HABER MERKEZİ-
“Yıldızlar her zamanki yerinde karanlık hep aynı tonda ve Şele’nin çevresindeki ışıklar hep aynı parlaklıktaydı ”
Yorgunluk ve on yedi yoldaşın boşluğu ile uzaklara, Genç dağlarına doğru ilerliyorduk. Karanlık bizi yutacak gibi
koyuydu ve mermi sesleri değecek kadar yakındı.
Rüzgar bulutları dağıttığı zaman gri bir pus yavaş yavaş ovanın üzerine çöktü. Yağmurdan sonra kabaran topraktan taze ot kokusu geliyordu. Sürülü toprak, yeşil çimenlere kesilmiş, alabildiğine uzak siyah bir örtüye benziyordu. Ova ise, ufukta turkuvaz mavisiyle birleşiyordu. Bir tarafı ova olan Şele, yeşilin tüm tonlarına bürünmüştü.
O gün, Redar arkadaşın gür sesiyle uyandık. Bağıra bağıra şarkı söylüyordu. Kısa saçlarına parmaklarıyla şekil verdikten sonra, dört şarjörlü raxtını sırtının ortasına gelecek biçimde taktı. “Bu gün bir sürü işimiz var” dedi. Sonra da yapılacak işleri sırasıyla anlattı. Bölükten bir grup arkadaş eylem hazırlığı için ayrılmış, sayımız oldukça azalmıştı. Mutfakçı, tepeci, köy grubu derken noktada çok az sayıda arkadaş kalmıştı. Bölüğün küçük gruplar halinde dağılması bizim için dezavantajdı. Hem birbirimizi savunamaz oluyorduk hem de küçük gruplar kendi
güvenliğini almaları zorlaşıyordu. İşte o gün çok az sayıdaki arkadaşla işleri yapmaya çalışıyorduk.
Önce Şele Dağı’nı anlatmalıyım. Şele, Hani, Lice ve Genç üçgeninde birbirine paralel üç sırt biçiminde uzanan bir dağdır. Bir yanı uçsuz bucaksız ova, diğer yanı ise küçük dereciklerden oluşan geniş bir düzlüktür. Düzlükten sonrası ise Genç dağları. Ova olan tarafından Hani-Lice, düzlük olan tarafından ise Genç-Lice caddesi geçiyordu. Dört bir yanı köyler ve karakollarla çevriliydi. Düşmanın askeri merkezlerine yakın olmasının bir sonucu olarak Şele, sık sık operasyonlara ve çatışmalara tanık olmuştur. Sanki bir savaş filmi için dekore edilmişti. Kayalıkları ve yüksek boylu ağaçları ile gerillanın vazgeçilmez alanlarındandı. Küçük dupduru çeşmesi, badem ağaçları ve hemen eteğindeki köye inen dar patikasıyla Şele, yüreğimizin bir parçasıydı.
22 Nisan gecesiydi. Tepeye karma bir grupla çıktık. Tim komutanımız Fidel arkadaş (Şemsettin Payço) da dahil grubumuz hem yeni hem de tecrübesiz arkadaşlardan oluşuyordu. Kadın olarak benim dışımda Dozdar arkadaş vardı. Çok yeni ve de çocuk sayılacak kadar gençti. Aynı timdeydik. Her göreve beraber gidiyorduk. Ondaki sürekli öğrenme istemi her çalışmaya aktif katılmasını da sağlıyordu. Nöbet tutacağımız mevziyi kontrol ettim. Mevzi, Genç – Lice caddesine bakıyordu. Şele’nin zirvesindeydik. İlk nöbeti tutmak için mevzinin hemen yanındaki kayaya oturup çevremizi saran ışıkları seyrettim. Baharın serin rüzgarı esiyordu. Yıldızlar her zamanki yerinde, karanlık hep aynı tonda ve Şele’nin çevresindeki ışıklar aynı parlaklıktaydı. İçimde tarifi güç garip bir duygu vardı.
Saat 23.00 sularında Henî-Genç caddesinden konvoyların geçtiğini gördük. Bir süre takip ettikten sonra bu konvoyların, operasyon hazırlığı amacıyla geçtiğini anladık. Noktadaki arkadaşlara bildirdik. “Konvoy-geçiyor. Operasyon hazırlığı var” dedik. Fakat noktadan gelen cevap oldukça sakindi. “Siz tedbirinizi alın. Bu alana operasyon yapılacağını sanmıyoruz” dediler. İki gün önce bu alana operasyon yapılmıştı. Aynı yere iki kez ve bu kadar kısa arayla tekrar edileceğini tahmin etmiyorlardı. Konvoyun içimde bıraktığı kaygıyı, noktadan gelen talimat
dindirememişti. Düşmanın bu kadar acımasız yönelimi karşısında bizdeki rahatlık kendine güven şaşkınlık verecek
düzeydeydi. Savaşın kuralları yoktur. Ayrıca kendine göreliliği de kabul etmiyor. Bir olayı sonucu ile ele almak gerçeği tam vermeyebilir.
Şele Dağına gelişimizden itibaren savaş başlamıştı. Bölüğün küçük gruplar halinde gündüz hareket etmiş olması ve “Şele’de yenilmeyiz” düşüncesi bina eklenince avantajı kaçırmaya neden oldu. Gecenin ilerleyen saatlerinde cephe faaliyetleri yürüten arkadaşlar noktaya gelmiş ve düşmanın operasyon hazırlığı yaptığını söylemiş. Bu haber üzerine tüm güç intişara çıkmış benim ve Dozdar arkadaşın ise tepeden inmesi istenmişti. Noktada yoğun hazırlıklar yapılıyordu. Durum oldukça ciddi tedbirler alınmasını zorunlu kıldığından, yönetim kendi arasında uzun uzun tartıştı. Uzak bir yere gidemeyecek kadar geç olmuştu. Bu nedenle Şele’nin en stratejik yerlerine mevzilenme kararı aldık. Bir grup arkadaş düşmanın geliş yolu üzerine pusu atmıştı. Başka bir grup ise Zincir kayalıklarda Badem tepesi mevzilendi. Dozdar, Mizgin, Redar ve…. ben de noktanın yakınlarında mevzilendik. Redar yanımda oturmuş arada bir başı önüne düşüyor, sonra uyanıyordu. Yılların savaşçılığının olgunluğu bakışlarına yansıyordu. Şimdi binlerce askerle savaşmaya hazır bir şekilde bekliyordu.
Mizgin sırtını, mevzi olarak kullandığımız kayaya dayamıştı. Zayıf, uzun boylu, edalı bir kızdı Mizgin. Kumral saçları, belirgin gözleri vardı. Duygularını, düşüncelerini tanıyamamıştım. Savaşın yakıcılığında onun yoldaş olduğunu bilmek yetiyordu. Kısa bir süre önce Botan’dan gelmişti. Ona sorulursa yolu vardı daha Kuzeye, Munzurlar’a. Dozdar, İlkelerin akıl almaz coşkusunu yaşıyordu. İlk kez düşmanla karşılaşacak ve kıyasıya savaşacaktı. Sürekli dillendirdiği tecrübeyi nihayet o da kazanacaktı. Çocuk yaştaki bu genç kızın duygularını yüreğimin daha derinliklerinde duyumsuyordum. Mevzinin geçici sessizliğine daldığım bir anda tepecilerin olduğu Badem tepesinde şiddetli bir patlama oldu. Patlamanın sesinden ve şiddetinden mayın olduğunu anladık. İki gün önce düşman bu alana girmiş, rast gele her yeri mayınlamıştı. Birkaç dakika sonra mayının kimde patladığını öğrendik. İçini kontrol ettiğim mevziye girmiş ve mayına basmış-mayın ayağını koparmış. Onu en kısa sürede bizim bulunduğumuz sırta getirmelerini söyledik. Onu, tünel biçiminde kazdığımız büyükçe sığınıkta saklayacak, güvenlikli bir zamanda da onu tedavi olabileceği başka bir alana gönderecektik. Bir yandan Fidel arkadaşı görmek istiyor, diğer yandan ise hiç istemiyordum. O mevziye önce ben girmiştim. Yaşamımı kurtaran bu küçük tesadüf beni oldukça üzüyordu.
Fidel arkadaşın ilk yardım müdahalesi yapılmış onun mağara biçimindeki sığınağa yerleştirilmesi gerekiyordu. Cepheci ve sağlık sorunu olan arkadalar da o sığınağa girmişlerdi. Ancak düşmanın o sığınağa da mayın döşediğini tahmin etmemiş olsalar gere. Kontrol etmeden içeri girmişler. Amed’li çenesinde yanık izi olan Felat arkadaş mayının üzerine oturunca, şiddetli bir patlama oldu. Mayın patlamış, Felat arkadaş şehit düşmüştü. Eğer o mayına basmış olsaydı sığınaktaki hiçbir arkadaş kurtulamayacaktı. Oysa şimdi sadece Felat arkadaş şehit düşmüştü. Dozdar, “Bir köylü bu dağlarda gezmek isterse ne olurdu acaba?” diye sordu. “Gezmiyorlar” dedim, derin bir iç çekerek. Onlar sadece köyün içinde ve ana caddeye inen patikada dolaşma özgürlüğüne sahiptiler. Dağlara ise, uzaktan bakıp iç çekmek kalıyordu.
Sabahı Felatsız ve ayağı kopmuş Fidel ile karşıladık. Gün, her zamanki sakinliği ile yükseliyordu. Doğuşunu mevziden izledik. Gecenin yorgunluğu ve uykusuzluğu akıyordu gözlerimizden. Keşifçiler tüm alanı ayrıntısına kadar taramadan geçiriyorlardı. Onların vereceği bilgiyi beklerken “Artık bir şey olmaz” diyorduk. Oysa ki düşman köyün üzerindeki yamaçtan ilerliyordu. Geldiği yol, Şele’nin orta tepesinin yamacından köye inen patikaydı. Badem tepesinin bir bölümünde birbirine bir boğaz ile bağlanmış iki tepecik vardı. Bu iki tepede de arkadaşlar mevzilenmiş düşmanın biraz daha ilerlemesini bekliyorlardı. Düşman, tepenin ortalarına doğru sessizce ilerlerken grubumuz oldukça inisiyatifli ve güçlü vurdular. Arkadaşların zafer çığlıkları cihazda dinlenebiliyordu. Bu çığlıklar bize coşku verdiği gibi düşmanı da öfkelendiriyordu. arkadaşlar, silah aldıklarını üst düzeyde bir askeri yetkilinin de vurulduğunu söyledikten sonra düşman çevre gönderilen takviye güç ve kobraları istedi. Kısa bir süre sonra 4’erli iki grup halinde yoğun taramalar yapan kobralar geldi. Tepeciler yoğun çatışma içindeydiler. Noktandan birkaç arkadaş takviye olarak gönderildiyse de çoğu tepeye ulaşmadan kobra saldırılarında şehit düştüler. Hogır ile Bawer arkadaş bombalarını kendi bedenlerinde patlattılar. Diğerleri ise son mermisine kadar savaştılar. Öndeki iki mevziyi de düşürdüler ve artık zincir kayalıklar onlara hakim olmuş oluyorlardı. Sıra da bizim mevzilendiğimiz şehit Munzur (Kuş tepesi) tepesine doğru ilerlediler.
Kobralar bizim üzerimize uçmaya başladı. Gördüğü en ufak bir hareketliliği anında vuruyor tozu dumana katıyordu. En çok mevzilere vuruyor ve mevzilerde savunma pozisyonu yaratmayı istiyordu. Mevzimiz kalabalık olduğundan beni oradan alıp başka bir mevziye yerleştirdiler. Ayrılırken Redar’a takıldı gözlerim Kulp’un yurtsever ailelerinden birinin kızıydı. Ailesinde onlarca şehit vardı. Kendisini partiye adamış. Geleceğini Parti de gören bir insandı. Şakaları oldukça belirgindi. Eli tetikteydi “görüşürüz” dedi. Küçük gerilla Dozdar ise kendisini savaşın temposuna kaptırmış gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Sıktığı her mermide biraz daha büyüdüğünü hissediyordu her halde. Kobra uçuşları mevzilerde hareketi sınırlarken. Karada savunma yapılıyordu. Mevzilere yanaşmaya cesaret
edemedikleri gibi kademe kademe ilerliyorlardı ve artık bomba mesafesindeydik. Askerle ile iç içe girince hem karakoldan havan atışı durduruldu hem de kobra saldırıları belli bir süre yavaşladı. Bunun nedeni ise kendi askerlerini de vurabilme tehlikesinin olmasından kaynaklanıyordu.
Askerin kendilerini koruyacak ne tecrübeleri ne de güçleri vardı. Gerilla kadar atik, kendini her türlü zorluktan kurtarabilen gücü yoktu. Silahlar patlıyor, inleme sesleri yayılıyordu. Kobra tespit ettiği mevzinin üzerinde aralıksız uçuyor,mevzide savaşma imkanını azaltıyordu. O an ya başımı kaldırıp sıkı bir savaş yürüteceğim ya da kobranın istediği gibi mevzinin içinde sıkışıp kalacaktım. İkisinde de ölüm riski aynı olmasına rağmen korkunun karıştığı ölümü hiçbirimiz kabul edemiyoruz. Olacaksa bir yaşam, haklılığımı sonuna kadar savaşarak kazandığım bir yaşam olmalıydı. İnsan yaşamının en onurlu ifadesi başka yaşamlara katılan güzellik ile ölçülür. Akşama kadar savaştık. Gece karanlığı çökmeden tüm güç toplanmalıydı. Kobraların yoğun ateşlerine rağmen mevzilerimizden çıkıp, randevu verilen yere gitmemiz söylenmiş. Yanımdaki arkadaşla birlikte koşmaya başladık. Önümüzdeki sırtı aşıp, Genç-Kulp arasındaki geniş düzlüğe ulaşmamız gerekiyordu.
Sırta çıktığımızda bize doğru gelen kobraları görür görmez yere kapaklanıyorduk. Kıpırdayamıyorduk. Manevra yapmak için uzaklaştığında tekrar koşmaya başladık. O sırada arkadan gelen bir kobra bizi görmüş olsa gerek, öyle alçaktan geliyordu ki, kendimizi koruyabileceğimiz zamanı bile bulamadık. Kobra pilotlarını görebiliyordum. Gözlerinde güneş gözlüğü ve üzerlerinde yarım kol T-shört vardı. Roket parçaları üzerimize yağıyordu. Fakat hiçbiri isabet etmedi. Cephane yüklemeye gidince biz de fırsattan yararlanarak arkadaşlara ulaştık. Hava yavaş yavaş kararıyordu. Üzerimize sinen barut kokusu, rüzgardan da geliyordu. Doğuda pembeleşen bulutlar bir toplanıyor bir dağılıyordu. Gözlerimi kapadım ve şimdi sadece dönmeyecek olanları bekledik. Gelmeyecek olanlar vardı ve ben bunların kimler olduğu öğrenmeyi fazla istemiyordu.
Herkes birbirine sarılıyor, bir diğerini sarıyordu. Karanlık iyice çökmüş, gruplar toparlanmıştı fakat Redar arkadaşın içinde bulunduğu grup henüz gelmemişti. Gruba ne olduğunu sordum. Önce cevap verilmedi. Israrlarım çoğalınca bir arkadaş mevzideki 4 arkadaşın da şehit düştüğünü söyledi. Olduğum yere çöktüm. Gözümden sadece iki damla yaş döküldü. Ağlamak, bağırmak istiyordum ama nafile. Çünkü düşman hala peşimizdeydi ve biz uzak bir yere gitmeliydik. Mızgin, Dersim’in atik, çalışkan ve özlü bir kızıydı. Dersim hayalini, bayrağını teslim eder gibi yoldaşına devretti. Dozdar; çocuk gerilla, uğruna şehit düşeceği davayı bile tanımıyordu. İçinde kirletilmemiş, el değmemiş duygularını korudu. Hiçbir kirli elin, onun hayallerine dokunmasına izin vermedi. Çocuk yoldaş…
Yorgunluk ve on yedi yoldaşın boşluğu ile uzaklara, Genç dağlarına doğru ilerliyorduk. Karanlık bizi yutacak gibi
koyuydu ve mermi sesleri değecek kadar yakındı. Radyoyu açtım. “Uzun yıllardır giremediğimiz Şele Dağına Ordu
güçlerimiz nihayet girdi. 17 terörist ölü ele geçirildi” diyordu. Aklıma “çocuk terörist” Dozdar geldi yine. İnsan bu yaşta ve bu saflıkta nasıl böylesi bir tabirle karşı karşıya kalırdı. Haberler devam ediyordu. “Bugün, 23 Nisan Çocuk bayramı, şenliklerle kutlandı. Dünyanın birçok ülkesinden gelen çocuklar Türk çocukları ile kaynaştı ve arkadaşlıklar kurdu…”
İçimizde Bir Parça Ülke kitabından alınmıştır.