BEHDÎNAN- KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, Medya Haber televizyonunda katıldığı özel bir programda İmralı tecridi ve işgale dair soruları yanıtladı.
Besê Hozat, İmralı tecridine karşı hamlenin ve girişimlerin büyük önemde olduğunu vurgulayarak, “İmralı’da şu an insanlık suçu işleniyor; daha güçlü bir mücadeleyi yürütmemiz gerekiyor” dedi.
İşgal saldırılarına dikkat çeken Besê Hozat, “Gerilla NATO’nun ikinci büyük ordusuna karşı kök söktürüyor, Türk devleti gerçekleri gizliyor. Mesela Başur’daki tepkiler yetersizdir. Halbuki Başur üzerinde bir soykırım, işgal, ilhak politikası yürütülüyor. Halkımızın kıyamet koparması lazım. Şu anda yapılan Enfal’dir. Şu anda yapılan Halepçe Katliamı’nın devamıdır” diye konuştu.
Bese Hozat’ın röportajı şu şekilde:
Önder Apo’ya uygulanan mutlak iletişimsizlik durumuyla başlayalım. Bir de Önder Apo’nun özgürlüğü için başlatılan bir hamle vardı. Daha önce geniş çerçevelerde bu hamle değerlendirildi. Bundan sonrası için bu hamleye katılım ve yaklaşımlar nasıl gelişmeli?
Önder Apo’dan bir haber, bilgi alınmış değil. Gerçekten sistematik bir işkence ve tecrit sistemi var. Bu yıllar içerisinde avukatların görüşmeleri oldu. 2013 yılından ’14-15 yılına kadar HDP heyetinin çeşitli görüşmeleri oldu. Böyle dönem dönem yapılan bazı görüşmelerde elbette Önderliğin durumuna ilişkin, İmralı’da uygulanan politikalara ilişkin kamuoyu, halkımız, bizler daha fazla bilgilendik, takip ettik. Fakat bu tecridin kırıldığı, aşıldığı, Önder Apo’nun sağlık, güvenlik, özgürlük koşullarının sağlandığı anlamına gelmiyor. Aslında 26 yılın kendisi bir tecrit ve işkence sistemidir. Bunu böyle belirtmek gerekiyor. Şimdi de 41 ay sürekli telaffuz ediliyor. 41 aydır Önder Apo’dan hiçbir biçimde haber alınamıyor. Mutlak bir iletişimsizlik durumu var, deniliyor. Aslında bu 41 ay değil. Bu süreç Mehmet Öcalan ile Ömer Öcalan’ın 2021 Mart’ta Önder Apo’yla yaptıkları o kısa telefon görüşmeleri kıstas alınarak ifade ediliyor. Fakat o da bir görüşme değildi. O görüşmede de Önder Apo’nun koşulları, İmralı koşulları, durumu, sağlığı, güvenliği çok anlaşılmıyor. O görüşmede de zaten bir şey konuşulamadı. Bir iki dakikayı bulan bir görüşmedir. Zaten Önderlik de o tarz bir görüşme biçimini eleştirdi. Oyuna geliyorsunuz, dedi. Benimle avukatlarım görüşmelidir. Benim avukatlarımla görüşmem hakkımdır, dedi. Hukuki hakkımdır, yasal hakkımdır. Avukatlarımın benimle görüşmesi gerekiyor bir görüşme olacaksa, dedi. O anlamda böyle bir iki dakikalık bir görüşme oldu.
Çok fazla da o görüşmeden bir şey anlaşılamadı ve hemen Önderlik öyle söyleyince, tutum koyunca zaten devlet müdahale etti ve görüşmeyi kesti. Dolayısıyla aslında böyle bu 41 aydan ziyade şöyle diyebiliriz; aslında 2019 12 Haziran’ından bu yana mutlak bir iletişimsizlik durumu var.
Önder Apo’dan hiçbir bilgi alınamıyor. Hatırlarsanız 2019 Haziran’ında 2 Mayıs’tan başlamak üzere avukatların 12 Haziran’a kadar yaptığı 3 görüşme oldu Önder Apo ile. Aile görüşmesi de oldu, avukatların da yaptığı 3 görüşme oldu. O görüşmelerde biraz Önder Apo’nun durumunu, İmralı’daki koşulları, güvenlik, sağlık durumunu biraz bildik, halkımız bildi, kamuoyu bildi. Fakat ondan sonra mutlak bir iletişimsizlik durumu, mutlak bir tecrit durumu devam etti, sürdü. O açıdan, oradan itibaren aslında almak gerekiyor. Yani 12 Haziran 2019’dan bu yana Önder Apo ile hiçbir iletişim yok. Gerçekten İmralı’da durumlar nedir, Önder Apo’nun yanındaki tutsak arkadaşların sağlık, güvenlik durumu nedir, hiçbir bilgi yok. Şimdi durum gerçek buyken AKP yetkilileri böyle sağda solda, işte Öcalan istediği zaman ailesiyle görüşebiliyor, diyor bazılarına. Bazı çevrelere de Öcalan ailesiyle görüşebilir ama örgüt izin vermiyor. Bu tür propagandaları yayıyor. Halk içinde yayıyor, Kürtler içinde yayıyor. Yine görüştüğü bazı çevrelere bu tür şeyler söylüyor. Yine işte Öcalan çözüm istiyor fakat hareket çözüm istemiyor. Bu tür böyle propagandalar yapıyor, bu tür söylemlerde bulunuyor. Şu anlaşılıyor ki çok yoğun böyle özel savaş yapıyor ve algı operasyonları geliştiriyor. Böyle sıkıştıkça bu mevcut tecrite gerçekten bir izah getirmedikçe gelişen toplumsal tepki, kamuoyu tepkisi, işte uluslararası, demokratik, sol sosyalist, özgürlükçü, demokratik birçok çevrenin ortaya koyduğu tutum, tepkiler daha fazla bir sıkışmayı yaratıyor. Bu suç durumuna izah getiremiyor. Çünkü yani şu anda Türk devleti bir insanlık suçu işliyor, hukuk suçu işliyor. Yani hem kendi hukukunu hem uluslararası hukuku tamamen şu anda ortadan kaldırmış durumda, çiğnemiş durumda. Bunun hiçbir izahı yok. Şu anda İmralı’da yaşanan durum gerçekten nereden baksan tam bir insanlık suçu durumudur yani. Bir hukuk katliamıdır, bir insanlık katliamıdır. Şimdi böyle bir durum yaşanıyor. Dolayısıyla bu suçunu örtbas etmek için, farklı bir böyle algı yaratmak için, bir biçimde bu izah edemediği, ifade edemediği durumlara kendince bir izah getirmek için yalan söylüyor. Kürt halkını, demokratik kamuoyunu, görüştüğü çeşitli çevreleri, o çevrelerin gündeme getirmesiyle bu tür söylemlerde bulunmak zorunda kalıyor. Bu kesimleri böyle aldatmaya, kandırmaya çalışıyor. Tabii bu Türk devletinin içinde bulunduğu vahameti ortaya koyuyor.
Yakın süreçte de Birleşmiş Milletler oturumu vardı. Orada da bu tecrit durumu, mutlak iletişimsizlik durumu gündeme konuldu. Birçok soru soruldu Türk heyetine. Durumu izah edemediler. Tecrit diyemediler. Yasak dediler. İşte şimdi daha iyi anlıyoruz ki, yani bu disiplin cezalarını niye uyguluyor? Haber alınamayan, bilinemeyen, mutlak bir tecritte olan insanların ne disiplin suçu olacak yani? Şimdi bu da bir politikadır. Bu da bir politikadır yani. Şimdi buna da izah getiremiyor. Adına yasak diyor. Ben disiplin cezası uygulamışım, yasaktır, o yüzden avukatları görüşemiyor, diyor. Yasak olduğu için görüşemiyor. Tecrit diyemiyor. Suç işliyor çünkü yani. Bir suç durumu var. Yasak dediği şeyin kendisi de tecrittir zaten. Açık söylemediği için bu biçimde ifade ediyor.
Yani dolayısıyla şunu gördük. Önder Apo’ya özgürlük hamlesi gerçekten çok önemli bir düzey ortaya çıkardı. Ve şu anda Türk devleti öyle zor bir duruma girmiş ki, o kadar sıkışmış ki, işlediği bu suçu, bu insanlık suçunu, bu hukuk suçunu nasıl izah edeceğini, ifade edeceğini bilemiyor. Böyle bin bir türlü kılıf uyduruyor buna. Yalan söylüyor, aldatmaya çalışıyor herkesi. Tabii kimse buna aldanmıyor diyor. Kimse buna aldanmıyor.
Eylül ayında da Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin toplantısı var. Umut Hakkını gündeme alacaklar. Bu anlamda işte Asrın Hukuk Bürosu’nun çok önemli talepleri olacak. Asrın Hukuk Bürosu’ndan avukatlar konuşuyor, çeşitli değerlendirmeler yapıyor, yakından takip ediyoruz. Belli ki çok hazırlıklı bir biçimde bu toplantıya hazırlanıyor Asrın Hukuk Bürosu. Bu anlamda bu durumu çok ciddi gündeme koyacaklar ve önemli taleplerde bulunacaklar. Bu talepler gerçekten çok önemli. Bu anlamda Avrupa Konseyi de bu suçun bir ortağıdır. Avrupa Bakanlar Komitesi de bu suçun bir ortağıdır. CPT’nin kendisi, AİHM’in kendisi, Türk devletinin işlediği bu suçun ortağıdır. Bu sistemi, İmralı sistemini, tecrit ve işkence sistemini, soykırım sistemini kuran güçlerdir. Yıllardır da buna seyirci kalıyorlar. Türk devletinin bu işkence, soykırım politikalarına, İmralı üzerinde uygulanan bu işkence, tecrit politikalarına sessiz kalıyor ve ortağı oluyorlar. Artık gelinen aşamada da bu güçlerin ciddi bir tutum ortaya koyması gerekiyor. Bu güçlerin artık bu soykırım suçuna, bu insanlık suçuna, bu hukuk suçuna, hukuk katliamına ortak olmamaları gerekiyor. Kendilerinin oluşturduğu hukuk da katlediliyor. Türkiye hiçbir uluslararası sözleşmeye, hukuka uymuyor. Bu suçu işliyor. Dolayısıyla kendileri de bundan sorumludur. En başta Avrupa Konseyi, CPT, Avrupa Bakanlar Komitesi, Avrupa Konseyi’ne bağlı kurumlardır, mekanizmalardır. Baş suçlu mevcut durumda Avrupa Konseyi’dir. Artık Avrupa Konseyi de bu suç durumuna gerçekten son vermelidir. Buna ortak olmamalıdır. Bu konuda hukuka uygun, adalete uygun, insanlık değerlerine uygun, ahlaka, vicdana uygun bir tutum ve yaklaşım, bir politika ortaya koymalıdır. Türk devletine tutumunu, bir tavır alıp ve bunu kamuoyuna açıklamalıdır. Bu önemlidir ve dolayısıyla bu işkence ve tecrit sistemine son verilmelidir. Gelinen aşamada artık bunun son bulması gerekiyor.
Hukuksal olarak gerçekten önemli bir mücadele verildi. Bunları tartışabiliyorsak bu mücadelenin sonucudur. Küresel özgürlük hamlesinin yol açtığı bu sonuçlardır. Bunlar son derece önemli ve değerli sonuçlardır. Son süreçlerde de 69 Nobel Ödülü alan insan Önderliğin özgürlüğüne dönük, İmralı’daki işkence, tecrit sistemine dönük yaklaşımını ortaya koydu. Birçok yere, birçok karar mekanizmasına mektup yazdı. 69 Nobel Ödülü alan insan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne de mektup yazdı. Erdoğan’a da mektup yazdı. Avrupa Konseyi’ne de birçok kuruma, uluslararası kuruma mektup yazdı. Bu son derece değerli bir yaklaşımdır. Bu tür çalışmaların sürmesi gerekiyor. Önder Apo gerçekten insanlık değerleri adına orada direniyor. İmralı da direniyor. 26 yıldır. Halkların özgürlüğü, eşitliği için direniyor. Demokrasi için direniyor. Kadınların özgürlüğü için direniyor. Tüm ezilen kimliklerin özgürlüğü için direniyor. Dolayısıyla insanlığın vicdanını temsil ediyor. İnsanlığın değerlerini temsil ediyor. İşte bugün dünyada adalet arayan, özgürlük arayan, eşitlik arayan, hakikat arayan, hakikat arayışı içerisinde olan herkesin, her çevrenin, her grubun, toplumsal grubun, kesimin ve birebir her kişinin, Önder Apo haklarını savunuyor, özgürlüğünü savunuyor. Dolayısıyla Önder Apo’nun özgürlüğü gerçekten hepimizin özgürlüğüdür. Tüm halkların özgürlüğüdür. Sadece Kürtlerin özgürlüğü değil, insanlığın özgür olmasıdır. Değerlerinin özgürce yaşam bulmasıdır, var olabilmesidir. Bu açıdan bu mücadeleyi daha güçlü bir biçimde sürdürmek lazım. Yani Önder Apo’nun paradigmasının yayılması… Bu çalışma çok değerli bir çalışmadır. Bu çalışmayı çok güçlü bir biçimde bizim yürütmemiz lazım.
Mesela bu çalışmanın Ortadoğu ayağı eksiktir. Avrupa’da da bazı eksiklikler, dünya çapında var kuşkusuz, Asya’da. Fakat özellikle Ortadoğu’da da bu çalışmaların önemi şimdi çok daha fazla anlaşılıyor. Çok güçlü bir biçimde Önder Apo’nun tezlerini, fikirlerini, toplumlar, halklar açısından geliştirdiği projeleri, çözüm projelerini biz Ortadoğu toplumuna da aydınlarına da sanatçılarına da, demokratik kesimlere, kadın hareketlerine, gençlik hareketlerine, demokratik çevrelere de çok güçlü bir biçimde taşırmamız gerekiyor. Önder Apo’nun düşünceleriyle tüm bu kesimleri bizim buluşturmamız gerekiyor. Buna çok büyük bir ihtiyaç var. Çünkü şu anda 3. Dünya Savaşı’nın merkezi Ortadoğu’dur. Ortadoğu toplumu gerçekten kan ağlıyor. Yani her tarafta şiddet, savaş, katliamlar, soykırımlar yaşanıyor. Şu anda Kurdistan Soykırımı’nın merkezi. Kürtlere dönük Türk devleti korkunç bir soykırım politikası uyguluyor. İsrail, Filistinlere dönük korkunç bir soykırım politikası uyguluyor. On binlerce Filistinliyi İsrail katletti. Bu soykırım politikaları sürüyor. Bugün de bir okulu vurmuşlar. Yüzün üzerinde insan katledilmiş. Bir soykırım uygulanıyor ve giderek bu 3. Dünya Savaşı da Kurdistan, Filistin, bir bütünen Ortadoğu merkezli giderek yoğunlaşıyor ve yayılıyor. Türk devleti de bu savaşı yaymak için zaten elinden geleni yapıyor.
Aynı biçimde İsrail de bu savaşı derinleştiriyor mevcut soykırım politikalarıyla. Dolayısıyla Önder Apo’nun projeleri, Demokratik Ulus Paradigması, Demokratik Konfederal Sistem Projesi, gerçekten Ortadoğu’da yaşanan bütün bu sorunlara en temel çözüm projeleridir. Ortadoğu toplumu bu düşüncelerle tanıştıkça Ortadoğu aydınları, arayış içerisinde olan özgürlük arayışı, eşitlik, adalet, demokrasi arayışı içerisinde olan bölgedeki birçok çevre, birçok kesim, birçok kişi, hareket bu düşüncelerle tanıştıkça ben inanıyorum ki Ortadoğu’da da çok güçlü bir demokrasi hareketi, demokrasi mücadelesi gelişecek.
Zaten yaklaşık 50 yıldır Kürtler bunun öncülüğünü yapıyor. Kürt Özgürlük Hareketi bunun öncülüğünü yapıyor. Bu konuda ciddi bir bilinçlenme, aydınlanma, belli bir dönüşüm de söz konusudur.
Fakat bunu daha güçlü bir biçimde Önderlik paradigmasını, düşüncelerini bölgeye yayma temelinde geliştirirsek, bu demokratik Ortadoğu devrimini daha da yakınlaştıracak ve bu kaos, savaş, katliamlar altında büyük acılar çeken, her gün onlarca insanın, yüzlerce insanın can verdiği bu durum son bulacak. Bu anlamda hamlenin Ortadoğu ayağını da bizim çok güçlü geliştirmemiz gerekiyor. Yine kadın hareketi, bu konuda kadın hareketi de hamlede çok güçlü bir rol oynamalıdır. Şimdiye kadar elbette hamlenin çok büyük oranda öncülüğünü kadınlar, gençler çekti. Özellikle toplumsal eylemselliklerde güçlü rol oynadı. Önder Apo’nun paradigmasının taşırılmasında özellikle jinoloji üzerinden kadın hareketi bu konuda önemli bir emeğin, çabanın ve mücadelenin sahibi oldu. Fakat şunu görüyoruz, bugün dünyada en büyük etki yaratan Önder Apo’nun kadınlara ilişkin geliştirdiği, kadın sorununa, kadın özgürlük sorununa, talebine dönük geliştirdiği düşüncelerdir. Ortaya koyduğu çözüm projeleridir. Bu konuda verdiği mücadeledir.
Gerçekten insanlık tarihinde Önderlik kadar, birçok kadın özgürlüğü konusunda elbette kafa yoran, düşünce yüreten, bunun teorisini geliştiren, pratik mücadelesini yürüten birçok hareket, hatta kişi kesim çıkmıştır kuşkusuz, bu anlamda kadın önderleri de çıkmıştır. Çeşitli sosyalist önderler de kadın konusunda çok önemli tespitlerde, değerlendirmelerde bulunmuş ve bu konuda önemli bir düşünsel üretim içerisine girmiştir. Fakat hiç kimse Önder Apo kadar derinlikli kadın özgürlüğü üzerine bir yoğunlaşmayı, bir derinleşmeyi yaşamamış ve bu kadar derinlikli ve bu kadar boyutlu bir düşünsel üretime, teorik, ideolojik, felsefi, sistemsel bir düşünsel üretime girememiştir ve bunun pratik gücünü, uygulamasını ortaya koyamamıştır. Bu bir gerçektir. Bu anlamda gerçekten biz Önderliğin kadın özgürlüğü konusunda geliştirdiği düşünceleri, emeği, çabayı, mücadeleyi daha güçlü bir biçimde dünya kadınına, Ortadoğu kadınına taşırırsak ben inanıyorum ki mevcut olanın on katı daha fazla kadınlarda büyük bir sahiplenme gelişecek Önder Apo’nun özgürlüğüne.
Daha güçlü bir kadın gücü bu mücadeleye akacak. Kürt özgürlüğü kadın hareketiyle birlikte bu mücadeleyi yürütecek. Dolayısıyla bu boyutta da daha güçlü bir mücadeleyi yürütmemiz kesin gerekiyor.
Bu yönlü çok boyutlu bir mücadeleyi yürütebilirsek, hem paradigmayı yayma, hem toplumsal mücadele, özellikle kadın hareketinin yürüteceği mücadele, hukuksal mücadeleyle kesinlikle gerçekten kısa bir zamanda Önder Apo’nun sağlık, güvenlik ve özgürlük koşullarının sağlanmasının koşullarını yaratabiliriz ve Önderliğe Özgürlük Hamlesi başarıya gidecektir. Şu anda hamlenin geldiği düzey, ortaya çıkardığı sonuçlar bunu bize müjdeliyor. Bunun birçok açıdan çok önemli başarılı sonuçlarını ortaya koyuyor.
‘GERİLLA NATO’NUN İKİNCİ BÜYÜK ORDUSUNA KÖK SÖKTÜRÜYOR!’
15 Ağustos Atılımı’nın 40. yıl dönümünü yaşıyoruz. Bu tarihsel hamlenin mücadelenizdeki yeri biliniyor. Tarihi atılıma ilişki neler belirtebilirsiniz?
15 Ağustos Atılımı’nı halklarımıza kutluyorum. Mahsum Korkmaz, Agit yoldaşı büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.
Yine 15 Ağustos atılımından bu yana 50 binin üzerinde bu mücadelede şehit verdik. Ben tüm özgürlük ve devrim şehitlerini büyük bir saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Hayallerini, özlemlerini mutlaka başarıya, zafere ulaştıracağımızın sözünü yineliyorum.
Yine bu Ağustos ayında çok değerli şehadetler yaşandı. Atakan Mahir yoldaş, Zeki Şengali yoldaş, Engin Sincer, Erdal yoldaş, Sarı İbrahim yoldaş, Azime yoldaş. Yakın süreçte şehit verdiğimiz çok değerli arkadaşlar oldu. Bakurê Kûrdistan’da, Herakol Ekin yoldaşlar, yine Medya Savunma Alanlarında şehit verdiğimiz arkadaşlarımız oldu. Fırat, Bahoz, Sema, Ronahi, Dilgeş… Yani bu yakın süreçlerde hem Bakur’da hem Medya Savunma Alanlarında özellikle Zap ve Metina’da şehit verdiğimiz, adını andığım ve daha da anamadığım birçok arkadaşı şehit verdik bu yakın süreçte Ağustos ayında.
15 Ağustos atılımı gerçekten Kürt halkı açısından, Ortadoğu halkları açısından, kadınlar açısından çok büyük bir anlama ve öneme sahiptir.
15 Ağustos Atılımı’nı, gerilla mücadelesini, silahlı mücadeleyi sadece bir halkın, Kürt halkının bir meşru savunma, öz savunma savaşı olarak dar bir askeri mücadele olarak ele almak da yetersiz bir anlama ve tanımlama biçimi olur. Bizim açımızdan 15 Ağustos Atılımı Kurdistan’da ve Ortadoğu’da bir aydınlanma hareketidir. 15 Ağustos Atılımı ile Kurdistan’da büyük bir zihniyet devrimi yaşandı, büyük bir halk devrimi yaşandı, kadın devrimi yaşandı.
Gerçekten Kurdistan toplumunda o düşmanın yarattığı inançsızlık, yılgınlık, karamsarlık, umutsuzluk yerle bir oldu. Kürt toplumu yeniden özgürlüğe uyandı, aydınlığa uyandı, kendi farkına vardı, yeniden kendi özüyle, kendi hakikatiyle tanıştı, özgüven kazandı, cesaret kazandı, irade kazandı, örgütlendi. Örgütlendikçe mücadele etti, mücadele ettikçe cesareti, umudu, inancı, özgürlüğe dair daha fazla büyüdü ve derinleşti.
Bu Ortadoğu toplumunu etkiledi. İşte bugün Ortadoğu toplumunun öncülüğünü yapıyor, Ortadoğu demokratik devriminin öncülüğünü yapıyor. Şimdi bu devrim içerisinde devrim demektir.
Yani aslında 15 Ağustos Atılımı gerçekten Ortadoğu’da reformu, rönesansı, aydınlanmanın her bakımdan her boyutuyla çok güçlü zeminini oluşturdu. Bunun koşullarını yarattı ve bunu yaratacak çok güçlü bir halk gerçeği ortaya çıkardı, toplum gerçeği ortaya çıkardı, aydın gerçeği ortaya çıkardı. Devrimci gerçeği, militan gerçeği ortaya çıkardı.
Böyle derinlikli bir anlamı var 15 Ağustos Atılımı’nın. Kadın ordulaşması… Elbette bu halk ordulaşması içerisinde gelişti. İşte Beritan yoldaş kadın ordulaşmasının kimliğini, kişiliğini oluşturdu.
Nasıl Agit yoldaş halk ordulaşmasının kimliğini, kişiliğini oluşturduysa aynı biçimde Gülnaz Karataş, Beritan, Zilan yoldaşlar da kadın gerilacılığının, kadın ordulaşmasının kimliğini, kişiliğini, direniş çizgisini oluşturdular. Dolayısıyla böyle klasik bir ordu gerçeği de değil. Kurdistan’daki gerilla ordusu, kadını ve erkeğiyle yani halk ordusu ve kadın ordusuyla son derece ideolojik, felsefi, örgütlü, iradeli, bilinçli bir komple devrimci, özgürlükçü kişiliğe sahip bir yapıdır.
Bu mücadele halkın öncü mücadelesi haline geldi. Bu mücadele içerisinde demokratik siyaset doğdu. Bu mücadele içerisinde demokratik mücadele, ideolojik birçok boyutuyla dallandı, budaklandı ve halkımız bugün işte adına kazanım diyor.
Rojava açısından kazanım diyor. Bakur’da yarattığı değerler açısından kazanım diyor. Başur’da yaratılan, Rojhilat’ta yaratılan bilinçlenme, örgütlü halk gerçeği açısından kazanım diyor.
Bütün bu kazanımlar bu mücadeleyle ortaya çıktı. Bilinçlenen, iradeleşen, örgütlenen, özgürleşen toplum kendisiyle birlikte çok güçlü bir özgürlük mirası da, elbette değerleri de ortaya çıkardı.
Kuşkusuz bunun askeri boyutu, meşru, öz savunma boyutu kilit bir öneme sahip. Bunun üzerinden elbette iç içe paralel aslında gelişen bir gelişim düzeyi ortaya çıktı. Ve bugün de elbette buna halen halkımızın, Ortadoğu halklarının, insanlığın şiddetle ihtiyacı var.
Yani Ortadoğu gibi bir yerde, 3. Dünya Savaşı’nın yaşandığı, her yerde oluk oluk halkların kanının aktığı, korkunç acıların çekildiği, toplumun müthiş bir savunmaya, örgütlü güce ihtiyaç duyduğu, meşru ve öz savunmaya ihtiyaç duyduğu bir zamanda işte gerilla mücadelesi, meşru savunma, öz savunma çok daha hayati bir önem taşıyor. Şu anda da öyledir. Yani özelde mesela Türkiye açısından yani bu kadar soykırım, topyekûn bir soykırım saldırısının Kürtler üzerinde yürütüldüğü bir coğrafyada, bir ülkede meşru savunma, öz savunma olmazsa olmazdır yani.
Bu zaruri bir ihtiyaçtır. Bu anlamda da elbette Mahsum Korkmaz ve Beritan yoldaşın çizgisinde kadın ve erkek yoldaşlar, halk ordumuz ve kadın ordumuz kendisini yeniden yapılandırdı. Bu çağın karakterine göre, gerçeğine göre, demokratik modernite uygarlığına, anlayışına göre kendisini yeniden yapılandırarak çok önemli bir mücadele, meşru savunma düzeyi ortaya çıkardı.
Hem taktikte hem teknikte gerçekten bugün dünyanın en sayılı ordularından, NATO’nun en büyük ikinci ordusuna bugün gerilla ordusu, halk ordusu, kadın ordusu kök söktürüyor. Darma duman olmuş. Gerçekten aralıksız 4 yıldır, 2019’dan bu yana 4-5 yıldır aralıksız bir biçimde topyekûn saldırıyı her türlü teknikle yürütüyor. Her türlü gücü kullanıyor, her türlü kirli yöntemi kullanıyor. Kimyasal silahlarından tutalım her türlü yasaklı silaha kadar sonuç alamıyor. Artık gerilla da bu çağın gerçeğine göre kendisini son derece modernize etmiş, demokratik modernite anlayışıyla yapılandırmış, yeni bir taktik, yeni bir anlayış, yeni bir tarz kazanmış, teknolojik açıdan da kendisini oldukça donatmış ve bunu giderek sürdürüyor, geliştiriyor. Giderek bunun etkileri daha güçlü bir biçimde Bakurê Kürdistan’da da görülecek önümüzdeki süreçlerde ve yıllarda.
Ben inanıyorum ki yeniden yapılanmış demokratik modernite anlayışıyla, yeniden yapılanmış gerilla tarzı ve anlayışıyla, taktiğiyle bu mücadele, bu meşru mücadele en güçlü bir biçimde de sürdürülecek.
İŞGAL SALDIRILARI: KDP BAŞUR’U SATIYOR
Güney Kurdistan’da Irak’ın da dahil olmasıyla savaş yeni bir boyuta ulaştı. Bu mevcut savaşın geldiği düzey, gerilla cephesinde son durumlar için neler belirtebilirsiniz?
Bu yakın süreçte Zap’ta, Metina’da şehit düşen yoldaşları saygı, sevgi ve minnetle anıyorum. Direnen tüm yoldaşlara, YJA-STAR ve HPG güçlerine de selamlarımı ve sevgilerimi iletiyorum. Gerçekten 15 Ağustos vesilesiyle bu yakın süreçte çok güçlü bir eylem dalgası da gelişti. Ben YJA-STAR ve HPG savaşçı ve komuta yapısını da kutluyorum.
Tabii aralıksız bir direniş var gerçekten. Fedai yoldaşlarımız direniyor, mücadele ediyor, çok güçlü eylemler ortaya koyuyor. Ve öyle yapıyor ki, Türk ordusu, işgalci ordu girdiği yerde debelenip duruyor.
Adeta travma yaşıyor. Şimdi mevcut durumda KDP’yi de yanına almışlar. Irak’ın desteğini de yanlarına almışlar. Bununla gerillayı tasfiye etmeye, Başûrê Kurdistan’ı tümden işgal ve ilhak etmeye çalışıyorlar. Tüm gücünü buna seferber etmiş durumdadır Türk devleti. Fakat sonuç alamıyor. Her yerde böyle çok büyük darbeler yiyor. Yediği bu darbeleri de toplumdan gizliyor. Bu görülüyor çeşitli biçimde. Bunlar kamuoyuna da yansıyor. Fakat özenle gizlemeye çalışıyor kayıplarını ve yediği darbeleri. Şimdi tabii Türk devleti bir soykırım politikası yürütüyor. Bu soykırım politikasının bir parçası da Başûrê Kurdistan’dır. Şu anda Başûrê Kurdistan’da da yürüyen bir soykırım politikasıdır Kürtler üzerinde. İşgal ve ilhak politikasıdır. Israrla Başur yönetimi, zaten KDP özellikle ihanet içerisindedir. İş birliği içerisinde bu konsepte dahil bunu yürütüyor. Fakat bazı çevreler de içinde değil ama bu gerçeği idrak etmiyorlar yeterince. Bu gerçeği görmüyorlar. Halkımız, Başur’daki diğer örgütler, KDP dışındaki diğer örgütler, YNK, Goran, İslami örgütler, birçok çevre, toplum, aşiretler şu gerçeği görmeli: Türk devleti şu anda Başur’da da bir soykırım politikası yürütüyor. Başur’da bir işgal ve ilhak politikası yürütüyor. Misak-ı Milli politikası yürütüyor. Irak üzerinde hegemonik, emperyal bir politika yürütüyor. Yani bunun Başûrê Kurdistan halkı tarafından, halkımız tarafından, Irak toplumu tarafından, aydınları tarafından, bu gerçeğin gerçekten çok iyi bilinmesi, kavranması gerekiyor.
İşte şu anda Başûrê Kurdistan’da görüyorsunuz, Behdinan coğrafyası cayır cayır yakılıyor. Her taraf yanıyor. Her tarafı Türk ordusu yakıyor. Bütün ormanları ateşe vermiş. Bütün bağ, bahçe, tarla her yeri ateşe vermiş. Cayır cayır Kurdistan yanıyor. Köylerin hepsini bombalamış. Yani yüzlerce köy boşaltılmış. 600-700 köyden bahsediliyor. Yani amaç 600-700 köyü boşaltmaktır Başûrê Kurdistan’da. Yani tamamen kırsalı çökertmeye çalışıyor. ’93-94 yıllarında Bakurê Kurdistan’da 4000’ün üzerinde köy yakıldı, yıkıldı. Şimdi aynı politikayı Başûrê Kurdistan’da yapıyor. Köyler bombalanıyor. Savaş uçaklarıyla köyler bombalanıyor. Halkın bağları, bahçeleri yakılıyor, bombalanıyor. Orada gerilla mı var? Halk kendisi konuşuyor: Evlerimiz, köylerimiz, bağımız, bahçemiz yakılıyor. Burada PKK yok, burada gerilla yok. Bu devlet Kürde düşmandır. Bu devlet Kürdün coğrafyasına düşmandır. Kürdün ağacına, hayvanına, böceğine düşmandır. Mezarına düşmandır. Mezarlıklar üzerinde karakollar yapılıyor. Yani bir tarih yok ediliyor. Coğrafya yok ediliyor. Halkın belleği, hafızası yok ediliyor. Bu bir soykırımdır. İsrail’in yaptığının aynısını yapıyor. Yüz yıldır beterini yapıyor. Şimdi de on yıldır beterin beterini yapıyor, AKP-MHP, Ergenekon, faşist rejimi. Şu anda Başûrê Kurdistan’da da yapıyor. Ve bunun içerisinde KDP rol oynuyor. Mesela KDP basınına bakın. Kurdistan yakılıp yıkılıyor. KDP basını bunu bir dakikalık haber bile yapmıyor. Bunun haber değeri bile yok. Kurdistan işgal ediliyor, ilhak ediliyor, yakılıp yıkılıyor. Bir iki dakikalık bir haber bile yapılmıyor. Erdoğan’ın yaptığı bir konuşma KDP basınında birinci haberdir. Erdoğan’ın bakanlarının yaptığı bir konuşma birinci haberdir. AKP-MHP, Devlet Bahçeli, kafatasçı, Kürdün kanına doymayan Devlet Bahçeli’nin yaptığı bir açıklama KDP basınında birinci haberdir. Kurdistan yakılıp yıkılıyor. Sistematik bir soykırım uygulanıyor. Tek bir haber yok, haber değeri yok. Halk konuştuğunda da halkın sesini kesiyorlar. Görmezden geliyorlar. Yani bu kadar mesela düşkünlük olabilir mi? Bu kadar alçalma olabilir mi? Bu kadar alçaklık olabilir mi? Yani hainlik de ama böyle bir hainlik görülmüş müdür? Gerçekten anlaşılır bir durum değil bu yani.
Şimdi tartışıyor mesela birçok kesim… Başûrê Kurdistan’a nasıl böyle önü açılır sonuna kadar, bu kadar yakılır yıkılır… Kimse buna anlam veremiyor. Ama yani düştün mü düşüyorsun işte. Hain oldun mu oluyorsun yani. Hainliğin sınırı mı var? Hainliğin sınırı yok işte. Şu anda Türk devletinin Başûrê Kurdistan’da yürüttüğü bu soykırım, işgal-ilhak politikalarında görülüyor yani. Yapılan anlaşmalar da öyledir. Başûrê Kurdistan Türk devletine peşkeş çekilmiş yani satılmış. Türk devlet yetkilileri, AKP-MHP rejim yetkilileri hep 40-45 kilometreden bahsediyorlar. 40-45 kilometreyi diyorlar ki KDP ve Irak diyorlar bize sattı. Bize aittir. Biz orada diyorlar tampon bölge kuracağız. Yerleşeceğiz, orayı ilhak edeceğiz. Bunu söylüyorlar açık açık televizyonlarda her gün, bağıra çağıra söylüyorlar. Fakat şu anda yapılan uygulamalardan, saldırıların ulaştığı düzeyden, olup bitenden anlaşılıyor ki yani bu 40-45 kilometre falan değil. Böyle mesela bize gelen bazı bilgiler de oldu. Şu anda mevcut uygulamalar da gidişat da onu gösteriyor. Gerçekten Musul’un ötesini Türk devletine satmışlar yani. Bunu bazı kesimler söylüyor. Böyle bu yönlü gelen bazı bilgiler de var. Ama mevcut uygulamalar bu bilgileri aslında doğruluyor. Yani Musul’un ötesi Türk devletine peşkeş çekilmiş, satılmış. Tabii ne kadar Musul’un ötesi o ayrı. Buraları aldıktan sonra zaten Musul ve Kerkük’ün üzerine çökecek. Çünkü strateji şu, strateji kesinlikle Misak-ı Milli’dir yani. Musul, Kerkük’te dair tüm Başûrê Kurdistan’ı işgal ve ihak etmektir. Irak üzerinde de hegemonya kurmaktır. Siyasi, ekonomik, askeri hegemonya kurmaktır. Yani bir bütün Irak’ı da avucun içine almaktır. Biz mesela bu kalkınma yolu için dedik, bu bir işgal yol projesidir. Şimdi ortaya çıkıyor yani. Bu yol bahanesiyle her yerde askeri güç örgütlüyor. Her yere güç gönderiyor. Her yere istihbarat örgütlüyor. Her yeri işgal ediyor. İşgali her yere yayıyor, meşrulaştırıyor. Kimse çıtını çıkarmıyor. Şimdi 15 Ağustos’ta ya da sonrası herhalde 15 Ağustos’u planlamışlar. Irak’tan da bir heyet Türkiye’ye gidecek. Görüşme yapacaklar. Şimdi belli ki yeni pazarlıklar yapacak bu yakın süreçte değerlendireceğiz. Irak 3 siyasi partiyi de kapattı. İşte şimdi her yerde hudut güçlerini harekete geçirmiş. Çok provokatif faaliyetler içerisindeler. Yönelimleri arttırıyor. Bütün bunları yaptıktan sonra da heyet Türkiye’ye gidecek. Türkiye’de de yeni pazarlıklar yapacaklar. İşte ben bunu yaptım, Türkiye’den de bir şeyler isteyecek. Bir şeyler daha yapacak. Belli ki böyle gerçekten Kürtlerin değerleri üzerinden, Kürtlerin kanı üzerinden, canı üzerinden böyle çok kirli, çok çirkin şeyler yapılıyor, pazarlıklar yapılıyor. Siyasi ve ekonomik kirli çıkarlar uğruna Kürtler feda ediliyor. Kürtlerin önümüzdeki işte 21. Yüzyıl, sonraki yüzyıllarda geleceği karartılmak isteniyor. Kürtlerin geleceği karartılmak isteniyor. Mevcut Kürtlerin 50 yıllık mücadeleyle yarattığı tüm değerler ortadan kaldırılmak isteniyor. Ve soykırım politikaları, ilhak işgal politikaları sonuca götürülmek isteniyor. Böyle kirli bir plan da yürütülüyor. Dolayısıyla yani belli ki Irak’ta bazı böyle kirli, siyasi, ekonomik çıkarlar temelinde Türk devleti ile böyle kirli bir pazarlık içerisinde, Türk devletinin de bu işgal, ilhak politikalarına ortak olmuş durumdadır. Böyle de bir şey görülüyor. Mevcut Irak hükümetinin şeyi böyle görülüyor. Şimdi bu konuda Kürt toplumunun gerçekten uyanması gerekiyor.
‘TEPKİLER YETERSİZ, KIYAMET KOPARILMALI!’
Mesela Başur’daki tepkiler yetersizdir. Halbuki Başur üzerinde bir soykırım, işgal, ilhak politikası yürütülüyor. Halkımızın kıyamet koparması lazım. Enfaldir ya. Şu anda yapılan Enfaldir. Şu anda yapılan Halepçe Katliamı’nın devamıdır yani.
Saddam’ın yaptığını şimdi Erdoğan-Bahçeli yapıyor Başur’da. Halkımız Halepçe’ye, enfale karşı nasıl bir duruş ortaya koymuşsa şu anda Erdoğan ve Bahçeli’nin Halepçe’sine, enfaline karşı da aynı duruşu ortaya koymalıdır. Aynısıdır, onun devamıdır. Bu konuda da siyasi örgütler halkı bastırıyor, KDP özellikle bastırıyor, direneni, karşı koyanı TC eliyle öldürtüyor, kendisi de öldürüyor. Bir sürü böyle yol yöntemle özel savaş uyguluyor. Fakat halkımızın geleceği varlığı, özgürlüğü söz konusu yani.
Halkımız bu tür baskılara boyun eğmemelidir. Bilinci açık, dünyayı gören, okuyan, mevcut politikaları gören, saldırıların düzeyini, içeriğini, kapsamını kavrayabilen herkes çok güçlü ses çıkarmalıdır. Tavır ortaya koymalıdır.
Bu anlamda gerçekten Başur üzerinde çok tehlikeli bir politika yürütülüyor. Yani mesele öyle PKK falan değil. Kesinlikle mesele Başur’daki bu statüyü tamamen ortadan kaldırmaktır. Başur’da da soykırım yapmaktır. Başur’u işgal ve ilhak etmektir. Korkunç bir asimilasyon, kültürel asimilasyon zaten var. Yani Kürtçe dil kullanmakla sen asimilasyonun önüne geçemezsin öyle tek başına. Şu anda Kürt kültürü, değerleri yani gerçekten yok ediliyor. Bu kadar duyarsızlık, bu kadar sessizlik, bu kadar gaflet neyle izah edilebilir!Yani yurtseverlik duygularına, refleksine sahip bir toplumun duruşu böyle mi olur? Olamaz yani. Başurlu aydınların duruşu böyle mi olmalı? Asla böyle olamaz yani. Kendisini yurtsever olarak tanımayan siyasi partilerin, oluşumların duruşu böyle mi olmalı? Olamaz. Sessiz kalmak bu soykırım, işgal ve ilhak politikasına ortak olmaktır. Bunlar kabul edilemez, edilmemeli. O anlamda halkımız çok güçlü bir tepki ortaya koymalı.
Kurdistan’daki, Başûrê Kurdistan’daki, Irak’taki aydınlar çok güçlü bir tepki ortaya koymalı. Ama işte bu konuda yani halkımız da kendisine sahip çıkmalı. Kendi değerlerine sahip çıkmalı, varlığına, özgürlüğüne sahip çıkmalı. Buna çok güçlü bir tutum ortaya koymak gerekiyor.
IRAK’IN TUTUMU: BİR KARAKTERİ, DURUŞU YOK MU?
Son süreçte Irak üç siyasi partiyi kapattı. Bu partiler arasında Şengal’daki Êzidîlerin partisi de vardı. Ve bunu Şengal Katliamı’nın 10. yıl dönümüne denk getirdi. Bundan sonra Irak’ın tutumu ve yaklaşımı aslında açıkça ortaya çıkıyor. Siz bu konuları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Irak’ın bu yaklaşımını biz şiddetle ve büyük bir öfkeyle kınıyoruz. Şimdi PADE, Êzidîlerin Özgürlük ve Demokrasi Partisi Irak’a nasıl bir zarar vermiş? Irak açıklasın. Êzidîlere bunun bir izahını yapsın. Irak bu partiyi kapatıyor. Bu parti 74 ferman sonrası Êzidîlerin varlığını, özgürlüğünü savunmak, Êzidîlerin sesini dünyaya duyurmak için siyaset ve diplomasi yapan bir partidir. Êzidîlerin haklarını, özgürlüklerini savunuyor. 74 fermanı dünyaya anlatıyor. En sonunda DAİŞ’in yaptığı fermanı, soykırımı dünyaya anlatıyor. Êzidîlerin özgürlüğü için, hakları için mücadele ediyor, destek istiyor herkesten.
Böyle bir partinin Irak’a zararı nedir? Irak niye bu partiyi kapattı? Êzidîler, Êzidî temsilcileri, Demokratik Şengal Özel Yönetimi’nin eşbaşkanları da bazı değerlendirmeler yaptılar. Dediler ki bu fermanın devamıdır. Dediler ki Irak’ta bu fermana ortak olmuştur. Demek ki bu fermanın devamından yanadır. Bu çok ağır bir değerlendirmedir. Ama bazı gerçeklere de işaret ediyordu. Yani DAİŞ tek başına Şengal’e saldırmadı. 3 Ağustos 2014’te DAİŞ AKP’nin ittifak gücüydü. Erdoğan’ın, AKP’nin DAİŞ’e çok büyük bir desteği söz konusu.
Şimdiye kadar da bu destek sürüyor. Aslında AKP’nin, Erdoğan’ın teşvikiyle DAİŞ Şengal’e saldırdı. Dolayısıyla Şengal soykırımında Erdoğan’ın da rolü var. Suçludur. Ve şimdi de Türkiye’nin, yine Erdoğan’ın, Bahçeli’nin, AKP-MHP, Ergenekon, faşist rejiminin dayatmaları, baskıları, KDP’nin dayatmaları, baskıları sonucu Irak parti kapatma kararı alıyor. Elbette hiçbir Êzidî bunu kabul edemez, bunu sindiremez. Aynı şekilde mesela Tevger. Tevgera Azadi, Başûrê Kurdistan’da, Irak’ta demokrasi mücadelesi veren bir harekettir. Önder Apo’nun paradigmasından, düşüncelerinden etkilenmiş, onu kendisine esas alıyor. Öyle örgütümüzle de herhangi bir örgütsel bağı yoktur. Ne onun ne de o Demokratik Cephe’nin. Önder Apo’nun paradigmasını esas alıyorlar ve Başûrê Kurdistan’da, Irak’ta demokrasi mücadelesi yürütüyorlar. Demokrasinin gelişmesi için çalışıyorlar. Şimdi bunların Başur’a ve Irak’a ne gibi bir zararı olabilir? Elbette Türkiye’nin, KDP’nin yıllardır biz biliyoruz faaliyetlerini. Bu yapıların kapatılması için çok yoğun bir baskı uyguluyor Irak üzerinde. KDP aynı şekilde. En son 3 Temmuz’da Mesut Barzani, Bağdat’a gitti. Birçok elçilikle görüştü. Irak’ta bir sürü hükümet ve hükümet dışındaki çevrelerle görüştü. Dosyasında bir de bu örgütlerin kapatılması vardı Mesut Barzani’nin. Biz onu çok iyi biliyoruz. Yıllardır zaten bunun çalışmasını yürütüyorlar, mücadelesini yürütüyorlar. Bu kapatma kararından sonra Hoşyar Zebari ve benzeri tipler, zaten ne kadar mutlu olduklarını da açıkladılar, KDP’li yetkililer. Çünkü çalışmalarından sonuç aldılar. Aynı duyguyu Türk devlet yetkilileri de paylaştı. Şimdi işin elbette bu yanı var. Irak Türk devletini hoşnut etmek için, KDP’yi hoşnut etmek için, onların işte istemlerini, dayatmalarını yerine getirmek için böyle bir adım attı. Ama bunu yaparken de son derece kişiliksiz, karaktersiz bir tutum içerisine girdi. Yani dayatmalar olabilir, istemler olabilir Türk devletinin. Türk devleti çünkü Kürtlere karşı, Êzidîlere bir soykırım savaşı yürütüyor. Halklara, Ortadoğu halklarına karşı bir soykırım savaşı yürütüyor. Bir imha savaşı, katliam yürütüyor. KDP bu politikanın bir ortağıdır, bir parçasıdır. Bu anlaşılırdır. Yani Türk devletinin, AKP-MHP rejiminin böyle dayatmaları, KDP’nin böyle dayatmaları anlaşılırdır. Peki Irak bunları kabul etmek zorunda mıdır? Irak bir devlettir, devlet olduğunu söylüyor. O devletin bir iradesi yok mudur? O devletin bir duruşu yok mudur, bir karakteri yok mudur? İlkesi yok mudur? Anlaşıldı ki bu hükümetin bir duruşu ve bir karakteri yoktur yani. Yani son derece gerçekten böyle kirli, basit çıkarlar için çok basit bir yaklaşıma girilmiştir. Irak hükümetinin bu davranışının Irak tarihine büyük bir hakaret olduğunu, Irak halkına, Irak toplumuna büyük bir hakaret olduğunu değerlendiriyoruz. Buna karşı yapılacak şey mücadele etmektir. Ve bu mücadele de inanıyoruz ki çok güçlü bir biçimde yürütülecek.
‘ÊZİDÎLER BÜYÜK TEHLİKE ALTINDA!’
Êzidîler üzerinde ferman devam ediyor. Êzidî kampları, Başur’daki Êzidî kampları… Dün bazı imamlar açıklama yapmış, Êzidîler tehdit edilmiş Başur’da. Êzidî kamplarında büyük bir infial yaşanmış. Takip ettiğimiz kadarıyla kamplardaki bütün Êzidîler Şengal’e dönmek istiyor. Semalka Kapısına dayanmışlar, yığılmışlar. Bir kısmı yol bulmuş, direkt Şengal’e geçmiş. Kimse o kamplarda yaşamak istemiyor. Bunu bir ferman olarak değerlendiriyorlar. Ferman korkusu hepsinin böyle yüreğine girmiş. Büyük bir korku içerisindedir, panik içerisindedir kamplardaki Êzidîler. Evet, gerçekten bu tehlike var. Şu anda KDP de AKP-MHP de DAİŞ’le el ele kol kola halklara karşı bir savaş üretiyor. Şu anda Behdinan’a bir sürü DAİŞ’li getirmişler. Yüzlerce DAİŞ’li Behdinan’dadır. Daha da getiriyorlar. Bir sürü çete getiriyorlar. Köyleri yakıp yıkıyorlar. Sonra ne yapacaklar? Bu çeteleri buralara yerleştirecekler. Bu çetelerin baş düşmanı kimdir? Êzidîlerdir. Bir de içeride de örgütlüdür. Sadece orada değil, Başur’un içerisinde de bu tür gruplar örgütleniyor. Yani Irak’ta örgütleniyor. DAİŞ bitmemiş ki. DAİŞ önemli oranda gücünü Irak ve Suriye’de koruyor. Bölgenin birçok yerinde. Dolayısıyla Êzidîler büyük bir tehlike altındadır tabii yani. Kesinlikle o kamplarda bir dakika bile kalmamak lazım. Büyük bir tehlikedir. Gerçekten Êzidîler büyük, 3 Ağustos gibi bir ferman yaşayabilir. KDP nasıl bıraktı kaçtı Êzidîleri fermanla, Türk devletinin desteklediği DAİŞ soykırımıyla baş başa bıraktı, büyük bir katliam yaşadı Êzidîler. Aynı şeyi o kamplarda yapabilir yani. Dolayısıyla elbette o kamplarda gerçekten yaşamak, beklemek büyük bir tehlikedir. Zaten bir de yıllardır, 2014’ten bu yana KDP o kampları rehin almış, o kamplar üzerinde bir şantaj politikası yürütüyor. Dünyaya karşı, herkese karşı. Bir de bir oy deposu haline getirmiş. Zorla, silah zoruyla, maddiyatla seçimlerde de onların oylarını devşiriyor. Diğer taraftan da her türlü kirli işleri de onlara yaptırıyor. Kendince çeteler yaratmaya çalışıyor. Fuhuştan tutalım uyuşturucuya kadar bir sürü pislik, bir sürü kirli işi o kamplarda Êzidîler üzerinde yürütüyor ve Êzidîlere adeta orada başka türden bir ferman yaşatıyor. 2014’ten bu yana aslında ferman o kamplarda devam ediyor. Biçimi değişmiş. Orada bir kültürel ferman var yani. Bir kültürel kırım uyguluyor. Batakhaneye dönüştürülür oraları. Êzidî kızlarını, kadınlarını, çocuklarını. Her türlü kirli, çirkin işi orada yaptırıyor. Orada asla durulamaz. Şimdi de böyle bir durum çıktı. Dolayısıyla bu durum elbette KDP’nin gerçeğini de çok daha net Êzidîler nezdinde ortaya çıkarıyor. Dediğim gibi bütün bu saldırılara karşı da güçlü mücadele etmek lazım. Artık Êzidîler de eski Êzidîler değil. Örgütlü bir toplumdur. Siyasi güçleri var. Toplumsal güçleri var. Örgütlenmişler. Özgüvenleri gelişmiş. İradeleri gelişmiş. Örgütlü bir toplum haline gelmişler. Örgütlü toplum en büyük güçtür. Kim olursa olsun. Bu kadın olur, gençlik olur, bir halk olur, ezilen bir kesim olur. Örgütlendin mi güçlenirsin. İrade sahibi olursun, cesaret sahibi olursun. Mücadele gücü sende gelişir. Her açıdan. Ciddi bir bilinçlenme Êzidîlerde var, aydınlanma var, örgütlenme var, iradeleşme var. Buna karşı da elbette bu mücadeleyi güçlü biçimde sürdürecekler.
BAKUR’DAKİ SOYKIRIM SALDIRILARI: ASIL HALK ONLARA DİZ ÇÖKTÜRÜYOR!
Bakurê Kurdistan’da soykırım saldırıları derinleşiyor. Kürtçe yazılardan tutalım halaylarına kadar. Kürde ait ne varsa AKP-MHP faşist rejimi büyük bir tahammülsüzlükle bunlara saldırıyor. Bu fiziki, kültürel ve ekolojik soykırımlara karşı halkın tutumu, mücadele duruşu nasıl olmalıdır?
Topyekûn bir soykırım savaşı yürütünce elbette bunun ilk temel hedefi de kültürel soykırım oluyor. Zaten yüz yıldır kültürel, sistematik kültürel bir soykırım uyguluyor Kürtler üzerinde. Öyle bir duruma gelmiş ki yani bazı kesimlerde artık bu içselleşmiş, oto asimilasyona da dönüşmüş. Yani kendi kendisini de asimile eden bir duruma gelmiş. Bu kültürel soykırımın ne kadar vahşi bir biçimde derinliğine yürütüldüğünü aslında ortaya koyuyor. Dolayısıyla böyle 9-10 yıldır özellikle topyekûn bir soykırım politikası her yerde yoğun bir biçimde böyle yürütüyor. Kürtlerin iradesini kırıp teslim almaya çalışıyor. Fakat gelinen aşamada, 10 yıl sonrasında ortaya çıktı ki hiçbir sonuç alamadı bu politikadan. Bu politika gerçekten boşa çıktı. Bu politika iflas etti. Siyasi soykırım uyguladı, sonuç alamadı.
Yerel seçimleri gördük, genel seçimleri gördük. Bir sürü gasp var, bir sürü hile var. Gasp etti yani birçok yeri. Ona rağmen Kürtler iradesini ortaya koydu. Hiçbir sonuç alamadı. Zindanlarda bir zulüm uyguluyor. İmralı’yı merkez alarak. Her yerde korkunç bir işkence var. İşte hasta insanlar içeride ölüyor; öldürüyor, katlediyor. Hiçbir sonuç alamadı. Zindanlardaki direniş de devam ediyor. Toplum üzerinde korkunç sistematik bir soykırım uyguluyor. Halayına saldırıyor, diline saldırıyor, her şeyine saldırıyor. Yıllardır bunu yapıyor, yeni yapmıyor. Mezarlıklara saldırdı, yani kemiklerine işkence yaptı. Yani yapmadığı şey kalmadı. Bununla kendince halen Kürtleri sindirmeye, Kürtleri ezmeye, iradesini kırmaya, korkutmaya böyle çalışıyor. Amaç budur yani. Fakat bunlar boştur. Bunlardan sonuç alamaz. Şimdiye kadar sonuç almadıysa bundan sonra asla sonuç alamaz. Artık bu devlet ne yaparsa yapsın Kürdün iradesini kıramaz. Kürdün özgürlük istemini ortadan kaldıramaz. Derler ya cin şişeden çıkmış. Cin şişeden çıktı. Bu halk uyandı. Bu halk özgürlüğün kokusunu aldı, tadını aldı. Bu halk özgürlükle buluştu. Bu halk örgütlendi, iradeleşti. Bu halk 50 yıldır mücadele ediyor. Sistematik soykırım politikalarını bir bir her dönem bu halk boşa çıkardı. Bu halka diz çöktürülmek istendi. Bu halk onlara diz çöktürdü. Bununla da sonuç alamazlar. Halayını yasaklıyor. Kim o yasağı dinler? Dilini yasaklıyor. O yasağı kim dinliyor? Aslında bu tür saldırılar mücadeleyi daha fazla büyütmenin ve daha fazla geliştirmenin gerekçesi haline gelmelidir. Halkımızın bu duygusu güçlüdür. Bu ruhu güçlüdür. Yani bir yerde bir baskı şiddetliyse ona karşı tepki de şiddetli oluyor. Mesela Kurdistan’da bu çok barizdir. Yıllardır soykırım uyguluyor değil mi? Kürt halkının mesela 14 Temmuz Zindan Direnişi, 15 Ağustos Atılımı, o günden bu yana süren 40 yıllık mücadele muazzam bir gelişme düzeyini ortaya çıkardı. Halkımız her türlü baskıya karşı, her türlü sindirme politikalarına karşı büyük mücadele ederek, büyük direnerek karşı koydu ve bu kadar devasa gelişmeleri ortaya çıkardı. Bugün halkımızın mücadelesiyle ortaya çıkan çok güçlü gerçekten değerler var, gelişmeler var.
‘HALKIMIZ HER YERDE KÜRTÇE KONUŞMALI, KÜRTÇE SANAT GELİŞMELİ’
Artık Kürt özgürlük davası sadece Türk devleti ile çözülecek, sınırlı kalacak bir dava değil. Bölgeselleşti, uluslararası bir sorun haline geldi bu sorun. Artık Kürtler gerçekten dünya siyasetinde, işte bu üçüncü dünya savaş koşullarında da öyledir, temel bir siyasi denge unsuru haline gelmiş. Artık bu gerçeği kimse yadsıyamaz, yadsıyarak siyaset yapamaz. Bu bir gerçektir. Dolayısıyla buna karşı çok güçlü mücadele etmek gerekiyor. Mücadelenin de bunun bin bir türlü biçimi var. Arkadaşlar da değerlendirdi, çağrılarda bulundular. Çok önemliydi. Mesela her yerde bu dile saldırılar karşısında gerçekten halkımız her yerde Kürtçe konuşmalıdır. Evde Kürtçe konuşmalıdır, sokakta Kürtçe konuşmalıdır, alışverişte Kürtçe konuşmalıdır, kamu çalışmalarında Kürtçe konuşmalıdır. Kürtçe yazmalıdır. Kürtlerin yazarları, çizerleri, ayrımları Kürtçe edebiyatı esas almalıdır. Kürtçe yazmalıdır. Kürtçe konuşmalı, Kürtçe yazmalıdır. Kürtçe edebiyat gelişmelidir. Çok önemli yani. Kürtlerin yazılı Kürtçe edebiyatı yani mevcut olanın üç dört katı gelişmelidir. Bu tür saldırılara en anlamlı cevap budur. Kürt kültürü, folkloru, sanatı, tiyatrosu, dengbejliği, her dalı çok daha güçlü gelişmelidir. Mesela buna karşı Kürt sineması. Çok kaliteli, nitelikli mesela Kürt sineması gelişmelidir, tiyatrosu gelişmelidir, folkloru gelişmelidir. Sanat, kültür çalışmaları adeta böyle yıldız gibi parlamalıdır. Müthiş gelişmelidir. Buna en anlamlı cevap budur. Bu soykırım saldırılarına karşı bir sürü böyle özel savaş yöntemleri de geliştirilmiş. İşte şimdi Kurdistan’ın birçok yerinde festivaller yapıyorlar. Kültürel asimilasyona dönüktür. Bunlara karşı mesela ciddi bir mücadele verilmelidir. Festival olacaksa Kürtler bu festivalleri düzenlemelidir. Kürt kültürünü yaymalıdır orada. İlgiyi geliştirmelidir, teşvik etmelidir. Bu tür asimile edici kültürel kırım politikalarına karşı çok güçlü bir mücadele yürütmek gerekiyor. Ekolojik kırım… Kurdistan’ın gerçekten doğasına sistematik bir doğa kırım politikası yürütülüyor. Saldırı var. Her yerde ormanlar ateşe veriliyor. Neredeyse maden ocaklarının açılmadığı tepe, dağ yok gibi. Vadi yok gibi. Her yere maden ocağı, kum ocağı, barajlar, HES’ler. Doğa yıkılıyor. Ortadan kaldırılmak istemiyor. Bir doğa katliamı var, bir doğa soykırımı var. İşte ekokırım diyorlar. Ve bunu bir soykırım politikasının parçası, devamı olarak Kudistan’da geliştiriyor. Evet, Türkiye’de de talan var, doğa kırımı var. Doğrudur. Bir talan ve rant almış başını gidiyor. Ama Kurdistan’da soykırım politikasının bir parçası ve devamı olarak sistematik olarak bunu yürütüyor. İnsansızlaştırmak istiyor Kurdistan’ı. Kürtsüzleştirmek istiyor. Göçertmek için bunu yapıyor. Çölleştirmek için bunu yapıyor. Dolayısıyla halkımızın da dediği gibi hayvanıa düşman, bitkisine düşman, suyuna düşman, toprağına düşman. Buna karşı kıyamet kopmalıdır. Mesela en doğal meşru savunmadır. Yani halkımız her yerde bu ekokırıma karşı, kültürel kırıma karşı, bu da bir kültürel kırımdır, kültür bir coğrafyada gelişir. Kültür o coğrafyanın karakterini de alır. Rengini de alır, kokusunu da alır, ruhunu da alır. O coğrafyanın ruhu, kültürü, rengi o kültüre siner. Karakterini oluşturur. Coğrafyasız, mekânsız bir kültür olabilir mi? Olamaz, var olamaz. O açıdan kıyamet kopmalıdır. Mesela şimdi Şirnex’te, Hakkari’de, oraya özel yöneliyor. Tamamen orayı Kürtsüzleştirmek istiyor. Göçertmek istiyor. Orayı bir karakol haline getirmek istiyor. Ve bir enerji kaynağı haline getirmek istiyor. Dağını, taşını, her tarafını maden ocakları, sözde petrol kuyularıyla yakıp yıkıyor yani. Yani mesela Şırnak, Hakkari halkımız, Botan halkımız kıyamet koparmalı ya! 7’den 70’e her yerde gerçekten serhildan içinde olmalı. Mesela bu konuda şey örnekti. Hakkari’de bir maden ocağı vardı, halkımız. Yani o da aslında yetersiz kaldı. Şimdi Pasur’da benzer bir şey var. Maden ocaklarına karşı Pasur’da toplumsal direniş var. Fakat bu yetersizdir. Mesela Dersim’de de öyle. O Munzur üzerine bir sürü baraj yapıyorlar. Siyanür ile altın çıkarıyorlar Munzur dağlarında. Bir sürü yere maden açmışlar. Ya Munzur demek, Dersim demektir. Munzur yoksa Dersim halkı, toplumu kendisine Dersim’den bahsetmesin ya! Kıyamet kopmalı ya. Soykırımın böyle en sinsi biçimde ama en katmerli biçimde saldırı, bir de bu kültürel ve ekolojik alana dönüktür. Buna karşı gerçekten çok güçlü direnmek lazım.
İRAN’DAKİ İDAM KARARLARI
İran devleti son süreçte kadın aktivistler Pexşan Ezîzî ve Şerife Muhammedi’ye idam cezası verdi. Bunun dışında verdiği idam cezaları da vardı. İran kuşatma altındayken kendi içinde baskıları bu kadar arttırması nasıl anlaşılmalıdır?
Bu idam politikası gerçekten tecritten sonra çağımızın en vahşi uygulamasıdır. Yıllardır İran da bunu uyguluyor, yasalarında var. Şimdi de işte dediğiniz gibi Kürt, gazeteciye, siyasi aktivistlere karşı böyle bir karara gitmiş. Bunu kınıyorum. Doğru bulmuyoruz. İran’da gerçekten bu uygulamanın ne İran toplumuna ne İran devletine gerçekten hiçbir yararı yoktur. Toplumda da çürüme yapıyor, yaratıyor. Yani giderek mesela bir kesim böyle normalmiş gibi izliyor ya. Hatta o tür durumlar olduğunda bazıları izliyor. Bu çok vahşi bir uygulama. Gerçekten bunun son bulması gerekiyor. Bu tür uygulamalar toplumda daha fazla devlete karşı öfkeyi arttırıyor. Tepkiyi arttırıyor. İşte Jin Jiyan Azadi serhildanında da gördük. Müthiş bir toplumsal tepki var. İran kadını, İran toplumu, İran’da yaşayan halklar özgürlük istiyor, demokrasi istiyor, eşitlik istiyor. Bu tür uygulamaların, idamın son bulmasını istiyor. Bu tür yasaların değişmesini, ortadan kalkmasını istiyor. Artık gelinen aşamada İran’ın da değişmesi gerekiyor. İran devletinin de demokratikleşmesi gerekiyor. İran rejiminin de demokratikleşmesi gerekiyor. Bu tür kanunların değişmesi gerekiyor. Şimdi seçimler de oldu. Biraz daha liberal, reformist bir aday da seçildi. Kamuoyunda, İran toplumunda, hatta Kürtlerde böyle iyimser bir yaklaşım, beklenti de gelişti. Bazı adımlar atılabilir, demokratik, reformist bazı gelişmeler olabilir. Bu beklentiye de girdi bu tür çevreler. Şimdi dışarıda da benzer bir beklenti gelişti. İzleniyor da, ne tür değişiklikler olacak, diye. Elbette değişmesi gereken en temel şeylerden biri gerçekten bu idam cezasının kaldırılmasıdır yani. Pexşan Ezîzî’nin tutumu son derece değerli ve onurludur. Şerife Muhammedi’nin de. Son derece onurlu bir duruş ortaya koydular. Yine bu Werişe Muradî, idam cezasına tutum olarak mahkemeye çıkmadı. Mahkemeyi boykot etti, protesto etti. O duruş da son derece önemlidir. Fakat bu tepkilerin desteklenmesi gerekiyor işte. Toplum bunlara sahip çıkmalıdır. Çok güçlü, böyle her yerde bir sahiplenme olmalıdır. Ve İran da bu tür uygulamalara tabii son vermelidir. İran bu baskıcı politikalarla, baskıcı yönetim tarzıyla bir sonuca gidemez. Toplumun tepkileri bu tarzda daha fazla derinleşiyor ve yoğunlaşıyor. Halkın taleplerini, kadınların taleplerini, özgürlük, demokrasi taleplerini bu rejimin görmesi gerekiyor. Görüp adım atması gerekiyor. Aksi durumda gerçekten çok daha ağır süreçlerle karşı karşıya kalacaktır. Bütün gelişmeler, gidişat da onu gösteriyor zaten.
İSRAİL-İRAN GERİLİMİ: TÜRKİYE SAVAŞ İSTİYOR
İsrail-İran gerilimi sürüyor. Tahran’da Hamas lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesi, yine Hizbullah’ın üst düzey komutanının hedef alınması bölgesel savaş riskini daha çok gündeme getirdi. Böylesi bir savaş olası mı? Özellikle Türkiye bu savaşı neden bu kadar istiyor?
Türkiye bu savaşı neden bu kadar istiyor… Neden istediği açık. Türkiye Kürtlere dönük soykırım politikası yürütüyor. Bölgede de hegemonik bir politika yürütüyor. Yayılmacı, neo-Osmanlıcı bir strateji ve politika yürütüyor ve şu anda yürüyen bu politikadır. Şimdi savaş bölgeselleşirse, mevcut savaş Gazze ve İsrail’in dışına çıkarsa, Lübnan’a yayılırsa, Lübnan’dan Suriye’ye yayılırsa, giderek İsrail-İran savaşına dönüşürse, tabii AKP-MHP-Ergenekon-DAİŞ ittifakı ve rejimi kendileri açısından böyle çok imkânları, fırsatları bol, faydalı bir durum olarak değerlendiriyorlar. Bunu gerekçe yaparak Türkiye de istediği her yerde bu yayılmacı, neo-Osmanlıcı politikalarını hiçbir sınır tanımadan dolu düzgün sürdürecek, gidebildiği yere kadar gidecek. Bunun için bu savaşın yayılmasını, özellikle bir İran ve İsrail savaşına dönüşmesini çok istiyorlar ve dört gözle bunu bekliyorlar.
Haniye öldürüldükten bu yana aralıksız bir biçimde gün aşırı iktidar medyası savaş yayını yapıyor. Bütün bu yayınlarda da böyle hep İran’ı kışkırtıyor, İsrail’i kışkırtıyor. Hadi ha savaş olsun, ha olsun, ha çıktı, ha çıkacak! Böyle bir yoğun beklenti içerisindeydi. Bunu kendi yararına görüyor, faydasına görüyor. Çünkü bu rejim, AKP-MHP faşist rejimi savaştan besleniyor, kaostan besleniyor, halklar üzerindeki soykırımdan besleniyor. Öyle ayakta kalıyor. Ve şu anda zaten yıkılmakla yüz yüze iktidarını devam ettirmek için de böyle bir savaşa müthiş ihtiyaç duyuyor. Hem Kürt soykırım politikasını sonuca götürmek için, işte dediğimiz gibi Misak-ı Milli sınırlarına ulaşmak için, hem de Irak, Suriye üzerinde hegemonya kurmak için işte gittiği yerler var, Libya, genel bir hegemonik politika yürütüyor bölge üzerinde. Çünkü diyor İran’la İsrail savaşırsa İran da zayıflayacak, İsrail de zayıflayacak. Dolayısıyla ben de bu yayılmacı politikayla Kürt soykırımını da yapacağım, bölgenin birinci hegemonik gücü olacağım. Şimdi bunun hesabı içerisinde giriyor. Bu hesapla böyle bu savaşı kışkırtıyor. Peki durum ne? Geçen gün Abbas arkadaş da değerlendirdi, Haniye’nin öldürülmesini. Türkiye bu savaşı tabii çok istediği için, Haniye’nin öldürülmesinde de MİT’in, Türkiye’nin rolü var dedi, arkadaş. Evet, Türkiye bu savaşı çok istiyor. Gerçekten Haniye’nin öldürülmesini de buna vesile yapmak istedi, bu açıdan da çok ciddi çalıştı, halen de çalışıyor. Türkiye’nin de yararınadır bir İsrail ve İran savaşı. Bu anlamda MİT’in rolünün olduğu bir gerçek ama sadece tabii MİT’in rolü yok. Yani bu saldırıda öyle anlaşılıyor ki Mossad, CIA, MİT’in ortak bir planıdır yani. Bu üç güç Haniye’nin öldürülmesinde rol oynadı. Biliyoruz ki mesela Mossad İran’da güçlüdür, örgütlüdür yani. Devşirdiği, Mossad’a bağlı çalışan birçok kişi var yani, eleman var. CIA da öyledir. Hiç küçümsememek lazım. Aynı biçimde MİT de özellikle son yıllarda kendisini ciddi anlamda İran içerisinde örgütlüyor. Olası bir İran-İsrail savaşına da, İran’da olası bir iç savaşa da Türk devleti kendisini hazırlıyor. Her yönüyle. Bunu bekliyor da, istiyor da zaten. Dolayısıyla yani bu üç mesela istihbarat örgütünün bu saldırıda rol oynadığı anlaşılıyor. İsrail zaten şunu geliştiriyor. Mevcut durumda İran da zordadır. İçte ciddi bir tepki var. Dinmeyen sürekli bir toplumsal öfke var, direniş var, ekonomik çöküntü yaşıyor. Fakat İran’ın içinde bulunduğu bu zayıf durumdan yararlanıyor İsrail. Öyle anlaşılıyor. Dolayısıyla yani Mossad da bu işin içindedir. Zaten ABD de açık İsrail’in arkasındadır. Bu saldırılara destek veriyor. Birçok saldırıda CIA ile Mossad’ın ortaklığı oluyor. MİT de öyledir. Şimdi Türk devleti zaten İran’la İsrail’in savaşması için can atıyor. İran’ı daha fazla böyle zayıflatıp, sıkıştırıp, taviz koparmak için her şeyi yapıyor. İran’da patlama bile yaptırdı DAİŞ eliyle yani. Şimdi dolayısıyla böyle bu üç istihbarat örgütünün bir şeyi gibi görülüyor ve Türkiye savaşın yayılması, bölgesel bir savaşa dönüşmesi için gerçekten elinden gelen her şeyi yapıyor. Şimdi bu savaşın bölgeselleşmesi, yayılması, bir İsrail-İran savaşına dönüşmesi hatta yani şimdi Lübnan açısından da uzun zamandır tartışılıyor… Savaşın Lübnan’a da yayılacağı tartışılıyor. Giderek bu savaşın yayılması gerçekten Ortadoğu toplumu açısından, halklar açısından çok kötü bir durumdur.
Savaştan, böyle kanlı bu tür savaşlardan, katliamlardan ve soykırım savaşlarından halklar büyük zarar görüyor. Toplumlar büyük zarar görüyor, kadınlar büyük zarar görüyor. Bunun egemenlere, hegemonik güçlere faydası var. Soykırımcı sömürgeci güçlere faydası var. Onun dışında topluma büyük zarardır. Dolayısıyla biz yani bu yönüyle her türlü savaşa karşıyız. Biz Türk devletinin yürüttüğü soykırım savaşına karşı 50 yılı aşkındır bir mücadele yürütüyoruz. Bu mücadele büyüyerek devam ediyor. Türk devletinin Kürtlere karşı yürüttüğü soykırımın aynısını şu anda İsrail Filistinlere karşı yürütüyor, Filistin halkına karşı yürütüyor. Biz buna da şiddetle karşıyız. Bu Hamas gibi örgütlerin Filistinler adına yürüttüğü mücadele tarzı da Filistin halkının çıkarlarını ifade etmiyor. Filistin halkına da büyük zarar veriyor. Bu bölgedeki milliyetçilik, dincilik, mezhepçilik üzerinden yürüyen savaşın halklara hiçbir faydası yok, zararı var. Büyük bir yıkım getiriyor halklara açısından. Zaten ulus devletin en vahşi yanı budur. Ulus devletler zaten tek tipçidir, faşizandır, faşisttir yani. İdolojisi milliyetçiliktir. Türk devletinin mesela ırkçı milliyetçiliktir yani. İsrail’in de öyledir. Yani dolayısıyla mesela bu ulus devlet sisteminin halklara acı, soykırım dışında getirdiği hiçbir şey yoktur yani. O açıdan yani Önder Apo’nun bütün bu Üçüncü Dünya Savaşı, Körfez Savaşı’ndan, ’90’dan bu yana Ortadoğu’da yaşanan bu Üçüncü Dünya Savaşı’nın yarattığı bu yıkıma karşı tüm insanlık açısından, sadece bölge açısından da değil, tüm dünya halklara açısından, dünya insanlığa açısından mesela geliştirdiği çok değerli çözüm projeleri var. Demokratik ulus paradigması, tüm halkların, tüm kültürlerin, tüm inançların birlikte eşitçe, özgürce, demokratikçe bir arada yaşaması. Buna dayalı demokratik konfederal bir sistem. Herkesin öz iradesine dayalı olarak kendisini örgütlemesi, kendisini yönetmesi, öz yönetim sahibi olması ama aynı zamanda konfederal bir örgütlemeyle de ortaklaşması. Bu bölge açısından, bölgede yaşanan bu kaosa, bu savaşa tek çaredir yani. Dolayısıyla bu durum şunu da ortaya koyuyor: Ulus devlet sistemleri halk düşmanıdır, toplum düşmanıdır, kadın düşmanıdır. Ama demokratik ulus sistemleri halkların, kadınların, inançların, her türlü kültürel toplulukların öz sistemleridir, demokratik özgür sistemleridir. Bu Önder Apo’nun fikirlerinin tezlerinin de ne kadar önemli, ne kadar değerli olduğunu, ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu ortaya koyuyor. Çözüm buradadır. Çözüm boğazlaşmada değil. Şu anda bir boğazlaşma durumu var. Herkes birbirini kesiyor, boğazını kesiyor, parçalıyor. Korkunç bir şey. İnsan ölümleri çok sıradanlaşmış. Katliamlar çok sıradanlaşmış. Her gün bir yerde yüzlerce insan ölüyor, katlediliyor. Binlercesi, on binlercesi sakat bırakılıyor. Milyonlarcası büyük bir travma yaşıyor. Coğrafya ortadan kalkıyor. Bu korkunç bir şeydir. Bütün bunlar işte o vahşi faşist ulus devletlerin, ulus devlet sistemlerinin, kapitalist modernitenin sistemidir, ulus devlet sisteminin açtığı sonuçlardır.
Bu, halkların bu direniş cephesini güçlendirmek, büyütmekten geçiyor. Ortadoğu’nun kaderi bizim yürüttüğümüz bu mücadelenin başarısına bağlıdır. Ortadoğu toplumunun ve halklarının kaderi, kadınların kaderi gerçekten bu mücadelenin başarısına, zaferine bağlıdır. Çünkü bu sadece bir Kurdistan özgürlük mücadelesi değil. Bu, demokratik Ortadoğu mücadelesidir. Önderliğin çok önemli bir sözü var. 12 Haziran 2019’da Önderliğin avukatları görüşme yaptığında Önderlik’le, Önderliğin söylediği bir söz var. Çok önemli. Türk devletinin bu yürüttüğü soykırım politikasını değerlendiriyor ve eleştiriyor, ciddi uyarlarda bulunuyor. Diyor, Mezopotamya’da Kürt olmazsa Anadolu’da Türk de olmaz. Sen Kürdü yok edersen Türkü yaşatamazsın. Kürdün yokluğu üzerinden sen Türkü var edemezsin. Bu, diyor, bizim öyle çıkardığımız bir icat değil. Bu, tarihsel bir hakikattir. Çok önemli.
Şimdi Türk devleti Kürt soykırımı üzerinden kendince Türklüğü yaymaya ve kendince Türkiye sınırlarını genişletmeye, yayılmacı bir politika yürütmeye çalışıyor. Ama Türk devleti bilmeli ki tarihsel gerçeklerdir bunlar. O yürüttüğü politikaların, o yürüttüğü stratejinin altında kalacak, gömülecek. O strateji, o politikalar ona mezar taşı olacak. Türk’ü de öyle yaşatamaz. Dolayısıyla herkesin aklıselim olması lazım.
Şimdi bazı yerlerde diyor, Öcalan çözüm istiyor, hareket çözüm istemiyor. Önderlik adına sağda solda konuşuyor. Evet, önderlik çözüm istiyor. Önderlik bunu her zaman söylüyor. Önderlik 12 Haziran 2019’da avukatlarıyla görüştüğünde dedi, ben şu anda 2013 yılından daha ileri bir noktadayım çözüm konusunda. Ama muhatap arıyorum, dedi. Türk devleti müzakereyi, demokratik çözümü tercih etmedi. Soykırım politikalarını tercih etti. Kürtleri soykırıma uğratarak, yok ederek…
Ama Önderliğimizin de dediği gibi, bırak onu yürütmeyi, onun altında kalacak, o ona mezar olacak.