HABER MERKEZİ- Cumhuriyetin 100. yılı dolayısıyla açıklama yapan KCK , “Kürt-Türk ilişkilerini yeniden ele alan bir tartışma ve yapılanma sürecini başlatma ve bu temelde halkların demokratik ittifaklarını sağlayarak bunu gerçekleştirme çağrısında bulunuyoruz” dedi.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı, “Cumhuriyetin kuruluşu üzerinden yüz yıl geçti. Şimdi Türkiye’de cumhuriyetin ikinci yüzyılının nasıl olacağı tartışmaları yapılmaktadır. Geçen yüzyıllık cumhuriyet sürecinin doğru tartışılmasını önemli görmekteyiz. Zira yeni yüzyılın doğru inşa edilmesi bu tartışmanın doğru temelde yapılmasına, tarihten dersler çıkarılarak geçmiş hataların bir daha tekrarlanmamasına bağlıdır. Bu yapılmadan doğru bir tarih tartışması ve gelecek planlaması da mümkün değildir. Özellikle söz konusu Türkiye olduğunda Kürtleri dikkate almadan, hesaba katmadan yapılacak hiçbir tartışma doğru ve sonuç alıcı olamaz. Bu, tartışmayı bile gerektirmeyen eskinin sunumundan başka bir anlam taşımaz. Kürtler bu coğrafyanın bir gerçeğidir. Hem cumhuriyetin kuruluşunda hem de önceki dönemlerde kurulan siyasi ve idari yapının asli öğesi konumunda olmuştur. Dolayısıyla başta cumhuriyet dönemi olmak üzere tarihsel sürecin doğru tartışılması Kürt-Türk ilişkileri bağlamında olabilir. Kürt-Türk ilişkileri bağlamında olmayan bir cumhuriyet tartışması kesinlikle eksikli, hatalı ve de tehlikelidir” dedi.
“Ne yazık ki cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte tarihsel Kürt-Türk ilişkileri bozulmuştur. Bu Kürtlere, Türklere ve herkese çok pahalıya mal olmuş, büyük acılara, kayıplara ve yıkımlara yol açmıştır” denilen KCK açıklamasında, “Cumhuriyet süreciyle birlikte tarifi yapılan tüm olumsuzluklar bu bozulmanın bir sonucu olarak yaşanmıştır. Maalesef bugüne kadar bu gerçeklik görülmediğinden, görmezden gelindiğinden tarifi yapılan hiçbir olumsuzluk giderilememiştir. O halde cumhuriyetin yüzyılı tamamlanırken en öncelikli konu bu gerçeğin görülmesi ve dikkate alınması olmalıdır. Türkiye’de en temel ve doğru ele alınması gereken konu kesinlikle budur. Doğru ve düzeltici bir tartışma bununla mümkün olabilir. Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan tarihsel Kürt-Türk ilişkilerinin bozulmasına doğru cevap bulunduğunda ve bu yanlışlık düzeltildiğinde o zaman tarihin yanlış gidişatı düzeltilebilir ve başta demokrasi olmak üzere cumhuriyete atfedilen veya cumhuriyetten beklenilen olumlu özellikler gerçekleşebilir” diye belirtildi.
Kürt Türk ilişki ve ittifakı
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanlığı açıklamasında şunlar belirtildi:
“Kürt-Türk ilişkileri Türklerin topluluklar halinde Ortadoğu’ya ve özellikle de Kürdistan’a gelişiyle başlamıştır. 1071 Malazgirt Savaşı’yla stratejik bir düzeye çıkan bu ilişki tarih boyunca olumlu bir seyirde gelişmiştir. Bu süreçle birlikte Kürtler ve Türkler birbirinin öneminin farkında olarak iki asli öğe olarak birlikte hareket etmiş ve yaşamışlardır. Tarihin kritik aşamalarını geliştirdikleri birliktelik ve ittifaklarla atlatmışlardır. Şüphesiz bu başarının temelinde karşılıklı olarak birbirini kabul etme ve ortak amaçlar etrafında bir araya gelme vardır. Tarih Kürtler ve Türklerin birbirinin aleyhine hareket ettiğine şahit olmamıştır. Sorunlar ve anlaşmazlıklar ortak amaç ve gelecek düsturuyla çözülmüş, stratejik ittifak korunarak sürdürülmüştür. Anayurttan kopup göçen Türk topluluklarının yerleşme sorunu da bu şekilde çözülmüştür. Bu sorun dönemin egemen imparatorluk gücü olan Bizans uygarlığının Anadolu ve Kurdistan’daki egemenliği kırılarak çözülmüştür. Bu ilişki ve ittifak sonucudur ki Türkler Kurdistan’a kalıcı olarak yerleşmemiştir. Bizans’ın egemenliği kırıldıkça Türk toplulukları batıya, Anadolu’ya geçip yerleşmişlerdir. Bu önemle üzerinde durulması ve ders çıkarılması gereken bir durumdur. Eğer tarih sonuç çıkarılması gereken bir konuysa, Kürt-Türk ilişkilerinin temeli ve niteliği bakımından, bundan daha öğretici bir örnek olamaz.
Türklerin Anadolu’ya yerleşmesiyle sonuçlanan ilk Kürt-Türk ilişki ve ittifakı daha sonraki süreçlerde de gelişerek devam etmiştir. Tarihte Haçlı Seferleri olarak bilinen ve Batılı güçlerin Ortadoğu üzerinde egemenlik kurmaya dayanan saldırı ve istilası karşısında Kürt-Türk ilişki ve ittifakı önemli bir rol oynamıştır. Eyyubiler bu ilişki ve ittifakın bir parçası olarak ortaya çıkmış ve tüm Ortadoğu adına önemli bir tarihsel rol oynamıştır. Osmanlı devletinin kurulmasıyla birlikte bu ilişki daha da gelişmiştir. Özellikle Osmanlı sultanı I. Selim döneminde daha da güçlenen bu ilişki tarihin akışını belirlemiştir. 16. yüzyılda Kurdistan ve Anadolu üzerinde İran ve Mısır imparatorlukları tehlikesi ortaya çıkmıştır. Bu iki büyük tehlike bu ittifakla bertaraf edilmiştir. Bu iki tehlikenin atlatılması her iki halk için de tarihi ve hayati bir anlam ifade etmiştir. Bu süreçten sonra anayurttan kopup göçen Türk toplulukları Ortadoğu’ya ve ağırlıklı olarak da Anadolu’ya yerleşmiş ve tehlike arz eden güçler bertaraf edilerek varlık sorununu atlatmışlardır. Tüm bunlar Kürtlerle geliştirilen ilişki ve ittifak sayesinde olmuştur. Aynı şekilde Kürtler de bu ilişki ve ittifak sayesinde özerkliklerini korumuş, dilini, edebiyatını, kültürünü geliştirerek varlıklarını sürdürebilmiştir.
Görüldüğü gibi tarihsel Kürt-Türk ilişkilerinde birbiri üzerinde egemenlik kurma, birbirini bağımlı kılma ve sömürme olmamıştır. Karşılıklı olarak birbirini tanıma, birbirine saygı gösterme vardır. Osmanlılar döneminde Kürdistan’daki idari yapılara tanınan geniş otonomi bu gerçeği ortaya koymaktadır. Diğer yerlere böyle bir özerklik verilmemiştir. Bundandır ki bu ilişki yüzyıllarca sürmüştür. Önder Apo bunu çok önemli gördüğünden Kürt-Türk ilişkilerinin tarihsel gelişimini ve dayandığı temelleri bu çerçevede genişçe ele almış ve bu ilişkinin günümüzdeki şartlara göre güncellenmesi gerektiğini belirtmiştir.
Kürt-Türk ilişkilerinin tarihi dönüm noktalarından biri de I. Dünya Savaşı’ndan sonraki süreç olmuştur. Kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya yönelik politikaları Kürt-Türk ilişkileri üzerinde bozucu bir etki yaratmıştır. 20. yüzyıla gelindiğinde iki halkın aralarında oluşturduğu tarihsel ilişki ve denge bozulmuştur. I. Dünya Savaşı’ndan sonra başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, kapitalist modernite güçlerinin, Ortadoğu’ya gelişleriyle birlikte yeni bir tehlike belirmiştir. Anadolu ve Kürdistan da dahil Ortadoğu coğrafyası kapitalist modernite güçlerince işgal edilmiştir. Bu durum Türklerin varlığını, Kürtlerin ise özerkliğini tehlikeye koymuştur. Koşullar bir kez daha Kürtlerin ve Türklerin tarihsel ittifakını zorunlu kılmıştır. Dönemin aktörleri de bu ihtiyacın farkında olarak hareket etmiş ve böyle bir adımı atarak tarihsel bir başarı sağlamışlardır. Cumhuriyete giden süreç bu tarihsel ittifak temelinde olmuştur. Bu ittifakın temelinde de kurulacak yeni devlette Kürtlerin ve Türklerin iki asli öğe olarak eşit ve birlikte yaşamaları vardır.
Bu süreçte Kurdistan önemli bir merkez olmuştur. Mustafa Kemal bizzat Kurdistan’a gitmiş ve burada yapılan toplantılara katılmıştır. Ortak düşman karşısında birlikte hareket etme iradesi ve kararı bu toplantılarda alınmıştır. Bu ve daha sonraki toplantılarda açıkça Kürtlerin haklarının tanınacağı, Kürt özerkliğinin olacağı, Kürtler ve Türklerin eşit iki halk olarak devleti ortak yöneteceği kararları alınmıştır. Bu tutum 1921 anayasasına da yansıtılmıştır. İlk mecliste yer alan Kürtler, Kurdistan vekilleri sıfatıyla bulunmuşlar ve bu sıfatla çağrılmışlardır. Bu süreçte Kürtlere ilişkin herhangi bir yasaklama olmamıştır. Bizzat Mustafa Kemal çeşitli defa verdiği beyanlarda Kürtlerin özerkliğine işaret etmiş ve bunun yerine getirilmesinin önemini belirtmiştir. Bozulan tarihsel Kürt-Türk ilişkileri verilen bu sözlerle yeniden düzeltilmiş ve tarihin bu kritik sürecinden başarıyla çıkılmıştır. Türkiye’de Kurtuluş Savaşı olarak ifade edilen bu süreç işte böylesi tarihsel temellere, Kürtlerle kurulan ilişkilere dayanmaktadır. İşgalden kurtuluş ve bağımsızlık verilen ortak mücadele sayesinde olmuştur.
Kürtlere verilen sözler tutulmadı
Fakat daha sonraki süreç belirlenen şekilde olmamıştır. Tehlikeler atlatıldıktan sonra Kürtlere verilen sözler tutulmamış, ortak vatan ve devlet yerine Türklüğe dayalı ulus-devlet inşasına girişilmiştir. Kapitalist modernite güçleriyle yapılan Lozan Antlaşmasıyla Kurdistan dört parçaya bölünmüştür. Kürdistan parçalanmakla kalmamış, Kürt halkı inkar ve yok olma sürecine alınmıştır. 1924 anayasasında Kürtler inkar edilmiş, tekçi zihniyete dayalı ulus-devlet modeli esas alınmıştır. 1924 anayasasıyla bir yandan Kürt-Türk ilişkileri dinamitlenirken, diğer yandan ise cumhuriyet projesi boşa çıkarılmıştır. Böylece Türkiye, Kurdistan ve Ortadoğu’nun kaderini değiştirecek, Ortadoğu halklarını kapitalist modernite sisteminin hegemonyasından çıkaracak ve demokratik bir çizginin gelişmesini sağlayacak olan zemin ortadan kaldırılmıştır. Bundan sonra Ortadoğu’da kapitalist modernite sisteminin planları işlemiştir. Bundan Kürt halkı kadar Türkiye ve Ortadoğu halkları da zarar görmüştür. Bu durum gösteriyor ki stratejik yaklaşılması gereken Türk-Kürt ilişkilerine taktik yaklaşılmıştır. I. Dünya Savaşı koşullarında ve sonrasında yaşanan zorlanmadan dolayı Kürtlerle ilişki kurmak zorunda kalınmış, fakat tehlike atlatıldıktan sonra bu ilişki sürdürülmemiştir. Bu ilişki bitirilince kapitalist modernitenin Ortadoğu’ya yönelik emperyalist politikaları hakim olmuş ve günümüze kadar da bu şekilde devam etmiştir.
Kürt soykırım politikaları uygulandı
Şüphesiz bu süreçten zarar görenlerin başında Kürtler gelmiştir. Kurdistan bölünüp parçalanmış ve Kürt halkı için çok acılı, çok ağır bir süreç başlamıştır. Bu, Kürtlerin soykırıma uğratılma sürecidir. Kurdistan’da egemenlik kuran ulus-devletler Kürt soykırım politikalarını uygulamışlardır. Ne yazık ki Kürtlere verilen sözler ve Kürtlerin desteğiyle kurulan Türk devleti Kürt soykırımının asıl geliştireni ve uygulayanı olmuştur. Kurdistan Türk uluslaşmasının yayılma alanı olarak görülmüş ve Kürtlük adına ne varsa yasaklanmıştır. Ulus-devlet yaratma ihtirasıyla cumhuriyet olarak addedilen süreç bütünüyle Kürt soykırımı olarak inşa edilmiştir. Irak, Suriye ve İran ulus-devletlerinin yaptıkları da aynı olmuştur. Onların yetersiz kaldığı anlarda bizzat Türk devleti devreye girmiş ve Kürt soykırım politikalarını tehlikeye koyacak gelişmeleri engellemiştir. Ulus-devlet ihtirası uğruna tarihin en kadim halklarından olan, insanlığın ilk toplumsallaşmasına öncülük yapan; insanlığın dil, kültür ve bilinç edinmesinde büyük emeği olan; demokratik uygarlığa beşiklik yapan Torosların, Zagrosların, Mezopotamya’nın kadim halkı olan Kürt halkı yok edilmek istenmiştir. Maalesef çok iyi biliyoruz ki, ulus-devlet ihtirası uğruna hem Anadolu ve Mezopotamya’da hem de Ortadoğu ve dünyada birçok halk ve topluluk soykırıma uğratılıp yok edilmiştir. Kürtlere de bu dayatılmış ve hala da bu dayatma sürmektedir. Öte yandan Kürt halkının inkar ve soykırıma olan itirazı büyük bir bastırma harekatıyla karşılaşmıştır. Kürtler isyan ediyor denilerek Kurdistan bir kan gölüne çevrilmiştir. Kurdistan’ın her vadisi, ovası, tepesi bir katliam mekanına dönüştürülmüş, Kurdistan yakılıp yıkılmıştır. Yüz binlerce Kürt köylerde, şehirlerde, vadilerde, mağaralarda katledilmiştir. Diyarbekir’de, Dersim’de, Zilan Deresi’nde yüz binlerce Kürt katledilmiştir. Halepçeler, Enfaller yaşatılmıştır. Tunceli Kanunları, Şark Islahat Planları uygulanmıştır. Asimilasyon ve soykırım politikalarıyla Kürtlük ve Kürt kültürü yok edilmek istenmiştir. Kürt halkı zorunlu göçlere tabi tutulmuş, yerinden yurdundan koparılmıştır. Her türlü hakarete ve aşağılanmaya maruz kalmıştır. Kurdistan’da sadece kültürel değil, ekonomik soykırım politikaları da uygulanmıştır. Kürtler parya haline getirilip en ucuz işgücü olarak kullanılırken Kurdistan coğrafyası yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla sınırsız bir şekilde talan edilmiştir. Kürtlerin kendi dilini konuşması ve kendi diliyle eğitim görmesi bile yasaklanmıştır. Bu yasak bugün hala sürmektedir. Bir halkın dilini yasaklamaktan daha utanç verici bir şey olabilir mi? Tarihin bu en utanç verici uygulaması Kürtlere reva görülmüştür. Peki tüm bunlara sebep olan ulus-devlet zihniyeti doğru görülebilir mi? Bunlara yol açan bir cumhuriyet doğru ve olumlu görülebilir mi?
Kürt-Türk ilişkilerinin bozulması, Kürtler kadar Türkiye’nin ve Türk halkının da aleyhine olmuştur. Bir avuç azınlığın çıkarları dışında yeni devlet ve cumhuriyetle beklenen hiçbir ideal gerçekleşmemiştir. Türklük ve milliyetçilik bir iktidar aracı olmaktan öteye bir anlamı olmamıştır. Türklük ve milliyetçilik duygularıyla Türk insanı sürekli biçimde itilip kakılmıştır. Toplum adeta Kürt düşmanlığıyla zehirlenmiştir. Bununla halkın ciddi bir demokratik talep ortaya koymasına ve gelişme sağlamasına izin verilmemiştir. Türk insanı karnını doyurması dışında hiçbir şey düşünemez ve yapamaz hale getirilmiştir. Toplumun hiçbir şekilde geleceği üzerinde söz sahibi olmasına imkan verilmemiştir. Siyasette ve bürokraside devlet mekanizmalarını ele geçirerek toplumu yöneten bir zümre peydahlanmıştır. Bu zümre ve bir avuç sermaye sahibi kesimler eliyle toplum emilip sömürülmüştür. Açlığa terk edilen emekçi halk kapitalist modernite merkezlerine iltica etmiştir. Toplum ise tarikatlara, ağalara, tefeci bezirganlara teslim edilmiştir. Yeni devletle ve cumhuriyetle bırakalım gelişme sağlamayı, eskinin bile gerisine düşülmüştür. Devleti yönetenler toplumsal hiçbir sorumluluk duymamışlardır. Sömürgeci güçlerle ve gericilerle her türlü ilişki ve anlaşmayı yapabilmişlerdir. Kürtlerle kurulan ilişki ve kapitalist emperyalist güçlerin Türkiye, Kurdistan ve Ortadoğu’ya yönelik politikalarına karşı mücadeleyle kurulan cumhuriyet tam tersi bir yaklaşım içerisine girmiştir. Kürt soykırımı temel bir politika olarak belirlenmiş ve kapitalist modernite güçleriyle toplum aleyhine her türlü ilişkiye girilmiştir. Kürt soykırımı politikalarını sürdürmek için dış güçlerin desteğine muhtaç duruma gelinmiştir. Bu desteğin alınması için dış güçlere verilmedik taviz kalmamıştır. Kürt düşmanlığı devleti tümüyle ilkesiz kılmıştır. Adeta tek bir ilke ve yasa uygulanmıştır, o da Kürt düşmanlığı olmuştur. Öte yandan Kürt düşmanlığı ve Kürt katliamına dayalı devlet sistemi bumerang gibi her seferinde dönüp sahibini de vurmuştur. Devleti ele geçirmek ve yönetmek ancak savaşla olabilmiştir. Devleti ele geçirme ve yönetme savaşları hanedanlık döneminden geri kalmamıştır. Onu bile geride bırakan uygulamalar olmuştur. Bitmeyen darbeler, birbirine tuzak kurmalar, ihanet, ihbar, infaz ve katliamlar saymakla tükenmeyecek kadar çok yaşanmıştır. Bugünün AKP-MHP’sine bile bakıldığında durumu anlamaya yeterdir. AKP-MHP iktidarı sadece Kürt halkıyla değil, neredeyse toplumun her kesimiyle, her ferdiyle savaş halindedir. Hem toplum hem devlet tümüyle tarikatlara, mafyalaşmış tefeci bezirganlara teslim edilmiştir. Hiç şüphesiz tüm bunlar Kürt düşmanlığına dayandırılarak yapılıyor, meşrulaştırılıyor.
Kürt-Türk ilişkilerinin bozulması sadece Kürtlere ve Türklere değil, başta Arap, Ermeni, Rum, Fars, Yahudi, Süryani olmak üzere diğer tüm Ortadoğu halklarına da zarar vermiştir. Tarihin en kritik sürecinde Kürt-Türk ilişkileri bozulup çatışmalı durum ortaya çıkınca kapitalist modernitenin ve emperyalizmin politikaları Ortadoğu’ya hakim olmuştur. Ortadoğu halkları bölünüp parçalanmış, geliştirilen milliyetçiliklerle halklar birbirine düşman kılınmıştır. Bundan sadece kapitalist modernite güçleri yararlanmışlardır. Bugün büyük acıların yaşanmasıyla dünyanın gündeminde olan Filistin halkının maruz kaldığı katliam ve soykırım süreci kesinlikle bundan bağımsız değildir. Eğer cumhuriyetin kuruluşuna giden süreçteki ilişki korunup sürdürülseydi Ortadoğu’daki gelişmeler de farklı olurdu. Kapitalist modernitenin ulus-devlet ve milliyetçilik zehirlemesiyle halkları birbirine kırdıran ve herkesi kendisine bağımlı kılan politikası egemen olmaz ve Ortadoğu’da demokratikleşmeye giden bir süreç gelişirdi.
PKK soykırıma karşı isyan, mücadele ve kurtuluş hareketidir
PKK, Kürt halkının inkar, katliam ve soykırıma karşı başlattığı bir isyan, mücadele ve kurtuluş hareketidir. Özünde bozulan Kürt-Türk ilişkilerini yeniden sağlamayı ifade etmektedir. Bu anlamda son derece önemli tarihsel bir çıkıştır. PKK Kürt halkını yeniden var ederek, bilinçli, iradeli ve mücadeleci kılarak tarihsel rolünü yeniden oynayacak düzeye getirmiş ve bunu başarmıştır. Bu sadece Kürtlere değil, başta Türk halkı olmak üzere tüm Ortadoğu halkları için yapılmış bir hizmettir. Türkiye’de bu gerçeğin herkesçe iyi görülmesi ve anlaşılması çok önemlidir. 12 Eylül askeri darbesi tarihsel Kürt-Türk ilişkilerini tümüyle bitirmeyi amaçlayan bir hamleydi. Bu darbeyi yapan aktörler Kürtlüğü tümüyle bitirmeyi hedeflemiştir. Fakat tarihin ve yakın dönemin kanıtladığı gibi Kürtler olmadan Türkler olamaz. Türkler olmadan da Kürtler var olamaz. Kürtleri bitirmek aynı zamanda Türkleri de bitirmek anlamına gelmektedir. PKK 12 Eylül darbesine karşı durarak ve bu hamleyi boşa çıkararak bunun olmasını engellemiştir. Bu açıdan son derece meşru ve doğru mücadele verilmiş ve tarihsel bir rol oynanmıştır. Ne yazık ki bu gerçeğin Türkiye toplumu tarafından anlaşılması engellenmiştir. Bir taraftan devlet iktidarını elinde bulunduran güçlerin kara propagandası, diğer taraftan milliyetçi etkilerden tam sıyrılamayan sol, sosyalist, demokrat, aydın kesimlerin yetersiz kalışı ve demokratik bir kamuoyunun ortaya çıkmayışı bu gerçeğin bilinmesini geciktirmiştir. Bugün bile bu gerçeklik Türkiye toplumuna anlatılabilmiş değildir. Bunda Kürt demokratik hareketi kadar Türkiye demokrasi güçlerinin, sosyalist hareketinin, aydınlarının yetersizliği ve sorumluluğu da vardır.
Uluslararası Komplo Kürt Türk ilişkilerine vurulan en büyük darbelerden biridir
Cumhuriyetin 100. yılı tamamlanırken 9 Ekim 1998’de başlayan ve 15 Şubat 1999’da İmralı esaretiyle sonuçlanan uluslararası komploya atıfta bulunmak, Kürt-Türk ilişkileri açısından son derece önemli ve gereklidir. Çünkü uluslararası komplo, tarihsel Kürt-Türk ilişkilerine vurulan en büyük darbelerden biridir. Uluslararası komplo PKK’nin yeniden kurmaya çalıştığı Kürt-Türk ilişkilerini bitirmeyi, bu sürecin başarıyla sonuçlanmasını engellemeyi hedefliyordu. ABD, İsrail ve NATO’nun komployu planlayan ve gerçekleştiren esas güçler olmaları bu gerçeği yeterince ortaya koymaktadır. Önder Apo uluslararası komplonun iç yüzünü ve bununla neyin amaçlandığını ortaya koyarak bu amacın gerçekleşmesini engellemiştir. Önder Apo İmralı esaret koşullarında bu mücadeleyi yirmi beş yıldır vermektedir. Şimdi uluslararası komplo mutlak tecrit ve iletişimsizlik, denilen bir uygulamayla Önder Apo’nun dışarıyla tüm ilişkisinin kesilmesi temelinde sürdürülüyor. Dolayısıyla İmralı’da tutsak edilen ve mutlak tecride alınan, Kürt-Türk ilişkileridir. Bu gerçeğin özellikle Türkiye’deki kamuoyu, aydınlar, demokrasi güçleri, sosyalist ve özgürlükçü güçler tarafından anlaşılması ve üzerinde durulup dile getirilmesi çok önemlidir.
AKP-MHP’nin amacı kürt soykırımını gerçekleştirmektir
AKP-MHP iktidarının amacı ve yaptıkları faşizmle Kürt soykırımını gerçekleştirmek ve böylece tarihsel Kürt-Türk ittifakını tümüyle ortadan kaldırmaktır. Bu, 12 Eylül askeri darbesiyle ortaya konulan bir amaçtı. Tarihte İttihatçılar Türklüğe dayandırarak bunu yapmak istemişlerdi. 12 Eylül rejimi ise ağırlıklı olarak dinciliğe dayandırarak bunu yapmayı planlamıştı. Günümüzde AKP-MHP iktidarı bu ikisini birleştirerek bunu yapmaya çalışıyor. Bunu yaparak en azgın ve en tehlikeli rejim olduğunu ortaya koymuştur. Öyle ki, Kürtlerin varlığı devletin geleceği açısından tehlikeli addediliyor ve devletin bekası için Kürtlerin ortadan kaldırılması gerektiği söylenebiliyor. Bunu söylemekle de kalmıyor, bunun olması için Kürtlerle yoğun savaşa girişiyor, her yerde Kürtlere saldırıyor, katlediyor, derdest edip zindana atıyor. Ne yazık ki yoğun bir özel savaş faaliyetiyle bunun rasyonel bir fikir olduğunu Türkiye toplumuna kabul ettirebiliyor. Fakat bunun ne rasyonel ne de ahlaki, vicdani ve kanuni bir tarafı vardır. Bunun Kürt düşmanlığı kadar Türk düşmanlığı da olduğu ve Türklere de zarar verdiği çok açıktır. Kürt-Türk ilişkilerinin bozulması, Kürtler ile Türklerin kavgalı olması dış güçlerin işine yaramaktan başka bir sonuç vermez. Tarih bu gerçeği yeterince kanıtlamıştır. Günümüzde yaşanan gelişmelerden de bu sonuç ortaya çıkmaktadır. Kürtlerle savaşılarak ne yerli ve milli olunur ne de bunun Türk halkına ve Türkiye’ye bir katkısı olur. Bu yaklaşım kesinlikle tam tersi sonuçların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. AKP-MHP iktidarının diline pelesenk yaptığı yerlilik, millilik ve teröre karşı mücadele söyleminin gerçeklikle hiçbir ilgisi yoktur. Bu tamamen Kürtlere karşı savaşta toplumun rızasını almanın ve nihayetinde dış güçlere yarayan politikaların üstünü örtmenin bir aracıdır. Bununla PKK yok edilerek tüm sorunların çözüleceği algısı yaratılıyor. En büyük çarpıtma burada yaratılıyor. Gerçeklik ise bunun tam tersidir. Kürt sorunu PKK ile başlamadı. PKK’den önce de Kürt sorunu vardı. PKK, Kürt sorununun yaratanı değil, onun bir sonucudur. PKK yok edilerek ne Kürt sorunu çözülebilir ne de Kürtler bitirilebilir.
AKP-MHP iktidarının yerlilik, millik ve terör yalanıyla üstünü örttüğü ve çarpıttığı gerçeklilerden biri de Suriye ve Rojava’dır. Kürtler Rojava’da devlet kuracak ve bize saldırıp bizi yok edecek yalanıyla Türkiye toplumu aldatılıyor. Bununla Suriye ve Rojava’ya saldırmanın, işgal ve ilhak etmenin zemini oluşturuluyor. Gerçekte ise ne Kürtler Rojava’da devlet kuruyor ne de Rojava Türklere düşmandır. Tam tersine dünyada Türk halkıyla en çok dost olan yer Rojava’dır. Rojava’da demokratik ulus zihniyetiyle oluşmuş bir yapı vardır ve bu zihniyette halkların kardeşliği ve bir arada yaşaması esastır. Bundan Türk halkına düşmanlık türetmek ancak Kürt halkına düşmanlıkla olabilir. Çok açıktır ki bu yalanları ortaya atan, Kürtler kadar Türklere de zarar veren mevcut soykırımcı sömürgeci devlet Türkleri ve Türkiye halklarını temsil edemez.
Kürt sorununun demokratik çözümü olmadan Türkiye’de demokratikleşme gerçekleşemez
Şimdi cumhuriyetin 100. yılı tamamlanmış bulunuyor. Geçen yüzyıllık sürecin değerlendirilmesi yapıldığında açıkça görülmektedir ki Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü olmadan Türkiye’de demokratikleşme gerçekleşemez. Türkiye demokratikleşmeden Türkiye’nin ve Türkiye toplumunun sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel sorunları çözülemez. Cumhuriyetten beklenen değişim, gelişme ve ilerleme konusunda mesafe alınamaz. Devletin bağımsızlığı ve toplumun özgürlüğü sağlanamaz. Devlet darbe mekaniğinin dışına ve gladio yapılarının denetiminden çıkarılamaz. Tüm bunların olması Kürt sorununun demokratikleşmesiyle mümkündür. Dolayısıyla ihtiyacı duyulan en temel konu cumhuriyetin gerçek bir demokrasiyle buluşturulması, taçlandırılmasıdır. Demokratik cumhuriyet içerisinde Kürtler ve Türkler Türkiye’deki diğer halklarla birlikte bir arada ve beraberce yaşayabilir. Dolayısıyla da yeni bir yüzyıla girerken Kürt-Türk ilişkilerinin yeniden gözden geçirilmesi ve yeniden tarihsel anlamına uygun bir ilişkinin geliştirilmesine şiddetle ihtiyaç vardır. Kürtler bunun bilincinde hareket etmekte ve bu iradeyi ortaya koymaktadır. Kürtler sorunlarının çözümünü Türkiye’nin demokratikleşmesinde görmekte ve aynı zamanda bunun mücadelesini vermektedir. Kürt halkı kesinlikle çözümü burada görmekte, buna inanmakta ve başka herhangi bir arayışı bulunmamaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi olarak bizim tutumumuz budur. Bu, Önder Apo’nun inandığı ve savunduğu çözüm yöntemidir. Bunun gelişmesi aynı zamanda Kürtler ve Türkler kadar Ortadoğu’nun diğer halkları için de yararlı olacak ve Ortadoğu’daki sorunların çözümüne hizmet edecektir. Demokrasiyle taçlandırılmış yeni Kürt-Türk ilişkileri aynı zamanda Arap, Ermeni, Yahudi, Fars, Türkmen, Süryani ve diğer tüm Ortadoğu halklarının demokratik ittifakını ve birlikte yaşama iradelerini geliştirecektir. Bu, Ortadoğu’da tarihsel sorunların çözüme kavuşacağı yeni bir sürecin başlaması demektir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı kesinlikle bu temelde sağlanacak gelişme ve dönüşümle olmalıdır.
Bu tarihsel görevin başarılması için Türkiye demokrasi güçlerine, sosyalist hareketine, demokratik inanç kesimlerine, aydın, yazar, sanatçılara, demokrasi ve özgürlükten yana olan tüm toplum kesimlerine ve elbette Kürt demokratik hareketine önemli bir sorumluluk düşmektedir. Biz herkese bu sorumluluk bilinciyle hareket etme, Kürt-Türk ilişkilerini yeniden ele alan bir tartışma ve yapılanma sürecini başlatma ve bu temelde halkların demokratik ittifaklarını sağlayarak bunu gerçekleştirme çağrısında bulunuyor, Kürt Özgürlük Hareketi olarak kendimizin de bunun mücadelesi içerisinde olacağımızı belirtiyoruz.”