HABER MERKEZİ–
Benim üzerimdeki komployu ne halk ne PKK ne de devlet anlamış değil. Ama ABD iyi planlamış, planı iyi işliyor, Kürtlere bir şey vermeyecekler. İlkel milliyetçiler emir eri gibi çalıştığından devletçik yapabilirler. Milliyetçi Kürtler bir süre ABD ile yürüyebilir ama Ortadoğu’da ABD ile yürümek neye yol açar. Ermeniler 50 yıl İngilizlerle Fransızlarla, İyonlar 100 yıl İngilizlerle yürüdüler ama bu coğrafyadan silindiler. Ninova’da Asuriler-Süryaniler vardı, onlar da ardarda ortadan kaldırıldı. Kürtler bir devletçik olacaklar ama buna ne kadar güvenmek mümkün? İkinci bir İsrail gibi mi olacak? Kürtleri savaşa mı sürer belli değil. Kürtleri Türklere kırdırma İngilizler zamanında başladı, şimdi ise Kürtler biraz güçlendi.
2003’te Talabani’nin Ankara ziyareti olmuştu, Erdoğan’la görüşmüştü. İçinde bulunduğum kısıtlı koşullarda bile bazen bir cümleden çok şey çıkarabiliyorum. Talabani o görüşmede Erdoğan’a “Öcalan’ı niye konuşturuyorsunuz?” demişti. Erdoğan da Türkiye’de ifade özgürlüğü çerçevesinde herkesin konuşabileceğini söylemişti. Talabani bu cümlesiyle Kürt sorununun çözümünde Öcalan’ı muhatap almayın diyordu. O zaman ABD’nin PKK’ ye dönük ciddi bir tasfiye planı olduğunu anladım. Osmanlara para, avrat vererek onları partiden kopardılar. Benim yerime bunları muhatap hale getireceklerdi. ABD, Kürt burjuvazisi üzerinden sorunu kendi denetimine alarak, kendi yöntemlerini, kendi politikalarını hayata geçirmek istiyordu. Bunların amacı partiyi dağıtmaktı. Yanlarında götürebildikleri kadar insanı götürmek istediler. Fakat ne parti ne de halk bunlara tenezzül etmedi. Bunların gerçek yüzlerini gördüler. Ve böyle olunca da ABD ve diğerleri bunlardan bir şey çıkmayacağını anladı.
Mustafa Kemal 1.Dünya Savaşı sonrasında, İngilizlerin Sykes-Picot anlaşmasıyla Ortadoğu’ya dönük geliştirmek istedikleri planlarını, Kürtlerle yaptığı ittifak ile boşa çıkarmıştır. Fakat İngilizlerin bölgeye dönük planları sona ermemiştir. Benim komployla Suriye’den çıkarılıp Türkiye’ye teslim edilmem de CİA ile birlikte İngilizlerin de parmağı vardır ve asıl amaç o gün gerçekleştiremedikleri politikalarını bugün gerçekleştirmekti. Benim duruşumla bir Türk-Kürt savaşı engellenmemiş olsa, çıkacak bu savaşla İngilizler haritaları yeniden çizip planlarını yürürlüğe koyacaklardı. Zaten Ortadoğu’ya yeniden şekil veriliyor, bütün Ortadoğu yeniden şekillendirilecek. Benim Suriye’den çıkarılışımda ki asıl amaç, benim ve benim önderliğimde ki PKK’nin bu planlara engel oluşumuzdu. Türkiye belki anlayamamış olabilir ama benim teslim edilmemden sonra bu planların yürürlüğe konulması için Güney’de gerekli yapı da oluşturuldu. Türkiye’nin zaten tarihi düşmanları var, kuşatılmış durumda. Ermenistan’ı var, Yunanistan’ı zaten var. Gürcistan bile buna dahil edilebilir. Benim komployla Türkiye’ye teslim edilmemde ki amaç bu kuşatmanın Kürt ayağını oluşturmaktı. Fakat ben bu planları zaten biliyordum ve gördüm, ona göre tutum belirledim ve daha önce Mustafa Kemal’in yaptığını bugün yaparak bir ölçüde bu planları boşa çıkardım. İngilizler bu nedenle bana da kızgındırlar. Bizimkiler de tam anlayamadı bunu. Kani Yılmaz’la ilişkiye geçtiler. İngilizler Kani Yılmaz farkında olmadan ona hissettirmeden onu kullanmaya çalıştılar. Kani Yılmaz aslında son ana kadar beni en çok seven kişiydi. Bizim Osman alçağı da ne yaptığını bilmeden onlara hizmet etti. Biri kardeşti diğeri en sadık kişilerdendi.
Güney’de bir çeşit Ermenistanvari Kürdistan kurulma planları vardır. İsrail kendi amaçları doğrultusunda bu devleti kullanmak isteyecektir. Kendi güvenliği için gerekirse Araplara karşı saldırtacaktır. İsrail’in Türk ordusu üzerinde de büyük bir etkisi vardır. Erbakan hükümeti döneminden ’96 yılından beri, ordunun İsrail’le büyük askeri işbirliği var. Bu anlaşmalar biliniyor.
AB ikiyüzlülük yapıyor. Ben burada kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Bir avuç Kıbrıs için Yunanlıların ufak bir talebini karşılamak için Kürt sorununu görmezden geliyor. Sekiz yıldır Kürt sorunu için herkesi oyalıyorlar. Hiçbir şey yapmadılar, Kürt sorununu adeta dondurdular.
Roma’dayken Fransa, hakkımda uyduruk bir mahkeme kurmuştu. Amaçları güya beni Avrupalı yapacaklardı. Yani “biz her şeyi düşünürüz, yapılması gerekenleri size söyleriz, siz sadece yaparsınız” diyorlardı. Ben kabul etseydim her şey görünürde mükemmel olacaktı ve beni bu şekilde de Avrupa’da kabul ederlerdi. Fakat ben kabul etmedim. Her zaman özgür kişiliği yaşamak istedim. Benim için özgürce düşünmek ve hareket etmek her şeyden önemlidir. Bu hücrede de olsam önemli olan özgür düşünebilmemdir. Ve sorunun da bu şekilde çözülemeyeceğini biliyordum. Kabul etmediğim için de beni gözden çıkardılar ve sonra olanları biliyorsunuz. Fakat Avrupa devletleri ile işbirliği yapanları, kimin kimle ilişkisi olduğunu çok iyi biliyorum. İbrahim Güçlü ve onun gibilerin İsveç ile olan ilişkilerini tahmin edebiliyorum. Yine Elçi ve diğerlerinin de durumlarını az çok biliyorum. Sonraları biraz bunları devreye sokmaya çalıştılar.
Çok iyi hatırlıyorum; ‘93’teki ilk ateşkes kararımızdan sonra Yunanistan, şok oldu. Adeta üzerine bir kova soğuk su dökülmüş gibi oldu. Ateşkes yapmamızı istemiyorlardı. Sürekli savaşmamızdan yanaydılar. Biz onlara “sorunlarımızı barışçıl yollardan halledebileceksek neden olmasın?” diyorduk. Bundan sonra bize soğuk davranmaya, bize karşı tavır takınmaya başladılar.
Benim Türkiye’ye teslim edilmem de Türkiye’nin hiçbir rolü yoktu. ABD ve İsrail eliyle bu oldu. Teslim edildiğimde anında idam edilebilirdim. Beni teslim edenlerin de amacı buydu. Ecevit o dönem sağduyulu yaklaştı. MHP’ye kalsaydı anında idam edeceklerdi. MHP, “Apo’yu bir dakikada idam ederiz” diyordu.
ABD, beni teslim etmek isterken Türkiye’yi çağırıp, “gelin size Öcalan’ı verelim” demiştir. Türkiye de “tamam” deyip kabul etmiştir. Olay budur. Türkiye benim teslim edilmemde ki amacı hiçbir zaman anlayamadı. Kenan Evren bile Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmekle Türkiye’nin başına büyük bir bela getirdiler, demiştir. Hatta Ecevit, benim Türkiye’ye niçin teslim edildiğimi anlayamadığını söylemişti. Ecevit’in Türkiye siyasetindeki yeri biliniyor. Buna rağmen o bile ABD’nin bu konudaki planlarını anlayamadığını söylüyor. ABD’nin Ortadoğu’daki planları çok gizlidir, kimse bu planları yeteri kadar anlayamıyor, çözemiyor. Beni Türkiye’ye teslim ettikten sonra, Amerika’da bir think-thank kuruluşunun başkanı, Türk yetkililerine, “Öcalan’ı ne zaman asıyorsunuz? Bir an önce asmanız lazım.” deyip, asılmamı çok isteyen bir çaba içerisindeydi.
Esasen beni daha Türkiye’ye teslim etmeden önce Kenya’da Yunan Büyükelçiliğinden çıkarmak istiyorlardı. Sabaha kadar beni çıkarmak için uğraştılar. Bana bir tabanca verdiler. Normalde bir lider, benim yerimde olsa bu tür durumlarda kendini korumak için çatışmaya girer, silahını çeker ve kendini silahla korumaya çalışırdı. Hatta Dilan onlar bunu anlamadıkları için ısrarla bana “Başkanım kendini koruman lazım, yanına tabanca al” dediler ama ben komployu bildiğim için yanıma tabanca almadım, binadan da çıkmadım. Kendimi adeta koyuverdim. Bana, “Güney Afrika” falan diyorlardı, “Seni Hollanda’ya götüreceğiz” diyorlardı. Ben yalan söylediklerini kesin biliyordum. Çünkü beni oraya götüren uçak, NATO uçağıydı. Bu komployu gördükten sonra da dedim ki, bu komployu boşa çıkarmak ve boyutlarını öğrenmek için de olsa yaşamam lazım, dedim. Türkiye tarafı bunu gözü kara karşıladılar. Meseleyi anlamıyorlardı. Herkesle anlaşma içerisine giriyorlardı. Doksan devlet ile ilişkideydi ve onlarla anlaşıyorlardı. Yunanistan’la da anlaşmışlardı. Kıbrıs ve Ege adalarıyla ilgili Yunanistan’a, “siz bize Avrupa’da engel çıkarmayın biz de Kıbrıs’ta Ege de size kolaylık sağlarız, size karışmayız.” demişlerdi. Kıbrıs konusunda verilen tavizlerin sebebi budur. Yunanistan’ın komplodaki rolü çok önemlidir. Yunanistan bir AB üyesidir, kendi hukukunu dolayısıyla AB hukukunu çiğnemiştir.
Tarihi Türk-Yunan düşmanlığının giderilmesi için benden daha iyi bir hediye olamazdı. Rusya’ya da 10 milyar dolar para verdiler. Ayrıca Mavi Akım projesinde de anlaşmaya varıldı. Rusya’nın müthiş paraya ihtiyacı vardı. Benim teslim edilmemle sonradan çok açık şekilde anlaşıldı ki, Barzani ve Talabani’nin önü de açılmış oldu. Bunların hepsini çok iyi düşünmek gerekir.
Şimdi de ‘99’da yarım kalan komployu tamamlamak isteyebilirler. Zehirlenme olayı bu açıdan da bir tehdittir. Zehirlenme girişimi siyasi tehdittir. Biz seni istediğimiz zaman zehirleyebiliriz, öldürebiliriz, yok edebiliriz demek istiyorlar. Yaparlar mı bilmiyorum ama yapabilirler. Türkiye’den de beni yok etmek isteyenler var, onları da anlayabiliyorum. Saddam’ı öldürdükleri zaman onu tekmelemişlerdi. Bahçeli onlar da Apo’nun derisinden kösele yapacağız, demişlerdi. Beni Türkiye’ye teslim eden ABD ve İngiltere’dir. Böyle bir şey yapmak isteseler bile ABD’den onay almak zorundadırlar. Zehirlenme olayı da aynı şekilde bana bir yönelim varsa veya yoksa ABD’nin kesin bilgisi dahilindedir.
Şimdi komplodaki esas noktayı belirtiyorum: Kuzey Kürdistan’daki Kürt mücadelesinin zayıflatılmasına veya bitirilmesine karşılık Güney ile işbirliği yapıldı. Komplonun özü budur. Türkiye bize karşı Talabani ve Barzani’yi sürekli destekledi. Bu tarzla bizi bitirmeye çalışıyorlardı ve bitireceklerini sanıyorlardı. Bu şekilde Barzani’yi kendi adamları yapmak istiyorlardı. Fakat Barzani, ikili davranıyordu; hem Türkiye ile ilişkileniyordu hem de bizimle ilişkileri vardı. Barzani şimdi Kürt Devlet Başkanı’dır, Talabani de Irak Cumhurbaşkanı’dır. Bunun karşısında Türkiye adeta şoke olmuştur. Bu nedenle özeleştiri yapıyorlar. Türkiye, Kuzey Irak politikasıyla bugüne kadar bizi hep bitirmeye çalıştı. Öyle birkaç yüz adamı bizden koparmakla, birkaç gerillamızı teslim almakla ve öldürmekle bunu sağlayacaklarını düşünerek seviniyorlardı! Ama 90’ların başından itibaren ABD’nin Kuzey Irak’ta yapmak istediklerini Türkiye anlayamıyordu. Ankara Anlaşmasıyla bizi tasfiye karşılığında Güney’e desteklerini sundular, onlara birçok imkan verdiler.
Devlet Kuzey Irak’taki bu politikalarıyla çıkmaza girmiştir. Asıl, Türkiye’yi bu şekilde ABD’ye bağımlı hale getirenler Türkiye’ye ihanet etmiştir. Türkiye, 1985’ten itibaren de Almanya ile büyük bir ilişkiye girdi. Almanya bu tarihten itibaren bize cephe almaya başladı. Türkiye bu tarihte dünyanın en iyi ekonomilerinden birine sahip olan Almanya’ya bütün kapılarını açtı. Almanya, Türkiye’deki birçok ticari noktalara hâkim oldu. Halen de Türkiye, en büyük ekonomik ilişkisini Almanya ile yürütmektedir. ‘90’lardan itibaren de devreye ABD ve İsrail girmiştir ve Türkiye’ye birçok taviz karşılığında müthiş yardım etmişlerdir. Dönemin Genelkurmayı Güreş, İngiltere ve ABD tarafından bize yeşil ışık yakıldı, demişti. Bunun üzerine Güreş, ‘artık PKK’yi bitirebiliriz’ demişti. İngiltere bir yandan da PKK’ye hâkim olmak istiyordu. Yani PKK’yi kendi çizgisine çekmek istiyordu. Melik Fırat’la İngilizlerin derin ilişkileri vardı. Şemdin Sakık üzerinden bize hâkim olmaya çalışıyordu. Tabi Tilki Selim de vardı, Selim Çürükkaya. Şemdin o dönem bizi müthiş zorluyordu. 33 asker olayı da bir provokasyon eylemiydi. Şemdin ile Melik Fırat arasında o dönem böyle kenetlenmiş bir ilişki vardı. Ben bunu 1992’de Şam’da fark ettim.
Barzanilerin İsrail ile ilişkileri uzun bir süreden beridir devam ediyor. 1946’da Mahabat Kürt Cumhuriyeti kurulduğunda Barzani, bu cumhuriyetin asıl gücüydü. Daha sonraları da Kürt liderliğine oynadılar. Nakşibendilik, toplumda çok güçlü bir tabana sahiptir. Biz, PKK’nin ideolojisini oluştururken Nakşiliğin bu kadar güçlü olduğunun farkına varamamıştık. Nakşibendilik, dininin yanında hatta dinden de çok siyasettir. Devletin bir çok önemli noktasında Nakşibendilik vardır. Said-i Nursi, yeni Cumhuriyet’te devlet içinde Nakşiliği uygulatamadığı için Mustafa Kemal ile ters düşmüş ve Mustafa Kemal’e küsmüştür. Daha sonraları sürgüne gönderilmiş ve hapis yatmıştır. Şeyh Sait olayında Kürtçülük vardır fakat esas Kürtçü Bitlis mebusu Yusuf Ziya, Nuri Dersimi ve diğerleridir. O dönem Kürt burjuvazisine evrilmekte olan önemli bir Kürt elit kesimi ve çevreleri vardı. Kürt Nakşiliği, Cumhuriyette iktidardan pay almak istedi, Cumhuriyetle anlaşmak istedi, anlaşamayınca da Kürt hareketiyle birlikte isyan ettiler.
Bütün amaç PKK’nin tasfiyesidir. 99’da benim teslim edilmem de Türkiye adeta masaya kondu, adeta peşkeş çekildi. Bu söylediklerim ütopya değil, abartmıyorum. Rusya’nın çok acil paraya ihtiyacı vardı. Mavi Akım projesi bununla bağlantılıdır. Suriye, birden Türkiye’nin iyi dostlarından oldu. İran’la Türkiye’nin çelişkileri bir kenara bırakıldı. İtalya’da biraz mevzimiz vardı, dostlarımız vardı, onları da etkisiz hale getirdiler. YNK’nin ve KDP’nin önü açıldı. Talabani cumhurbaşkanı oldu, Barzani Kürdistan’ın başkanı oldu. Benim ve PKK’nin tasfiyesi süreci 99’dan sonrada devam etti. Daha sonra içeriden oynamaya başladılar. Bu müdahaleler 99’un, komplonun devamıydı. Osman ve Botan bu oyuna geldiler. Belki benim de burada bu oyuna gelmemi isterlerdi, ama bunun mümkün olmadığını onlarda biliyor. Bu nedenle o dönem burada biraz sürecin dışında bırakılmak istenildim.
ABD destek veriyor, İsrail destek veriyor ve bir devlet kurduracaklar. Ama benim istediğim demokratik bir Kürdistan’dı. Biliyorsunuz ben geçmişte bunlara karşı amansız mücadele ettim, ama beni onların önünde bir engel olarak gördükleri için beni Türkiye’ye teslim ettiler. Ondan sonra da onlar güçlendiler. Barzani ulus devleti dayatacak, çünkü ordusu var, destekçileri var. ABD ve İsrail’in onları epey destekledikleri de açık.
İngiltere, ABD ve İsrail, Güney’de Kürtlerin bağımsız bir otorite olabileceğine karar verdi. Bu oluşum sayesinde bölge devletlerine, İran olsun, Türkiye olsun, Arap devletleri olsun, daha rahat müdahale edilecekti. O dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş İngiltere’ye gidip bu planı onaylatıp öyle döndü. Hatta “İngiltere’den yeşil ışık aldık” demişti. Bunun anlamı şuydu: Güney’de bir Kürt oluşumuna izin verilecek, karşılığında PKK tasfiye edilecekti. Türkiye’nin PKK’ye karşı yürüttüğü kirli savaşa ses çıkarılmayacaktı. Anlaşma buydu, o dönem Talabani, Barzani defalarca benimle görüştüler, gelip kendilerine katılmamı istediler. Tabi ben reddettim, çünkü ben bunun çözüm olmayacağını biliyordum.
Özgürlük çizgimizden taviz veremezdik. Kabul etseydim onların basit bir adamı olmuş olacaktım. Böyle Türkiye’de bir çok kişiyi kullanmaktalar. Fakat bu tür şeyler PKK’yi etkilemez. O dönem İsrail’in de koruma yönünde önerileri olmuştu. Ama ben bunların hiç birini kabul etmedim, “bu adam iflah olmaz” dediler. Sonuç olarak, tasfiye edilmeme karar verildi.
Güney’deki devlete İsrail’in ve ABD’nin destek verdiği biliniyor. Bu devlet Ortadoğu’da İsrail’in ittifak yapabileceği bir devlet olacak. Fakat Kürtlerin tamamı sadece İsrail ile ittifak yapmış durumda değildir. Böyle bir durumda bütün Kürtler İsrail ile işbirliği yapacak olsa Türkler, Farslar, Arapların saldırısına uğrayacaklardır. ABD’nin İran meselesi de halen ortadadır.
Emperyalistlerin I. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’ya müdahalesinde önce Yunanlılar Batı Anadolu’yu işgal edip, daha sonra Anadolu’yu tamamen terk etmek zorunda kaldılar. Öncesinde Ermeniler de emperyalistlerin böyle bir oyununa gelmişlerdi. Büyük bir coğrafyaya yayılmış Ermeniler bu oyun neticesinde katliamla karşı karşıya kalıp, Anadolu’dan sürüldüler, küçücük bir coğrafyaya sıkışmak zorunda kaldılar. Bugün geldiğimiz noktada Kürtleri de bu şekilde sürmekten söz edenler var. Bunun sözcülüğünü başta CHP olmak üzere neo-ittihatçılar yapıyor. Ama bu mümkün değil, büyük bir felakete yol açar.
Batı da, AKP’ye destek veriyor. Aslında bu politikalar Londra merkezlidir. İngiltere’nin planına göre Türkiye, İran ve Suriye’ye “Irak Kürdistan’ında bir Kürt Devleti kurulacak, sizler buna destek vermelisiniz, ama sizin Kürtleriniz de size. Onlara ne yaparsanız biz karışmayız, istediğiniz gibi vurabilirsiniz” denilmiş. Bu plana göre Kürtlerin özgürlüklerinin, acı çekmelerinin hiçbir önemi yok. Bu plana Kürtlerin bir kısmını da dâhil etmişler. Beni de bu konsepte dâhil etmek istediler. Sami Abdurrahman da bu politikanın bir elemanıydı. Bazı Kürt Nakşîler de bu planın içinde, Melik Fırat onlar da bu planın içinde, Talabani ve Barzani de bu planın içinde, ABD de bu planı destekliyor. Ama bu bir İngiliz planı, tutar mı? Tutmaz, tutmayabilir. Çünkü Kürtler artık özgürlük istiyor, özgürlük isteyen bir halk oluşmuş.
Bu planı PKK bozdu. PKK onların planlarını altüst etti, bunun için bu kadar panikliyorlar, üzerine hep birlikte gidiyorlar. Bu işin 1999 yılında bittiğini sanıyorlardı. Ben sorgumu yapan kişilere de söyledim. “PKK bitmez, yanlış yapıyorsunuz” diye. Çünkü ortada bir halkın özgürlük talebi var. Gelinen aşamada süreç beni haklı çıkartıyor. PKK içindeki tasfiyeciler de bu planı gördükleri için örgütü oraya çekmeye çalıştılar. Talabani’ye tutunmaya çalıştılar, çünkü ABD’nin kendilerini destekleyeceğini hesaplıyorlardı.
AKP, Kürt işbirlikçileri yanına alarak bu Londra planını uygulayıp kendi yandaşlarına da çıkar sağlamaktadır. Kürt işbirlikçiler de bu ranttan kısmen pay almakta ve birlikte bu konsepti yürütmektedirler.
ABD de bu gün var yarın yok. Bunların Kürtleri bu konsepte dâhil etme çabasına rağmen halkımızın da bir özgürlük talebi vardır.
İşte AKP kendisine verilmiş olan emanet oylara da güvenerek mücadeleyi boğmak istiyor. Londra merkezli bu konsepti AKP uygulamakta, Kuzeyde ve Güneyde kendisine bağladığı Kürtler aracılığıyla bölgede epey oy almaktadır. Seçim döneminde Kürt sorununun demokratik çözümü konusunda AKP’ye verilen emanet oylar AKP’ce Kürtlerin tasfiyesine yönelik olarak kullanıldığı halk tarafından anlaşılmıştır.
O zamanlar buraya gelen yetkililere açıkça söyledim: ABD’nin beni sizlere teslim etmesiyle bu sorun çözülmez, daha da girift bir hal alır. Tabi o zaman yetkililer tehlikeyi göremiyorlardı. Şimdi de benim gibi birkaç kişiyi daha Türkiye’ye teslim edebilirler, bu da çözüm değil yeni bir tuzaktır, uyarıyorum. Türkiye’deki ekonomiden pay alabilmek, ekonomiyi kontrol etmek için savaşa ihtiyaçları var. Bu savaştan kazanç elde ediyorlar. Ortada büyük bir konsept var ve bu konseptten elde edilen muazzam bir gelir var. Türkiye’nin dış borcu 450 milyar dolara dayanmış durumda. Türkiye yılda 100 milyar dolar borç ödüyor. Bir devlet yılda 100 milyar dolar faiz öderse ne hale gelir! Bu politikalarla Türkiye’yi kupkuru hale getirecekler. Kazançlarının devam etmesi için savaşın da devam etmesi gerekir.
Aslında bizim yarattığımız gelişmeler, 1990’lardaki PKK’nin mirasını KDP ve YNK yiyor. Biz doksanlarda mücadeleyi geliştirince devlet bize karşı Barzani ve Talabani’yi güçlendirdi, kırmızı pasaport verdiler, bize karşı Güney’de bir Kürt devletçiği yarattılar. Barzani de Talabani de kurt politikacılar. Bu gelişmeleri hemen gördüler ve kendi çıkarlarına kullandılar.
Güneydeki Kürt Devletinin kuruluşu da 1946’lara İsrail’in kuruluşuna kadar gider. İsrail kurulurken bölgede Arapları dağıtacak, İran ve Türkiye’yi oyalayacak, kendine bağlayacak bir Kürt Devleti oluşturmak istedi, o dönem Barzani ailesi ile ilişkiler vardı. Yani aslında Güneyde bir Kürt devleti kurarak bütün Kürtleri oraya bağlamak istiyorlardı, benim bunu fark ettiğimi anladıklarında bana yöneldiler. Beni de Barzani’nin yanına gitmem için çağırdılar Şam’da iken. Büyükelçilik düzeyinde bize geldiler, gelin birlikte olun diyorlardı. Ben bunu doğru bulmadım, biz iktidar sarhoşu değiliz, ben ideoloji adamıyım, inanç adamıyım, ancak doğrularımla, ilkelerimle iş yaparım. Bunun için başta MOSSAD, CİA, İngiliz gizli servisinin rolü de çok önemli, bana yöneldiler. Beni çıkarları için büyük bir tehlike olarak gördüler, tasfiye ettiler. Ama MİT bunu anlamadı, bunu anlaması gerek. 1990larda yarattığımız mirası KDP, içerde de AKP yiyor, aslında biraz ortam boş kendiliğinden böyle gelişti. ANAP iflas etmişti, DYP nin durumu ortadaydı, CHP tıkanmıştı bu durumda İslami bir açılımla AKP bu dönemde gelişti, başka partide yoktu, bizim mirasımızı yiyorlar. Kürtler arasında da örgütlüler, AKP de örgütlü, KDP’de sadece Güneyde örgütlü değil, bir o kadar Türkiye de örgütlü, AKP içinde de milletvekilleri var, önemli iş adamları var, Ankara’da işadamları, siyasetçiler var, Avrupa’da diplomasi yaptıkları geniş bir çevre var. Adamlar örgütlü. Bunu bizim mirasımız üzerinden yaptılar, KDP’nin Kürdüne ben “ulus-devletçi Kürt” diyorum.
AKP üzerinden bir Kürt-İslam partisi kurmaya çalışıyorlar. AKP içindeki yetmiş milletvekiliyle bunu yapmaya çalışıyorlar. Bir dönem Şerafettin üzerinden yapmaya çalıştılar. Başaramadılar, Sertaç Bucak üzerinden yaptılar, başaramadılar, şimdi bu yöntemi kullanıyorlar, Kürtleri bölmeye çalışıyorlar ama bunu da başaramayacaklar.
1916-1918’de Avrupa’da Yahudi Kongresi (Konsey de olabilir) yapılıyor. Musa Alptekin gidiyor o Kongreye. Kongre’de “Yahudilerin asıl toprakları Anadolu’dadır” deniliyor. Şimdi Ege kıyılarına kim hakim! Antalya’nın yüzde kaçı kimin elinde! Harran’a tek kanalla su taşımayı kimler yapıyor! Hani Tansu Çiler “çakıl taşını bile vermem” diyordu! Türkiye’nin sınırlarındaki mayınları bile onların izni olmadan temizleyemiyorlar. Amaç orayı bölerek kontrol altında tutmaktır. Türkiye kendi Genelkurmayına bile temizletemiyor, neden? Temizlenmesi için ihaleyle yabancı bir şirkete verilmesi şartını koşuyorlar. Hedef halkların bir araya gelmesini engellemek. Ya mayınlı tarlalarla uzaklaştıracaklar ya da orayı başka şekillerde kontrol etmekle. Orayı kontrol altında tutmak istiyor İsrail. İşgal öyle gelip toprakları almak ve oraya yerleşmekle olmaz, orayı kontrol altında tutarak oranın her şeyine hâkim olarak yapılıyor.
Türkiye’de de sahte Türkçülüğü geliştirdiler. Kürtçülüğü de farklı geliştirdiler. Kürtlerin bazı aileleriyle de ilişkiye geçtiler. Taa yüz elli yıl öncesinden Barzani ailesiyle ilişkiye geçtiler. Kürt milliyetçiliğine de bu şekilde el attılar, Nakşicilikle de birleştirdiler.
Ortadoğu’da bütün bu yaşananlar bir 3. Dünya Savaşı’nın olduğunu gösteriyor. Ben Ortadoğu’da olsaydım Irak’ta olanlar bu şekilde yaşanmazdı, Saddam bu şekilde çözülmezdi, çözülmesi daha farklı olurdu. KDP ve YNK böyle davranmazlardı. Ben Ortadoğu’da onlar için bir tehlikeydim. Bu nedenle beni etkisizleştirmeye çalıştılar. Ya öldüreceklerdi ya da etkisizleştirip tasfiye edeceklerdi. Bunları yapamayınca beni bu adaya hapsettiler. Sıra Türkiye’de, Türkiye’yi çözmeye çalışıyorlar. Türkiye’nin çözülmesi, Türkiye’nin Iraklaşması demek, bu da çok derin bir Türk-Kürt çatışmasının başlaması demektir.
Ilımlı İslamla hedeflenen aslında Ortadoğu’da Arap milliyetçiliğinin kırılmasıdır. Türkiye öncülüğünde Suriye-İsrail görüşmelerinin yapılması, Arap milliyetçiliğinin kırılması çalışmasıdır. Benim Suriye’den çıkartılmam da bununla ilintilidir. Türkiye İsrail-Suriye arasındaki sorunu çözmeye çalışıyor ama bir taraftan Amerika, bir taraftan da İsrail tarafından kuşatılmış durumda. İsrail- Suriye görüşmeleri üzerinden AKP’ye, ‘Arap milliyetçiliğini kır, biz seni bir süre daha destekleyelim’ diyorlar. Bu temelde AKP iktidarını bir süre daha destekleyecekler.
Şimdi de Ortadoğu’da sistem bozan adam benim. İngilizler beni benden daha iyi tanımış, teşhis etmişler, İmralı sistemini kurmuşlar. Ortadoğu’da onlar için bir tehlikeydim. Komplonun gelişmesinde İngiltere, CIA ve İsrail rol oynamıştır. Bu olayda Türkiye’nin gücü ve rolü yoktur. Orada burada yapılan teknolojik takip CIA’nindir. Bu şekilde Türkiye’ye teslim edildim. İmralı sistemini geliştirdiler. Ben Ortadoğu’da olsaydım, Ortadoğu bu şekilde çözülmezdi. Komployla hedeflenen, Apo’suz PKK, PKK’ siz Kürt yaratmaktır. Bu halen stratejik bir hedeftir.
Buraya geldiğimde yetkililer gelip benimle görüştüler ama ilginçtir, ilk kez burada derli toplu söylüyorum, benimle görüşen yetkililer çatışmanın durdurulması için benden bir talepte bulunmadılar. Hani barış istiyorlardı, çatışmaların durmasını, “terör”ün bitmesini istiyorlardı! Ben bu duruma çok şaşırdım. Kimse çatışmaların bitmesini istemiyordu; ne ABD ne KDP ne de YNK! Çatışmalı ortam ABD’nin, YNK’nin ve KDP’nin Ortadoğu’daki varlığı demekti. Kuzey Irak’la ilgili yanlış yapıyorsunuz dedim ama beni anlamadılar. O dönemdeki iktidar, Ecevit, Çiller beni getirmiş olmanın zafer sarhoşluğuna kapılarak bütün bu olan biteni, bu oyunları anlayamadılar, göremediler. Kendi inisiyatifimle çatışmalı ortamı durdurabileceğimi söyledim. Buna karşı da çıkmadılar, evet de demediler. “Siz bilirsiniz, nasıl istiyorsanız öyle yapın, bu durum sizin sorumluluğunuzdadır”, dediler. Bana yardımcı olmadılar. Benim için o dönem hazırladığım mektupların ilgili yerlere, dışarıya çıkmasına izin verdiler. Ben de sorumluluk alarak, oyunları boşa çıkarmak için, PKK’ yi sınır dışına çektim ve bildiğiniz dönüşüm sürecini başlattım. Beni buraya getirirken, benden intiharvari bir tavır bekliyorlardı. Ama ben intiharvari bir tavıra girmedim, barıştan yana tavır koydum. Onlara, demokratik çizginin benim için taktik değil, stratejik bir hedef olduğunu, üzerinde ciddi çalışacağımı söyledim. Ben halkların çatışmasını, kan dökmesini istemedim. Bu benim tarih bilincimin, politik duruşumun, felsefi-ideolojik çizgimin gereğidir.
Bugün yaşananlar bir hegemonik savaştır. Ulusalcılar tasfiye oluyor. 1920, 30’ların ideolojisi, sistemi tasfiye oluyor. Mustafa Kemal’in o zaman kurduğu sistem bugün aşılıyor. Bu yaşananlar hegemonik bir savaştır. Ulusalcılar öyle dedikleri gibi ya da sanıldığı gibi Amerika karşıtı değildirler. Bunlar Irak’taki BAAS’çılar gibidirler. Yalçın Küçük diyor ki, İlhan Selçuk en Amerikancı kişidir. Amerika ile en çok görüşebilen ve anlaşabilen kişidir. Amerika serbest bırakırsa, generaller 24 saat içinde darbe yaparlar. ABD onay vermiyor, İsrail onay vermiyor. Hepsi ABD, İsrail’e bağlı, onların izni olmadan bir şey yapamıyorlar. Bu hegemonik savaş, aynı güç tarafından kontrol ediliyor. Her iki taraf aynı merkezi güce bağlı. Bunlar, hem ulusalcılar hem AKP’liler ABD’ye “beni alın” diyorlar. Yani biri diyor ki, ben size karılık yapacağım, diğeri diyor, hayır ben daha iyi size karılık yapacağım. Bu tartışmaların nedeni darbe olup olmaması değildir. Tartışmanın temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesi yoktur. Bu savaş AKP’yi, orduyu aşar, dışarıdan dayatılan bir savaştır. Dışarıdan kontrol ediliyor. Her iki taraf da aynı güce bağlıdır, aynı güç tarafından kontrol ediliyor ve bu güç tarafından çatıştırılıyor. Bu güç ABD, İngiltere ve İsrail’dir.
Ben, Türkiye için Iraklılaşma, Lübnanlılaşma tehlikesini görüyorum. Bunları boşuna dile getirmiyorum. Ben boşuna konuşmuyorum. Her cümleyi dile getirirken ölçüyorum. Böyle bir tehlike gördüğüm için bunları dile getiriyorum. Bunun için Çatı Partisini öneriyorum. Halklar birlikte hareket etmezse, dayanışmayı sağlamazlarsa, herkes kendi etnik ve diğer kimliklerini dayatırlarsa herkes kaybeder. Bağımsızlık birbirinden uzaklaşmak değildir. Çatı Partisi, demokratik birlik için önemlidir. Herkes kendi özgünlüklerini koruyarak bir araya gelebilirler. Kaldı ki herkesin buna ihtiyacı var. Toplumların birbirleriyle çatışmasını önlemek için demokratikleşmek için bu gerekli ve önemlidir. Bu bizi kardeşleşmeye götürür. Demokratik bir toplum için sadece kardeş olmak da yetmez, halkların demokratik birliği, birlikteliği gerekir. Sol, en azından demokratikleşme ilkeleri çerçevesinde bir araya gelebilir, birliklerini sağlayabilir. Bunu başarırlarsa çok parçalı yapısından da kurtulur. Sosyalizm, biliyorsunuz Batı kökenli bir kelimedir. Anlamı toplumculuktur. Demokratik toplumculuk ilkeleri etrafında tüm güçlerini birleştirebilirler.
Halklar Önderi Abdullah Öcalan