HABER MERKEZİ- Analiz – KemaL Söbe’nin kaleminden: Yüz yıllık faşizm ve zulüm son zamanlarını yaşıyor
Dünyada, sürekli demokrasiden söz eden ama hep korkuyla yaşayan ve bundan dolayı sıkıyönetim rejiminin sivil hükümetlerle yaşanıldığı ülke Türkiye’dir. Sürekli korkuyla yaşayan bir ülkenin düşmanları herhangi bir ülke değildir, kendi halklarıdır. Bu halkların, kimisinin kimlik ve kültürüne, diline düşman, kimisinin de sınıfsal ideolojisine düşman ve aslında bu devlet, Osmanlı’nın devamı olduğu için, kendi içinde kendi kendine düşman üretmekte hiç zorlanmaz. TC’yi iyi tanıyanlar, bu devletten demokrasi ve insan hakları adına bir beklenti içine girmez ama demokrasi mücadelesini etkince yürütür. Kendi halklarına zulmü ve işkenceyi reva gören bir devlette bir hak ve adalet beklememek gerek ve şikayetçi olmak ise tam bir sızlama olur.
Devletler küçük bir sınıfın, büyük egemenlik ve iktidar araçlarıdırlar. Toplum için bir değer taşımazlar, sadece ulus devlet maskesiyle toplum üzerinde egemenlik kurarlar. Tarihsel süreçte oluşan bütün toplumsal ve ulusal değerler, devletin bekası için kullanılır. Türkiye’de devletin bekası söz konusuysa, halkın yaşamının bir önemi yok ve halk, devletin bekası için kurban edilir. Bu beka denilen şey aslında sermayenin varlığının devamıdır. Ulus devlet, burada maske olarak kullanıldığı için, devletin bekası vatanın ve milletin sözde bekası ve güvenliği olarak gösterilir ve on milyonlarca insan böylece sermaye aygıtının modern köleleri haline getirilir. Türkiye’de kendine cumhuriyet diyen devletin karakteri böyledir. Korku, fobi ve bölünme zihniyeti ülkeyi açık bir zindana çevirmiş. Kürdistan yüz yıldır bir zindanı yaşıyor. Başkasına sürekli düşman olanlar kendisiyle barışık olmazlar.
Türkiye’de devlet aygıtı, yüz yıldır Kürtlere düşman olduğu için, Türk halkını da bu sıkıyönetim rejiminin gölgesinde tutuyor. Ancak faşizm Kürdistan’da hep daha katmerlice uygulandı, uygulanıyor. Normal şartlarda birbirlerine kin ve kan kusan siyasi klik, Kürtler söz konusu olduğunda kol kola takılıyorlar devletin bekası diye bağırıyorlar. Kürt sorunu çözüldü demokratikleşme olsa, Türkiye’de farklı siyasetler arasında korkunç sınıfsal çatışmalar olur diye düşünüyorum. Çünkü bütün farklı siyasi eğilimleri bir arada tutan Kürt sorunudur. Kürt düşmanlığı, farklı siyasi eğilimleri bir arada tutuyor. Faşizm Kürt düşmanlığından besleniyor ve bir rejim olarak varlığını sürdürüyor. Kendilerine sol diyenlerin bir bölümü bile buna dahildir. Demek ki Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme Türkiye’de ideolojik taşları yerli yerine oturtur.
Gerek Osmanlı döneminde gerekse de sözde Cumhuriyetin yüz yıllık döneminde, farklı siyasi eğilimlerin, bazen açık bazen gizli ve sessizce hep çalıştıklarını görüyoruz.
Bu farklı siyasi eğilimleri bir arada tutan Kürt sorunuysa, Kürt sorununun çözümü ve demokratikleşme, bu farklı siyasi eğilimleri birbirinden hem uzaklaştırmış olacak hem de ulusal ve toplumsal değerleri kullanmalarının önüne geçecek. Çünkü faşizm ve zulüm var olduğu sürece, ulusal ve toplumsal değerler devlet aygıtı tarafından acımasızca kullanılır, ki zaten kullanılıyor. Türkiye’de cumhuriyetle övünen milyonlarca insanın, Cumhuriyetin ne anlama geldiğini bilmediklerini çok iyi biliyoruz. İnsanlar, içi demokratik değerlerle ve insan haklarıyla doldurulmamış bir tabela cumhuriyetiyle yüz yıldır övünüyor. Özgürlük olmadan, halk olmadan bir cumhuriyet hiç olur mu? Çünkü cumhuriyet kavramı halk anlamına gelir. Kürtlere düşmanlık yapan ve faşizmle yoğrulmuş/mayalanmış bir cumhuriyet Türkiye’yi uçurumun kenarına getirmiştir.
Dikta rejimlerinin ve faşizmin, halkların yükselen mücadeleleri karşısında duramayacaklarını ve eninde sonunda yıkılacağını biliyoruz. Türkiye’de açık cunta rejimleri dışında, devlet aygıtına hep sessiz bir cunta zihniyeti hakim olmuştur. Zihniyet cunta olduktan sonra, bunun askerisi sivili fark etmiyor. Özellikle Kürtler hep cunta rejimi altında yaşadılar. Toplumsal direnişin geliştiği koşullarda, cunta rejimi açık bir şekilde dişlerini göstererek halklara yöneliyor. Toplumsal muhalefetin pasif durumlarında ise, cunta rejimi sivil yüzüyle yaşama egemen olmuştur. İşkence ve zulüm TC’nin karakteri olmuştur ve devlet politikası olarak sürekli uygulanmıştır. Demirel gibileri ise, devleti temize çıkarmak için, işkenceyi ve göz altıları münferit ve ferdi olaylar olarak göstermiştir. Kürdistan’da binlerce köyün yakılması ve binlerce Kürt’ün faili/meçhule/belliye gitmesi nasıl oluyor da münferit olaylar oluyor? Ve bu münferit olaylar olarak gösterilen olayların sanıkları ise hiç yargılanmıyorlar. Bu bile, bunların, bir faşizan devlet politikası olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor. Faşizm zulmünü gizleyemez ve yıkılmaya mahkûmdur. Her kapitalist/ulus-devlet, kendi halklarıyla karakteri gereği kavgalıdır ama Türkiye’deki ulus-devlet kadar, kendi halklarıyla kavgalı olan başka bir ulus devlet yoktur. Psikolojik özel savaşı derince yaşayan ve yaşatan devlet TC’dir.
Her devlet yalan söyler ama Türkiye’deki devletin yalanlarını yazmaya kağıt yetmez. Kürtlerin büyük devrimci direnişleri, bu devletin bütün yüzünü pratikte ortaya koydu ve dünyaya gösteriyor. Sadece kaba şiddetle ayakta kalmaya çalışan bir rejim var. Korku ve fobi üzerine kurulan bir devlet, kendisini şiddetle var eder, yaşatır ve her yerde düşmanlar yaratır. Oysaki devletlerin en büyük düşmanları aslında taşıdıkları egemenlik zihniyetidir. Bu zihniyet yapısı gereği düşman üretir, faşizmle kendisini korur ve bunu da devletin bekası, vatanın güvenliği olarak gösterir. Halbuki devlet aygıtı düşmansız yaşayamaz. Düşman üretecek ki şiddeti uygulasın ve egemenliğini meşrulaştırsın.
Bu açıdan, Türkiye’deki devletin yapısında demokrasinin zerresini bile bulmak mümkün değildir. Osmanlı’da saray entrikaları ve ayak kaydırma oyunları biliniyor. İşte Osmanlı’nın artığı olan TC’de de aynı şekilde modern saray entrikaları hala devam etmektedir. Yüz yıllık devlet zulmüne en büyük devrimci darbeyi Kürtler vuruyor. TC’nin, Kürtlerin eliyle demokratikleşmekten başka bir şansı bulunmamaktadır. Ya demokratikleşecek ya da tarihten silinecek.