HABER MERKEZİ
Tarihte birçok insanın kendi kişiliğinde yarattığı destan, komutanlığa, öncülüğe dönüştüğünde daha büyük devrimsel sonuçlar ortaya çıkarabilmekte ve daha geniş kitlelere mal edilebilecek kazanımlar yaratmaktadır. Her komuta kişilik, emeğiyle mücadelesiyle yoldaşlarının yüreğinde taht kuruyor, bir yandan da kendi destanını kendisi yazıyor. İşte onlardır bizim mücadelemizin abideleri. Derler ya herkes kendi ismine yaraşır bir kişiliğe ulaşmak için her zaman mücadele eder veya etmeli. İşte yüreğimizde ölümsüzleşen abidelerimizden biri de Heval Rojhat’tır. Roj her zaman karanlığa karşı mücadele eden ve her zaman aydınlığı seçen, ona ulaşmak için mücadele edendir.
Guyi olan Heval Rojhat büyüdüğü Uludere toprakları gibi asi ve keskin bakışlı olsa da yüreğinde güneş kadar aydınlatıcı, hep mütevazı duruşuyla insanların yüreğinde çabuk yer edinen biriydi. Bu da onu herkesten ayıran, tanıyan arkadaşların aklına ilk gelen özgün yönüydü. İnsan ilk karşılaştığında onun uzun boyunda dev bir sessizlik görürdü. Ama konuştuğu, sohbet ettiği arkadaşlar ondaki sevecenliği, hızlı kaynaşmayı, bilgili kişiliğini fark eder ve hemen ısınırdı. Komutanlığın heybetli duruşuna sahip olan Heval Rojhat’la tanışan herkes görünüşünün ardındaki o samimi, mütevazı kişiliği görünce büyük bir sevgiyle hemen kaynaşabilirdi.
Kişilik olarak devrimcilikle o kadar uyumluydu ki sanki o gerilla için yaratılmıştı, gerilla da onun için. Kişiliği yaşadığı büyüdüğü coğrafyanın özelliklerini almıştı, sert görünümlü ama bir o kadar da sevecen ve mütevazı. Ani duygusal, tepkisel ya da katı kararlardan ziyade olaylara, insanlara, sorunlara düşünerek, doğru bir karara ulaşarak yaklaşması; yerinde, zamanında ve gerektiği kadar konuşması onda hep kazandıran bir yön olmuştur. Savaşta hep başarıya götüren öncülük karakteri, komutanlıktaki başarısı bu özelliğinden kaynaklıdır. “Savaş yoğunlaşanların işidir” sözü Heval Rojhat’ın karakteri ve yaşam tarzı açısından uygun düşen bir sözdür.
Heval Rojhat’ı savaşta, taktikte, yaşamda, düşüncede derinleştiren önemli bir boyut da kıvrak zekasıydı Önderlik felsefesini erken kavramasıydı. Önderlik sahasında kalması, bire bir tartışma şansını yakalaması; duygu ve düşüncelerini özgürlük mücadelesi ekseninde yoğunlaştırıp, arayışlarını bir düzeye ve bir netliğe, kavuşturmasında önemli bir etkendi. Tarihte komutanlık yetkisine hep belli bir eğitimden, sınavlardan geçilerek ulaşır. Fakat PKK’de komutanlık görevi; yaşamı, insanları okumak, özgürlük felsefesini özümsemek, kişiliğiyle karakteriyle pratikte kendini göstermekle, yaşam içinde kendiliğinden gelişen bir doğallıkla şekillenir. Heval Rojhat’ı bu düzeye getiren de kendi kendini Apocu felsefesinin sınavlarından geçirmesidir. En acımasız savaş koşullarında hayat okulunu okuyarak kendini yetkinleştirdi, onun sınavlarından geçip ve onun kurallarına göre yaşadı.
Botan çocuğuydu o, Kürdistan’ın yüreğinden. Dağların koruyucu kucağında bugüne taşan, bozulmayan Kürt özünün yüzyıl temsilcisi bir soyun büyüttüğü, duygu, akıl, vicdan gücü kazandırdığı yiğit bir insandı. Önderlikle, insanla, dağla, mücadele değerleriyle buluşması o nedenle zor olmadı. Bunun da ötesinde bu özü taşırdı. Savaşta yılmaz bir komutan, yaşamda güçlü bir militan, yoldaşlıkta en önde olandı. Teke tek bir savaş değil yürüttüğümüz. Onca tankına topuna kobrasına uçağına karşı namertliğine karşı da salt kuşandığımız, yalın bir yürek; toprağa, dağa, halka, yarınlara duyduğumuz inançtır. Bunu yaşama düzeyimiz kavgacılığımızı, yaşam katılımımızı belirler. Rojhat arkadaş bu inancı en derinlerden yaşayanlardandı. Öyle ki daha yaşamının baharında bileğini bükemeyen düşmanın başına milyarlık ödül koyduğu bir savaşçıydı. Ve onun ortaya koyduğu yiğit yüreğe, ne tank etki edebildi ne uçak ne de kobra. Namertlik karşı durdu duruşuna. Kelha, Meme’ye aynı Mem gibi çıktı. Yüreği rahattı, yurdundaydı o toprağın insanıydı. Sırtını o öze dayadı ve oturdu can damarı halkının sofrasına. O bozulmayan özü taşıyordu damarlarında, onun için tarihin her köşesine sinen, ümüğümüzü sıkan, efendileri hiç başımızdan eksik etmeyen ihanet tohumunun derinlere saldığı köklerin kendisini sarmalayacağını nefessiz bırakacağını düşünmedi. Ötesinde Kelha Dımdıme tanıktı buna, aşağısındaki Bedirxan bey ovası, bitirilen yirmi sekiz isyan tanıktı. O hayır dedi. Yine de gitmeliyiz diyerek dinlemedi uyaranları. İhanetin karattığı yürekler, onlar için yaşadığını bilmeden, paranın, bencilliğin, açgözlülüğün girdabına kapılarak çağırdılar Rojhat arkadaşı. O hiçbir zaman çevirmezdi, biliyorlardı. Gitti Rojhat arkadaş, tarihe, yaşananlara bakmadan gitti. Oysa kurulan ne kardeş sofrasıydı ne de çağıranlar dost. Tarih yeniden tekrarlandı. Yoldaşlarının bakmaya doymadığı o gözler, bir dalın, yaprağın çarpmasından sakındıkları o yüz, düşmanı ürettiği taktiklerle çılgına çeviren o başı, yüreğinden ayırmak istercesine, Beko’ları bile şaşırtan bir vahşetle kopararak gövdesinden sundular düşmana. Bir kişidir, vururuz gider, yiğitlik bize geçer dediler. Bilmediler oysa tarih yeniden yazılmıştı: bir yanda kendini güçlü sanan Bekolar vardı tüm çirkinlikleriyle, öte yanda ölümlerin öldüremediği kendi destanını yazan yiğitler. Rojhat arkadaş, kendi destanını yazan kahramanlardandı. Yaşamından korkanlar, ondan korkanlar ihanete sığındılar. o yaşamıyla yarattığı gibi ölümüyle de yarattı.
Destanlar bitirilemez, yüzyıllara inat halkının dilinden akar gelirler. O yüzyıllardır destanlarla bugünlere taşan halkının yüreğine destan olup girdi. Şimdi adını alan yüzlerce Rojhat onun adımlarını, izlerini patikalarda sürerek bir destanın izinden yeni destanlar yaratmaktalar, Rojhatlara yakışır biçimde.
(Rojhat – Abdulaziz Varış’ın Anısına)
Melsa Botan