HABER MERKEZİ
Bıçak, sopa, kasatura ve adını bilmediğim tuhaf bazı kesici cisimleri birbirine sallayanlar…
Bağırmalar, çağırmalar, küfretmeler!
Araya girenler hatta polisler bile ayıramıyor.
Bahsettiğim yer peygamberler şehri Urfa’da bir semt. Ve bir yaz gününde çok da garipsemediğimiz oldukça fazla aşina olduğumuz şeyler yaşanıyor. Yaşanan şey çok tanıdık, ama olağan karşılamak içler acısı…
Evet, yine amiyane tabirle “kız meselesi.” Özgür Kadın Akademisi Şehit Beritan’da haberleri izlerken dehşetle bakıyoruz hem atılan bu başlığa, hem de görüntülere. Özetle haber şu; Urfa’nın ortasında 6 kişi birbirini yaraladı. Ne için mi? “Kız meselesi” işte!
Ortada kendisi için kavga edilen, birbirine bıçak sallamaya, yaralamaya kadar götürülen “nesne” yine kadın. Biri “o benimdir o benim, nasıl sen yan gözle bakarsın” diyor sallıyor bıçağı. Diğeri “olur mu benden başka kimsenin olamaz, bakanı yaşatmam” deyip karşılık veriyor. Gerçekten de dehşetle izliyoruz. Ve söyleniyorum kendi kendime. Peki uğruna bu kadar şiddetin, huzursuzluğun, acının yaşatıldığı kişi, yani o genç kız ne diyor bu duruma? Aldıran bile yok. Ya da bu kadar üzerinde hak görülen, kendi hakkındaki kararı başkasının verdiği bir varlık olmak nedir? Acaba erkek dünyası bunu anlıyor mu?
Bu kavgayı izlerken, kaldı ki o semtin neredeyse yarısı bu kavgaya girmiş. Meşhur Truva savaşı geçiyor aklımdan. Hani Paris Helena’yı kaçırınca büyük Truva savaşı başlıyor da, binlerce insan ölüyor ya, başka bir biçimde başka bir versiyonu yaşanıyor bu durumun bugün. Ancak günümüzde bir Helena için değil, binlerce kadın, genç kadın için ayrı ayrı yerlerde bahsettiğimiz bu olay gibi şiddet, kıyım, hatta ölümler yaşanıyor ve çok da olağan şeyler. Genel mantık şu; kadın bir maldır, mülktür ya da köledir, mutlaka bir sahibi vardır. Onun yerine düşünen, onun yerine konuşan, onun yerine karar veren, başkası bu mala göz dikerse kan çıkar. Neden kadına bir mal gibi, bir eşya gibi ya da birilerine ait bir nesne gibi bakılıyor? Bu bakış açısı, cinsler içinde erkeğe ve toplumda da kabul gören ve olması gereken bir norm adeta. Ne kadına ne de erkeğe mal gözüyle bakılsın demiyorum. Fakat yaşanılanları cinsler açısından tersinden okursak bize çok gelir öyle değil mi? Mesela hiç duydunuz mu neden kız meselesi denilir de erkek meselesi denilmez, ya da böyle bir tanımlama bile garipsenir. Bu değerlendirme biçimi tüm toplumun kanıksadığı, kadınların da içinde hazmettiği bir durum. Belki içten içe sessiz çığlıklar atan kadın, bu durumu benimsemiyor, ama gel gör ki onun için de birilerine ait olmak bir kader, bir norm. Adeta birileri bana sahip çıkar, beni birileri alır, ben birilerine ait olmalıyım gibi ruhsal bir durumu yaşamanın bir normu, bir kuralı sayar. Gariptir, eğer yaş olarak ömrü uzamış da evlenmemişse “evde kalır.” Sanki suç işlemiştir, bunun için de utanır. Bu ne biçim bir dünya değil mi? Kadın illa belli bir yaştan sonra birilerine ait başka bir mekana gitmelidir. Daha da çoğaltabileceğimiz kadının toplumsal anlamdaki durumuna ilişkin örneklemelerden de anlaşılacağı üzere kadın cinsiyetçi çember içinde boğulmak üzere olan bir varlıktır. Toplumsal düzlemde yaşanan cinsler arasındaki farklılığı anlamak için her şeyden önce “varlık” olarak kadını doğru tanımlamak gerekir. Nasıl ki evrende negatif-pozitif enerji, varlık-yokluk, ak-kara ikilemi varsa, kadın-erkek ikilemi de vardır. Aslında biyolojik, genetik ve fizyolojik açıdan bir ayrım olan cinsiyet farkı evrendeki tüm canlılarda yaşanır, erillik ve dişilik olarak sıfatlandırılır. Bu doğal bir ayrışmadır ve cinsiyet farklılığı evrenin döngüsü için, çoğalma için gereklidir. Ancak doğal bir olgu olmayan, sonradan kazanılan ve öğrenilen ve ayrıca bir insan icadı olan şey toplumsal cinsiyetçiliktir. Kavram olarak toplumsal cinsiyet, sosyal ve kültürel olarak toplum tarafından kadın ve erkek için belirlenen rol, misyon, kimlik ve sorumluluklardır. Kültür ve geleneklere göre değiştiği gibi sosyolojik ve tarihsel olarak da belirlenir. Bundan dolayı toplumsal anlamda kadınlık ve erkeklik olguları, belirlenen karakter, davranış ve kimlik özellikleri bu bakış açısına göre belirlenir. Bu öyle bir şeydir ki henüz çocuk yaşta yüklenen bilgiye göre, kimlik kazanan bireyin temel aldığı kodların başında gelen cinsiyetçi bir bakıştır. Hatta kuantum, döllenme anında anne ve babanın kız çocuk mu, erkek çocuk mu istediğine dair gelişen enerjinin bile çocuğun karakterini belirlediğini söylüyor. Ayrıca çocuk anne karnındayken, anne ya da babadan istenip istenmediğine dair giden pozitif ya da negatif enerjinin çocuğun karakterini etkilediğini belirtiyor. Hele bir de dünyaya geldikten sonra bebeğe giden sinyaller, ele alış, kucaklama tarzı, ardından etrafındaki görsel sinyaller, saç biçimi, giyiniş biçimi, oyuncak vs. iki yaşına gelen bebekte bu ayrımı ortaya koyuyor; kız mıyım, erkek mi?
Peki kız ve erkek cinsiyetli bu çocuklar nasıl kadın ve erkek oluyor? Hani dedik ya kadınlık ve erkeklik adete paket biçiminde zihinlere yükleniyor. İşte en çabuk öğrenme yaşları olan çocuklukta, şekillendirme sürecinde kız çocuğuna verilen isimler, hitaplar, yönlendirmeler ve yapması gerekenler için pohpohlanıp yapılmaması gerekenlerin teşhiri topluma, toplumun biçimlendirdiği kadınları ve erkekleri üretiyor. Örneğin kız çocuklarına sen ne kadar güzelsin, narinsin, şunu yap, sen kızsın, bunu yapma ayıptır sözleriyle şekilleniş, kız çocuğunun sınırlarını belirliyor. Hakeza kız isimleri çiçek isimlendiren duygu ile ilgili şeylerden seçilince kız çocuğu için enerjisinin büyük bir bölümünü güzelliğine, biçimine, şekline göre harcama olur. Eeee tabii çocuk yaşta oynadığı oyunlarda bile annesinin yanında çevresindeki kadınların taklidini yapar. Oynadığı oyuncakları ev, sindi bebek, tabak, kaşık vb. olunca dinlediği öykü ve hikayelerde evine bağlı kız ve anne rolü öğretilince şekillenme aşamasındaki kız çocuğunun sınırları, ev sınırlarında belirlenir. Ötesini düşünmesine bile izin verilmez. Daha ötesini düşünmek ve yapmak erkeğe aittir. Erkek çocuk dışarı için hazırlanır. Oyuncakları silah, araba, uçak vb. yetiştiriliş biçimi ise cesarete, güvene dayalı öz benlik yaratma tarzındadır. “Oğlum, paşam, güçlüsün” gibi sözel tanılarla bir ruhsal şekilleniş kazandırılır. Erkek çocuk istediğinde güler, bağırır, dilediğinde sokağa çıkar, ama kız çocuğu biraz yüksek sesle güler, bağırırsa azarlanır, ayıplanır. Yani toplumsal normlara göre biçimden niteliğine, rol ve statüsüne dek erkek ayrı, kadın ayrı şekillendirilir.
Temelden kazandırılan bu genel hatlarıyla belirttiğimiz yaklaşımların yanı sıra bu dünya erkeğindir. Tüm mekanlara rahat girip çıkabilir, kadına ait tek bir mekan vardır o da evdir. Tüm bunlardan şunu çıkarsamak mümkündür; cinsiyetçi toplum erkek egemenliğine ve erkek lehine geliştirilmiş bir toplumdur ve kadınlık dünyaya gelişle birlikte bir yenilgidir. Daha yaşama başlamadan yenilmiş olmaktır.
Tarihin tek ayak üzerinde aksak yürüyüşü olan, cinsiyetçi toplum tarihsel olarak da doğal toplumun, neolitik köy toplumunun yerine, erkek egemen sistemin, kent toplumuna geçişiyle başlamıştır. Tanrıçalara dayalı anaerkil, neolitik köy toplumu cinslerin özgürlüğüne dayalı bir çağdır. Ne zamanki Sümer toplumunda ziguratlarda Şamanlar ve rahipler yükselip kadın meclisten dışlanıp genç kızlar yeni aile modelinin yaratılmasına göre ziguratlarda alıp eğitilmeye başlandı, işte o zaman yaşamın seyri değişmeye başladı. Mitolojilerde tanrı ve tanrıçaların kavgası olarak adlandırılan bu geçiş çağında İnann’a ve Enki’nin çetin mücadelesi kadının güç kaybedişinin başlangıcı olurken, Babil mitinde geçen Tiamat’ın oğlu Marduk’a karşı verdiği mücadelede aldığı yenilgi, sosyal kültürel ve cinsel olarak yaşanan birinci kırılmadır. Kadın şahsında başlayan kölelik ve sınıflaşma giderek tüm topluma nüfuz eder. Bu kırılmayı derinleştiren ise İbrahimi dinlerdir ve giderek kadın lanetlenir. Baştan çıkarandır, şeytandır diye nitelendirilir. Ev sınırlarında bir yaşama mahkumiyet başlamıştır. Hz. Musa kız kardeşi Mariam’la miras kavgası verirken, artık ekonominin yaratıcısı kadının, ekonomiden de dışlandığını topluma kabul ettirir. Hıristiyanlıkla doğurma yetisinde olan kadının cinsel rolü yadsınır, bekaret kutsal sayılır ve Meryem Ana şahsında sessiz, sakin, ağlamaklı, itaatkar rolüne büründürülür kadın. İslamiyet ile ise kadın bedeni bir tarla gibi görülür, doğal yaşam döngüsü olan reglisi hastalık, kirlilik günah gibi tanımlanır ve şeriatla, recmin, zinanın kurbanı olur. Bu yaşanan da kadın aleyhine gelişen ikinci büyük kırılmadır. Tarihsel olarak böyle tanımlanan cinsiyetçiliğin kapitalist modernite çağında giderek üremesi birinci ve ikinci büyük kırılmalar üzerinden gelişir ki, cinsiyetçilik daha da katmerleşmiş, görünüşte özgürlüğe açılan kadın, en rezil konuma getirilmiştir. Seks, porno yoluyla kadın bedeni parça parça satılmakta, bir piyasa olarak kara kar katmaktadır.
5000 yılı aşan bu tarihsel seyir kadın aleyhine gelişip erkekliği hortlatmış, kadını düşürmüştür. Önderliğimizin de dediği gibi “En iyi kadın erkeğine, ata erkekliğe uyum gösteren kadındır.” Kadın da erkeğe göre kendisi için ortaya konulan statü ve normlara göre yaşamak zorunda bırakıldığından bu uyumu gösterir. Tabii ki şunu belirtmekte fayda var; bu konum, bu eşitsizlik toplumsal bir sorundur. Tüm sorunların başında gelir ve erkeğin de kadının da iradesizleştirilmesine, iktidara göre şekilleniştir. Ancak bu durum, erkek egemenliğinin işine geldiğinden ve erkeğin çıkarlarını bağrında taşıdığından bu zihniyetin, bu ideolojinin, bu anlayışın kırılmasını sağlayacak olan da kadındır. Fakat ne hazindir ki bu zihniyeti, bu anlayışı doğal gören ve ruhunda bile bunu kanıksamış olan yaşatan ve yücelten de kadındır. Değil kendisi uğruna kavga edilmesi, erkeğe kendini kabul ettirmesi onun için çok doğaldır, olması gerekendir. Zaten ona kanıksatılmış rol de budur. Kürdistan özgülünde bu durum çok bariz görülür. Değişen birçok şeye rağmen halen enerjisinin büyük bir bölümünü kendini erkeğe beğendirmek için sarf eder. İşin garibi moderniteye uyum sağlamak adına yaşananlar tam bir dehşettir. Mesela 2000’ler öncesi genç yaşta saç boyamak, bu kadar biçime takılmak genç kadınlar için bu düzeyde değildi. Hatta genç kızlar için makyaj yapmak saç, baş boyamak doğru karşılanmaz. Evli ve olgun kadıları genç kızlardan ayıran şeyler olarak nitelendirildi. Oysa şimdi böyle bir ayırım kalktığı gibi bu biçimde yaklaşmayanlara anormal bakılan bir hava yaratılmış adeta. Kapitalizm ne kadar geliştikçe kadın piyasası o kadar gelişiyor. Biçim öylesine öne çıkıyor, içerik sıfırlanıyor ki!
Kürdistan’da bugün genç kızların giyim tarzı, elbiseleri, saç modelleri ve takıları başka bir yerinkine de benzemiyor. Ancak bilinç düzeyine mantıklı hareket tarzına, siyasallaşma boyutuna, davranış güzelliği ve çekiciliğine bakıyorsun o kadar özüne yabancı ve taklit ki insanı itiyor. Bomboş bakan gözler, bomboş atan yürek ve zihinler. Cinsel beğeni kıstasında hapsolmuş bir kız milleti! Öfkelenmemek elde değil. Akıl ve zeka gelişimine, ruh güzelliğine, davranışta saygı ve estetiğe önem vermek yerine cehaleti daha da derinleştiren, zincirlerini daha da sıkılaştıran durumlar… Kadın kendisini her biçimde sarmalamış bu kadın kırımı ve cinsiyetçilikten kurtarmak yerine giderek boğuluyor.
Özgür fikir ve özgür duygu sahibi olmayan insanın tercihleri de özgür olamaz. Bunun için de kendinin farkında olmak, farkında olarak yaşamak gerekir. Köle zihinlerle, sindirilmiş, hazmedilmiş kölelik duygularıyla özgür düşünmek, özgür hissetmek, özgür tercih mümkün müdür? Özgürleşmemiş ruh ve beyinlerin özgür tercih yapmaları beklenemez. Özgürlük ise bilinçle gelişir. Her şeyden önce, “Ben kimim? Tarihsel toplumsal hafızanın bana yükledikleri ne? Kölelik zincirlerinden nasıl kurtulmalıyım?” sorularını sormak, bu sorulara bulunan cevaplar çerçevesinde kendini yapılandırmak gerekir. Ne kadar kendimizin varlık olarak farkına varır, ne kadar hakikat yolunda kendimizi ararsak, seviyeli ve erdemli kadınlar olur, toplumsal cinsiyetçiliği alaşağı edebiliriz. Özgür düşünceli bir kadın, iradesini özgürleştirebilir, kendini eril aklın tüm bağımlılıklarından boşayabilir. Bu mücadele elbette tek başına yürütülecek bir mücadele olamaz. Kendisiyle birlikte etrafındaki kadınları bilinçlendiren kadın cinsi, içinde bu konuda belli bir mücadele yürüten kadının her adımı, cinsiyetçiliğe vurulmuş bir darbedir. Binyılların acılarına son vermek, krizli bir kimlik haline getirilmiş kadınlığın tüm geleneksel yanlarıyla mücadele etmek, onurlu bir özgürlük savaşçısı olmak, yüreği özgürlük için atan tüm Kürt kızlarının hakkıdır. Bugün dünyada Kürdistan dağlarından başka kadına ait özgür mekanlar var mıdır? Kentlerde, varoşlarda, sokaklarda, okullarda, işyerlerinde sürekli tecavüz kültürünün bombardımanı altında potansiyel olarak her an erkeğin üzerinde sözsel, cinsel, hatta emek düzeyinde saldırıya açık konumda olan kadın, bu sistemin, bu zihniyetin, bu bakış açısının yıkılması için büyük bir mücadele verdiği oranda özgürlüğü elde edecektir. Özgürlük uğruna bedel veren kadın şehit yoldaşlarımızın izinde, Önder APO’nun aydınlattığı hakikat yolunda onların emir erleri olmak en büyük onurdur.
Azê Malazgirt