HABER MERKEZİ –
“Kapalı bir yerde yüzlerce asker tarafından kuşatmaya alınmış olmamıza rağmen, yanımızda bulunan gencecik arkadaşlarda direniş konusunda en ufak bir tereddüt yoktu. Arkadaşların düşündüğü tek şey, o haldeyken bile gidip düşmana saldırmak, eylem yapmaktı. Kimse içeride kalmak istemiyor, eylem yapıp dışarıya çıkmak istiyorlardı. Nasıl yapabiliriz diye herkes düşünüyordu.”
“Bêşebap’ın tam karşısında gökyüzünü delerek yükselen ve Bedirxanların direniş kalesi Körkandil’e kadar uzanan bir dağdır, Kato Jîrka. Katoların en asi parçası. Sanki bir dağ değil, tanrıların özenle yarattığı, Botan’ın kalbindeki direniş yuvası.
Arazisi öyle bir arazidir ki, arazisini tanımayan birisi testereyi andıran kayalıklarla kaplı labirentlerinde kaybolur. Her kayası, çatlağı, çukuru bir diğerinin aynısı gibidir. Sanki Tanrı tarafından özenilerek, insanları görkemiyle şaşırtmak için yaratılmıştır. Geceleri yürürken yolu şaşırırsanız yapılacak şey, sakin olup şafağı beklemektir. Çünkü bağrında geceleri atılan her bir adım cehennem gibi gelir insana. Adeta kayalıklardan bir yeraltı şehridir Kato. Koridorlar, çıkmaz sokaklar, labirentler, çukurlar ve uçurumlardan oluşan, gerillanın direniş mekanıdır. Kato’nun kayaları başka hiçbir yerde bulunmaz. Sert ve sağlam, jilet gibi keskin ve tırtıllıdır. Bu kayalara ne elbise ne de ayakkabı dayanır. Katoların yaz güneşi, gündüzleri gölge olmayan yerde hüküm sürer. Yaz mevsiminde dahi geceleri ve gölge yerler insanı titretecek kadar soğuktur. Katolara yağmurdan çok kar yağar. Sonbahardan ilkbahara kadar sürekli kar fırtınası olur ve Katolar, onca kayası ve çukuruna rağmen dümdüz bir araziye dönüşür kar örtüsünden dolayı.
Katoların coğrafyası doğal bir kale görünümündedir. Günümüz askeri tekniği diğer yerlere oranla Kato’da çok daha etkisiz bir durumdadır. Kullanılan askeri tekniğe karşı gerillanın kendini koruma imkânı oldukça fazladır. Yaz aylarında kale gibidir Katolar; kış ayları geldiği zaman aşırı yağan kardan dolayı, metrelerce yükselen testere ağzına benzer bütün kayalıkları karın altında kalarak bembeyaz bir örtüye dönüşür. Yaz aylarında arazisi insanı sonuna kadar korurken, kış aylarında ise insan hayatını tam bir esaret altına alıp kilitler. Adeta, ‘yazın seni korudum, sen de bütün kış benimle hareket etmeden kalacaksın’ der gibi, insanı beyaz mahkumiyetinin içine alır.
Kato arazisinin yamaçlarında çam ağacı dışında ağaç türüne rastlanmaz. Çünkü Katolar sert iklimine, direngen doğasına ayak uyduran ve kendine yakışan çam ağacını besler ve büyütür. Zirveleri ise kayalıklardan bir denizi, bir ormanı andırır. Öyle bir arazidir ki, insan girdiğinde özgüveni arazisinden dolayı şaha kalkar ve rahat hareket edebilir ama kış geldiği zaman Kato farklılaşıp zorlaşır.
Katolar geçmişten günümüze hep direniş yuvası olmayı bilmiş, direnenleri korumuştur. İskender’den günümüze kadar Katolarda savaş ve direniş bitmemiş, zalimlere, işgalcilere korku salan bir dağ olmuştur. Katolardaki direniş halkasına 2017 yılı baharında yaşanan PKK savaşçılarının direnişi damgasını vurmuş, direniş halkasına en sağlam ve unutulmaz bölümünü eklemiştir. Kato direnişinin içerisinde yer alan HPG gerillası Hüseyin Pîran’dan bu tarihi direnişi dinledik:
“2017 kışında Kato Jîrka’da üslendik. Arazisindeki doğal mağaralar ve yarıklar sanki özel olarak yapılmıştı. Çok büyük doğal mağaraları vardı. Kato Jîrka’da o kış 3-4 kamp şeklinde üslenmeye girmiştik. Bizim üslenmeye girdiğimiz mağara 500 metre kadar büyük, içinden suyun aktığı ve farklı şekillere bürünmüş kayalıklar ve çatlaklara sahip bir mağaraydı. Bahar geldiği zaman aşağılarda kar eridiği için bir grup arkadaş kamptan çıkmış, biz 11 arkadaş kampta kalmıştık ve dışarı çıkmak için hazırlık yapıyorduk. Öncesinde de hareket olduğu için arazide izler çıkmıştı, bu da kamplardan çıkmayı daha da zorunlu hale getiriyordu. Kamplardan çıkmadan, 20 Nisan 2017’de düşmanın operasyonları başlamıştı. Sabah mağaradan çıkıp keşfe gittiğimizde düşmanın araziye operasyona çıktığını gördük. Bu zamanlarda Katolar hala bembeyazdı ve kar daha erimemişti. Düşman askerleri ilk olarak Meydan Koli zozanlarında görülmüştü. Bizim yerimize epey bir uzaktı ama oraya yakın yerlerde kalan arkadaşlarımız vardı. Düşmanın arazideki her hareketini takip edip izliyorduk. Düşman araziyi taraya taraya bizim kampımızın altına kadar ilerledi.
Düşman bu operasyona çıktığı zaman sürekli askerlerin ve arazinin üzerinde keşif uçağını bulunduruyor, helikopterlerini eksik etmiyordu. Yoğun teknik kullanımı keşif yapmamızı ve hareket imkanımızı engelliyordu. Yerimiz oldukça sağlamdı ve düşmanın yerimize kadar geleceğini tahmin etmiyorduk. Fakat öncesinden hareket edilmiş ve karda çok belirgin izler çıkmıştı.
Aradan dört gün geçtikten sonra düşman yerimizi tespit etmiş ve kampımızın üzerine kadar gelmişti. Dışarıda ne olup bittiğini anlayamıyorduk, diğer kamplara operasyon olmuş muydu, arkadaşlar çıkmış mıydı? Bunu bilmiyorduk. Bizim kampımız diğer kamplara göre nispeten daha korunaklı ve sağlamdı. Diğer kampları düşünürken düşman kampımıza kadar gelmişti. Biz de bunu fark edince kaldığımız mağaranın kapısına çıkmıştık. Ama hazırda bekleyen düşmanın görüntümüzü alır almaz bizi bombalarla vurması ve sağanak yağmura benzer ateş altına alması bir oldu. Bu yüzden bir kademe geri çekilmek zorunda kaldık. Direneceğimizi anlayan düşman kendi işini kolaylaştırmak için kapıdan uzaklaşmış ve savaş uçaklarının vurmasını bekliyordu. Tabii bizler askerlerin geriye gittiğini görünce teknik kullanacaklarını anlamış ve içeriye girmiştik. Savaş uçakları gelip kampın giriş kapısını vurdu. Düşman kendisini bir kademe geriye çekmiş fakat kampımızı net gören daha yüksek bir yere geçip yüzlerce göz ile bizi izliyordu. Bizler fırsat buldukça dışarı çıkıp düşmanın hareketini keşfederek, durumu anlamaya çalışıyorduk. Uçaklar kampın kapısını vurduğu zaman kapı çökmüştü. Çöken bu kapının yanında başka bir kapı daha vardı fakat birbirlerine yakın oldukları için o kapı da deşifre olmuş ve denetime girmişti. Düşman sürekli bizi imha etmek için etrafımızda dolanıyor, seslerini çok net bir şekilde duyuyorduk. Biz de düşmanın kullandığı teknik yüzünden genelde dışarıda çok kalmıyor, içeriye çekiliyorduk. Mağaramız korunaklıydı ve büyüktü. Kapımızı uçaklar vurduğu zaman çok fazla hissetmemiş, kapıda mayın patlattıklarını sanmıştık. Diğer kapıdan çıkıp baktığımızda arazinin değişmesinden patlamanın şiddetini yeni anlamıştık.
Kampımızda bulunan arkadaşlar genelde genç arkadaşlardı. Hezexli Ali arkadaş, Xinislı Şoreş arkadaş; yine çok genç olan Amedli Şoreş arkadaş, Botan Goyî arkadaş, Sêrtli Botan arkadaş, Bêşebablı Roni ve Şoreş arkadaşlar vardı; Zınar arkadaş Kobanêliydi, Rojhat arkadaş Mêrdînliydi, Şoreş arkadaş ise Qoserliydi. Bu arkadaşlar kampımızın bileşenleri ve tarihi anlara tanıklık etmiş yoldaşlardı.
11 arkadaş bir mağarada düşman kuşatması altında kalmıştık ve sonuna kadar direnecektik, direnişimiz kazanma eksenli ve düşmana darbe vurma çizgisinde olacaktı. Bizler Önderliğimizden ve şehit yoldaşlarımızdan bunu öğrenmiş, onlarca direniş hikayesinin yazıldığı Katolara yeni bir direnişi ekleyecek ve halkımızın başını dik tutacaktık. Bunun uğruna ne gerekiyorsa yapmaya hazırdık. Zaten fedaileşmek ve böylece özgür yaşamı yaratmak için kanımızı kutsal topraklarımıza dökmeye hazırdık. Düşman saldıracak, biz direnecektik.
Bizleri yok etmek için herşeyi yapacaklarını çok iyi biliyorduk
Kapalı bir yerde yüzlerce asker tarafından kuşatmaya alınmış olmamıza rağmen, yanımızda bulunan gencecik arkadaşlarda direniş konusunda en ufak bir tereddüt yoktu. Arkadaşların düşündüğü tek şey, o haldeyken bile gidip düşmana saldırmak, eylem yapmaktı. Kimse içeride kalmak istemiyor, eylem yapıp dışarıya çıkmak istiyorlardı. Nasıl yapabiliriz diye herkes düşünüyordu. Çok fazla arzumuzun olmasına rağmen mevcut koşullar dışarıya çıkmamızı engelliyordu. Zaten sürekli hazır bulunan keşif uçakları keşif halindeydi, helikopterler ani bir müdahale için sürekli tur atıyordu. Bunlar da yetmezmiş gibi onlarca dürbün, yüzlerce namlu sürekli kapıya odaklanmış hazır vaziyetteydi.
Bir fırsat bulup kapıya çıktığımızda düşmanın etrafımızda yoğun konumlanmasını görüyorduk. Askerlerin sesi çok yakınlardan geliyor, korktukları için sürekli mevzilenmiş halde bekliyorlardı. Bazen etraflarını ve özellikle mağaranın kapısını tarıyorlar fakat önümüzdeki kayalardan çok birşey göremiyorduk.
Birebir olayın içinde olduğumuz için o sıcaklıkla çok fazla anlam veremesek de büyük bir kararlılık ve irade sergileniyordu. Yeni katılan genç arkadaşlar olmalarına rağmen tüm arkadaşların sohbetleri her zaman nasıl çıkıp düşmana darbe vurabiliriz ve arkadaşlara nasıl ulaşabiliriz minvalindeydi. Canımızdan çok sevdiğimiz yoldaşlarımızın hasreti böyle durumlarda daha da büyüyordu. Onlarla tekrardan buluşup sarılmayı, oturup bir çay eşliğinde sohbet etmeyi hayal ediyorduk.
Kaç defa içeriden çıkmaya çalışsak da düşmanın sayı fazlalığı ve tekniği her defasında bunu engellemiş, geri dönmek zorunda kalmıştık. Sayımız 11 olduğu için iki grup şeklinde mağaranın arkasında ve önünde beklemeye başladık. Kaldığımız yer çok büyüktü ve içinden su akıyordu, hatta su sesi patlama seslerini bastırıyor ve patlama sesleri çok az geliyordu. Hiç boş bırakmıyorlardı. Ya kobralar ya da havan ve obüslerle sürekli mağaranın üstünü psikolojimizi bozmak için vuruyorlardı. Kaldığımız yerin üstü metrelerce kar olduğu için basıncın etkisi azalıyor, ses dağılıyordu.
Katolar hala kara kışı yaşıyordu. Katoların her yeri beyaz gelinliğine bürünmüş, farklı bir renk görünmesin diye diretiyordu. Arada keşif yapmaya gidiyorduk ve bazı arkadaşlar etrafta kimse yok çıkabiliriz diyorlardı. Fakat çıkıp daha detaylı keşif yaptığımızda askerleri görüyor, her yerde pusu attıklarını anlıyorduk. Askerler bazı yerlerde ateş yakmış; resmen karakol kurmuş gibi, kalabalık asker ve ağır silahlar getirmişlerdi. Hatta kepçe getirmiş alt tarafta bulunan zozanlık arazide yol yapmaya başlamışlardı. Bizi orada yok etmek için herşeyi yapıyorlardı. Askerlerin orada olmayıp gittiklerini düşünmek hata olurdu zaten. Yüzyıllardır halkımıza eziyet eden bu zihniyet nasıl olurdu da bizi sıkıştırmışken bırakır giderdi! Bir arkadaşımızı şehit etmek için herşeyi yapmaya hazır olan bu işgalciler o kadar merhametli insanlar değillerdi ki? Belliydi ki daha vahşice planlar yapıyor ve uygulamak için uğraşıyorlardı.
Bizler de çıkmak için havanın bozulmasını bekliyor; bir kar yağışında, fırtınada ya da yağmurda rahatça çıkabileceğimizi düşünüyorduk. Bunun için radyodan sürekli hava durumunu takip ediyorduk. Hava durumunda, açık olduğu söyleniyordu fakat sabah baktığımızda karın yağmış olduğunu görüyorduk. Bu bir tesadüf müydü yoksa düşman bilerek bu hava durumu tahminini yapıp çıkmamızı mı engelliyordu; tam olarak kestiremiyorduk. Zaten bütün radyolar ve televizyonlar onlar için çalışıyordu, bunu yapmaları çok zor değildi. Bazen de keşif esnasında hava kapanıyor, tam çıkmak için hazırlanırken hava aniden açıyor, her yer ayna gibi netleşiyordu.
Sanki her şey biz çıkmayalım diye birleşmiş, ellerinden gelen her şeyi yapıyordu. Oysaki insanlık için, onur ve güzellikler adına savaşan bir topluluktuk ama her şey bize karşı el ele vermiş, üstümüze geliyordu. Sonrasında kaç defa çıkmak için girişimlerimiz olsa da sonuç alamadık. Bir fırsat bulmak için, elimizden geldikçe düşmanı keşfediyor, bir açıklarını bulmaya çalışıyorduk. Kapı denetim altında olduğu için, dışarıya çıktığımızda bomba atıp taramaları bir yana, yukarıdan kayaları bize ve kapıya doğru yuvarlamaları bir yanaydı. Kampımızın kapısı en başta dik olarak aşağıya inen, sonradan düzelen bir tünelden oluşuyordu ve askerler de oradan içeriye kayaları atmaya çalışıyordu.
Hiçbir insani değere ve kutsalına saygı duymayan bir düşman vardı karşımızda. Bizleri yok etmek için herşeyi yapacaklarını çok iyi biliyorduk. Bu konuda hem halkımız hem de biz oldukça tecrübeliydik. Yasaklanan kimyasal gazları ve silahları hiç çekinmeden kullanmışlardı defalarca -ki, ben kendim de Geliyê Teyarê’yi yaşayanlardan biriydim. O vahşeti görmüştüm, halkımız Helepçe’yi yaşamıştı, Dersim’de halkımız mağaralarda gazlarla katledilmişti.
Düşman başarılı olamayınca bu defa kampımıza zehirli gaz atmaya başlamıştı. Attıkları gaz nasıl bir gazdı tam bilemiyorum ama gaz attıkları zaman ben kapıya yakın bir yerdeydim ve en çok etkilenen olmuştum. Öyle bir gazdı ki, 15 gün boyunca yemek yerken, çay içerken hiçbir tat alamıyordum. Kampımızda erzak olmasına rağmen attıkları gazın etkisiyle yemek yiyemiyorduk. Hatta öyle bir şeydi ki elimizi mağaranın duvarına dokundurduğumuz anda nefesimiz kesiliyordu ve farklı bir koku geliyordu. Attıkları zehirli gazın bizleri öldürmemesinin sebebi ise mağaranın içinde akan suydu. Büyük bir ihtimalle bu su gazın etkisini azaltmış, gaz suya sinmişti. Bu kadar saldırı altında moralimizden bir şey kaybetmemiştik. Bazen komik şeyler oluyor ve arkadaşlar kahkahalara boğuluyordu. Atılan gazdan dolayı hiçbir şeyden tat alamıyorduk. Arkadaşlar çay demlemişlerdi ve ben de aldığım ilk yudumla birlikte arkadaşlara dönerek, ‘Kim çaya tuz attı’ dedim. Halbuki çaya şeker de atmıştım fakat gazın etkisiyle bana tuzlu gelmişti. Bu sözüm üzerine arkadaşlar bana hayretle baktıktan sonra gülmeye başladılar. Sonrasında, gazın etkisiyle öyle olduğu aklımıza gelmişti.”
Tofan Dersim/Pîrdoğan Kemal
Devam edecek…