HABER MERKEZİ
Bu söz 24 yaşındaki bir kadına ait. İki çocuk sahibi olan bu kadın, çok mutsuz ve pişmanlık içinde bir evlilik hayatı yaşıyor. Çocuklarının henüz çok küçük ve bakıma muhtaç olması onu erkeğin her türlü baskı ve hakaretlerine mahkum ediyor. ‘‘ Keşke sizden biri olsaydım. Ya da şu an saçınızın bir teli olsaydım da sizinle her yeri dolaşsaydım… Şimdiki aklım yedi yıl önceki aklım olsaydı evlenir miydim? Asla! Evlilik bir zulümdür. Kadının başına gelebilecek en büyük beladır. Her gün kaderime lanetler yağdırıyorum. Yaşadıklarım beni tanrı inancımla çeliştiriyor. Fazla suç işlememiş biri olarak tanrı beni nasıl bu kadar acımasızca cezalandırır diye yakınıyorum. Aslında sadece beni değil, tüm kadınları cezalandırmış tanrı. Kadın düşmanı olan bu tanrıya karşı kuşku taşıyor ve bu duygularımdan korkuyorum…’’ Okul dahi okumamış bu genç kadının ağzından dökülen sözlerin olgunluğuna şaşırıyorum. Buruk tebessümünün ardındaki bilgeliğe hayran kalıyorum.
Kadının titrek dudakları söylediklerinin onlarca katı ağırlıkta söylenmemiş sözlerin baskısı altında eziliyor eziliyor… ve daha bir titrekleşiyor. İnadına konuşuyor ve konuştukça buğulu gözlerinin ardındaki kıvılcım belirginleşiyor. Zarif yüzünü kaplayan keder gizemli bir umutla karışıyor. Acıdan ağırlaşan dili konuştukça çözülüyor, hafifliyor.
Karşımda benim gibi bağdaş kurup oturmaya çalışan bu kadın, anlamsızlaşan bir yaşamın içinde anlam aramanın faydasızlığını anlatıyor bana. Erkek aklının katlettiği yaşamı çözümlüyor. Mutsuzluğun gölgelediği derin bakışları anlam arayışının dehlizlerinde kayboluyor. Yaşam ve ölüm ikilemi ağzından dökülen sözlerin ucuna takılıyor. ‘‘ Ölmek’’ diyor, ‘‘nihayetinde yaşayan her insanın sonu ölüm değil mi? Ne zaman öleceğin çok önemli mi?…’’
Bakışlarımı yüzünde dolaştırıyorum. Çilenin ve acının biriktiği bu güzel yüzün ardındaki gerçek özlemi hissetmeye, derinliğinde kopan fırtınayı kavramaya çalışıyorum. Ölüm sözcüğünün özgürce yaşamaya can atan hırçın yüreğine çok yabancı bir kavram olduğunu derinden duyumsuyorum. Ölmek istemeyen bu kadının diline ölüm sözcüğünü nasıl bu kadar etkili yerleştirdiğinin hakikatini çözmeye çalışıyorum.
Yaşam!… Ne gizemli bir kavram değil mi? Yüzeyden bakıldığında aslında pek gizemli olduğu söylenemez. Ama derine inildiğinde tüm zihinlerin kavramada zorlandığı bir gerçek. En çok da kadınların!…
Erkek aklın yarattığı yaşam o kadar çok kadına rağmendir ki kadının kendisini içinde bulması ve tanımlaması imkansız. Tıpkı konuştuğum kadın gibi. Yaşamında bir anlam damlası dahi bulamayan bu kadın, binlerce kadın gibi ölüm duygusunun kıyılarına çarpıp duruyor.
İktidar sistemi kendi çıkarına uygun egemen erkeğin arzularına ve hırslarına göre kurguladığı bu dünya yaşamını, aile ve evlilik kurumu ile kendinin ve erkeğin cennetine kadınların ise cehennemine çevirmiş. Kadına bu lanete ve zulme katlanmanın dışında bir seçenek sunmamış. Evlilik sözleşmesi kadının ölüm ile yaptığı sözleşmeye aile ise kadının mezarına dönüşmüş.
Konuştuğum kadın nasıl bir mezar içinde olduğunu çok derinden kavramış. Ağzından dökülen her sözcüğün içine büyük bir pişmanlık karışıyor. Genç kızlara bu sahte yaşama kanmamalarını salık veriyor ve şu cümlelerle sözlerini özetliyor; ‘‘ Evlenmeyenler için evlilik çok hoş ve olağanüstü bir şey. Halbuki özünde hiçbir hoşluğu ve olağanüstülüğü yok. Olağanüstü tek yanı kadın üzerindeki işkencenin ve zulmün daha fazla artması… Acının katmerleşmesi… Köleliğin derinleşmesi… Bana en çok dokunan tarafı ise henüz kendisini ve erkeği tanımayan biz genç kızların gizemli kılınan bu sahte oyuna gelmeleri…’’
Kalkmam gerektiğini hissediyor olmalı ki son sözlerini söyleme telaşıyla ‘‘Heval; çocuklar biraz daha büyüsün size katılacağım. Beni içinize alır mısınız?’’ diyor. Gülümseyip kucaklaşıyoruz.
Bu kadın İran Kürdistan’ından baskılar sonucu kaçıp Medya savunma alanlarına gelen bir kadın. Bir taraftan devletin saldırıları diğer taraftan erkeğin şiddeti kadını canından bezdirmiş ve yaşama küstürmüş. Çift yönlü şiddet altında ezilen bu kadın kendi şahsında milyonlarca kadının trajedisini anlatıyor bana.
Birkaç adım uzaklaşıp tekrar dönüp kadına bakıyorum. Gördüğüm manzara içimi ısıtıyor. Kadın, gururlu ve asi bakışlarını Kandil’in doruklarında gezdirerek umuda kesilen aydınlık yüzüyle uzaklara gülümsüyor.
Bese ŞİMAL