HABER MERKEZİ- Kemal Söbe: Ekim devriminin ruhu Kürdistan’da yaşıyor, yeniden yaşamsal hale geliyor!
Değişim ve dönüşüm yaşamın, gelişimin vazgeçilmez temel kanunudur. Ekonomik, politik, sosyal, kültürel gelişim yaşamın ve gelişimin temelidir. Burada toplumun gelişimi esas alınır. Toplumsal değişimler kendisini daha çok ekonomik ve siyasi olarak ortaya koyar. Diğer sanatsal, kültürel ve edebi gelişimler bu temele dayalı gelişir. Tarih bir yönüyle güç ve iktidar olma, bir diğer yönüyle de değişim ve dönüşümler tarihi olarak karşımıza çıkar. Tarihi, iki farklı düşünsel gücün iktidar kavgası olarak ta ele alabiliriz. Hükmetme, sahip olma ve güç olma farklı tarihsel koşullarda farklı gelişimlere yol açmıştır. Hükümetler ve devlet aygıtları hükmetme zihniyetinin bir ürünüdürler. Hükümet kavramı hükmetme kavramından doğar. Yani birilerini egemenlik altında tut ve yönet anlamına gelir. Egemenlik altında tutma ve hükmetme aslında devletlerin karakteridir. Bundan dolayı hiçbir devlet özgürlükçü değildir. Devlet aygıtı aslında değişim karşısında en çok direnen muhafazakar aygıtıdır. Devlet demek, mal ve mülkü koruyan bekçi demektir. Dolayısıyla devlet, mülkü olanın hizmetçisidir.
Devletlerin son beş bin yıldır böylesi bir görev ve işlevi olmuştur. Devletler muhafazakar karakterinden ötürü toplum karşıtıdır. Devletin halkçısı ve toplumcusu olmaz. Tarihte devletler yaşamı cehenneme çevirmiş savaş aygıtıdır aynı zamanda. Devlet, komünal yaşamı zehirlemiş, toplumların arasına siyasi ve coğrafik sınırları koymuş, katı ulus-devlet yapılanmalarıyla toplumları bir birine düşman etmiştir. İşte son yüz yıldır dünyanın çok vahşi bir kaosu yaşaması katı ulus ve tarihsel devlet oluşumlarının bir sonucu oluyor. Tabi savaşların ve egemenlik kurmanın beş bin yıllık bir geçmişi var. Günümüzde ise bu egemenlik anlayışı son hızla hiçbir kural, kaide tanımadan devam ediyor. Tarihte bu egemen olma anlayışına karşı direniş ve mücadeleler de olmuştur. Toplumsal direnişler tarihin farklı koşullarında gerçekleşmiş, büyük gelişimlere yol açmıştır. Ancak, insanlığın hedeflediği sisteme tam olarak ulaşılamamıştır. Bu konuda daha çok yolun kat edilmesi gerekiyor.
Modern çağ olarak tanımlanan çağımızda toplumsal değişim ve dönüşümler, teknolojinin de gelişimiyle daha çok yaşanıyor. Bazen bazı değişimler tekrarın tekrarı olarak ta yaşanıyor, ya da kısır döngü içerisinde kalınıyor. Kimi değişimler devletsel etiketli olarak karşımıza çıkıyor. Devlet etiketini taşıyan değişimlerin toplumcu bir yönü ve karakteri olmaz. Son yüz yıldır en büyük değişim Ekim Devrimi olarak gerçekleşti. Ekim Devrimi aslında tarihin bütün toplum karşıtı egemenlik zihniyetine karşı büyük bir savaş açmıştı. Sadece Rus Çarını deviren bir devrim değil, dünyaya yeni bir yol gösteren nitelikte bir değişimdi. Egemenlik savaşlarının korkunç bir şekilde devam ettiği vahşi kapitalizm koşularında Ekim devrimi bir bakıma erken bir doğum gibi oldu. Ekim devrimi günümüz koşulları içinde gerçekleşseydi daha farklı bir gelişim olurdu. Devrim sadece mevcut hükümeti ve sistemi yıkmaz. Devrim binlerce yıl oluşan devletçi yaşam ve kültüre, egemenlik zihniyetine karşı harekete geçer, geçmesi gerekiyor. Sadece bir dönemsel devlet ve sistemi yıkan, bir süre sonrada kendisinden önceki devlete benzeşen bir devrimin geleceği olmaz, nitekim olmadı da.
Ekim devrimi modern çağımızın en büyük toplumsal değişim ve dönüşümüydü. Tarihe halklar adına yeni bir sayfa açmış, altın tepside halklara sunmuştu. Ne var ki devrimin sadece parti ve yönetimin tekelinde kalması, devrimi geliştirememiş, halklaştıramamış, hedeflenen ve özlenen komünal yaşama yol açamamıştır. Bu yönüyle Sovyet sosyalist deneyimi aslında bir çeşit devlet sosyalizmi olarak kaldı. ”Devletin sosyalisti olmaz.” diyor, Önder Abdullah Öcalan. Devlet, yukarıda tanımladığımız gibi, mal ve mülkü koruyan bekçi olduğuna göre, halkçı bir kimliği olmayacak ve devlet her daim toplum karşıtı olma karakterini koruyacaktı. Sovyetlerde de böyle oldu. Sovyetler Birliği, sosyalizmi halklaştıramadı, geliştiremedi. Devrim, hiçbir zaman devletin ya da partinin tekelinde kalmaz. Devrim halka ait bir değişimler ve gelişimler sürecidir. Devletin ve partinin tekelinde kalan bir devrim yozlaşmaya ve kendi karşıtına dönüşmeye mahkumdur. Sovyetler, dışarıdan gelen bir müdahaleyle değil, devrimin gelişememesi sonucu yıkıldı. Aslında yıkılan Ekim devrimi değil, Ekim devrimi adına komünist parti ve Sovyet devletinin uyguladığı yanlış politikalardı.
Önder Apo, Sovyet reel sosyalizmini ve genel olarak devleti iyi tahlil etmiş ve ancak devletten uzak kalmayla ve halkın tamamen katılımıyla devrimin gelişebileceğini ortaya koydu. Kürdistan’da, dikkat edilirse, devrim mücadelesi halkla iç içe gelişim gösteriyor ve halk buna geniş katılım gösteriyor. Rojava devrimi, bir pratik olarak gelişiyor ve dünya ezilen halklarına yol gösteriyor, çekim merkezi haline geliyor. Kürt halkı, yapısal olarak komünal yaşam değerlerine yatkındır ve komünal yaşamı geliştirebilir.
Ekim devriminin ruhu ölmedi, Kürdistan’da yaşıyor, yaşayacak. Dünyanın her tarafında yükselen özgürlük mücadeleleri bu devrim ruhunun devam ettiğini kanıtlamaktadır. Sosyalizm, insanlığın eninde sonunda yaşayacağı en demokratik ve insani, toplumsal düzendir. Burjuvazi ve kapitalist haydutlar ”Ekim devrimi yıkıldı” diye zafer çığlıkları atmasın. Kapitalizm toplumsal bir karaktere sahip olmadığından, bir gün toplumların yaşamından çıkacaktır. Dolayısıyla geleceği olmayan ve yıkılacak olan kapitalizmdir. Toplumlarda emek bilinci ve sınıfsal gelişim gerçekleştikçe, kapitalizmin toplum üzerinde açtığı çok yönlü tahribatlar, toplumsal yozlaşma ve her türlü olumsuz etkileri kırılacaktır. Yeter ki kapitalizmin yaşamımızdan açtığı hastalıklardan kurtulalım. Egoizm, mevki ve kariyer hesabı yapma, egemen olma hırsı, mal ve mülk sahibi ve iktidar olmada sınır tanımama ve bu gibi hırslar kapitalizmin yaşamımızda yol açtığı ve insanlığı bir kurt gibi kemiren ve bugünkü savaşları dünyanın başına bela edip, hayatı cehenneme çeviren hastalıklardır. En büyük hastalık kapitalizme sevdalanmadır. Kapitalizmi iyi tanımadan, iyi tahlil etmeden, sosyalizmle tanışamayız, yaşayamayız. Sosyalizm, en gelişmiş birey ve toplumun yaşayabileceği ve temsil edebileceği bir toplumsal sistemdir.
Gelişmemiş ve geri kalmış toplumlar, sosyalizmi yaşayamazlar, temsil edemezler. Demokratik kültürün geliştiği koşullarda sosyalizm gelişim gösterebilir, yaşamsallık kazanabilir. Devletçi, feodal, dar ulusal sınırları aşamamış, emek bilincine ve sınıfsal kültüre sahip olmayan birey ve toplumlar, kapitalizmin her türlü kirliliğini yaşarlar, yozlaşırlar. Sovyet deneyimi geleneksel devlet kültürünü aşmadı. Devlet, özünde mülkü koruma ve halk üzerinde egemenlik kurma aracı olduğuna göre, sosyalist bir sistemde devletin ne işi olabilir? Sosyalist sistemde gelişmiş halk ve iyi bir idari donanıma sahip komünler olur ve kendi kendisini yönetir. Sovyet deneyiminde devlet her şeyin sahibi benim dedi. Sovyetlerde devlet aygıtı bir süre sonra halk karşıtı hale geldi. Halkın ve işçi köylünün katılımıyla gerçekleşen devrim, bir süre sonra Sovyet devletinin yanlış politik uygulamaları sonucu yozlaştı, kendi zıddına döndü. Sovyet deneyimi Ekim devrimini 1960’lardan sonra geliştiremedi, sosyalizm halklaşamadı, tümden devletin ve partinin tekelinde kaldı. Halbuki, sosyalizmde devlet ve parti alabildiğince pasifize olur, halk ise her yönüyle gelişim gösterir ki, kendi kendisini yönetebilsin. Sosyalizmde halk, devlete ihtiyaç duymaz.
Sovyet Devleti’nde halk devlete muhtaç halde yaşıyordu. 1917 Ekim Devrimi büyük bir devrimdi. 1960’a kadar belli bir gelişimde söz konusudur, ama 1960’ların sonlarına doğru, devlet ve halk arasında uçurumların başladığı ve sistemin git gide sosyalizm olmaktan çıktığı ve o bilinen 1989-1991 karşı devrimiyle Sovyet deneyimi iflas etmişti. Yıkılan Ekim devrimi değildi, Sovyet sosyalist deneyiminin yanlış politik icraatlarıydı. Bir bakıma ilkti ve bundan dolayı acemice bir deneyim oldu. Sovyetlerde 1960 sonraları deneyimli sosyalist yöneticiler yoktu. Bir süre sonra da devletin geleneksel egemen kültürün etkisine girip halk karşıtı hale gelme kaçınılmaz oldu. 1918’de Lenin, eğer iyi bir sosyalist eğitim ve gelişim olmazsa, devrimin yeterli bir gelişim sağlayamayacağını ve yıkılmakla yüz yüze geleceğini belirtiyor. Çünkü Lenin, kadroların siyasi olarak yetersiz olmasından, yeterli politik kadroların azlığından, devrimin yeterince kavranmadığından, devrime doğru yaklaşılmadığından söz ediyordu. Bu açıdan devrim ve değişimi doğru kavramak durumundayız. Toplumun doğru bir gelişim ve değişim yaşaması devrimin kalıcılaşması ve kökleşmesini sağlar. Devrim halkla olur, devletle değil. Devletin olduğu yerde devrim değil, baskı, zulüm ve egemenlik olur.
Sovyet deneyimi, özünde devletçiliğin ağır bastığı bir çeşit devletçi sosyalizmdi. Sosyalizmde devlete yer olmadığına göre, devletçi sosyalizmlerde bir süre sonra yozlaşır ve kendi karşıtı hale gelir. Sovyet deneyimi böyleydi. Tabi Ekim Devrimi’nin hedefi devletçi bir sosyalizm kurma değildi, devleti ve devletin düzeni olan kapitalizmi insan yaşamından tümden çıkarmaktı. Devlet denen baskı aygıtını ve devletin karakterini belirleyen kapitalizmi yaşamımızdan çıkardıkça, sosyalizmi kurabilir, yaşayabiliriz. Bu temelde Sovyet deneyimini iyi tahlil etmemiz gerekiyor.