BEHDÎNAN- Laleş Rênas: Kayalıklar yolunda hikayeler
Şimdi kayalıklarla buluşma zamanı. Onların kendilerinde biriktirdikleri zamana dokunma anı. Dün geceden beri düşünüyor ve hayalimde yürümenin provasını yapıyorum. “Biraz zordur hepsi uçurum ve kayalıktır. Kaymamak için dikkatli olmak gerekir ama manzarası çok güzel” diye uyarılıyorum. Oysa ilk defa yürümeyeceğim kayalıklardan, ilk defa yükseklerden bakmayacağım vadiden kalkan sise, ilk defa dokunmayacağım bir ağacın üşüyen dalına, ilk defa fark etmeyeceğim kayalar arasında gizlenen yeşillikleri. Yine de eksik hissetme duygusu yürütüyor beni, hep daha öteye, daha fazla gerilla görmeye, daha fazla hikaye biriktirmeye sevk ediyor. Kimilerine göre bu bir trajedidir, kimilerine göre şans, kimine göreyse tutku… Bana sorarsanız, tutkuyla gerilla hikayelerini heybesinde biriktirmeye meraklı bir çocukluk hali…
Sabah erkenden uyanıyoruz. Daha gün doğmamış. Kameramı dışarıya koymuşum olur da güneş doğarsa bizden önce görsün diye ama nerdee, deli gibi yağmur yağıyor.
GERİLLADA ZAMAN HEP HIZLI AKAR
Gerilla Rojbîn bizden önce uyanmış ve hazırlanmış. Gerilla Rojbîn, Serhed toprağının asiliğinde bir gerilla komutanı. Etrafı kontrol etmiş, havanın gidişatına bakmış. Tam bir komutan edası demeyeceğim, zaten komutandır. “Gidin ama geri gelin, kendinizi özletmeyin” diyor. Kendine has bir tarzı var Rojbîn’in. Dört arkadaşıyla birlikte katılmış. Tarihini bilmiyor. Birlikte geri dönmek yok bu yoldan diye söz veriyorlar birbirlerine. Üç yol arkadaşı da şehit olmuş; Destan, Vejîn ve Viyan Yılmaz. Onların fotoğraflarını soruyor. Onları yeni savaşçı eğitiminden sonra görmemenin özlemi var hala içinde. “Su toplamaya gitmeseydim sana uzun uzun onlardan söz ederdim” diyori. Yağmurun yağmasıyla gerilla su toplamaya başlar. Dünyanın hiçbir yerinde “su toplamak“ diye bir kavram yoktur sanırım. Olsa da az rastlanmıştır. Dağların nöbetini tutan gerillada zaman hep hızlı akar. Kayalıklarla akar, su ile akar, toprakla akar…
GERİLLAYA EMANET YÜRÜYÜŞ HALİ
Yeni bir gerilla kampına yolculuğa çıkıyoruz. Tepede, gerilla yoldaşlarının nöbetini tutan iki gerillayı ziyarete gideceğiz. Gerilla Zinarîn bize eşlik edecek. Şemsiye kılıfının içerisine bir parça ekmek, bizi doyurma başına bir küçük kutuda siyah zeytin ve su. Silahını omuzuna takıp bizden önce tünelin ışığına doğru ilerliyor. Bizden önce keşfediyor dışarıyı. Gerilla ile yolculuk yaparsanız ona emanet bir yürüyüş haline girersiniz. Gerilla yanındaki korumayı, emaneti yerine sağlam ulaştırma bilinciyle hep en önde yürür. Kendi yol arkadaşlığı da böyledir. Kendi yoldaşının önünde yürürsün. Kendini yoldaşından önce önerirsin; zor, zahmetli yola. Bu bir kural olarak gerillanın önüne konulmamıştır, ahlaki bir ilke, arkadaşlık ölçüsünün gereğidir. Bu Kurdistan halkının insani, toplumsal kültüründen de gelir.
KAYANIN ZİRVESİNDEKİ ZINARÎN
Gerilla Zinarîn bir ceylan gibi o kayadan o kayaya atlayıp duruyor. Askeri kefiyesiyle saçlarını örtmüş; sabah erkenden karanfil suyuyla ördüğü saç örükleri, kefiyeden firar eder gibi başını çıkartmış. Birkaç dakikada bir bize dönüp “aman heval dikkate din size bir şey olmasın kaymayın ha, kayalıklara tutunun” diyor ve yine ceylan yürüyüşüne devam ediyor. Bir kayanın en zirvesinde oturmuş bizi bekliyor. İçimden “neyse ki ara verdin” diyorum. “Heval Zinarîn, şu manzaranın tadını biraz çıkartmayalım mı?” sorumu, konuşmadan tebessümüyle onaylıyor. “Türkler, başlarını çıkartamıyor diye sürekli televizyonlarda yayın yapıyorlar. Yahu ma çıkmasak kayalıkları, taşları, ağaçları özlüyoruz. Çıkmazsak işimizi nasıl yapacağız ki? Bunların dediği de o kadar mantıksız. Siz basıncısınız çek vallahi görsün düşman, şu kayalıklardaki güzel, özgür yürüyüşümüzü” diyor.
ANNESİNİN MASALLAŞTIRDIĞI GERİLLA HİKAYELERİ
Fırtına o kadar yoğun ki bizi gideceğimiz yere itekliyor. O da gerilla hızında emaneti tehlikeye karşı çembere almış durumda. “Heval Zinarîn, sen nasıl katıldın PKK’ye?” diyorum. Silahını kayalığın üstüne bırakınca “keşke sormasaydım bu fırtınada ama kendini gerilla hikayeleri karşısında tutmama aceleciliğim, hem beni hem de Zinarîn’i donduracak bu soğukta. “Ben Stewrê’nin (Savur) bir köyünde doğdum. Odun sobasının önünde otururduk kardeşlerimle birlikte, annem bize çîrok (masal) anlatırdı. Hele bir de sobanın üstüne berû, şambelot (palamut- kestane) koyardık. Biz masalın sonundan çok şambelot ve berûyu ne zaman yiyeceğimizi düşünürdük. Annem o masallarda gerilladan, gerillanın dağ başlarındaki yaşamından söz ederdi. Taşlarda uyurlar, aç kalırlar, karda yürürler, yağmurda savaşırlar; onlar ülkemizin kahramanları, derdi. O kadar hayranlıkla anlatırdı ki biz de büyük bir heyecanla dinler, onurlanırdık.
KAHRAMANLIK İÇİN DAĞA ÇIKMAK YETMİYORMUŞ
Ben de bir gün bu masallarda olmalıyım. Ben de annemin ve başka annelerin çocuklarına anlattığı kahramanlardan olmalıydım. Ve dağa çıkmaya karar verdim. Tabii kahramanlık için dağa çıkmak yetmiyormuş. Çok sonradan anladım. Küçüktü aklımız bilmiyorduk fakat yaşamın sınavları seni yetiştiriyor, yontuyor, yapıyor, işliyor. Belki de dağların gizemi ya da PKK’nin gizemi de buradadır. Kendini tamamlamak adına hep yürüyorsun, kendine yol alıyorsun. Seni sen kılıyor, sana ait kılıyor, sende var ediyor seni. PKK güzel, dağlar güzel, kayalıklar, fırtına, yağmur güzel…’’ deyip silahını alıyor ve “ soracak zamanı buldun ha, vallahi donduk” deyip sessizce güldü. Hiç ses etmeden gülüyor gerilla Zinarîn. Gülüşünü içine akıtıyor. Onun yüzüne bakınca ancak anlıyoruz güldüğünü. Hızlı adımlarla peşinden koşturuyoruz.