HABER MERKEZİ- Mazlum Cemil’in Kaleminden
“Bugün yaşadıklarımız, bize 10 yıl öncesini, hatta biraz daha geriye giderek 100 yıl önceki durumları hatırlatmaktadır. Bu sebeple, dünya sisteminde içinde bulunduğumuz kaos ortamı, gelecekte karşılaşabileceğimiz olasılıkların birer göstergesi olacaktır. Tarihten hareketle söylemek gerekirse, büyük kazançların yanında büyük tehlikelerin de var olduğunu söyleyebiliriz.
İnsanlık tarihinde savaşlar kaçınılmaz bir gerçeklik halini almıştır. Hegemonik güçler ve yanı sıra Türk devleti gibi hegemonik güç hayali peşinde koşan devletler her zaman olmuşlardır. Nasıl ki 100 yıl önce Ortadoğu merkezli savaşlar ve harita değişimleri yaşandıysa, bugün de benzer durumları yaşamakla karşı karşıyayız. Ve ileriki süreçte neler olacağını tam olarak bilmemekteyiz. Ancak bildiğimiz bir gerçeklik vardır, o da örgütlü ve güçlü kesimin kazanacak olmasıdır.
Faşist Türk devleti, 10 yıl önce bir proje içerisine girdi ve bu projeye “Çöktürme Planı” adını verdi. Bu projenin temelinde; Özgürlük Mücadelesini tasfiye edip, halkımızı soykırım cenderesinden geçirmek vardı. Bu süre zarfında halkımıza dönük tüm savaş suçlarını işledi ve işlemeye devam ediyor. Kürde dair ne varsa büyük bir nefretle saldıran katliamcı zihniyet, “çocuk, kadın ve yaşlı” demeden topyekûn bir imha politikası ile saldırmaktadır. Türk devleti tüm teknik gücü ve kimyasal gazlarla Özgürlük Gerillalarına saldırarak bir soykırım hayaline girdi. Ancak bu hayaller Özgürlük Gerillaları tarafından suya düşürüldü. Gerilla karşısında sendrom üzerine sendrom yaşayan Türk devleti, son dört yıldır ise Medya Savunma Alanlarında adeta kitlenmiş durumdadır.
Türk devleti, kimyasal gazlarla gerillaya saldırırken, uluslararası hukuku ayaklar altına almıştır. Kimyasal silahların kullanımı sadece bir savaş suçu değil, aynı zamanda insanlığa karşı işlenen bir suçtur. Ancak buna rağmen, dünya sessizdir. Bu sessizlik, emperyalist güçlerin Türk devletinin suçlarına ortak olduğunun bir göstergesidir. Türk devleti yalnızca Kürt halkını değil, tüm insanlık onurunu hedef almaktadır.
Gerilla karşısında çaresiz kalan Türk devleti ve güdümündeki çeteler, bu sefer yönünü Rojava Özgürlük Devrimine çevirdi. Rojava’ya dönük kapsamlı işgal saldırısı başlatan Türk devleti, Hibrit Savaş yöntemi ile orada bir soykırım ve imha politikası geliştirmek istemektedir. Bu duruma 10 yıl önce de tanıklık etmiştik. Kendileri gibi barbar zihniyete sahip DAİŞ çetelerini, Rojava halkımızın üzerine sürmüş ve halkımıza, özelinde Êzidilere büyük vahşetler uygulamıştı. Kadınları köleleştiren, çocukları katleden bu barbar zihniyet, Türk devletinin gözetiminde ve desteğiyle hareket etmiştir. Şengal’de yaşanan soykırım, Türk devletinin elindeki kanı daha da derinleştirmiştir. En sonunda ise “Allah u Ekber” bağrışlarıyla yönlerini Kobanê’ye çevirmişlerdi. O sırada Türk devletinin başında bulunan zat ellerini ovuşturmuş, ağzının suyu akarcasına “Kobanê düştü düşecek” naralarında bulunmuştu. Ancak o sırada hesaba katmadıkları bir şey vardı: Kobanê’nin bir direniş kalesine dönüşecek olması ve alacakları iğne ucu büyüklüğündeki yaraydı.
İlk etapta yaranın bu kadar etki yaratacağının farkında değillerdi. Belki de farkındalardı. Ama önemli olan o yarayı almalarıydı. İnce Memed romanında köylü Murtaza ile Vali arasında geçen bir sohbet vardır. Murtaza, valiye yılanı nasıl öldürebilirsin üzerine sorular sorar, ardından cevaplar. İlk önce “Başını bir taşla ezersin” der. Önder APO çocuk yaşlarında bu sisteme karşı çıkarak o yılanın başını çoktan ezmiştir. Devamında “boğarsın” der. APOCU fedailerin düşmanı nefes aldırmaz duruma getirerek boğduğuna her gün şahit olmaktayız. Bir diğer yöntem ise “kurşunlarsın yılanı” der. Tarihi 15 Ağustos Atılımı ise bunun en büyük örneği olacaktır. Şehit Egîd şahsında sömürgeciliğe ve gericiliğe karşı sıkılan ilk kurşun, bugünün görkemli direnişlerine büyük bir gösterge olmuştur.
Bugün, 15 Ağustos ruhu yalnızca Kürdistan’da değil, faşizmin karşısında duran tüm dünya halklarında bir direniş sembolü haline gelmiştir. Bu ruh, sömürgecilere korku, ezilenlere umut aşılamaktadır.
Bir de “hastalanır ölür, leylek yer ölür şöyle ölür böyle ölür” der. Türk devleti de şöyle böyle birçok ölüme şahit olmuştur elbet. Nasıl öldüklerini sıralayacak olursak eğer, sayfalar dolusu yazmamız gerekecektir. Bu sebeple bunları es geçiyoruz. Fakat 3 eylemden söz etmemiz yararlı olacaktır. Şayet bu eylemler PKK’nin mücadele tarihinin özeti niteliğindedir. 1. eylem; Şehit Sara Tolhildan ve Rûken Zelal’in Mersin’de geliştirmiş olduğu fedai eylemidir. Her iki arkadaşın kadın olması önemli bir ayrıntıdır. PKK’nin kadın öncülüğünde gelişen bir hareket olduğunu bizlere göstermektedir. 2. eylem; işgalcilerin kalbine bir hançer gibi saplanan Ankara eylemidir. Bu eylem, faşist rejimin kalbine saplanmış bir kılıçtır. Şehit Erdal Şahin ve Rojhat Zilan, özgürlük bayrağını en karanlık topraklarda dalgalandırmıştır. Son eylem ise Ankara TUSAŞ eylemidir. Şehit Asya Ali ve Rojger Hêlîn bu eylem ile Özgür Eşyaşamın vücut bulmuş halidir. Bu kahramanlar, yalnızca düşmana değil, onun yarattığı çürümüş sisteme de ölümcül bir darbe vurmuştur.
Son olarak ise “Bir yılan iğne ucu kadar bir yara alırsa… karıncalar o yaraya üşüşürler. Bir gün içinde yılanı yer bitiriverirler” der. Türk devleti ise o yarayı Kobanê’ye yapılan saldırılar sırasında, halkın adeta birer karınca misali Rojava ve Bakûr Kürdistan arasına konulan sınırları aşması ile almıştır. Bu yara, diğer aldığı öldürücü darbelerden farklıdır. Çünkü halkımız, çizilmiş sınırları reddetmiş, 7’den 70’ine tüm kesimiyle mücadele saflarına katılmıştır. Böylelikle barbar zihniyetin yıkılışı da meşrulaşmıştır.
Ancak unutmamız gerekir ki düşman son nefesini vermeden önce zehirli dişlerini geçirmek isteyecektir. Buna karşın son derece dikkatli olmalı ve örgütlü halk bilincini arttırmalıyız. Devrimci Halk Stratejisi temelinde öz savunmamızı güçlendirerek düşmana her alanda darbeler indirmeliyiz. Bunun öncülüğünü yapacak olanlar ise gençlerdir. Gençler, başlarını sistemin kumundan çıkarmalı ve özgürlük seslerine kulak vererek bu mücadelede yerlerini almalıdır. Aksi durum düşmana zaman kazandırır ve zehirlenmemizi sağlayacak olasılıkları arttırır.
Her genç, bu mücadelede yer almak için bir sebep bulmalıdır. Faşizme karşı durmak insan olmanın gereğidir. Gençlik, özgürlük kavgamızın hem kalkanı hem de kılıcıdır. Zafer, gençlerin elleriyle yükselecektir.
Böylesi destansı kahramanlıkların yaşandığı bir dönemde inanıyoruz ki, zafer sömürgeciliğe karşı direnen halkımızın olacaktır. İnanıyoruz ki tüm karanlık zihniyetlerle karşı direnen Özgürlük Gerillalarının ve dinamik gücü gençliğin olacaktır. Ve yine inanıyoruz ki gençlik bu mücadelede üzerine düşen rol ve misyonu yerine getirecektir.”