HABER MERKEZİ
Zor durumda olmamıza rağmen kimse moralsiz değildi. Yanımızdaki genç arkadaşlar hayat doluydu ve devrimin inancını, iradesini kişiliklerinde somutlaştırmışlardı. Onlara olan hayranlığım giderek artıyordu. Apocu iradenin yarattığı kişiliğe hayran olmamak mümkün mü? Onların duruşu, daha eski olan bizlere moral veriyor, buradan sağlam çıkacağımız inancını kat be kat artırıyordu.
Günler geçiyordu ve biz çıkma yolları aramaya devam ediyorduk. En son düşman bu yaşananları çarpıtarak radyoya vermeye başlamıştı. Radyolarında sayıyı abartarak bir grup gerillayı ablukaya aldığını ve her gün birkaç kişinin ölüp bazılarının teslim olduğunu söylüyordu. Düşmanın bu yalan haberleri bizi daha da kararlı kılmış ve kayıpsız bir şekilde buradan çıkmamız için itici bir güç yaratmıştı. Böylece düşmanı sadece askeri olarak değil söylem boyutunda da boşa çıkarmış olacaktık. Belliydi ki düşman yeni bir faşizm dalgası yaratmaya çalışıyor, gerilla karşısındaki başarısızlığını gizlemek için sürekli bu konuyu gündemleştirerek yenilgisini kamufle etmeye çalışıyordu.
Gün geçtikçe çemberin daralmasına rağmen inancımızda, irademizde, moralimizde zayıflama adına hiçbir emare yoktu. Daha yeni katılan Botan Goyî arkadaş kamp içindeki morali, bağlılığı ile fark yaratan bir arkadaştı. Zor durumda olmamıza rağmen sanki yılların tecrübeli gerillasıymış gibi her zaman soğukkanlı ve moralliydi. Bu kuşatmadan kurtulacağımıza herkesten fazla inanıyor, bunun inancını ve moralini gencecik yaşına rağmen etrafına aşılıyordu. Yine Amedli genç Şoreş arkadaş da Botan arkadaştan geri kalmıyordu. Bizim için güç kaynağıydı. Şoreş Xınıs arkadaşın duruşu ve güzelliği kelimelerle ifade edilemeyecek düzeydeydi. Dillere destan bir cesareti ve yiğitliği vardı. Şu an bile onları aklıma getirdiğimde PKK’nin ve Önderliğin nasıl güzel insanlarla çelikten iradeyi yarattığını daha net görebiliyorum ve bu güzel insanlarla yoldaşlık yaptığımdan dolayı onur duyuyorum.
Çıkış yolları aramaya devam ediyor, sürekli bunun üzerine düşünüyorduk. Cihazla bağlantı kurmaya çalışsak da olmuyordu. Her denememizde, düşman takip ettiğinden dolayı gelip içeriye bomba ve zehirli gazlar atıyordu. Biz de bazen kapıya pusu atıp düşmanın gelip yaklaşmasını bekliyorduk. Bu sayede, bu durumda bile düşmana darbe vurmaya çalışıyorduk. Pusu attığımız yer, kapanmayan diğer kapıydı. Bir sorun vardı ki, ne zaman oraya pusu atmaya gitsek düşman hiç yaklaşmıyor fakat içeriye döndüğümüzde gelip oradan bomba atıyorlardı. Sürekli orayı keşfettikleri belliydi. Sonradan anladık ki, uzak bir yere, Meydan Koli’ye büyük dürbünlerden bırakmış ve oraya sabitlemişlerdi. Kapılar birbirine yakın olduğu için, her ikisini de çok rahat denetim altına almışlardı ve kapıya yakın her hareketimizi görüyorlardı.
Biz buradan çıkmaya kararlıydık
İçeriye attıkları gazlar, bombalar ve taşların bizi öldürme amacı vardı fakat düşman onu yapamasa da en azından psikolojimizi bozup bizi teslim almaya çalışıyordu. Düşman kampımızı uçaklar, kobralar ve öbüslerle vurduğunda daha rahattık. Biliyorduk ki askerler kendilerini biraz geriye çekmişler ve teknik kullanıyorlardı. Şimdiye kadar kullandıkları kimyasallar ve teknik bizi etkilememişti.
Dışarıda hâlâ metrelerce kar vardı ve Katolar hâlâ beyaz ölüm tehdidi savuruyordu bizlere. Dışarıya çıksak bile kar ciddi bir sorundu. Arazide karsız bir yer yoktu. Bir yandan düşman bir yandan Katoların karı bizleri çembere almıştı. Ama biz buradan çıkmaya kararlıydık, ne binlerce asker ne metrelerce kar bizi engelleyebilirdi.
Birgün diğer günlerden daha farklıydı. Düşmanın yoğun uçak ve kobra vuruşlarına alışmıştık. Vuruşların yoğunluğundan, farklı bir durumun olduğunu anlamıştık ama ne olduğunu bilemiyorduk. İçeriye girmeyi deneme ihtimallerine karşı hazır bir pozisyonda beklemeye başladık.
Herkes silahının namlusundan yılların kinini ve öfkesini kusmaya hazır bekliyor, savaş meydanında Apocuların gerçekliğini bir kere daha düşmana hatırlatmak için can atıyordu. Bombalar çıkartılıp pimleri düzeltilmişti. Zılgıtlar ve sloganlar eşliğinde düşmanın ortasında patlamaya can atıyorlarmış gibi bir halleri vardı. Kleşlerimiz direniş silahıydı, sanki ellerimizi tetikten çekmeyelim diye yalvarıyor, düşmana bir ders vermeyi bizden daha çok istiyordu. Bizler silahlarımızla duygusal bir bağ kurmuştuk, onlar bizi, biz de onları anlıyorduk.
Düşmanı ne kadar beklesek de gelmediler. Radyoyu açıp dinlediğimizde, Süleyman Soylu’nun Kato’ya geldiği söyleniyordu. Bilmiyorduk geldiğini, ‘herhalde korkan askerlerine cesaret vermeye gelmiştir’ diye düşündük. Bazı arkadaşlar, ‘Çıkıp o adamı vuralım’ dese de, haberini yaptıklarına göre çoktan gittiğini biliyorduk.
Arkadaşlarımızı hissediyorduk ve bu endişelerimiz boşuna değildi
Günler geçtikçe karlar erimeye başlamış, eskiye oranla daha da azalmıştı. Fakat Kato arazisinin hepsi kaya olduğu için karlar daha geç eriyor, sertleşip taş gibi oluyordu. Kar azalmasına rağmen hareketi engelleyecek düzeydeydi. Bu arada düşman hareketliliğini arttırmıştı. Herhalde çıkacağımızı düşünmüş olmalılar ki daha gizli hareket etmeye başlamışlardı. Zaten kaya denizini andıran arazide 20 metre ötesini göremiyorduk. Düşman askerleri kendilerini sakladığı için artık onları eskisi gibi rahat keşfedemiyorduk. Her ne kadar hareketlerini göremesek de hissediyor, seslerini çok rahat işitiyorduk.
Bizi öldürmek istiyorlardı ve bunun için ellerinden gelen herşeyi yapıyorlardı. Kürtleri, Kürtlere öldürtmeye çalışıyor; etraflarında topladıkları hain korucuları kullanarak üzerimize geliyorlardı. Askerlerin önünde korucular yürüyor, bizi yok etmeyi askerlerden çok istiyorlardı. Geçen sene yaptıkları operasyonda öldürülen bazı korucular olmuş, onları öldürten düşman olmasına rağmen, düşman onları yine ikna etmiş ve kampımızın üzerine ilk onlar gelmişti. O korucular olmasa düşman bu korkunç araziyi nasıl tanıyabilir, nasıl içinde gezebilirdi ki? Zaten yapılan operasyonun öncüleri koruculardı.
Biz bunları yaşarken, ‘diğer arkadaşlar nasıllar’ diye merak ediyorduk. Kato’da başka kamplarımız da vardı. Çok yakın olmasa da kadın arkadaşların kampı vardı. Tüm arkadaşlar o kamptaki arkadaşları düşünüyorlardı. Operasyonun kapsamını bilmiyorduk, acaba kadın arkadaşların kampı deşifre olmuş muydu? Bu belirsizlik bizi endişelendiriyordu. Bizim kullandığımız kamp daha önceden kullanılmış olsa da sağlamdı. Kadın arkadaşların kampı ise hiç kullanılmamış ama bizimki kadar sağlam değildi. Korkumuz, o kampın da deşifre olmasıydı. Bir an önce çıkarak o arkadaşlara haber verip kamptan çıkarmak istiyorduk. Şimdi de beyinlerimizi meşgul eden şey, kadın arkadaşların durumuydu. Biliyorduk ki o arkadaşlar da bizi merak ediyordu. PKK böyle bir hareketti; kendinden önce yoldaşını düşünmeyi öğretiyor, kişinin duyguları ve yaşama bakışı bu eksende şekilleniyordu.
Arkadaşlarımızı hissediyorduk ve bu endişelerimiz boşuna değildi. Bazı kamplar hâlâ boşaltılmamış, arkadaşlar kamplarda kalmıştı. 5 erkek arkadaşın olduğu başka bir kamp vardı, karşımızda olmalarına rağmen yerleri tam görünmüyordu. O kampta Şoreş Rojhîlat, Çektar Muş, Devrim Cizre, Rezan Siirt arkadaşlar vardı. Korktuğumuz başımıza gelmişti; diğer kamplara da operasyon olmuş ve arkadaşlar kamplardan çıkamamış, bizler gibi çembere alınmışlardı.
Durumlar daha da kötüleşmiş ve düşman dört kampımıza baskın yapmıştı. Kapılar deşifre olmuş, çıkmaya fırsat verilmiyordu. Kampımız sağlam olmasına sağlamdı ama diğer üç kamptaki arkadaşların durumu bizi düşündürüyordu. Acaba bizim kampımıza kullandıkları tekniği diğer kamplara kullansalar ne olurdu? Bizim üzerimizde kullandıkları zehirli gazları kullansalar arkadaşlar kurtulabilir miydi? Bunlara benzer onlarca soru zihnimizi kurcalıyordu. Düşmanın bu kadar arkadaşı bir yerde çembere alması onu azgınlaştırmış ve her türlü insanlık dışı yolu dener hale getirmişti. Bunlardan sonuç alamayınca yeni katliam yolları aramaya başlamıştı.
Dört ayrı kamp olmamıza rağmen yüreklerimiz aynı yerdeydi. Tarihe geçecek olan bu direnişi yazmak bu dört kampa nasip olmuştu. Artık düşmana karşı daha da güçlenmiştik. Arkadaşlarımızın çemberde olduğunu bilmek yüreğimizde fırtınalar koparıyor, öfkemiz zapt edilemez bir duruma geliyordu. Elbette ki buradan sağ çıkacaktık ve o zaman hesaplaşma zamanı gelecekti. O zaman düşmana Apocularla uğraşmanın ne demek olduğunu gösterecektik. Kararlıydık, buradan çıkıp intikamımızı alacaktık, bunun için her şeyi yapmaya hazırdık.
DEVAM EDECEK…
Tofan Dersim/Pîrdoğan Kemal
https://www.nuceciwan37.com/2019/09/15/katolarin-kara-kisinda-53-gunluk-direnis-ii/
https://www.nuceciwan37.com/2019/09/14/katolarin-kara-kisinda-53-gunluk-direnis-1/