HABER MERKEZİ –
Bir ezgili türkü kulağımızda,
bir ezgili yaşam…
Bir ezgili türkü kulağımızda,
bir ezgili yaşam…
beni,
seni,
bizi çağırmakta.
Bir ezgi çığlığında,
bir ezgi durgunluğunda.
Aşk kokan gülümsemeler karşımda.
Aşk kokan “ Evinler”
ve şimdi Evinlere,
EVİNDAR’lara söylenir türküler…
Onlar aşka âşık olan kadınlardı. Yitik bir ülkenin, yitik aşklarına inat, aşk savaşına katıldılar. Birçoğu da kazandı bu savaşı, gerçekle buluştu yürekleri, zafere ulaştılar. O yüce kadınlardan bir tanesi sonsuzluk aşkına ulaşmak için gerçekleştirdiği ölümsüzlük eylemine giderken şunları dile getiriyordu; “ ben bu eylemi gerçekleştirdikten sonra, düşman ‘akli dengesi yerinde olmayan bir kadın bombayı kendinde patlattı’ diyecek…”
Evet, düşman her gün böyle tanımlıyor bizdeki sevgiyi, tutkuyu, bağlılığı. Çünkü anlam vermiyor, veremiyor. Savaşılanın yalnızca kendisi olduğunu düşünüyor. Oysa bilmiyor hakikatte neye karşı savaşıldığını. Onlar için savaş yalnızca güçlü, güçsüzden, ölmek ya da öldürmekten ibaret bir olaydır ve ötesi yoktur. Oysa aşka koşan savaşçılar için hiçte böyle değildir. Onlar çarpıtılmış bir tarihe, onursuzlaştırılmış, ayaklar altına alınmış bir insanlık gerçeğine, köhnemiş tüm geri zihniyetlere karşı savaşmaktadırlar. Ve savaşta kullandıkları araçlar yalnızca top, tüfek değildir. Bazen yüreklerini, beyinlerini, canlarını, bedenlerini ortaya koyarlar. Bazen silahları kleş, bombadır. Bazen tarih, felsefe, ahlak ve ideolojidir. Bazen de bir türkü, bir kavalın ezgili sesidir…
Birçok kişinin şunları söylediğini duyar gibi oluyorum; “ kavaldan silah olur mu hiç? “
Olur. Hem de öyle olur ki, bazen bir silahtan, bir bombadan daha etkili bir savaş aracı olur. Eğer kullanmasını bilirsen, tarihi, geçmişi, geleceği kazanırsın. O silahla bir halkı, bir davayı, ulaşılmaz bir aşkı anlatırsın. Binleri anlatır, binleri kazanırsın, binler, bin canlar senin ezginde, senin melodinin gizemliliğinde yeniden can bulur. Nergis daha sarı, menekşe daha mor, orman daha yeşil, umut daha beyaz, özgürlük daha mavi olur. Mem, Zine, Dicle, Fırat’a kavuşur. Kürdün Aşk’ı hakikate ulaşır. Sen kavalındaki melodileri geleceğe çağırırsan Mizginler, Delilar, Saryalar, Evindarlar senin türkülerine eşlik eder ve özgürlüğe çalınan türküler hiç susmaz…
Sırtını, az biraz yosun tutmuş, karaya çalan bir kayalığa yaslamış, yüzünü ise ağır ağır batan sonsuz güneşe dönmüştü. Az önce içerde yaşanan kalabalıktan kendini sıyırarak, her zaman en çok yapmayı sevdiği şeyi yapmak için bu kayanın başına gelmişti. Ama bu sefer geliş nedeni çok farklıydı. İçindeki hüznü anlatacaktı bu kavalının ezgili sesiyle. Ne zaman bir şeyler anlatmak istese ya da anlamak, kavalına sarılırdı Evindar. En çok kavalıyla anlatırdı kendini, kendini ve sevdiklerini… İşte, o gün de yitirdiği bir güzelliği, canın diğer parçası olan Delila’yı anlatmak için eline almıştı kavalı…
Delila bir güzelliktir bizler için, bir yoldaş, bir sanatçı, bir aşk kadını ama şimdiye kadar kimse onu Evindar’ın kavalındaki ezgi kadar güzel anlatamadı. O güzel kadını; dağlar, patikalar, yollar ve gökyüzü kavalın ezgili sesinde dinledi. Delila o ezgili melodide yeniden yaşam buldu, hem de hiç yitirmeden güzelliğini. Güzelliği çiçeklerde nakş oldu, akan berrak suda kendisine yol buldu ve Dicle’nin aşkına karışarak Amed halkıyla buluştu.
O gün kavalına sarılmış, gökyüzüne dalmış Evindar’lı yürekte akan ezgiler bunları anlatıyordu. Dinleyeni çok uzaklara götüren bir ezgiydi. Bir yolculuk gibi. Hani bazen anlamsız sorular gelir aklınıza, ya da anlamını bulamadığınız sorular, cevabı gizemli olan ve sözcüklere sığmayan. Tarif edemediğiniz ama hep haykırmak istediğiniz. Birileri sizin yerine haykırdığında; “işte bu benim çığlığım” dediğiniz. Onu haykırıyordu o gün Evindar. Sevdiği güzelliği kaybetmenin acısıyla, öyle içten, öyle derin haykırıyordu ki, o haykırışla yeniden yaşam buluyordu Delila…
Sessizdi Evindar, sesini hep kavalında duyurur, gülüşüyle bu sese yeni bir anlam katardı. Herkesin onu ritimlerde tanımasını isterdi. Çünkü o gerillayı, yaşamı, dağları, yolları, savaşı, yoldaşları hep ritimleri ile anlatırdı. Bazen davula vurduğu tokmak gerillanın öfkesi, bazen darbukaya dokunuşta neşesi oluyordu. Özgürlüğe çekilen halaya hep onun sesi eşlik ediyordu. Darbukası, kavalı, gitarı yoksa Evindar’ın bir yanı hep eksikti. Evindar yoksa özgürlüğün halayında hep bir şeyler eksik, bir şeyler yarım… Gerçekleşen tüm morallerde gözler hep onu arardı. O ve enstrümanları gerilla için bir coşku ve moral kaynağı oluyor, gerilla onun için yaşam ve yaratma kaynağı.
Bu yüzden hiç vazgeçmedi gerilla olmaktan. Bir kavalı, bir davulu ne kadar ustalıkla çalıyorsa bu savaşta, kleşi de bir o kadar iyi kullandığını herkese gösteriyordu. Aslında o gerilla savaşının sanatla olan yanını çok net ortaya koyuyor, sanatın inceliğini savaşta, savaşın inceliğini ise sanatta açığa çıkarıyordu. Sanatıyla Önderliğe olan sevgiyi, tutkuyu, ülkeye olan bağlılığı, yoldaşlığa olan sadakati anlatıyordu. Savaşı ile bunun sonsuz mücadelesini veriyordu.
Her iki savaş yöntemini en iyi kullanan yoldaşlardan bir tanesi oldu. Diğer AŞK’A sevdalı yoldaşları gibi düşmanı bir kez daha ürküttü. Kadının savaştıkça güzelleştiğini hem ezgilerde anlattı, hem de yürüttüğü amansız savaşta kanıtladı.
Bize savaşın incelikli bir sanat olduğunu bir öğreti olarak bıraktı. Hepimiz bu öğretiye kulak vermeli, bu öğretiye uygun hareket etmeliyiz. Şehitlerimizin öğretileri bizler için bir talimattır. Talimat onlardan gelmişse, bizlere düşen harfiyen uygulamaktır.
Şarkılarımızın sözleri bitmedi daha.
Bitmedi
türkülerimiz.
Delila’nın çığlığı yükselir
dağlarda.
Evindar’ın kavalından ezgili
bir melodi.
Mizgin hala halkın yüreğinde
bir stran!
Güneşi anlatır bizlere.
Güzelliğin suya yansımasını
Suya karışır sözler.
Sözlere karışır sevgiler.
Hangi savaşın aşk sözcükleridir bunlar?
Hangi güzelliğe yakılır ağıtlar?
Hangi ağıtta yaşam bulur gerillam?
Dersim Uğur Kaymaz