HABER MERKEZİ –
“Dışarıda hâlâ metrelerce kar vardı ve Katolar hâlâ beyaz ölüm tehdidi savuruyordu bizlere. Dışarıya çıksak bile kar ciddi bir sorundu. Arazide karsız bir yer yoktu. Bir yandan düşman bir yandan Katoların karı bizleri çembere almıştı. Ama biz buradan çıkmaya kararlıydık, ne binlerce asker ne metrelerce kar bizi engelleyebilirdi.”
Zor durumda olmamıza rağmen kimse moralsiz değildi. Yanımızdaki genç arkadaşlar hayat doluydu ve devrimin inancını, iradesini kişiliklerinde somutlaştırmışlardı. Onlara olan hayranlığım giderek artıyordu. Apocu iradenin yarattığı kişiliğe hayran olmamak mümkün mü? Onların duruşu, daha eski olan bizlere moral veriyor, buradan sağlam çıkacağımız inancını kat be kat artırıyordu.
Günler geçiyordu ve biz çıkma yolları aramaya devam ediyorduk. En son düşman bu yaşananları çarpıtarak radyoya vermeye başlamıştı. Radyolarında sayıyı abartarak bir grup gerillayı ablukaya aldığını ve her gün birkaç kişinin ölüp bazılarının teslim olduğunu söylüyordu. Düşmanın bu yalan haberleri bizi daha da kararlı kılmış ve kayıpsız bir şekilde buradan çıkmamız için itici bir güç yaratmıştı. Böylece düşmanı sadece askeri olarak değil söylem boyutunda da boşa çıkarmış olacaktık. Belliydi ki düşman yeni bir faşizm dalgası yaratmaya çalışıyor, gerilla karşısındaki başarısızlığını gizlemek için sürekli bu konuyu gündemleştirerek yenilgisini kamufle etmeye çalışıyordu.
Gün geçtikçe çemberin daralmasına rağmen inancımızda, irademizde, moralimizde zayıflama adına hiçbir emare yoktu. Daha yeni katılan Botan Goyî arkadaş kamp içindeki morali, bağlılığı ile fark yaratan bir arkadaştı. Zor durumda olmamıza rağmen sanki yılların tecrübeli gerillasıymış gibi her zaman soğukkanlı ve moralliydi. Bu kuşatmadan kurtulacağımıza herkesten fazla inanıyor, bunun inancını ve moralini gencecik yaşına rağmen etrafına aşılıyordu. Yine Amedli genç Şoreş arkadaş da Botan arkadaştan geri kalmıyordu. Bizim için güç kaynağıydı. Şoreş Xınıs arkadaşın duruşu ve güzelliği kelimelerle ifade edilemeyecek düzeydeydi. Dillere destan bir cesareti ve yiğitliği vardı. Şu an bile onları aklıma getirdiğimde PKK’nin ve Önderliğin nasıl güzel insanlarla çelikten iradeyi yarattığını daha net görebiliyorum ve bu güzel insanlarla yoldaşlık yaptığımdan dolayı onur duyuyorum.
Çıkış yolları aramaya devam ediyor, sürekli bunun üzerine düşünüyorduk. Cihazla bağlantı kurmaya çalışsak da olmuyordu. Her denememizde, düşman takip ettiğinden dolayı gelip içeriye bomba ve zehirli gazlar atıyordu. Biz de bazen kapıya pusu atıp düşmanın gelip yaklaşmasını bekliyorduk. Bu sayede, bu durumda bile düşmana darbe vurmaya çalışıyorduk. Pusu attığımız yer, kapanmayan diğer kapıydı. Bir sorun vardı ki, ne zaman oraya pusu atmaya gitsek düşman hiç yaklaşmıyor fakat içeriye döndüğümüzde gelip oradan bomba atıyorlardı. Sürekli orayı keşfettikleri belliydi. Sonradan anladık ki, uzak bir yere, Meydan Koli’ye büyük dürbünlerden bırakmış ve oraya sabitlemişlerdi. Kapılar birbirine yakın olduğu için, her ikisini de çok rahat denetim altına almışlardı ve kapıya yakın her hareketimizi görüyorlardı.
Biz buradan çıkmaya kararlıydık
İçeriye attıkları gazlar, bombalar ve taşların bizi öldürme amacı vardı fakat düşman onu yapamasa da en azından psikolojimizi bozup bizi teslim almaya çalışıyordu. Düşman kampımızı uçaklar, kobralar ve öbüslerle vurduğunda daha rahattık. Biliyorduk ki askerler kendilerini biraz geriye çekmişler ve teknik kullanıyorlardı. Şimdiye kadar kullandıkları kimyasallar ve teknik bizi etkilememişti.
Dışarıda hâlâ metrelerce kar vardı ve Katolar hâlâ beyaz ölüm tehdidi savuruyordu bizlere. Dışarıya çıksak bile kar ciddi bir sorundu. Arazide karsız bir yer yoktu. Bir yandan düşman bir yandan Katoların karı bizleri çembere almıştı. Ama biz buradan çıkmaya kararlıydık, ne binlerce asker ne metrelerce kar bizi engelleyebilirdi.
Birgün diğer günlerden daha farklıydı. Düşmanın yoğun uçak ve kobra vuruşlarına alışmıştık. Vuruşların yoğunluğundan, farklı bir durumun olduğunu anlamıştık ama ne olduğunu bilemiyorduk. İçeriye girmeyi deneme ihtimallerine karşı hazır bir pozisyonda beklemeye başladık.
Herkes silahının namlusundan yılların kinini ve öfkesini kusmaya hazır bekliyor, savaş meydanında Apocuların gerçekliğini bir kere daha düşmana hatırlatmak için can atıyordu. Bombalar çıkartılıp pimleri düzeltilmişti. Zılgıtlar ve sloganlar eşliğinde düşmanın ortasında patlamaya can atıyorlarmış gibi bir halleri vardı. Kleşlerimiz direniş silahıydı, sanki ellerimizi tetikten çekmeyelim diye yalvarıyor, düşmana bir ders vermeyi bizden daha çok istiyordu. Bizler silahlarımızla duygusal bir bağ kurmuştuk, onlar bizi, biz de onları anlıyorduk.
Düşmanı ne kadar beklesek de gelmediler. Radyoyu açıp dinlediğimizde, Süleyman Soylu’nun Kato’ya geldiği söyleniyordu. Bilmiyorduk geldiğini, ‘herhalde korkan askerlerine cesaret vermeye gelmiştir’ diye düşündük. Bazı arkadaşlar, ‘Çıkıp o adamı vuralım’ dese de, haberini yaptıklarına göre çoktan gittiğini biliyorduk.
Arkadaşlarımızı hissediyorduk ve bu endişelerimiz boşuna değildi
Günler geçtikçe karlar erimeye başlamış, eskiye oranla daha da azalmıştı. Fakat Kato arazisinin hepsi kaya olduğu için karlar daha geç eriyor, sertleşip taş gibi oluyordu. Kar azalmasına rağmen hareketi engelleyecek düzeydeydi. Bu arada düşman hareketliliğini arttırmıştı. Herhalde çıkacağımızı düşünmüş olmalılar ki daha gizli hareket etmeye başlamışlardı. Zaten kaya denizini andıran arazide 20 metre ötesini göremiyorduk. Düşman askerleri kendilerini sakladığı için artık onları eskisi gibi rahat keşfedemiyorduk. Her ne kadar hareketlerini göremesek de hissediyor, seslerini çok rahat işitiyorduk.
Bizi öldürmek istiyorlardı ve bunun için ellerinden gelen herşeyi yapıyorlardı. Kürtleri, Kürtlere öldürtmeye çalışıyor; etraflarında topladıkları hain korucuları kullanarak üzerimize geliyorlardı. Askerlerin önünde korucular yürüyor, bizi yok etmeyi askerlerden çok istiyorlardı. Geçen sene yaptıkları operasyonda öldürülen bazı korucular olmuş, onları öldürten düşman olmasına rağmen, düşman onları yine ikna etmiş ve kampımızın üzerine ilk onlar gelmişti. O korucular olmasa düşman bu korkunç araziyi nasıl tanıyabilir, nasıl içinde gezebilirdi ki? Zaten yapılan operasyonun öncüleri koruculardı.
Biz bunları yaşarken, ‘diğer arkadaşlar nasıllar’ diye merak ediyorduk. Kato’da başka kamplarımız da vardı. Çok yakın olmasa da kadın arkadaşların kampı vardı. Tüm arkadaşlar o kamptaki arkadaşları düşünüyorlardı. Operasyonun kapsamını bilmiyorduk, acaba kadın arkadaşların kampı deşifre olmuş muydu? Bu belirsizlik bizi endişelendiriyordu. Bizim kullandığımız kamp daha önceden kullanılmış olsa da sağlamdı. Kadın arkadaşların kampı ise hiç kullanılmamış ama bizimki kadar sağlam değildi. Korkumuz, o kampın da deşifre olmasıydı. Bir an önce çıkarak o arkadaşlara haber verip kamptan çıkarmak istiyorduk. Şimdi de beyinlerimizi meşgul eden şey, kadın arkadaşların durumuydu. Biliyorduk ki o arkadaşlar da bizi merak ediyordu. PKK böyle bir hareketti; kendinden önce yoldaşını düşünmeyi öğretiyor, kişinin duyguları ve yaşama bakışı bu eksende şekilleniyordu.
Arkadaşlarımızı hissediyorduk ve bu endişelerimiz boşuna değildi. Bazı kamplar hâlâ boşaltılmamış, arkadaşlar kamplarda kalmıştı. 5 erkek arkadaşın olduğu başka bir kamp vardı, karşımızda olmalarına rağmen yerleri tam görünmüyordu. O kampta Şoreş Rojhîlat, Çektar Muş, Devrim Cizre, Rezan Siirt arkadaşlar vardı. Korktuğumuz başımıza gelmişti; diğer kamplara da operasyon olmuş ve arkadaşlar kamplardan çıkamamış, bizler gibi çembere alınmışlardı.
Durumlar daha da kötüleşmiş ve düşman dört kampımıza baskın yapmıştı. Kapılar deşifre olmuş, çıkmaya fırsat verilmiyordu. Kampımız sağlam olmasına sağlamdı ama diğer üç kamptaki arkadaşların durumu bizi düşündürüyordu. Acaba bizim kampımıza kullandıkları tekniği diğer kamplara kullansalar ne olurdu? Bizim üzerimizde kullandıkları zehirli gazları kullansalar arkadaşlar kurtulabilir miydi? Bunlara benzer onlarca soru zihnimizi kurcalıyordu. Düşmanın bu kadar arkadaşı bir yerde çembere alması onu azgınlaştırmış ve her türlü insanlık dışı yolu dener hale getirmişti. Bunlardan sonuç alamayınca yeni katliam yolları aramaya başlamıştı.
Dört ayrı kamp olmamıza rağmen yüreklerimiz aynı yerdeydi. Tarihe geçecek olan bu direnişi yazmak bu dört kampa nasip olmuştu. Artık düşmana karşı daha da güçlenmiştik. Arkadaşlarımızın çemberde olduğunu bilmek yüreğimizde fırtınalar koparıyor, öfkemiz zapt edilemez bir duruma geliyordu. Elbette ki buradan sağ çıkacaktık ve o zaman hesaplaşma zamanı gelecekti. O zaman düşmana Apocularla uğraşmanın ne demek olduğunu gösterecektik. Kararlıydık, buradan çıkıp intikamımızı alacaktık, bunun için herşeyi yapmaya hazırdık.
Yüksek bir irade ve yüreklerimizin yandığı anlar
Beş erkek arkadaşın olduğu kampa yoğunluk vermişlerdi. Oraya çok yükleniyorlardı. Arkadaşlar orada da büyük bir direniş sergileyince düşman içeriye girememiş ve farklı katliam yolları denemeye başlamıştı. Düşman azgınlaşmış, hayal ötesi yollara baş vurur olmuştu. Arkadaşların kaldığı mağaraya sondaj makinesine benzer bir makine ile delip açtıkları delikten bomba ve zehirli gaz atıyorlardı. Düşman bu kampımıza karşı türlü türlü kimyasal gazlar kullanıyordu.
Arkadaşlar bu kampta öncesinden tedbir olarak sığınak yapmışlardı. Düşman kayalıkları delip içeriye bomba atınca arkadaşlar sığınak sayesinde etkilenmemişti. Düşmanın yine zehirli gaz kullandığı bir günde bazı arkadaşlar sığınak dışına çıkmışlardı. Arkadaşlar çıkmak için yol ararken düşman gaz atmıştı. Bizim kampımız gibi o kampın içinden de su akıyordu. Gaz bombaları atıldığında Heval Çektar dışında, dışarıda olan diğer arkadaşlar suya atladıkları için o arkadaşlara birşey olmamış fakat Çektar arkadaş suya yetişemeyip olduğu yerde şehitler kervanına katılmıştı. Arkadaşlar sonrasında gazın etkisi geçince Heval Çektar’ın naaşının üstüne gittiklerinde kimyasal gazın vücutta yarattığı etkiyi ve sonucu bariz bir şekilde görmüşlerdi.
Günlerce süren direnişten sonra ilk şehidimizi vermiştik. Düşmanımız korkaktı, korkak olduğu için de tehlikeliydi. Bizi yok etmek için her türlü kirli yönteme başvuruyordu. Düşman bize saldırsın, bize kimyasal atsın, biz kendimizi feda etmeye hazırdık. Ama elimiz kolumuz bağlıyken, gözlerimizin önünde yoldaşlarımıza saldırması dayanılmaz acılar yaşatıyordu bize.
Düşman vahşette sınır tanımıyordu. Emindik ki insan olamazdı bunları yapan. Arkadaşların bulunduğu yerlerin kapılarını kapatıyorlardı. Tekrardan şahsımızda Kürt halkını betona gömmek istiyorlardı. Arabalarla toprak taşıyıp üstlerini ve kapılarını dolduruyorlardı. Diğer kampların üzerinde adeta inşaat alanı gibi çalışıyor, hafriyat yapıyor mağaralara bombalar atmaya devam ediyorlardı. Arkadaşların üzerinde kullandıkları bombalardan bir tanesi insanda şok etkisi yaratıyor, elektrik çarpmış gibi bir etki oluşturuyordu. Sanki bütün kemiklerin eklemleri birbirinden ayrılacak gibi oluyordu. İçeriye gaz attıkları zaman, kızarmış yağın suya döküldüğü zaman çıkardığı sesi çıkarıyordu. Arkadaşlar bu kimyasallara karşı battaniyelerini ve tulumlarını ıslatıp üzerlerine atarak tedbir almışlardı. Yine bulundukları sığınağın etrafını çamurla kapatmış, daha güvenli olmasını sağlamışlardı.
Yani her şey yaşamak içindi. Direnelim ki yaşayalım. Yaşayalım ki direnebilelim. Yaşamak istemimizin sebebi bireysel bir istem değildi. Yaşayamazsak Çektar’ın intikamını alamazdık, yoksa Çektar gözleri açık giderdi, yoksa Çektar bizlere alınır, intikamını alamadık diye hatırı kalırdı. O yüzden herşeyi yaşamak ve intikam almak için yapacaktık…
Sanki herşey bize karşıydı. En çok kaygısını duyduğumuz ve korktuğumuz kadın arkadaşların kampına girmeleriydi. Ama korktuğumuz başımıza gelmiş ve düşman o kampa da girmeye çalışıyordu. Yerimizden bir çıkabilsek, yapacağımız ilk şey gidip arkadaşları kurtarmak olurdu. Düşmanın ablukalarını yarar, arkadaşları ölümüne kurtarmaya çalışırdık ama yerimizden çıkamıyorduk.
Operasyonun olduğu ilk gün kadın arkadaşların kampına baskın yapmışlardı. Kadın arkadaşlar baskın olmadan önce zaten kamptan çıkmak için hazırlanmışlardı. O kampa baskın çok ani olmuş ve düşman direkt kapıya gelerek içeriye bomba atmaya başlamıştı. Yukarıdaki bir delikten içeriye düşen kar gizli oda gibi doğal bir yer oluşturmuştu. On üç kişi olan arkadaşlar bu gizli yere giriyorlar ve beş gün o karın içinde kalıyorlar. Arkadaşlar kamp içindeki kardan oluşmuş doğal odada saklanırken düşman kampın içine giriyor. Askerler kampın içinde dolaşırken arkadaşların yanında silah olmadığı için birşey yapamıyorlar. Düşmanın ilk attığı bombaların etkisiyle silahlarını alamıyorlar. Kadın arkadaşların kampı çok sağlam olmadığı için bombalardan etkilenmiş, silahlarını alamadan kendilerini gizli yere zor atmışlardı.
Tarih bizi sınava tabi tutuyordu
Düşman arkadaşları bulamıyor fakat orada olduklarından şüphelenip hemen gitmiyor. Arkadaşları oyuna getirmek için, Kato’da kalan bir arkadaşın adını kullanarak sanki gelen o arkadaşmış gibi arkadaşlara sesleniyor. Arkadaşlar bu oyuna gelmiyor ve bu beş gün boyunca kar soğuğuna karşı direniyorlar. Bir arkadaş burada donarak ölümsüzler kervanına katılıyor. Beş gün sonra arkadaşlar düşmanın gittiğini anlayınca çıkıp dışarıya bakıyorlar ve her yerde izlerin olduğunu görüyorlar. Düşmanın bıraktığı bu izler arkadaşların işine yarıyor ve arkadaşlar kamptan çıkıp kendilerini başka bir kaya çatlağına, boşluğuna atıyorlar. Düşman, kadın arkadaşların kampından çıkarken kampı ateşe vermiş ve öyle gitmişti. On üç arkadaş günlerce aynı mağarada düşmandan gizlenmiş ve sonunda yakılan kamptan kendilerini dışarıya atmayı başarmışlardı fakat bir arkadaş şehit düşmüştü.
Geriye kalan on iki arkadaş da kardan ve soğuktan çok etkilenmişti. Zaten yeni yerleri de karlıydı. Nudem arkadaş soğuktan dolayı şehadetin eşiğine gelmişti ve arkadaşların elinden bir şey gelmiyordu. Dünyada, kendinden çok sevdiğin yoldaşının, ellerinde şehadete ulaşması kadar zorlayıcı bir durum olamaz herhalde. Elinizden de birşey gelmiyor, sadece gül yüzüne bakıyorsunuz. Diğer arkadaşların durumu da çok iyi değildir, bir şey yapmasalar hepsi şehit düşecekler. Arkadaşların bulunduğu kampın yakınlarında yedi kadın arkadaşın kaldığı başka bir kamp vardı. Bütün tehlikeye rağmen üç arkadaş gidip oradan kendilerini sıcak tutacak birşeyler getirme kararı alıyor. Arkadaşlar kampa yaklaştıklarında kampın üzerinde düşmanın olduğunu görüyorlar ve birşey getiremeden geri dönüyorlar. O kampa da baskın yapılmıştı ve içeride yedi kadın arkadaş vardı. Sanki kara kışın bütün kara bulutları üzerimize çökmüş, bize karşı birleşmişti. Bütün kamplarımız baskına uğramış, tarihsel bir sınava tabi tutuluyoruz hissi oluşturuyordu.
Yetmez miydi tarihe nam salan parti direnişimiz? Şehitlerimiz, partimiz, savaşımız kendisini tüm dünyaya kanıtlamıştı kanıtlamasına ama tekrardan tarih bizi sınava tabi tutuyordu. Hem de öyle bir sınav ki, şimdiye kadar örneğine az rastlanır bir sınav. Bize düşen ise, tarihte eşine az rastlanır bir direniş ve irade sergilemekti.
Üç arkadaş gitmiş fakat elleri boş dönmüşlerdi. Nudem arkadaş soğuktan şehit düşmek üzeredir ve acilen birşeyler yapmak gerektiği için üç kadın arkadaş daha baskın olan kampa gidip birşeyler getirmek üzere yola çıkıyor. Zîlan, Xwînda ve Avaşîn arkadaşlar… Artık arkadaşlar nasıl içeri girmişler bilemiyoruz fakat bir ara silah seslerinin geldiğini duyduk. Zaten kampın kendisinde yedi arkadaş vardı ve üç arkadaş daha içeri girmişti. Bu arada Nudem arkadaş şehadete ulaşmıştı. Yanındaki arkadaşların da durumlarının hiç iyi olmamasına rağmen, yoldaşlarını kurtaramamanın ezikliğini yaşıyorlardı.
Zîlan, Xwînda ve Avaşîn arkadaşlar yoldaşlarını yaşatabilmek için, kendilerini çıkamayacakları bir ateşe atmaktan hiç çekinmemişler; diğer yoldaşlarını kurtarabilmek için ölümün üzerine büyük bir cesaretle yürümüşlerdi. PKK’lilerin ölümü yendikleri, korkmadıkları denilen şey bu olsa gerek. Zaten bizim için bir yaşam varsa yoldaşlarımızla ve özgür olan yaşamdı. Bunlar elimizden alınmaya çalışıldığında, burada da görüldüğü gibi, ölümüne mücadele etmekten hiçbir zaman çekinmeyiz.
Daha sonradan arkadaşlarımız gidip bu kampa baktıklarında gözlerinden yaş, yüreklerinden kan damlamıştı. Operasyonu yapanların insan olmadıkları kesindi. Kampta bulunan on kadın arkadaşın baskından önce kamptan çıkmış olma ihtimali vardı. Hepimiz içimizden böyle olmuş olması için büyük umutlar biriktirmiştik. Bunun aksinin olması düşünülemezdi ve bunu kaldıramazdık. Bu durum belirsizliğini koruyordu ve kampta bulunan on arkadaşa ne olduğunu bilmiyorduk. Bu belirsizlik bile bizi kahrediyordu.
Kato’da hayat durmuştu. Kato olanları görüyor, elinden birşey gelmediği için harap oluyordu. Kato da kendi kara kışına, karına lanet eder olmuş, asi kayalıklarında titremeler hissediliyordu. O da böylesine bir vahşete daha önce tanık olmamıştı, görmemişti, duymamıştı. Şimdi Kato da bizler için elinden gelen herşeyi yapacaktı. Çıkmamız için yardımcı olacaktı, eritecekti karlarını. Kayalarını, oyuklarını bize sunacaktı tekrardan ve intikamımızı gözlerini kırpmadan izleyecekti.”
Tofan Dersim/Pîrdoğan Kemal
Devam edecek…