HABER MERKEZİ
Kimi kitaplar adından dolayı okunur, kimisi de konusundan dolayı. Kimi kitaplar vardır ki canlıdır ve durmadan sizi kendisine doğru çeker. İşte böyle bir kitap tarafından çekildim, çekildim ve en sonunda oturup okudum o kitabı. Clarissa Estês adlı yazarın Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı kitabından söz ediyorum. Kitabın adı çekicidir. Belki de kitabın içeriğini doğrulayan bir sezgisel çekim gücüdür bu kitabı okumaya yönelten. Bu arada kitabın orijinalini değil de fotoğrafı çekilmiş halini okumak da hayli yorucu oldu ama her şeye rağmen değdi.
Kitap, toplumsal cinsiyetçiliğin kadını şekillendirmesini ve buna bağlı olarak ortaya çıkan ruh hallerini masalları inceleyerek anlatıyor. Sadece okumaya değil üzerinde düşünmeye ve kitabın yarattığı anlamları sayfaların içinden çekip almaya ve kendine ait kılmaya değer bir çalışmadır. Kadınlarda yaratılan ruh hallerinden biri olarak ‘ormana girme!’ telkininden söz ediliyor. Üzerinde durmaya değer.
‘Ormana girme!’ derler hep. Arkaik zamanlarda egemen erkeğin bir tehdidi olarak ortaya çıkan ama zamanla tüm erkeklerin temel egemenlik aracına dönüşen, nihayetinde kadınların da zihnine ekilen bir imgedir. Korkuyu ekme işinin sloganıdır. Bir erkeklik ayetidir. İktidar ayetidir. Kentsel bir inşadır. Kır toplumu karşısında kentsel inşanın geliştirdiği bir saldırı biçimidir ve aktüalize edilerek bugüne kadar gelmiştir.’Kızım ormana girme başına bilmem ne gelir, seni kaçırırlar, vahşi hayvanlar seni yer, serseriler seni öldürür, tecavüz eder.’ Ardı arkası kesilmez tehditlerin. Ana babalar iyilik yaptıklarını sanırken kız çocuklarının zihnine en büyük kötülüğü böylece yaparlar.
Bu uyarı kız çocuklarını en çok korkutan ve onların ruhları etrafına görülmeyen ama yıkılması zor sınırlar çizen bir şifredir. Kadınlık öncesi, hatta genç kızlık öncesi zamanlarda başlayarak zihniyet prangası yaratan bir şifredir. En Dikenli tellerle örülü sınırlar bu tarz söylemlerle yaratılır.
Doğal yaşamı yaratıcısı kadının doğayla korkutulması ironidir ama zaten hakikatin perdelenmesi bu ironilerle mümkün kılınmaktadır. Kadın ve doğa arasında yaratılacak en büyük düşmanlık budur. Halbuki mitolojik masallara ya da kozmogonilere baktığımızda ormanın da doğuran ve kucaklayan ana olduğu motiflere sık rastlarız. Baharda pınarların ana sütü gibi tertemiz aktığı bir tanrısallıktır orman. Hamile bir kadının karnı gibi kabarır toprağı sonbahar ve kış mevsiminde ve baharda doğurur. Bir kız çocuğunun anneyle korkutulması kadar gerçek dışıdır bu imge ama yaratılmıştır. Öyle ki kadınlar ormana girmezler artık. Ormana girmekten korkarlar. Kır yaşamına karşı bir sevgisizlik yaratılır bu kentsel inşayla. Seyran yerleri dahi kadınlara korkunç gelir. Çünkü tenhalıklar erkekliğin saldırganlığının en fazla barındığı yerler haline getirilmiştir. Bugün kapitalist modernite sistemi içinde insanlar birbirine duyarsızlaştırıldığında kalabalıklarda yaratılan ıssızlık, girilmemesi gereken orman imgesinin şehirlere taşındığını göstermektedir. İlginçtir ki egemen sistem, kadınları katiline sığınmaya telkin eder ve bunu en güvenli durum olarak gösterir. Kadınların evlilikle kocanın güvenliğine alındığı söylenir ama en çok da kocalar tarafından öldürürler.
Oysa ormana girmeye cesaret ederek kendi hayatını kurmaya başlayan kadın için, onu öldürecek bir koca yoktur.
Orman hem gerçekten ormanı anlatır hem de arayış mekanını. Doğanın karşımıza çıkaracağı zorlukları sınayacağımız bir mekan olarak imgeleştirilmiştir orman. Kuytuluklar, karanlıklar, bilinmezlikler, ilk kez duyacağımız sesler, kent sınırlarındaki zihniyetlerin hayal edemeyeceği kadar çok çeşitlilik, sesler, renkler ve her şey vardır ormanda. Ormana girmememiz telkin edilir ve biz kadınlar bu telkinlerin anestezisinden uyanamadıkça gerçek yaşamı yaşamaktan mahrum kalırız.
Ormana girmeye karar verme, iktidar ayetlerine karşı gelmeyi şart koyar. Büyük bir cesaret ve adım atacak güç ister. İlk adımı atmak önemlidir ama kesintisiz adımlamak daha da önemlidir. Yabancılıkları oradaki tanışıklıkla gidermek yeni hayata başlamaktır.
Tüm bu evreler kadın gerillalar için yaşanmış, geçmiş ve sonuçlarıyla özgürlük hanesine yazılmış zamanları anlatır. Gerilla kadınlar için bu ayetler çoktan silinmiş, erkek tanrılarını çoktan yitirmişlerdir. Suya yazılmış sözlerdir. Ormana girmenin kendi hayatına başlamanın ilk adımı olduğunu en iyi bilenler kadın gerillalardır.
Ormanda sistemin doğayla aramıza açtığı mesafeyi görür, o mesafeyle yüzleşiriz. Her bir korkuyu yenme deneyimi, erkek egemenliğinin zihinlerimizde yarattığı korku tellerini parçalar. Ve kadın gerillanın her günü bir özgürlük günü olur, her yaşam adımı bir özgürlük adımı olur.
Yabancılaştığımız hayvanlar, serinliğini hissetmeyi üşümek sandığımız otlar, kardeşliğini yeni öğrendiğimiz tüm evren canlıları buradadır işte. Ormandadır hepsi. Hepsi bir olmuş, bizi karşılarlar. Ancak kafeslerde görebildiğimiz saldırgan ve zararlı hayvanlar buradadır. Görürüz onları ve onlarla aynı toprağı, aynı havayı, aynı suyu paylaşmanın bambaşka hazlarını yaşarız. Onları kafeslerin dışında görünce, kendi kafeslerden çıkmışlığımızı fark ederiz. Ve her farkındalığın bir özgürlük adımı olduğunu bir kez daha duyumsarız. Orman imgesini bir korku nesnesi haline getiren vahşi erkek zihniyetine karşı ormanın kadınca güzelliğini keşfetmenin kendini özgürleştirme olduğunu bilmek, kendi başlatacağımız hayatımıza gerçek bir başlangıç yapmaktır. Erkek aklın yarattığı iktidarların köleleştiren telkinlerine karşın tüm kadınlara söylenebilecek söz şudur:
Ormana gir, korkularınla yüzleş ve kendi hayatını başlat.
Dilzar Dîlok