Şiddetin başladığı yerde irade bitmektedir. Köle iradesinin başladığı yerde özgür irade açığa çıkmaz. Köle yaratan hiçbir anlayış, yaklaşım ya da yaşam biçimi özgür olduğunu iddia edemez.
HABER MERKEZİ
Atasözleri nasıl da bizi iktidarların hâkimiyet mecrasına taşıyor. Ataerkil zihniyetle inşa edilen her söz ana kültürüne vurulan bir darbeyi anlatıyor. Kızını dövmeyen dizini döver sözü de bunlardan biri. Bu söz, sadece insanı eğmenin bükmenin bir yöntemi olarak şiddeti ortaya koymuyor, aynı zamanda bunun gerekliliğini de bir sahte gelecek kaygısıyla, namus kaygısıyla ortaya koyuyor ki, kendisine baba deyip de bu sözün gerekliliklerini yapmamak namussuzlukla özdeşleşiyor.
Toplum içinde sahte ve şişirilmiş kof erkeklik algısı biraz daha şişirilerek iktidar işbirlikçisi toplum kesimi yaratılıyor. Aslında şiddet kültüründen kendini kurtarmak yani kızını dövmemek, iktidarı dövmek anlamına geliyor. Kadına yönelik uygulanacak her şiddet iktidarları büyütüyor. Kadına yönelik şiddet karşısında alınacak her tavır, tutum ya da gelişecek her eylem de iktidarı küçültmek anlamına geliyor.
Deyimlerle atasözleriyle sahte namus yaklaşımlarıyla karşımıza çıkarılan kadına yönelik şiddetin hiçbir şekilde kabul edilecek, benimsenecek, olağan görülecek ya da katlanılacak bir tarafı yoktur. Şiddet, cehennem düşüncesini yaratan zihniyetlerin kendilerini varetme biçimidir. Kadına yönelik olması yaşama yönelik olmasından kaynaklıdır. Kadına yönelik şiddetin ataerkil zihniyet yaratımlarıyla desteklenmesi ve bunun toplumsal olduğu yanılgısının yaratılması, erkek eksenli iktidarın kendine kitle yaratma yaklaşımıyla bağlantılıdır.
Doğaya, evrene bir bakalım. Biz insanlara en vahşi gelen şey bir hayvanın başka bir hayvanı yemesi olabilir. Ama hayvan olabilseydik eğer, insanların birbirini yemek zorunda olmamalarına rağmen birbirlerine şiddet uygulamalarını en vahşi şey olarak değerlendirebilirdik.
Şiddetin başladığı yerde irade bitmektedir. Köle iradesinin başladığı yerde özgür irade açığa çıkmaz. Köle yaratan hiçbir anlayış, yaklaşım ya da yaşam biçimi özgür olduğunu iddia edemez.
Şiddetin kökeninde ne vardır? İnsan doğasında şiddet var mıdır? İnsan varlığı kendini şiddetten kurtaramayacak kadar güçsüz ve köle midir? İktidar eksenli bakış açılarına göre, insan doğasında var olan şiddet hiçbir zaman tam olarak ortadan kalkmayacaktır. Tabi ki ahlak ve politika dışı her şeyin beklenebileceği iktidardan şiddet karşıtı bir yaklaşım belirlemek doğru olmaz.
İktidarın kendisi bir şiddet biçimidir. Baskı ve zora dayanır. Zor kavramı herhangi biçimiyle olursa olsun şiddet demektir.
Şiddet deyince akla mağdur kadın gelir. Aslında iktidar altında ezilen her varlık kadınlaştırılmakta-kadınsılaştırılmakta ve şiddete hazır hale getirilmektedir, iktidarın yarattığı ikilem, iktidar sahiplerini özne yaparken iktidarın ezici baskısı altındakileri de nesne yapmaktadır. Nesneleştirilenler üzerinde her türlü uygulama makbul görülmektedir. Ki öyledir de. Bir varlık, kendi özgürlüğünden koparılıp köleleştirilmişse, kendisi olma gerçeğinin dışına atılmışsa o varlık üzerinde her şey yapılabilir. Çünkü kendisi olamayan her şey olabilir. Her şey olabilmek demek aslında bir bütün renksizlik, kimliksizlik demektir.
Ataerkil sistemler kadını kendisi olmaktan uzaklaştırarak hâkim sistem içinde her şey haline getirmektedirler. Köle statüsünün dahi gerisinde bir konumdadır kadın. Kürt toplumu için sömürgenin sömürgesi denirdi ya da adı konulmamış bir sömürgecilik denirdi. İlginçtir ki, kadın da adı konulmamış bir sömürgecilik baskısı altında binyıllardır yaşamaktadır. Bugün vitrinlerde sergilenen kadınsı imgelerin varlığı kadın kimliğinin parçalanmasını ve kadın köleliğinin süreğenliğini anlatır. Bir kadın olarak kadınsı imgelerin sunum-reklam ya da herhangi bir tüketim malzemesi haline getirildiğini gördükçe bunu gerçekleştiren ve bunun gerçekleşmesine hizmet eden tüm kişi, kurum ve zihniyetlere karşı bir öfke seli yükseliyor içimden.
Fiziksel şiddetin henüz engellenemediği bir vahşi çağda yaşamaktayız. Bununla birlikte kadınlara her an zihinsel baskının uygulandığı, aşılmayan köleliğin her an deklare edilerek kız çocuklarının köle statüsüne alıştırılmış kadınlar haline getirilmeye zorlandığı ve şiddetin kendini üreterek varlığını sürdürdüğü bir çağda yaşıyoruz. Yüksek sesli erkeklerin ve kısık sesli kadınların çok fazla olduğu bir vahşi çağda yaşıyoruz.
Kapitalist sistemin kadını kamuya açmasına rağmen, en fazla dışa açılan kadının dahi her gün evden çıkarken Hindistandaki kadınların akıbetine maruz kalma korkusunun kadınlara yaşatıldığı bir çağda yaşıyoruz. Anne babaların bu korkuları yaşamayan çocukları uyarmak yoluyla korkuları tüm kız çocuklarına yaşattığı, korku yoluyla şiddeti zihinsel olarak ürettiği bir çağda yaşıyoruz.
Çözüm arayışlarına rağmen karakol yapımlarının üstün teknikle sürdüğü, silahlanmanın arttığı, askerliğe dair tartışmaların güncel olarak vatan hainliğiyle ters orantılı olarak yürütüldüğü, polisin sokak şiddetinin katliamlara yol açtığı velhasılıkelam devlet şiddetinin tavan yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Devlet şiddetinin kendi sınırlarından taştığı, ulus devlet sınırlarını kendine dar bulduğu ve Rojavaya, Rojhilata, tezkerelerle Başura yöneldiği ve bunun bölgesel ittifaklarla-anlaşmalarla meşrulaştırıldığı bir çağda yaşıyoruz.
Aslında yaşamıyoruz. Bunca şey varken biz yokuz demektir. Bunca kirlilik ve şiddet varken, nasıl varolabilir, nasıl yaşayabiliriz ki!
Bugün devrim mücadelesi veren toplulukların toplumsal değişim eğrisi kadına yaklaşımla ortaya çıkmaktadır. Devrim yaparak kendi egemenlerini devirmiş toplumların kadınlarına yaklaşım onların da devrilmesini kaçınılmaz kılmaktadır. Bu gerçeği tarihin bir çok örneğinde de görmekteyiz. Kürt toplumu da neolitik sürecin tüm güçlü kültürel etkilerine rağmen ataerkil etkilenmelere de uğramış bir toplumdur. Kürt toplumunun içinden geçtiği devrimsel süreç üzerinde derinlikli tartışmalar ve araştırmalar yaptıracak düzeydedir.
Bir toplumun binlerce yılda yapacağı toplumsal değişimler Kürt toplumunda devrimsel süreçlerden dolayı kırk yıl içinde gerçekleşmiştir. PKKnin kuruluşundan bu yana geçen süre, Kürt toplumsal yapısının en hızlı geliştiği süreçlerdendir. Özellikle PKK içinde kadın kurtuluş ideolojisinin gelişmesi devrim içinde devrim dediğimiz bir gerçekliktir. Bu devrimin yeni yaşamı, demokratik özgür yaşamı yaratması da ataerkil kültüre ait tüm izlerin silinmesiyle, köklü zihniyet dönüşümüyle bağlantılıdır.
Bunlardan biri de başta devlet, devletin kurumları, ordusu, askeri vs yoluyla Kürt kadınlarına yönelik şiddetin kabul edilmemesidir. Bu kabullenmeyişin gerçek olabilmesi için de tabi ki toplum içinde kadına yönelik şiddet karşısında mücadele etmek gerekmektedir. Bizi doğuran analarımız bizim tanrılarımızdır. Anaya el kaldırmak tanrıya el kaldırmaktır. Tanrıyı kirletmektir. Kutsallarını kirleten bir toplum iflah olmaz. Mümkün değildir.
Tabi Kürt kadınları da bu durum karşısında mücadele edecek kadar bilinçlenmişlerdir. Bugün Kürt kadının kendine güveni gelişmiş, ordulaşmadan partileşmeye kadar geçen gelişim aşamaları içerisinde bu özgüven yaratılmıştır. Her bir Kürt kadını sırtını kendi partisi PAJK’a dayayarak şiddet karşısında mücadele etmeli, şiddeti kesinlikle kabul etmemeli, kendini bu tür durumlar karşısında çaresiz ya da kader mahkûmu gibi görmemelidir. Bugün Kürt kadını somutunda yaratılan düzey tam da bunu gerektirmektedir.
Dilzar DÎLOK