmazlarsa çıkar ilişkilerinin bir faydası olarak yozlaşırlar. Şimdi bahsedilen tarikatlar böyle tarikatlar. Çünkü Milli Eğitim Bakanlığı açık itiraf ediyor, diyor ki biz bu tarikatları Kürt gençleri dağa çıkmasınlar diye destekliyoruz.
Zaten bu tarikatlar Ssyasal İslamcı düşüncenin yatağı, kendisini oluşturma, kendini yaratma merkezleri. O yüzden tarikatlar çok güçlenmiş Türkiye’de. Fakat ben şuna dikkat çekmek istiyorum. Şimdi bunu söyleyen Milli Eğitim Bakanlığı bize şunu hatırlatıyor. Yani bundan bir süre önce biliyorsunuz Siirt Valisi idi, dedi ki dağa çıkacaklarına dedi, fahişelik yapsınlar dedi. 13 yaşındaki çocuk için söyledi. Yani 13 yaşındaki için söylüyor, 15 yaşındaki için söylüyor. Burada bir halkın yeter ki gözü açılmasın, Kürt gençlerinin gözü açılmasın. Kendi varlıklarıyla ilgili, kendi kimlikleriyle ilgili, kendi onurlarıyla, özgürlükleriyle ilgili hiçbir konuya bulaşmasın. Onlar daha gözleri açılmadan biz onları işte nasıl diyeyim bağlayalım yani yeter ki böyle olsun. Bu çok çirkin bir şey. Bu korkunç bir şey. Ben bu vesileyle tüm Kürt toplumuna çağrıda bulunuyorum. Dikkatli olsunlar. Böyle çoluk çocuk korunmaz. Ben ailelerimizi eleştiriyorum, kabul etmiyoruz. Toplumumuzun, Kürt toplumunun, Türk toplumunun kendisi için ya kendisi için ayağa kalkması lazım, onuru için. Bizimle alakası yok. Geleneksel toplumsal yapımız bu şekilde dağıtılamaz.
Biz klasik aile denilen milliyetçi aileyi eleştiriyoruz. Çünkü milliyetçi aile yapılanmalarında egemen erkeklik ve köle kadınlık üretilir. Eşit değildir. O yüzden biz eş yaşam teorisini savunuyoruz. Eş yaşama dayalı aile modelinin geliştirilmesi gerektiğini savunuyoruz. Fakat şunu biliyoruz toplumsal varlığın ilk oluşumundan şimdiye kadar aile vardır. Klan da bir aileydi. Yani o anlamıyla toplumun var oluşunda aile hep vardı, hep var olacak. Aile aşılabilecek bir kurum değil ama demokratikleşmesi gereken bir kurum. Bizim yaklaşımımız bu temeldedir. Bu sözde AKP-MHP bize karşı kara propaganda yürütürken diyor ya bunlar aileyi reddediyorlar, bilmem komünistler, dinsizler diyorlar. Öyle değil. Toplumumuz bizi tanıdığı için bu tür şeyleri tekrar tekrar dönüp anlatmak istemiyoruz. Ama yine de ben vurgulamak istedim. Bizim böyle bir yaklaşım ama mevcut aile modelini de yetersiz buluyoruz. Yani mesela Önderliğimiz en çok neyi eleştirdi? Bu aile modelinden çıkan çocuklar özgür olmadı dedi. Anneleri, babaları eleştirdi. Dedi ki “sizin yetiştirdiğiniz çocuklar güçlü savaşmıyor.” “Kendi varlığına, kimliğine güçlü sahip çıkamıyor” dedi. Bu eleştiriler gündemindeki yerini korumalı. Şimdi daha fazla oyun var. Şimdi daha fazla kafa karıştırma var. Bunu görerek bu politikalara karşı durmak lazım.
GÖÇ İLE KÜRTSÜZLEŞTİRME AMAÇLANIYOR
Diğer bir konu da göç. Kürdistan’dan göçertme politikaları vardır. Özellikle Bakur Kürdistan’da. Dört parça Kürdistan’da bu yürütülüyor. Savaşla bunu yapmaya çalışıyorlar. Savaşın kendisi göç nedeni haline getirilmek isteniyor. Böyle Kürt toplumu neye mahkum edilmek isteniyor? Böyle biyolojik varlığını sürdüren güdüsel sınırlarda yaşaması isteniyor. Biliyor musunuz, bu çok geri bir noktadır. Kürt toplumunun anlamlı bir varlığının olmaması için savaş, soykırım düzeyinde yürüyen, soykırım tehlikesini yaşayan bir toplum kendisini nasıl biyolojik olarak yaşatmaya meyleder? Dikkat edin, Kürt toplumunun üzerinde hep bu kılıcı sallıyor soykırım merkezleri. Bundan çıkmak lazım. Anlamlı yaşamak lazım. Şöyle olamaz bu anlamlı yaşamak; kendi doğduğun, büyüdüğün, senin havuzun olan, seni var eden mekanları terk ederek anlamlı yaşam olamaz. Bu anlamıyla Türk devlet sistemi başta olmak üzere uluslararası sistemle de uzlaşarak yapıyorlar. Ama Türk devleti, Kürdistan’da özellikle direnen kesimlerin Kürdistan’ı boşaltması için özel faaliyette bulunuyor, Bazı kapıları açıyor. Mesela en son duyduğum kadarıyla söyleyeyim. Çok araştırma yapma imkanım olmadı ama mesela vizesi olmayan bazı ülkeler var. Kürt gençlerini, direnişçi gençliğin oraya oraya çıkmasına izin veriyor, kapılarını açık bırakıyor. Yeter ki Kürdistan’da direnen onurlu insan kalmasın. Bir de sınır hatlarını. Sınır hattı dediğimiz. Rojava sınır hattına, İran, Rusya sınır hattına, Serhat kesimlerinekKendi işbirlikçi çetelerini yerleştirmek istiyor Kürtsüzleştirmek istiyor.
Kürtler bu coğrafyada binlerce yıldır yerleşik bir halktır. Kürtlerin en temel özelliği ne kadar saldırı, savaş görmüşse de bu coğrafyayı terk etmeyen en eski halk olmasında yatıyor. Çünkü bu coğrafyada Neolitik devrimi gerçekleştiren halktır. İlk kadın devrimini gerçekleştiren halktır. O yüzden terk etmiyor coğrafyayı. Türk devleti de bunu başaramadı. Aslında yüz yıllık projeydi. Bazı alanları Kürtsüzleştirme, tümden boşaltma, bunu yapamasa da bazı böyle adacıklar oluşturarak Kürt toplumunun fiziki, ulusal varlığını böyle parçalayarak dayanışmasının önüne geçmek, bir ulus olmasından, bir ulus pozisyondan çıkmasını hedefliyor.
Sonuç olarak şunu söylemek istiyorum Kürt gençlerine ülkelerini terk etmesinler. Bulundukları her yerde kendilerine güvensinler. Kürt güçlerine güvensinler. O özgüvenle mücadele etsinler. Öz savunma yapsınlar. Öz savunmayı herkes yapabilir. Öz savunma sadece gerillanın işi değildir. Her canlının böyle bir işlevi var. En basit hücre tek hücreli canlıda bile savunma mekanizması var. Bizim gibi insan haline gelmiş yani varlıkların öz savunması çok yüksek derecede olur. O anlamıyla hiç öyle o düşmanın teknik gösterilerine aldanmayın. En büyük teknik insandır. Halen insan gibi bir teknoloji açığa çıkmamış. Bu teknoloji bir insan yapamıyor. Kopyalayabilir ama yeni bir insan yaratamıyor. O yüzden insan olarak bizler varlığımıza güvenelim, insanlığımıza güvenelim. O temelde de gençleri ben Kürdistan’ı savunmaya ve Önder Apo’nun özgürlüğü temelinde başarmaya çağırıyorum.
ŞEYH SAİD’E SALDIRI BİR ÖZEL SAVAŞ OPERASYONU
MHP’nin Şeyh Said’e yönelik saldırıları var. Bunun karşısında Hüda-Par öne sürülüyor. Hüda Par demeyelim aslında Hizbülkontra diyelim. Onların Şeyh Said’e sahip çıkmaları gibi bir durum olamaz. Bu saldırılar şundan kaynaklı; Özgürlük mücadelemizin etkinliğini kırmak istiyorlar. Şimdi Şeyh Sait için Önder Apo’nun yaptığı değerlendirmeler var, Hareketimizin yaptığı değerlendirmeler var. Hatta şöyle söylenebilir. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Kürtlere dönük komplo ve ihanet aslında Şeyh Sait dönük komplo ve ihanetle başladı. O günden bugüne kadar devam ediyor. Mesela Önder Apo’ya dönük komplonun tarihi biliyorsunuz 15 Şubat. Şeyh Said’e dönük komplonun tarihi de odur. Şeyh Sait 29 Haziran’da idam edildi. Önderliğe verilen ceza da 29 Haziran’da verildi, uygulanamadı. Çünkü mücadele ediyoruz. Ondan dolayı bunu şu anda zamana yayılmış şekilde hayata geçirmeye çalışıyorlar. Mevcut soykırım, İmralı, soykırım rejimi o demek. O anlamıyla böyle bir değerlendirmemiz var.
Şeyh Sait üzerinden, Türk devletinin aslında Mustafa Kemal’in provokasyona uğradığına dönük Önder Apo’nun değerlendirmeleri oldu. Yani kısaca şunu söylemek istiyorum. Bununla yapılmak istenen Kürt toplumunun Şeyh Sait karşısındaki duyarlılığını bu kontra yöne yönelmektir. Bu kontra etrafında hem İslamcı dır. İşte Nakşi tarikatında yer alıyor. Şeyh Sait onun liderlerinden bir tanesidir. Toplumda sevilen bir şahsiyettir. Kürt kimliğiyle bilinen bir insandır. Mesele bununla yani Kürt toplumunun dini inançlarına böyle seslenmek istiyorlar. Öyle yönlendirmek istiyorlar. Hem de böyle milliyetçi duygulara hitap ederek Kürt demokratik ulus planlamasında bir gedik açmaya çalışıyorlar.
SİYASAL İSLAM, DİNİN ÖZÜNÜ BOŞALTTI
Şeyh Said’i savunup devlet içinde yer almak mümkün değildir. Bu devlet buna dayalı olarak komplo geliştirdi. Yani ilk komployu buna dayalı olarak geliştirdi. Şimdiki komplosunu da yine Kürt toplumunun dini hassasiyetlerini kullanma temelinde yapıyor. Kürt halkı bu oyunları çok yakından biliyor. Ama inanç konusu hassas bir konu. Bu konuda bizim yaklaşımlarımız da biliniyor. Gerçekten anlamlı tartışmak isteyenler varsa tartışabiliriz. Önderliğimizin dine devrimci yaklaşım diye kitabı var mesela. Biz hiçbir zaman inkarcı olmadık. Metafizik yaklaşımlarımız biliniyor. Dine yaklaşımımız biliniyor. Bu konudaki yorumlarımız ve en anlamlı yorumu da bence. Şunu söyleyebilirim İslamiyet’e de getiren o anlamıyla Hazreti Muhammed başta olmak üzere Büyük Ortadoğu Devrimini gerçekleştiren peygamberlere hakkını veren hareketiz. Ben diyebilirim ki PKK kimdir, Önder Apo’dur. Yani gerçek halkın sosyolojik hakkını, onların toplumsal dönüşümde oynadıkları rolü veren bir hareketimiz oldu. Yani Önder Apo oldu. Önder Apo, Hazreti Muhammed’in çağının kendi döneminin en büyük devrimcisi olarak ifade etti. Gerçekten de öyledir, içinde bulunduğu koşullarda, içinde bulunduğu koşullarda, yani Arap toplumunun ulus aşamadığı, kabile halinde yaşadığı, derin yoksulluk içerisinde olduğu, köleliğin olduğu bir coğrafyada çıkış yaptı. Bu bir devrimci şeydir. Fakat bu devrimci özellik günümüzde yoktur. Günümüzün siyasal İslamcıları tamamı ile ne diyorlar? Bunun kabuğunu oluşturuyorlar ve özünü boşaltarak iktidar ve devletle dolduruyorlar. Oysa İslamiyet mazlumların dinidir. Biz de bir ailede yetiştik. Biz de bu eğitimleri gördük. Mesela İslamiyet’in en önemli vurgusu neydi? Eşitlikçi, adaletli. Yani şimdi bakın, siyasal İslam’ın etkili olduğu alanlarda bunlardan söz edilebilir mi? Türkiye’de bundan söz edilebilir mi ya? Bu kadar eşitsizlik, adaletsizlik…
Camilerin bile aslında bir demokratik tartışma ortamı olarak şekillendiğini biliyoruz biz. Şimdi bakalım öyle midir? Şimdi birileri söylüyor, diğerleri ezberliyor. Böyle beyin yıkama aracına dönüştürülen bir gerçeklik var. Kesinlikle Hazreti Muhammed’e de bu şekilde ihanet eden bir karşı İslam gerçekliği var ve Türkiye’deki siyasal İslamcı hareketler de bunun bir parçası konumundalar. Toplumda toplumcu İslamcı kesimler var. Onları bu değerlendirmelerden ayırıyorum. Mesela iktidar dışı kalan, kendisini iktidardan uzak tutarak kendi inanç dünyasını geliştirenler var. Çok güçlü tasavvuf dünyası var. Bunları bunun dışında tutarak söylüyorum. Diğerleri kontra gibi. Kürt halkı bu kadar soykırımdan geçirilmiş, ne diyorlar? Dili yasaklanmış bir halkın halktan bahsediyoruz. Ben o yüzden mazlum halk diyorum hep. Önderliğimiz de bu kavramı hep çok kullandı. Dünyanın en mazlum halkından bahsediyoruz. Onun özgürlük mücadelesine karşı bu kadar savaşacaksınız, ondan sonra diyeceksin ki ben Kürt halkının varlık ve özgürlüğünü savunuyorum. Bunların hepsi safsata, yalan.
ZİNDANLAR ÖNDER APO’YU SAHİPLENDİ
Her şeyden önce tabii zindandaki arkadaşları sevgiyle selamlıyorum. Böyle bir hamlenin dışında kalamazdı zindanlar. Mücadelemizin ilk dönemlerinden günümüze kadar… 1982 direnişi zaten mücadelemizin tarihinde çok önemli bir yere sahip ve o günden bugüne kadar da zindanlar hep bir direniş kalesi oldu. Toplumumuza Kürt toplumun hep moral merkezi oldu. Sadece düşmanın kendi politikalarını uyguladığı, ben yaptım oldu dediği bir alan hiçbir zaman olmadı. Her zaman özgürlük iradesi, özgürlük mücadelesi o politikaları darmaduman etti. En önemli rolünü Güneşimizi Karartamazsınız eylemleri sürecinde, uluslararası komplo sürecinde oynadığı o zamanda Türkiye ve Kürdistan’daki zindanlar, yani o dört duvar arasındaki arkadaşlarımızın Önder Apo’yu sahiplenmesi temelinde aslında büyük bir direniş alanına dönüştü. Şimdi de arkadaşlarımız bunun kararlılığı içerisindeler. Öyle oldukları anlaşılıyor.
Herkesi ciddi olmaya davet ediyorum. Zindanlar karşısında özellikle düşmanı, Türk devletini ciddi olmaya davet ediyorum. Şaka işi değildir zindandaki yoldaşların direnişleri. Çünkü insan kendi bedeniyle direniyor. Yani herhangi bir alandaki gibi değildir yani. Kendi bedenini bedeniyle kararlaştırmak öyle kolay bir şey değil. Başka bir silahları yok arkadaşlarımızın. Bu anlamıyla kararlıdır arkadaşlarımız. O konuda herhangi bir sorun yok.
Fakat ben şuna dikkat çekmek istiyorum. Zindan direnişi bağlamında bu arkadaşlarımız kendileri için direnişe girmediler. Yani mesela dikkat edin, uzun süredir aslında zindandan gelen mektuplar var. Mesela haberler var, orada hak ihlalleri var, Giderek daralan yaşam imkanları, arkadaşları S tipi, F tipi, M tipi, kapatmışlar. Bunların hiçbiri için arkadaşları böyle grevlere girmediler. Açlık grevi yapmadılar. Yani dediler, biz aç kalabiliriz, biz zorlanabiliriz de, bu mücadelemizin bir parçasıdır dediler. Düşmana boyun eğmediler.
zindanlar iki şey için eylemdeler, bir Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü için. Yani talep ettikleri şey budur. İki, Kürt sorununun çözümü için. Tamamiyle kendi dışındaki, kendi varlıklarının dışındaki toplumsal nedenlerle, toplumsal ve siyasal nedenlerle eylem içindeler. Bunu herkesin akılda tutması lazım ve böyle katılması lazım, böyle sahiplenmesi lazım. Dışarıda bu eylemleri sahiplenme eylemleri gelişiyor. Daha yaygın da gelişebilir fakat bu eksende geliştirilmeli.
ÖZEL SAVAŞIN ETKİSİNDEN SIYRILINMALI
Evet biz anlıyoruz. Kürdistan’da, Türkiye’de baskı çoktur. Türk devleti yasaklamalar yapıyor doğrudan. Mesela Önder Apo’yu sahiplenen eylemlere girmede zorlanabilirler. Fakat yine de ısrarcı olmak lazım. Bu ana sütü kadar helal bir şeydir. Kürt halkının Önder Apo için eyleme girmesi haktır, meşrudur yani. O yüzden herkes Önder Apo’yu açıktan sahiplenebilmeli. Açıktan sahiplenme eylemleri yapabilmeli. Bunun için gerektiği kadar da bedel ödeyebilmeli. Gerçekten bu kararlılık olursa, Türk devleti çok kırılgan bir döneminden geçiyor. Biz geri adım attırabiliriz.
Özel savaşın etkisine çok girme var. Biz ne yaparsak yapalım, bu devlet bir şey yapmaz, değişmezmiş gibi. Özel savaş böyle bir şey yaratıyor. Başarıya inanmak, başarının kaynağına da kendi duruşunu, eylemini koymak, örgütlülüğünü koymak çok önemli. Kürt toplumunun bu konuda deneyimleri var. Yeter ki biraz artık silkinip yani gündemini doğru belirlesin. Bu zindan direnişi ve bu eksende dışarıda gelişen eylemler de bunun için fırsat sunuyor. Ben bu eylemlere katılan herkese tüm analarımızın kadınları, yaşlılarımızı, gençlerimizi tekrardan selamlıyorum. Başarılar diliyorum. Daha fazla, daha güçlü sahiplenme olmalıdır.
KATLİAMLARIN HESABINI SORMAYA DEVAM EDECEĞİZ
Öncelikle tabi başta Evîn arkadaş olmak üzere Mir Perver ve Abdurrahim Kızıl arkadaşları saygıyla anıyorum. Şu anda tabii Avrupa’da Kürt halkı bu katliamı, kınamak için ciddi bir hazırlık içerisindeler. Ayın 23’ünde. Görkemli bir protesto yapmak istiyorlar.
Birinci Paris katliamı, yani Sakine arkadaşların 9 Ocak’ta katledilmesiyle yeni bir sürece girilmişti. Yani Türk MİT’i sınırlarının dışında operasyonel bir güce dönüştüğünü ve Kürt halkının öncülerini, özgürlük mücadelesi yürüten kesimlerini sadece vekilleri değil, öncü yurtseverlerin de hedefleyeceğini ortaya koymuştu.
Önderlik şöyle demişti, ha Sakine’yi vurdular ha beni vurdular. Evîn arkadaş da bizim öncü kadrolarımızdan biriydi. Katliamda niceliği tartışmak yanlıştır. Niteliği tartışmak lazım. Hedeflenen neydi? Hani katliam deyince ya da soykırım deyince hep böyle sayısal olarak ele alınır. Burada insanlık katlediliyor, ona getirmek istiyorum. Bir halkın özgürlük mücadelesini yürüten insanlar sokak ortasında katlediliyor. Bu sorundur. Bu insanlık açısından bir sorundur. Türk devleti sadece Kürtlerin başına ya da Türkiye’de yaşayan halkların başına bela değil. Giderek küresel çapta da nasıl bir gericilik kaynağı olduğunu bu pratikleriyle ortaya koymuş oluyor. O anlamıyla böyle bir gerçekliği var. Türk devleti gerçekten katliamcı karaktere sahip. Bu sadece işte Maraş katliamı, 19 Aralık katliamına bakın. Demokratik hakkını kullanan tutsaklara karşı böyle bir katliamı uyguladı. Kendi denetiminde onun koruması gerekenlere karşı katliam uyguladı. Yine mesela Roboski katliamı. Akılların durduğu bir andır Roboski katliamı yani. Bundan daha açık Kürt düşmanlığını gösteren bir olay yoktur. Bu katliamların hepsinin hesabını sormaya biz devam edeceğiz, bunu söyleyebilirim. Kelimeler yetmiyor. Yani insan bu tür katliamları değerlendirirken kelime bulmakta zorlanıyor.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan itibaren bölge halklarına karşı aslında konumlandırılmış bir devlettir. O yüzden biz hep onun komploculuğına ve bölge halklarına dönük ihanetine vurgu yaptık. Ermenilere, Türklere, iAlevilere, sosyalistlere. işte günümüzde de en açık ifadesiyle Kürtlere, yani bunların hepsine dönük katliamcı politikayı uygulayan bir devlet geleneğinden bahsediyoruz. Mustafa Suphileri Karadeniz’de boğdurmak da katliamdır. Maraş’ta Kürt Alevileri katletmek de böyle bir politikanın parçasıydı. Niye Maraş’ta? Çünkü hareketimizin etkinliği vardı. Kürt hareketinin en zinde olduğu, canlı olduğu alanlardan bir tanesiydi. O oradaki hareketliliğin önüne geçmek için katliamı kendileri tertiplediler. Halen failleri bulunmadı.
O yüzden yani Türkiye toplumunun, Türkiye halklarının bu devlet gerçekliğiyle yüzleşmesi şarttır. Bu yüzden biz diyoruz ki hakikatlerle yüzleşme komisyonları kurulmalı. Hesaplaşma olmalı. Bunlar olmadan Türkiye’de bir iç barış olamaz. Hiç kimse kendisini kandırmasın. Bir Roboski katliamının failleri ortaya çıkarılıp yargılanmadan -ki bunun baş faili Erdoğan’dır- huzur bulamaz bu coğrafya. Bu katliamları unutturmamak lazım. Sürekli çözümlemek lazım ve yeni yeni kuşaklara da anlatarak aslında nasıl mücadele edilmesi gerektiğini ciddi bir özeleştiri ile ortaya çıkarmak gerekli.