HABER MERKEZİ- Kemal Söbe
Ulus devlet, sermayenin toplum üzerindeki egemenliğini meşrulaştırma aracıdır
Bir egemenlik aracı olarak devlet, ulus argümanıyla, toplum nezdinde devlet olmayı ve dolayısıyla toplum üzerindeki egemenliğini meşru hale getirme yoluna girmiştir. Modern çağın en etkili egemenlik argümanı ulus devlet yani ulusun devleti, ulusun sözde koruyucu gücü olarak topluma her bakımdan hakimiyet sağlamıştır. Sadece bu kadar değil. Göstermelik seçimler, seçilen yönetimler, adalet, demokrasi, insan hakları, özgürlükler vs. sermayenin kullandığı egemenlik silahları oluyor. Bu egemenlik ortamında, sermayenin siyasi sözcüleri, toplumun sözde savunucuları ve de hizmetçileri oluyorlar. Sahip oldukları ekonomik imkânlara ve maddi ilişkilere bakıldığında, toplumun devlete ve siyasi sözcülerine ve sermayeye hizmet ettiği görülecektir. Ancak devlet, varlık olarak halkın hizmetinde olan bir araç olduğunu yasalarla kabul ettirir ama buna aslında çoğu kez, eğitimsiz ve geri bırakılmış toplumlar inanırlar. Geri bırakılmış toplumlar için devlet, yaşamın garantörü ve vazgeçilmez gücü olarak görülür ve devletin bekası halkın bekası olarak görülür. Sermayenin kullandığı bütün toplumsal değerler, egemenlik kurmak için kullanılır ama toplum çoğu kez, bunun farkında varmaz. Çünkü yasalar, devletin asli karakterini gizler. Ulus devlet bir zindanı andırır ve halk ise o zindandaki mahkumları. Sokaktaki insanların yaptıkları üretimine bakıldığında, devletin değil halkın her şeyi yaptığı ve hizmet ettiği görülecektir. Üreten halk ama yöneten ise devlet ve sermaye sınıfı.
Burada, demokrasiden, adaletten, kendi kendini yönetmekten söz etmek mümkün değildir. Ama seçimler oluyorsa ve isteyen istediğini seçiyorsa, demokrasi var yalanı topluma kabul ettirilir ve toplumda buna inanır ve bir tas çorba karşılığı devletin kölesi olur. Ulus devlet denilen aygıt, söylendiği gibi, gerçekten ulusa ait, ulusun çıkarlarını savunan ve koruyan bir güç değildir. Ama kendisini ulusa ait, ulusun hizmetinde bir araç olarak gösterip sermayenin egemenliğini bu yolla meşru ve kabul edilir ve tartışılamaz hale getiriyor. Aksi halde, bir sömürü ve talan düzeni olan kapitalizmin toplum üzerindeki egemenliğini meşru hale getirmesine imkân yoktur ve üç gün bile varlık sürdüremez. Bu açıdan, ulus devlet denilen aygıt, karakter ve oluşum itibariyle demokrasi ve özgürlük karşıtıdır ama bunları savunuyormuş hatta koruyormuş gibi görünür. Çünkü sermayenin siyasi meşruluğu ve ihtiyaç duyduğu icraatları uygulamak için, bu toplumsal değerleri kullanmaya ihtiyacı var. Avrupa’daki sosyal devletler ve bazı ekonomik sosyal haklar bile, sermayenin emperyalizm çağında, global düzeydeki egemenliği ve kendi içindeki muhalefeti kendi siyasetine ortak etmek için gerekli olan adımlardır. Kapitalizmde devlet sosyal devlet olmayı ve bazı hakları kabul etmişse, bilin ki orada bir siyasi hesap ve durum vardır. Gelişmiş ülkelerde, iç muhalefeti kendi yanına çekmenin ve toplumu yatıştırmanın yolu sosyal devlet olmayı kabul etmedir. Refah seviyesi gelişmiş olan ülkelerde, küçük bir kesim dışında çoğunluk devletin yedeğinde duruyor. Yani kendine demokrat ama dışarıya karşı ise zalim ve emperyalist. Bütün bunlardan anlaşıldığı gibi, ulus devlet denilen aygıt bir toplumsal yönetim değil bir esaret aygıtıdır. Bu aygıtın tabelasında yazılı olan demokrasi, adalet ve özgürlük gibi kavramların hepsi toplum üzerindeki egemenliklerini yasalarla meşru hale getirme araçlarıdır.
Özyönetimle ulusal değerler yaşar
Burada özgürlük, adalet ve demokrasi yoktur bu değerlerin kırımı vardır. Bu açıdan, toplumların devlete değil kendi Özyönetimlerine ihtiyaçları var. Özyönetim devletsiz toplum modelidir. Toplumun doğrudan yönetime katılımı var. Ve esasen özyönetimde ulusal değerler yaşıyor. Ulus devlette ulusal değerler yaşanmıyor sermayenin egemenliğini meşru hale getirmek için kullanılıyor ama bazı ahmaklar, ulus devletle var olmayı ve güvende olduklarını düşünüyorlar. Ulus devlet demek faşizm demektir. Faşizm de toplum hiç güvende olur mu? Özgür beyinler, özgürlüğü devletin varlığında değil yokluğunda bulurlar. Çünkü toplumları devletler var etmedi ama devletleri toplumların itaatkâr durumu yani köle durumları var etti. Ulus devletle uluslar var olmaz sadece ırkçılıkla insani değerlere yabancı hale getirilirler. İşte İsrail/Filistin çatışması, emperyalist egemenlik savaşları, Kürtlere yapılan saldırılar, katliamlar ve uygulanmak istenen kimliksel soykırım ulus devletin ne denli halk ve özgürlük düşmanı olduğunu gösteriyor. Demokratik Ulus Paradigması ulus devlet prangasından kurtulmadır. Önderliğin geliştirmiş olduğu paradigma, özgürlüğün nihai yolunu gösteriyor. Günümüz koşullarında ulus devlet denilen aygıt, toplumun tepesine çöreklenen bir bitler yığınıdır ve toplumun vücudunda asalaklar gibi yaşar. Toplumun hastalıklı hale gelmesi yani yozlaşmışlık, sömürü, açlık, savaşlar, doğal olmayan toplu ölümler, ekolojik dengenin bozulması hepsi kapitalizmin koruyucu gücü olan ulus devletin topluma reva gördüğü yaşamdır. Bu bataklığın neresinde özgürlük ve demokrasi var?
Bundan dolayı ulus devletten ve kapitalizmden uzaklaşmak özgürlüğe ve doğal yaşama yaklaşmaktır. İnsanların, devlet olmadan da ulus olunacağını ama özyönetiminde olması gerektiğini bilmeleri gerekmektedir. Toplumlar, devletler yokken de vardılar ve devletler yaşamdan silindikten sonrada var olacaklar ve işte o zaman gerçek özgürlüğü yaşayacaklar. Ulus devlet olmasın derken, bu bir yönetimin olmaması anlamına gelmez. Bazı çevreler, ulus devletin olmamasını toplumun dağınıklığı ve düzensizlik olarak görüyorlar. Oysaki ulus devlet olmaması ulusun olmaması demek değildir. Ulusun özgürlüğü devletin olmadığı ama özyönetimin olduğu koşullarda olur. Çünkü devlet bir yönetim değildir bir baskı ve zulüm aracıdır. İşte ulus devletçilerin anlayamadığı budur. Devleti bir yönetim olarak görmek büyük bir yanılgıdır. Toplumu tahakküm altında tutan bir aygıta yönetim denmez zulüm aracı denir. Ancak özyönetimle toplum kendi toplumsal gerçekliğini ve özgürlüğünü yaşayabilir. Özyönetim toplumun bütün değerlerinin özgürce yaşanıldığı sistemin kendisidir. Sanat, kültür, edebiyat, spor ve benzeri bütün toplumsal faaliyetlerin özgürce yaşanıldığı sistem özyönetimdir. Ulus devlet ise, bütün toplumsal değerlerin pazarlandığı bir pazar yeridir. Çünkü insanın iliklerine kadar sömürüldüğü bir sistemde hiçbir toplumsal değerden söz edilemez. İşte özyönetimle toplum kendi yaşamsal değerlerini tekrar keşfeder ve özgürce yaşar. Özyönetimde de ulusal değerler var ama genel evrensel insani değerler daha ön plandadır. Yani halkların kardeşçe, sınırsız, sömürüsüz, sınıfsız ve savaşsız bir dünyada yaşamalarıdır. Birçok sosyalist devrimlerde ulus devlet zihniyeti aşılamadığı için sosyalizm devletin tekelinde kalarak yozlaştı gelişemedi. Bu açıdan sosyalizmin özü özyönetimdir. Yani halkın yaşamını devlet değil halk koordine eder yönetir. Gerçek demokrasi budur.