BEHDÎNAN- KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, 31 Mart seçimlerinin ardından, seçim sonuçlarını ANF’ye değerlendirdi. Sonuçları Kürtler ve demokrasi güçlerinin zaferi olarak nitelendiren Karasu, soykırımcı zihniyetin kaybettiğini belirtti.
Karasu, Kürt halkının mücadelesinin, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin diri tutulmasındaki rolünün görülmesi gerektiğini de ifade ederek, “Türkiye’de Kürt sorununun çözümünü hedeflemeyen hiçbir siyasi güç ve hareket Türkiye’de demokratikleşme mücadelesi veremez ve demokrasiyi geliştiremez. Kürt sorununun demokratik çözümünü hedeflemeyen tüm demokrasi söylemleri aldatmacadır ve kendini kandırmaktan başka bir anlam taşımaz” şeklinde konuştu.
KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu ile yapılan röportaj şu şekilde:
Gerillanın büyük operasyonları, 15 Şubat uluslararası komplosuna karşı güçlü eylemler, coşkulu 8 Mart ve Newroz kutlamaları, HSMK’nin heyecan verici müjdesi ortamında Kurdistan ve Türkiye’de tarihi bir seçim gerçekleşti. Öncelikle 2024 yılı yerel seçimlerine ilişkin neler belirtmek istersiniz?
Sorunuza geçmeden önce röportaja başlarken öncelikle şunu belirtmek istiyorum. Van’da halkımızın siyasi iradesi gasp edilmiştir. Türkiye genelinde büyükşehir ve ilçe belediyelerinin tek parti tarafından kazanıldığı yer Van’dır. Bu gasp AKP-MHP faşist iktidarının nasıl bir kürt düşmanlığı içerisinde olduğunu bir daha gözler önüne sermiştir. DEM PARTİ adayı Abdullah Zeydan seçime sokuluyor, YSK oy pusulasında halka bu tercihi sunuyor, halk da gidip DEM PARTİ adayına oy verip açık ara farkla seçiyor. Bu gasp açıkça halka karşı komplo kurmaktır. Bu halka sen kimi seçersen seç ben istemezsem seçilmiş sayılmaz demektir. Bu aslında Kürt halkı üzerinde uygulanan Kürt halkını bir toplumsal ve siyasi irade olarak tanımamadır. Kürt halkının yerelde de olsa kendi kendini yönetme hakkını kabul etmemedir. Soykırımcı sömürgeci zihniyetin uyguladığı bir siyasi soykırımdır.
Kürt halkı AKP-MHP faşist iktidarının bu tutumunu hiçbir biçimde kabul etmemelidir. AKP’li gaspçı Van halkını temsil edemez. Bu belediyeyi yönetemez! Van’ın tüm ilçeleri de DEM PARTİ’ye aittir. Böyle bir yerde Van halkı ve tüm Kürt halkı bu gaspçıyı yerinden söküp atmak için mücadeleini süreklileştirmelidir. Bu komployu kuranları püskürtmelidir. Bu püskürtmede sadece Van halkı değil, tüm Kürt halkı rolünü oynamalıdır. Demokrasi ve özgürlük mücadelesi böyle gelişir. Özgürlük ve demokrasi böyle kazanılır. Kürt halkı özyönetim hakkını, kendi kendini yönetme hakkını böyle kazanır. Özcesi bu saldırılar ancak mücadele edilerek püskürtülür.
Bu yerel seçimler tarihi bir seçim oldu. Hem Kurdistan’da hem Türkiye’de devletin tüm olanakları ile halklara karşı yürütülen özel savaş büyük bir darbe aldı. Yalan, kandırma, baskı, sindirme, korkutma ve gerçekleri örtmek için kullanılan tüm araçlar gerçekler karşısında çöktü. Gerçeklerin uzun süre gizlenemeyeceği gözler önüne serildi. Bu durumu tabi ki devletin her türlü saldırısı ve baskısı karşısında diz çökmeyen Kurdistan ve Türkiye halklarının başarısı olarak görmek gerekir. Bu açıdan 2014 yılından bu yana ağır bir çöktürme planı altında tutulan Kürt halkını genci, kadını, yaşlısı, farklı etnik ve inanç gruplarıyla ortaya koyduğu bu duruştan dolayı kutluyoruz. Yine Türkiye halklarını, emekçilerini, demokratlarını, kadınlarını, farklı etnik ve inanç topluluklarını da AKP-MHP faşizmine karşı bu duruşundan dolayı kutluyorum.
KÜRTLER, SOL DEMOKRATLAR VE ALEVİLERİN MÜCADELESİNİN HAKKI VERİLMELİ
Şu gerçeği görmek gerekir. Eğer Kürt halkı, müttefikleri olan sol demokrat ve Alevilerin AKP-MHP faşizmi karşısında bedelleri ağır olan büyük bir mücadele ve duruşu olmasaydı AKP-MHP faşizminin ağır baskısı altında Türkiye halkları ve emekçileri tümden çökertilmiş olurdu. AKP-MHP faşizminin istediği Türkiye’yi yaratamamasında bu büyük mücadelenin hakkı verilmelidir.
Özellikle 2023 Mayıs seçimlerinden sonra AKP-MHP iktidarı altındaki özel savaş, Mit ve hatta AKP ile ittifak içine olan Kürt işbirlikçilerinin yaratmak istediği olumsuz, umutsuz, karamsarlık havası vardı. Böyle bir özel savaş ve psikolojik savaşla Kürt halkı da muhalif güçler de çökertilmek isteniyordu. Öyle ki Türkiye ve Kurdistan’da siyaset artık bu iktidar tarafından yeniden dizayn edilecek ve ikinci yüzyıl Türkiye’si böyle şekillendirilecekti.
Ancak yıllardır Türkiye ve Ortadoğu’daki demokrasi mücadelesinin öncü gücü olan Kürt Özgürlük Hareketi dostları ve müttefikleriyle buna izin vermedi. Derhal bu karamsar havayı dağıtacak ve mücadeleyi yükseltecek bir hamle başlattı.
Kürt Özgürlük Hareketi Kurdistan ve Türkiye’deki zulüm ve baskı düzeninin merkezi ve karargahının Rêber Apo üzerinde uygulanan ağır tecrit, psikolojik savaş ve bu temelde yürütülen Kürt soykırım politikası olduğunu vurgulayarak Kürt halkına ve Türkiye halklarına karşı yürütülen bu savaş merkezine karşı bir mücadele hamlesi başlattı. ’Rêber Apo’ya özgürlük, Kurdistan’a siyasi çözüm’ hamlesi bu amaçla başlatıldı. Bu hamle Rêber Apo’ya özgürlük şahsında AKP-MHP faşist iktidarının Türkiye ve Kurdistan’daki özel ve kirli savaşına karşı bir mücadele hamlesiydi. Tüm dünyada Rêber Apo’ya büyük bir sahiplenme gerçekleşti. Bu sahiplenme doğrudan Rêber Apo’yu esaret altında tutan, Rêber Apo şahsında Kürtler üzerinde soykırım politikası yürüten; bunun için Türkiye’de demokrasi karşıtlığı üzerine kurulu bir faşizmi uygulayan Türk devletine karşı bir mücadele oluyordu. Çünkü AKP-MHP faşizmi Kürtler yararlanır diye demokrasi düşmanlığını zirveye çıkarmıştı.
DİRENİŞ AKP-MHP’NİN SAVAŞ POLİTİKALARININ SORGULANMASINI SAĞLADI
Bu vesileyle Rêber Apo’nun doğum günü olan 4 Nisan gününü kutluyoruz. Rêber Apo’ya özgürlük hamlesinin gereği olarak halkımızın ve dostlarımızın Amara’ya giderek ve bulundukları her yerde bu doğum gününü coşkuyla kutlayarak AKP-MHP faşizminin Kürt ve demokrasi düşmanlığına bir cevap da bu vesileyle vermelidir.
AKP-MHP faşizmi yıllardır Kürt halkının mücadelesini Türkiye’yi bölme olarak gösterip, terörizme karşı mücadele ediyorum deyip basın-yayın araçları başta olmak üzere her türlü araç ve imkanla şovenizmi şahlandırıp Türkiye toplumunda belli bir destek alıyordu. Ancak AKP-MHP iktidarı tam 9 yıldır dış güçlerden aldığı destekle tüm savaş araçlarıyla saldırdığı halde Kürt halkının özgürlük mücadelesini hiçbir biçimde geriletememiştir. Gerilla 2023 sonbaharında başlayan devrimci hamlelerle Türk ordusuna üst üste ağır darbeler vurmuştur. Bu darbeler altında Türkiye’de yaratılmak istenen hayal dünyası yerle bir olmuştur. Böylece kendini bir savaş hükümeti olarak ilan eden AKP-MHP’nin başarısız kaldığı sadece Türkiye’de değil, dünyada da görülmüştür. Kuşkusuz bu durumdan sadece Kürt halkı değil, Türkiye’de AKP-MHP faşizmi zulmü altında olan tüm halklar moral almış ve bu iktidara karşı durmada cesaret kazanmıştır. AKP-MHP’nin bu savaş politikaları sorgulanmaya başlanmıştır.
AKP-MHP iktidarının esas savaş verdiği ve çökertmek istediği Kürt ve Kurdistan gerçeğinde ise; 15 Şubat komplosuna yönelik eylemler, bu temelde Kurdistan’da iki koldan yürütülen özgürlük yürüyüşü, 8 Mart’ta kadınların Kurdistan merkezli Türkiye ve dünyada yürüttüğü ‘Jin Jiyan Azadi’ devrimci hamlesi, Newroz’da Kürt halkının Kurdistan’ın 4 parçası ve başta Avrupa olmak üzere dünyanın her yerinde ortaya koyduğu tutum Kürt halkının seçimde nasıl bir tutum göstereceğini önceden belli etmiştir.
Kurdistan ve Türkiye’de AKP-MHP’nin seçimde büyük bir yenilgi almasını değerlendirirken Kürt halkının ve özgürlük güçlerinin 2023 Mayıs seçimlerinden sonra ortaya koyduğu tutum, performans ve etkiyi iyi görmek gerekir.
AKP-MHP faşist ittifakı ağır saldırılar altında yerel seçimlerde de Kürt halkına bir darbe vurmak istedi. Ancak DEM Parti Kürt halkı ve dostlarıyla yerel seçimlerde tam tersine bu faşist iktidara ağır bir darbe vurdu. Bu çerçevede Kurdistan’da yerel seçimlerde açığa çıkan sonuçlar bize neyi gösterdi?
AKP-MHP ittifakı Mayıs seçimlerinden sonraki ortamda Kürt halkının iradesini tümden kırmak istedi. Böyle bir planlama yaptı. Tüm Kurdistan’a, özellikle savaş karargahlarına yakın olanlara asker ve polis kaydırma planları yaptı. HüdaPar’la ittifakı bu çerçevede gerçekleştirdi. Süleyman Soylu boşuna HüdaPar’la devletin yaptığı işbirliğinin değerinin ilerde anlaşılacağını söylemedi. Zaten KDP ile işbirliğini de Kürt halkının özgürlük mücadelesini bastırmak için yürüttükleri biliniyor. Bu seçimde KDP’nin politikası da yerel seçimlerde AKP’nin güçlü çıkması doğrultusunda olmuştur. Öyle ki, AKP, Mit ve bazı Kürt işbirlikçiler çeşitli biçimlerde ve yönlendirmelerle AKP seçimden sonra Kürt sorununun çözümünde adım atar gibi bir hava yaratarak AKP’nin Kurdistan’da güçlü çıkması için çalışmışlardır. KDP zaten yıllardır TC benim 2-3 şehirde iktidar olmamı kabul etsin yaklaşımıyla TC’nin Bakur ve Rojava’daki Kürt soykırım politikasına onay vermektedir. KDP’nin derdi de budur, politikasını belirleyen de.
28 Mayıs seçimlerinden sonra Yeşil Sol Parti halkla ilişkilerinde kopukluk ve seçim taktiklerinde izlediği bazı eksiklikler ve yetersizlikler konusunda bir sorgulama ve özeleştiri süreci başlattı. Özellikle halkla ilişkiler ve örgütlenme konusundaki zayıflık sorgulandı. Bu süreçte özel savaşçılar ve işbirlikçileri var olan sorunları yanlış zeminlere çekerek, sorunların kaynağını çarpıtıp yanlış gerekçeler göstererek, hatta Yeşil Sol Parti geleneğinin doğrultusunu yanlış gibi gösterip çizgisini saptırarak Kürt demokratik hareketinin kimyası değiştirilmek istenmiştir. Özcesi Rêber Apo’un ortaya koyduğu Kürt demokratik siyasi çizgisi saptırılıp milliyetçi-liberal hatta sokulmak istenmiştir. Tabi ki bunlar boşuna çabalardı. Çünkü Kürt demokratik siyasi hareketi masa başında birileri tarafından geliştirilen değil; Kurdistan’da yükselen serhıldanların ortaya çıkardığı, Kürt demokratik devriminin yarattığı bir gelenekti. Bu geleneğin takipçileri buna dayanarak var olabilir ve güçlenebilirdi. Bu açıdan Mayıs 2023 seçimleri sonrası Kürt halkı üzerinde yaratılan bu psikolojik harekat bu gelenek tarafından kısa sürede püskürtüldü.
Seçim yaklaştığında çok önemli bir karar alarak ön seçim yaptı. Bu ön seçim dünyanın başka yerlerindeki gibi sadece parti üyelerine dayalı bir önseçim olmadı. Yereldeki tüm demokratik dinamikler bu sürece dahil edildi. Bu, sadece halkta bir coşku ve heyecan yaratmadı; tüm Kürt demokratik dinamiğinin tümünü de bu sürecin içine çekti. Kimi eksik ve yetersizlikler olmuştur. Ancak çok önemli ve cesaretli bir girişimdi. Bu girişim Kürt demokratik siyasi geleneğin halka ve Kürt demokratik birikimine güvenini ifade ediyordu.
Tabi ki bu süreçte HDP Eşbaşkanlarının seçim sürecindeki yetersizliklerin sorumluluğunu cesaretle üstlenerek yeniden aday olmayacaklarını açıklamaları da önemli bir demokratik duruştu. Bu da halka güven verdi. Halk, kendi partisinin samimi ve diğer partilerden farklı olduğunu bir daha gördü. HDP ve Yeşil Sol Parti kongre, konferans ve toplantılarını yaparak politikasını ve tutumunu netleştirdi. Bunu yaparken halkla iç içe olduğundan Kürt halkının ve dostlarının kafasında da önemli bir netleşme sağlandı. 2023 Mayıs seçimleri sonrası bir yalpalanma ve doğrultudan kayma değil; sorgulama temelinde çizgiyi doğru uygulamanın tutumu ve duruşu ortaya çıkarıldı. Yerel seçimdeki büyük başarıda bu gerçekleri de görmek gerekir.
SALDIRILAR HALKIN ÖFKESİNİ DERİNLEŞTİRDİ
Kürt halkı Bakurê Kurdistan’da 50 yıldır büyük bir özgürlük ve demokrasi mücadelesi yürütüyor. Şu açıktır ki, Kurdistan’da bir demokratik devrim gerçekleşmiştir. Belki tamamlanmamış yönleri olabilir ama bir demokratik devrim kesinlikle gerçekleşmiştir. Demokratik devrimin yarattığı bir halk gerçekliği ortaya çıkmıştır. 3-4 kuşak bu demokratik devrim değerleriyle yoğrulmuştur. Kadın özgürlük çizgisiyle yoğrulan bu demokratik devrim derinleşmiş, başta kadınlar ve gençler olmak üzere toplumun demokrasi bilincinde patlama yapmıştır. Kürt anlarını bunun en somut kanıtı olarak görmeliyiz.
İşte bu toplum artık ne bir otoriteye bağlıdır ne de sıradan bir bireyler yığınıdır. 50 yıllık örgütlü mücadele içinde yoğrulmuş, bilinç kazanmış, kendisini bir irade olarak ortaya koymuş bir iradeli topluluktur. Demokratik değerlerle donandığı için kendisinin iradesinin tanınmasını istiyor. Bu nedenle hem yerel seçimlerde seçtiği eşbaşkanların görevden alınması ve kayyumların atanmasına, hem de milletvekili ya da parti yöneticilerinin zindanlara atılmasına karşı büyük bir tepki ve öfke içine girmiştir. Böyle bir halkın iradesine kayyum atama bu halka yapılan en ağır saldırı olmuştur. Bu halk bunu tam bir Kürt düşmanlığı olarak görmüştür. Ağır baskılar altında belki kayyumlara karşı mücadeleyi çok açık bir biçimde süreklileştirememiştir. Ancak bu, büyük bir öfke birikimi yaratmıştır. Çünkü bu halk 50 yıllık büyük mücadele ve ağır bedeller vererek kendini değiştirmiş, tanımış ve bir iradi duruş kazanmıştır. Öte yandan tüm bu saldırılar karşısında Kürt Özgürlük Hareketinin ve yürüttüğü mücadelesinin her boyutta ayakta kalması; halkın genel özgürlük mücadelesine inancı ve bağının kopmaması halkın bu öfkesini derinleştirmiş, soykırımcı sömürgeciliğe karşı mücadele hıncı ile dolmuştur.
KAYYUM POLİTİKASINA AĞIR BİR DARBE VURULDU
Öte yandan kayyumların yaptığı ilk iş Kürt dili ve kültürü ile ilgili kurumlara saldırı olmuştur. Bu tür kurumlar kapatılmıştır. Kürt demokrasisini derinleştiren, Kürdün demokratik duruşunu geliştiren kadın kurumları kapatılmış; kadınlara yönelik ağır saldırılar yürütülmüştür. Dünya tarihinde hiçbir ülkede olmadığı kadar kadın siyasetçi zindanlara atılmıştır. Genelde zindanlarda siyasetçi rekoru da Türkiye’dedir. Bu siyasetçiler içinde de kadın oranı dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş orandadır. Tüm bunlar da Kürtlerde kayyum politikası yürüten AKP-MHP iktidarına tepkiyi büyütmüştür. Bir bütün olarak Kürt halkının özgürlük mücadelesine her yerde yöneltilen saldırılar da bu iktidara karşı ciddi bir tutum açığa çıkarmıştır.
Tüm bu etkenler altında Kürt halkı yerel seçimlerde kayyum politikasına ağır bir darbe vurmuştur. Kayyum politikasını yerle bir etmiştir. Bu, aynı zamanda Kürt halkı üzerinde yürütülen ağır baskılara, Medya Savunma Alanları ve Rojava Kurdistan’a yönelik işgal harekatına karşı da bir mücadele duruşunu ortaya koymuştur.
Asker, polis yığmalar, Hüda Par’ı kullanma, işbirlikçi Kürtlerin desteğini alma hiçbir sonuç vermemiştir. Şunu söyleyebiliriz ki, Kürt halkının en başarılı olduğu yerin başında Şırnak geliyor. Devlet savaş karargahı olarak gördüğü Şırnak’ı gasp etmiştir. Zaten Şırnak savaş merkezi yapılmak için il yapılmıştı. Ancak bu yerel seçimde de zafer kazanan Şırnak olmuştur. Devlet kaybetmiştir! Devletin tüm Kurdistan’da kaybettiğini Şırnak halkı tutumuyla tüm dünyaya göstermiştir. Şırnak halkını kutluyor ve saygıyla selamlıyorum. Onlar Kürdün iradeli ve onurlu bir halk olduğunu çok açık ortaya koymuşlar; tüm Kürt halkına da moral vermişlerdir. 5-6 yerde asker-polis yığarak belediyeleri gasp etmesi devletin kesinlikle yenilgisinin ifadesidir. Kurdistan’da asker-polis gücü dışında bir varlığının kalmadığının itirafıdır. Halk sadece Şırnak değil, Uludere, Çukurca, Şemdinli, Esendere, Qileban, Savur, Beytülşebab’ta seçimleri kendilerinin kazandığını biliyorlar. Hatta devlete öfkeli ve devletten kopan yerlerin başında buralar geliyor. Herhalde dünyanın hiçbir yerinde böyle bir duruma demokratik adil bir seçim denmez. Sonuçlar gerçeğin tersi bir durumu ifade eder. Aslında bu durum Kürt halkının bilinçlenmesinde de yeni bir durumu yaratmıştır.
Kurdistan’da bir savaş merkezi Şırnak, değeri de Van’dır. Şırnak’ın büyük ilçelerini zaten tümüyle DEM Parti kazanmıştır. Van’ın tüm ilçelerinde DEM PARTİ’nin zafer kazanması aslında tüm Kurdistan halkının soykırımcı sömürgeci özel savaş karargahına karşı zafer kazanmasıdır. Van halkını kutlamak gerekir. Kurdistan halkı tüm şehir ve ilçelerde başarılıdır. Hepsini kutluyoruz. Bu nedenle tek tek ifade etmeyeceğiz. Sadece Kürt demokratik hareketinin 1979’da ilk belediye başkanlığını kazandığı Hilvan ve Batman’da DEM PARTİ’nin başarısının da büyük anlamı vardır. Bu vesileyle Edip Solmaz, Nadir Temel ve Dürre Kaya anamızı da saygı ve minnetle anıyoruz. Hilvan belediyesi de gasp edilmek istenmektedir. Nadir Temel ve Dürre anamıza saygının gereği halkımız mücadelesini kararlıca sürdürmeli; bu gaspa asla izin vermemelidir!
Kadınlar bu seçime de damgasını vurdu. Her türlü saldırıya rağmen kadınlar seçim çalışmalarında önemli bir öncülük yaptı ve yakalanan başarıda en büyük pay sahibi oldu. Kadınların bu başarısı nasıl okunmalı?
Kurdistan’da siyasi mücadeleden söz ederken kadının rolü ve etkisini değerlendirmeyen her görüş eksik kalır. Her devrimci ve demokrat bu gerçeği görmelidir. Kurdistan’daki demokratik ve özgürlükçü gelişmede, siyasal başarılarda, yaşamın değişmesinde kadınların büyük rolünü görmeyenler hiçbir ideolojik, toplumsal ve siyasal değerlendirmeyi doğru yapamazlar.
Rêber Apo, geliştirdiği kadın özgürlük çizgisini eşbaşkanlık ve eşit temsil adımıyla ilerleterek siyasal alanın devrimci bir hamle yapmasını sağladı. Bu, tüm toplumu mayalayan, toplumun karakterini belirleyen kadınlarda büyük bir heyecan ve coşku yarattı. Kurdistan’da gerçekleşen demokratik devrim yeni bir boyuta ulaştı. Buna demokratik devrimin yenilmez kılınması; demokratik devrime yenilmezlik iksirinin içerilmesi olarak bakmalıyız. Zaten Rêber Apo’nun kadın özgürlük çizgisi sadece kadın-erkek eşitliğini esas alan bir çizgi değildir. Bu temelde tüm toplumu kadın özgürlük çizgisi ve ahlakında şekillendiren bir çizgidir. Tüm toplumu kirlerinden temizleyecek, toplumu vicdan, ahlak, adalet ve eşitlikte tertemiz yapacak bir çizgidir. Rêber Apo kadın özgürlük çizgisinin böyle bir toplum yaratacağını tarihsel toplumu çözümleyerek ortaya koymuştur.
Kürt kadını şu anda ‘Jin Jiyan Azadi’ felsefesiyle sadece Kürt toplumunu değil, dünyayı değiştiren bir devrimin öncüsü durumundadır. Kürt kadını bu devrimci hamlesiyle Kürt halkının tüm dünyadaki onuru ve övüncü haline gelmiştir. Tüm Kürtler Kürt kadınlarının yarattığı bu onurdan büyük bir coşku ve sevinç duymalıdır.
Kürt kadını bu düzeye büyük bir mücadele sonucu ulaştı. Rêber Apo’nun Kurdistan’da başlattığı özgülük mücadelesi kadını bu noktaya getirdi. Eşbaşkanlık bu büyük mücadelenin en özlü ürünüdür. Bunu anlamayan ve görmeyenler Kürt halkının özgürlük mücadelesini anlamamış demektir.
Kürt kadının özgülük mücadelesinde hep bir anımı anlatmışımdır. 1980’li yıllarda cezaevinde aileler görüşmeye gelirlerdi. En fazla da Batmanlı aileler yoğurt treni dedikleriyle Amed’e gelirlerdi. Bu ailelerden biri de 2 oğlu cezaevinde olan, daha sonra bir oğlu daha cezaevine düşen ve sonra gerillaya katılıp şehit düşen Ercan Kavak yoldaşın anası Hanım ana ve babası Ahmet amcaydı. Biz hangi cezaevine sürgün gitsek de yanımıza gelirlerdi. Hanım anamız bir gün açık görüşte bize, oğlum bu Ahmet amcanız var ya ben eskiden kapıdan başımı biraz uzatsam bana tekme vururdu, benim dışarı çıkmamı istemezdi, diyordu. Şimdi sizlerin, Apocuların anası olarak Amed, Urfa, Ceyhan, Ankara demeden her yere gidiyorum; artık Ahmet amcanız evde oturuyor, ben ise sizin mücadelenize sahiplenmek için her yere gidiyorum, diyordu. Apocuların Batman’da yürüttüğü mücadelenin toplumda yarattığı etki analarımızın bu mücadeleyi veren evlatlarına ve evlatlarının davasına sahip çıkmasını sağladı ve içine girdikleri bu mücadeleyle de kendilerini özgürleştirdiler. Yine kız kardeşlerimiz ve Kürt genç kızları mücadele içinde dünyaya gözlerini açtılar ve her yerde tereddütsüz mücadeleye atıldılar. Kürt halkının var olma mücadelesinin sembolü olan Newrozlarda kendilerini feda ettiler. Bu açıdan kadınların bugünkü siyasal mücadelede etkisini görürken bu gerçekleri iyi bilmemiz gerekir.
EŞBAŞKANLIK BİR ÖDÜLDÜR
Eşbaşkanlığı kabul eden her Kürt onurlu Kürt’tür, özgür ve demokratik Kürt’tür. Eğer eşbaşkanlığa aday bir Kürt erkeği ise bu onurlandırılmış Kürt’tür. Bundan daha onurlu özgür ve demokratik duruş olamaz. Böylece o Kürde büyük bir değer verilmiş; ödül verilmiş olur. Bu ödülü ve onuru da Rêber Apo vermiştir. Kadından çok fazla erkek bunu bir ödül olarak görmelidir. Nitekim Kürt toplumu Rêber Apo’nun ortaya koyduğu bu gerçekliği gördüğü için meydanlarda ‘Jin Jiyan Azadi’ sloganını atmaktadır. Kürt devriminin özü ve temel sloganı budur. Çünkü özgürlüğü de demokrasiyi de özerkliği de Kürdün kendi kimliği, kültürü ve iradesiyle kendi kendini yönetmesini de bu felsefe sağlamaktadır.
Eşbaşkanlık bir eşbaşkanın diğerinden üstün olması değildir. Eşittirler, tüm kararları demokratik olarak birlikte verirler. Birinin diğerinden üstünlüğü yoktur. Bu açıdan kim resmi eşbaşkan olacak denmesi ve bunun gündem yapılması bu eşbaşkanlık anlayışını sakatlama ve inkar etme anlamına gelir. Resmiyeti bir avantaj, hatta yetki gücü görme anlamına gelir. Bu da eşbaşkanlığı doğru anlamama olur, özü sakatlama olur. Bu açıdan bu tür tartışmalar felsefi bir yanlışlıktır. Eşbaşkanlığı kabul edenler böyle bir tartışmanın tarafı olmazlar, olmamalıdırlar.
Ancak bir resmiyet bildirme zorunluluğu olduğundan birinin resmi bildirilmesi sadece bir formalitedir. Kürtler ve eşbaşkanları ilgilendiren bir konu değildir ve olmaz. Ancak Kürt halkının demokratik devriminin geldiği özgürlük düzeyi, ‘Jin Jiyan Azadi’ devrimi ve eşbaşkanlık ve eşit temsiliyetle dünyaya örnek olan bu halkın eşbaşkanlıkta bir resmiyet gerekliyse tüm kadınların resmi aday gösterilmesi daha doğrudur. Kürt halkına ve gerçekleştirdiği devrime de yakışan bu olur. Belki çok özel ve istisnai durumlarda erkek aday da gösterilebilir. Tüm yurtsever erkek eşbaşkanları da böyle bir eşbaşkanlık onuruna ulaşmanın gereği ve bu devrimin etkin öznesi olarak tüm kadınların resmi eşbaşkan olmalarını istemeleri gerekir. Doğru felsefi bakış, siyasi bakış, demokratik ve özgürlükçü bakış böyle olur. Bu, birini üstün ve yetkili kılma değildir. Devrimimizin demokratik ve özgürlükçü yeni yaşam yüzünün ortaya konulmasıdır. Tüm yurtsever erkekleri yüceltecek de budur.
Bizler de kadın özgürlük çizgisini tam anlamıyla kavrama ve bunun gereğini yerine getirmede yıllarca sancılar çektik. Hala da tam anlamıyla bu çizgiyi kavradığımızı iddia edemeyiz ve bir iç mücadele vererek kendimizi de değiştirmeye çalışıyoruz. Rêber Apo sürekli bizi eğiterek kadın özgürlük çizgisini anlamamızı sağlayarak tarihsel olarak içimize yerleşmiş erkekliği öldürme söküp atma mücadelesi vermiştir. Bizler de kolay kolay kadın iradesinin tam anlamıyla tanıma ve bu çizgiyi pratikleştirmede sorunlar yaşadık. Kuşkusuz başından beri kadınsız devrim olmaz diyorduk. Kadınların devrime katılmasından heyecan duyuyorduk. Ancak bunu daha çok da devrim gerçekleştikten sonra tamamen böyle bir yaşam kurulur gibi bir yanılgı da vardı. Rêber Apo bizi yanılgılarımızdan kurtardı. Bu açıdan tüm Kürt halkının, özellikle erkek yurtseverlerin Rêber Apo’nun bu tarihi kutsal çalışmasını ve devrimini doğru anlayarak kendilerini de dönüşüme uğratarak yüceltmesi gerekir. Bizler için var olan bu gerçeklik herkes için de geçerlidir.
Eşbaşkanlıkta resmi tercihin kadınlardan yana olmasını belirtmemizin nedeni gelecekte devrimimizin bu yüzünü tüm dünyada görünür ve etkili kılmak içindir. Çünkü bu devrimci demokratik yüz şimdi başta Türkiye ve Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı etkilemektedir.
AKP-MHP faşizmi başta İstanbul, Ankara, İzmir, Çukurova olmak üzere büyükşehirlerde kendi hakimiyetini sağlayarak kurduğu faşist tek adam rejimini tam anlamıyla kurumsallaştırmak istedi. Ancak Türkiye halkları muhalefete destek tutumuyla bu faşist plana dur dedi. Türkiye’de açığa çıkan tabloyu nasıl değerlendirmek gerekir?
AKP-MHP faşizminin bu seçimde büyükşehir belediyelerinin tümüne hakim olarak Türkiye’yi tam anlamıyla kurumlaşmış faşist ülke haline getirme amacına yerel seçimlerde ağır bir darbe vurulmuştur. Biz AKP-MHP faşist iktidarının bir çöküş ve çözülüş içinde olduğunu hep vurguluyorduk. Kürt halkını çökertmek isteyen AKP-MHP iktidarının çöktüğünü söylüyorduk. Biz bunu propaganda olsun diye belirtmiyorduk. Bize karşı yürütülen savaşın nasıl olduğunu ve sonuçlarını en iyi biz takip ettiğimiz için bunları belirtiyorduk. Bizim değerlendirmelerimizin ne kadar gerçek olduğu bir kez daha ortaya çıktı.
TÜRKİYE’Yİ BİR İÇ SAVAŞ ÜLKESİ HALİNE GETİRMEK İSTİYORLAR
Türkiye’de AKP-MHP faşizmini böyle bir çöküntüye uğratan faşist karakteri ve demokrasi düşmanlığı olmuştur. Bunun temeli de Kürt düşmanlığına dayanmaktadır. Kürt düşmanlığı bu iktidarı bugünkü çöküntüye uğratmıştır. Demokrasi düşmanlığı da toplumda yarattığı ahlaki, siyasal, vicdani, kültürel çöküntünün kaynağıdır. Kürtlere karşı yürütülen soykırım savaşıdır. Ekonomik çöküntünün de seçim kaybında rolü olmuştur. Bunu yaratan da Kürt halkına karşı yürütülen savaştır; kirli-özel savaştır. Bu savaşa yatırılan kaynaktır.
Bizzat Erdoğan ekonomik sorunlar gündeme gelince siz bir merminin fiyatını biliyor musunuz, demedi mi? Açıkça ekonomik sorunun önemli bir nedeninin savaşa ayrılan harcamalar olduğunu söyledi. Zaten şu kadar askeri araç yapıyoruz, şöyle askeri yatırım yapıyoruz diyerek bütçenin asıl olarak savaşa ayrıldığını her gün tekrarlıyordu. Türkiye’nin siyasi sorunlarını demokrasi ile çözme yerine savaş ve zorla çözmeye yönelince tabi ki olacağı budur. Cumhurbaşkanlığı özel fonları var, MİT’e ayrılan özel fonlar var, ajanlaştırmaya ayrılan fonlar var; Türkiye’nin beslediği çetelere ayrılan fonlar var. Bunların denetleyen hiçbir mekanizma yoktur. Bu harcamaların nereye gittiği hiçbir belgede ve envanterde yer almıyor. Tüm bunlar ekonomik sorunları yaratmaktadır. Ekonominin seçimde etkisi olmuştur. Ancak esas olan ekonomi sorununu ortaya çıkaran etkenlerdir. Ekonomik sıkıntıyı yaratan kaynak eksikliği değildir; ekonomik etkenler değildir. Kuşkusuz bu yönlü politikaların da etkisi vardır. Ancak ekonomik çöküntüyü yaratan esas olarak siyasi nedenlerdir. Kürt düşmanlığına dayanan demokrasi yoksunluğudur, izlenen savaş politikalarıdır.
AKP-MHP iktidarı Türkiye’yi her yönüyle bunalıma sokmuştur. En fazla da toplumsal bunalım yaratmıştır. Kürt halkının özgürlük mücadelesini ezmek için hem demokrasi düşmanlığı yapmıştır; hem de toplumu görülmedik düzeyde kutuplaştırmıştır. AKP-MHP yandaşları ve müttefikleri dışında herkesi hain ilan etmiştir. Türkiye’yi bir siyasi iç savaş ülkesi haline getirmiştir. AKP-MHP iktidarı sadece kendilerini değil, tüm Türkiye’yi yıkacak bir kutuplaşma yaratmıştır. Artık komşular birbirinin haini olmuştur. Komşu komşuya hain ve düşman olarak bakmaya başlamıştır. Toplum böylece travmatik hale getirilmiştir. Sadece Türkiye’de değil, dünyada böyle bir şey görülmemiştir. Böyle olunca sadece vicdansız, adaletsiz, ahlaksız bir siyasi ortam değil, böyle bir toplumsal yaşam da yaratılmıştır. Halbuki vicdan en temel insan özelliğidir. Bu kendinden olmayana da vicdan ve adalet ölçüleriyle bir yaklaşım gerektirir. Zaten insan olmanın temel özelliği vicdandır. AKP-MHP iktidarında vicdanın zerresi kalmadığı gibi toplumu da böyle şekillendirmeye yönelmiştir.
AKP-MHP ÖRGÜTLÜ KÖTÜLÜK İKTİDARI HALİNE GELDİ
Bu durum giderek toplumda AKP-MHP iktidarına karşı rahatsızlığı artırmıştır. Çünkü bu politika kısa süreli bir uygulama değil; temel bir politika haline gelmiştir. Bu da giderek AKP’ye oy veren toplumu da rahatsız etmiştir. Toplumlar hangi inançtan ve kültürden olursa olsun böyle kutuplaştırıcı cendere altına alınmış bir hayata uzun süre katlanamaz. Toplumu bir iç savaşa sürükleyen AKP-MHP iktidarı şimdi bunun bedelini ödemektedir. Siyasi iktidar ve çıkar sahipleri sürekli vicdansız ve adaletsiz olabilir; ama toplum böyle olamaz. Sonunda toplumun vicdan, ahlak, adalet ölçüleri bu duruma isyan etmiştir. Bu seçimde birçok AKP’li seçmenin sandığa gitmemesinin nedeni de bunun sonucudur. AKP-MHP topluma bir deli gömleği giydirmiştir. Çoklu kriz denilen şey bu iktidarın politikalarının yarattıklarıdır. Siyasetten topluma, kültüre, sanata, basına, spora, ekonomiye kadar krizli olmayan alan kalmamıştır. Tüm alanları yürüttüğü özel savaşın parçası haline getirince Türkiye genel bir toplumsal bunalım ve çoklu kriz ülkesi haline gelmiştir. Yerel seçimdeki halkın tutumunda bu gerçeğe itirazı görmek gerekir. Yoksa patates, soğan fiyatı yükseldi, bu durum AKP-MHP iktidarını bu noktaya getirdi denilirse; bu yine Türkiye gerçeğini ve sorunların kaynağını görmeyen bir yaklaşım olur. Bu da sorunlara çözüm aramayı saptırır. Hatta yanılgılar nedeniyle sorunların gerçek arayışına girilmez. Bu durum da AKP-MHP gibi faşist iktidarların ömrünün uzamasına yol açar.
AKP-MHP gerçekten de örgütlü kötülük iktidarı haline gelmiştir. Türkiye’deki özünde faşist ve demokratik olmayan anayasa ve yasaları bile çiğneyen bir iktidardır. Mevcut anayasa ve yasaları bile onların otoriter faşist karakterine yetmiyor. Zaten bu nedenle eğer güçlenselerdi daha otoriter, faşist ve tüm farklı etnik ve inançsal kimlikleri soykırıma uğratacak bir soykırım anayasası yapacaklardı. Başta kadınlar ve emekçiler olmak üzere toplumu baskı altına alan bu otoriter sistemi tamamıyla yasal kurumlaştırmaya kavuşturacaklardı. İşte Türkiye halkları ve tüm toplumsal kesimleri böyle bir Türkiye’nin yaratılmasına dur demişlerdir.
Türkiye 100 yıldır otoriter bir sistem altındadır. Ancak bu yüzyıl içinde demokrasi mücadelesinin yürütüldüğü bir ülke olmuştur. Kürtler daha baştan kendilerini yok sayan bu sisteme itiraz etmişilerdir. Bu nedenle baskı, zulüm ve soykırım politikasına maruz kalmışlardır. Ancak kendi kimliği, kültürü ile özgür yaşam arzusu sürmüştür. Soykırım politikası önemli sonuçlar alsa da Kürt varlığını tümden ortadan kaldıramamıştır.
Bu devlete karşı sosyalistler de büyük mücadele vermişlerdir. Türkiye tarihinde 1970’li yıllara kadar esas olarak siyasi nedenlerle sosyalistler zindanlara atılmıştır. Bunların ideolojik ve siyasi yetersizlikleri olsa da demokrasi ve özgürlük mücadelesinde önemli yerleri olmuştur. 1960’lı ve 1970’li yıllarda sosyalist güçlerin demokrasi mücadelesi küçümsenmeyecek bir düzey kazanmıştı. 1970’lerde solun örgütlülüğü, etkisi ve gücü bilinmektedir. 1970’li yıllarda bu sol güçler, Kürt sorunu konusunda da ayrı devlet kurma dışında federasyon ve özerkliği savunan bir duruş gösteriyordu. Özcesi tek tek belirtmeyeceğim ama Türkiye’de demokrasi mücadelesinde yer alan birçok sosyalist hareket olmuştur ve bu uğurda da büyük bedeller ödemişlerdir. Bu mücadelenin Türkiye’deki demokrasi düşüncesi ve fikriyatının gelişmesinde küçümsenmeyecek bir rolü olmuştur. Bu nedenle Türkiye tarihindeki önemli siyasi dönüşümler hep demokrasi talebinde bulunanlar tarafından yapılmaya çalışılmıştır. Yada toplumu etkileme ve desteğini alma böyle sağlanmıştır. 1950’de Demokrat Partinin estirdiği rüzgar, 1970’lerde Ecevit’in CHP’sinin toplumda estirdiği rüzgar, 1980 sonrası Özal’ın Anavatan’ının destek görmesi, yine AKP’nin 2002’de demokrasiden söz ederek iktidara gelmesi Türkiye’de verilen demokrasi mücadelesinin toplumda yarattığı etki sonucudur. Şu anda AKP-MHP iktidarına karşı toplumda ortaya çıkan itirazı değerlendirirken bu tarihsel gerçeği görmemek doğru bir yaklaşım olmaz.
KÜRT HALKININ MÜCADELESİ DEMOKRASİ MÜCADELESİNİ DİRİ TUTTU
Aslında cumhuriyet tarihi boyunca modernist yaklaşımlar nedeniyle İslam inancı olan mütedeyyin kesimlerde de bir demokratikleşme özlemi olmuştur. Demokrasi içinde inancını özgürce yaşama isteğini açığa vurmuştur. Aslında AKP halkın bu isteğini de siyasal iktidarı için kullanmıştır. Siyasal İslam’ın tarih içindeki demokrasi mücadelesindeki yetersizliği sonuçta AKP iktidarının belli bir çıkar elde ettikten sonra demokrasi düşmanlığıyla sonuçlanmıştır. Demokrasi güçlerinin bu gerçekliği görerek demokrasi özlemi içinde olan mütedeyyin kesimleri de demokrasi mücadelesi içine çekmesi gerekir. çünkü iktidarcı olmayan toplumsal dini inançlarda vicdan, ahlak ve adalet vardır. Şimdi AKP iktidarı en başta da bu değerlere düşmanlık yapmaktadır.
Kukusuz Kürt halkının özellikle 50 yıldır yürüttüğü mücadele, radikal bir demokrasi mücadelesi vermesi, demokrasi mücadelesini toplumda köklü değişiklikler yaparak gerçekleştirmesi, en ağır baskılar karşısında demokrasi ve özgürlük mücadelesinde ısrar etmesi Türkiye’deki demokrasi birikiminin canlı kalmasında, ezilememesinde önemli rol oynamıştır. Bu yönüyle Kürt halkının mücadelesi Türkiye’nin en temel demokratik dinamizmi haline gelmiştir. Türkiye’de AKP-MHP faşizmine karşı mücadelede tabi ki Kürt halkının Türkiye demokrasi güçleriyle buluşarak yürüttüğü demokrasi mücadelesinin rolü çok önemlidir. Özcesi Kürt toplumunun geldiği demokrasi bilinç ve özgürlük düzeyi Türkiye demokrasi mücadelesinin motorudur. Sadece radikal demokrasi güçlerini ve sosyalistleri değil, AKP-MHP faşizminden rahatsız olan sistem içi muhalif güçleri de etkilemektedir.
Bir konuyu da vurgulamak gerekir. Kürtler başta olmak üzere tüm demokrasi güçlerinin mücadelesi ve etkisiyle AKP-MHP iktidarı Türkiye’nin siyasi, ekonomik, toplumsal ve kültürel yönünü belirleyen şehirlerde kaybetmiştir. Türkiye’nin her alanda gücünü ortaya koyan ve geleceğini belirleyen bu alanlarda toplumun AKP-MHP faşizmine karşı demokrasi ve özgürlük isteğini ortaya koyması çok önemlidir. Kürtlerin de bu alanda yoğun yaşadığı düşünüldüğünde Türkiye’nin demokratikleşmesinde Kürtlerle Türkiye halkının ortak duruşunun ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Sistem içi muhalefet bunu ne kadar doğru değerlendirir bu ayrı bir konudur. Ancak bu şehirler şahsında Türkiye toplumunun demokrasi yönünde bir dinamizm içinde olduğu açıktır. Bu gerçeklik önemlidir. Bu, Türkiye’nin geleceğine umutla bakmasını sağlayan temel bir etkendir. Özcesi yüz yıldır demokrasi ve özgürlük mücadelesi verenlerin yarattığı bir sonuçtur.
Şuna da dikkat çekmek gerekir. Mayıs 2023 seçimlerinden sonra CHP’deki yönetim değişikliği CHP tabanında bir dinamizm yaratmıştır. Başarısız yönetimler değiştiğinde çoğu zaman böylesi sonuçlar ortaya çıkar. Kuşkusuz belirleyici olan bu olmamıştır ama bunun da bir etken olduğunu kabul etmek gerekir.
Kürt halkı ve demokratik mücadele dostları AKP-MHP faşist ittifakının yenilgisine yine damgasını vurdu. Tüm muhalif çevreler daha şimdiden DEM parti ve bileşenlerinin oynadığı role dikkat çekiyor. DEM parti etrafında Kürt halkının ve dostlarının ortaya koyduğu tutumu tüm çevreler nasıl anlamalı?
Kuşkusuz DEM PARTİ’nin Kürt tabanı, demokratik ittifak bileşenleri Kurdistan’da DEM PARTİ’nin adayına oy verdiler. Yine Mersin’in Akdeniz ilçesi gibi DEM PARTİ’nin kazanma ihtimali olduğu yerlerde DEM PARTİ’ye oy verdiler. Dersim merkezde ittifakların desteklediği Dem PARTİ adayları kazandı. Kurdistan’da DEM PARTİ’nin tabanı çok aktif ve yoğun olarak sandığa gitti. Zaten sonuçlar ortadadır.
DEM PARTİ bu seçimde Türkiye’de genel bir ittifak ve uzlaşı içinde olmadı. Ama Türkiye’nin çok stratejik alanlarında ‘kent uzlaşısı’ politikası ile tüm demokratik güçlerle birlikte AKP-MHP faşizmine kaybettirme politikası izledi. Bu politikaya kent uzlaşısı dendi. Aslında demokrasi isteyen tüm toplumsal güçlerin birleşmesinden söz etmek gerekir. Burada bir parti adayına kazandırmaktan çok, demokrasi isteyen tüm toplumsal güçlerin bir araya gelerek AKP-MHP faşizmine tutum koyması gerçeğini görmek gerekir. Halkın bu tutumunu böyle okumak gerekir. Bu, bir partiye değil, demokrasiye, demokrasi güçlerine kazandırma tutumu olarak görülmelidir. CHP de bunu böyle anlamalıdır. Demokrasi ve demokratikleşme doğrultusunda verilmiş oylardır. Faşizme karşı böyle bir cevap verilmiştir.
DEM PARTİ BATIDA DEMOKRATİK EĞİLİMDE OLANLARLA BİRLİKTE OLDU
AKP-MHP faşizmi toplum üzerinde o kadar baskı kurmuş ve kutuplaştırmıştır ki, tüm muhalif güçleri kendi karşısında birleştirmiştir. Demokrasi isteyen tüm toplumsal güçleri bizzat kendisi karşısında birleştirmiştir. DEM PARTİ’nin Türkiye illerindeki tutumu da AKP-MHP faşizmi karşısında radikal ve sistem içi demokratik eğilimde olanlarla birlikte olmuştur. Kurdistan’da nasıl ki AKP-MHP faşizmine karşı bir mücadele içinde olmuşsa; Türkiye şehirlerinde de bu tutum içinde olmuştur. AKP-MHP iktidarının faşist ve Kürt düşmanı işgalci politikası karşısında DEM PARTİ’lilerin başka türlü tutum takınması da beklenemezdi. Zaten MHP’nin aday gösterdiği her yerde tereddütsüz biçimde kent uzlaşısı temelinde CHP’li adayların kazanması doğrultusunda oyunu kullanmıştır. Herhalde MHP’nin aday olduğu yerlerde Kürtlerden başka bir tutum beklenemezdi.
Kuşkusuz çok sınırlı biçimde sistem içi muhalif güçlerin 2023 yılında içine girdikleri yanlış tutum nedeniyle doğrudan DEM PARTİ adaylarına oy verenler de olmuştur. Çünkü DEM PARTİ hiçbir yerde adaylarını çekmemiştir. Böylece kendi tabanında farklı oy vermek isteyenleri seçeneksiz bırakmamış; tepkisel olarak oy vermesini yada yanlış bir eğilim içine girmesini engellemiştir. Bunu da demokrasi mücadelesine bir destek olarak görmek gerekir. Çünkü DEM PARTİ’ye verilen oylar da demokrasi cephesinin oyları içindedir.
Türkiye’de herkes AKP-MHP iktidarının yerel seçimdeki çöküşünde DEM PARTİ’nin, yani Kürtlerin ve demokratik mücadele ortaklarının rolünü iyi görmelidir. Zaten AKP-MHP iktidarına karşı gösterilen tutumlar haritada bellidir. CHP’nin kazandığı iller ve Kürt coğrafyası AKP-MHP faşizmine karşı duran ve gerileten bir konumdadır. Bu Kürt halkının ve Türkiye halklarının doğal demokratik tutumunun ortaya çıkardığı objektif bir gerçektir. Zaten Türkiye’deki demokrasi güçleri de bu gerçeği dillendirmektedir.
Ancak şu gerçek bilinmelidir ki, eğer genel bir parlamento seçimi olsaydı Kürdü, Türkü, Alevisi ve Sünnisiyle, kadını ve genciyle tüm bileşenler oylarını doğrudan DEM PARTİ’ye verirlerdi. Bu açıdan Meral Danış Beştaş’ın dediği gibi CHP bu oyları kendi oyları olarak görmemelidir. Zaten Özgür Özel de seçimi kazandıktan sonra yaptığı ilk konuşmada böyle ifade etmiştir. Doğru tutum da budur. DEM PARTİ tabanının bu tutumu doğru anlaşılmazsa doğru politika da doğru yaklaşım da ortaya çıkmaz. Herkes de biliyor ki DEM PARTİ’nin İstanbul tabanı %10 civarındadır. Bu, tabi ki Kürtlerin, Alevilerin, demokratik sol güçlerin, kadınların ortak oylarıdır. Bu oyların en azından %8’i İstanbul’daki demokrasi isteyen güçlerin parçası olmuştur. İmamoğlu’nun 2019’dan daha güçlü kazanmasında önemli rol oynamıştır. Bu açık görülen bir gerçekliktir. Biz sadece bu gerçekliği ifade ediyoruz.
HERKES DEM PARTİ’NİN DEMOKRASİ MÜCADELESİNDEKİ ROLÜNÜ GÖRMELİDİR
Öte yandan DEM PARTİ üçüncü parti olma konumundan çıkmamıştır; böyle bir değerlendirme yüzeysel değerlendirmedir. DEM PARTİ ve bu geleneğin aldığı oyların yarısı Kurdistan’da ise yarısı da Türkiye’dedir. Çünkü Türkiye’de DEM PARTİ’nin tabanında sol demokratik güçlerin, bileşenlerin, Türk Aleviler dahil tüm Alevilerin, yine ayrıca DEM PARTİ’nin kadın özgürlük çizgisine oy veren farklı kesimlerden kadınların, diğer etnik ve inançsal toplulukların oyları da vardır. Bu açıdan şu anda DEM’in Türkiye genelindeki oyu en azından %11 civarındadır. Bu açıdan DEM’in oyları düşmüş gibi bir değerlendirme yüzeysel bir değerlendirmedir. DEM’in Türkiye’deki oyları bir tarafa bırakılarak sadece Kurdistan’da alınan oylara bakılarak DEM’in oyu düştü, demek, hatta art niyetli olarak başarısız göstermek isteyenler sadece gerçekliği çarpıtanlardır. DEM bu seçimin en başarılı partisidir. Türkiye’deki demokrasi güçlerini güçlendiren ve faşizmi geriletmede de en başarılı partidir. Gerçeklik tam tamına budur. DEM Türkiye’nin 3. büyük partisidir. Bunun değişmesi de mümkün değildir. Hileler, oy çalmalar bu gerçeği değiştirmez.
Özcesi herkes DEM PARTİ’nin bileşenlerinin ve tabanının Türkiye’deki demokrasi mücadelesinde oynadığı rolü görmelidir. Doğru politika da doğru mücadele de ancak bu gerçeklik görülerek yapılabilir. Yanılgılar yanılgı sahiplerine hüsran yaşatır ve yanılgının bedelini de öderler. DEM PARTİ ve bileşenleri tabi ki Türkiye’nin demokratikleşmesini isteyen güçlerin yanılgı içine girmesini istemez. DEM PARTİ’nin tüm bileşenleri kendilerinin doğru anlaşılmasını isterler.
Özellikle Türkiye tarafındaki seçimler çerçevesinde DEM’in izlediği kent uzlaşısı politikasıyla Türkiye halklarıyla kurduğu ittifak önemli bir sonuç aldı. Özel savaş ve bazı Kürt çevreleri geçen seçim sonrası HDP ve Yeşil Sol Parti’ye yönelik bir özel savaş harekatı başlattı. Böylece Kürt halkıyla Türkiye halklarının ve demokrasi güçlerinin ittifakı ve ortaklaşmasına yönelik saldırı içine girdi. DEM PARTİ’nin başarısı ve AKP-MHP faşizminin kaybetmesi gerçeğine baktığımızda ‘İttifak politikası Kürtlere kaybettiriyor’ savunucularının yanılgı içinde olduğunu gösterdi diyebilir miyiz?
HDP ve Yeşil Sol Partinin 2023 Mayıs seçimlerinde genel politikası yanlış değildi. Kendi niyeti ve isteği tamamen faşizme karşı demokrasiyi güçlendirmekti. Zaten HDP’den bunlar beklenirdi. Ancak bu politika uygulanırken bazı taktik ve yöntemlerde eksiklikler, yetersizlikler yaşanmıştır. Bazı yanlışlıklar yapılmıştır. Doğru politika doğru taktik ve yöntemlerle pratiğe geçmediğinden istenilen sonuçlar alınamamıştır. Daha yaratıcı, aşamalı ve faşist ittifakın politikalarını boşa çıkarıcı taktik ve yöntemler uygulanabilirdi. Öte yandan AKP-MHP faşizmine karşı kimi demokratik söylemlerde bulunan sistem içi muhalif güçlerin ilkesiz ve demokratik olmayan tutumu tabi ki bazı art niyetli çevreler tarafından kullanılmıştır. Zafer Partisi ile Kılıçdaroğlu’nun yaptığı gizli anlaşma Kürt halkında tabi ki haklı bir tepki yaratmıştır. Art niyetli bu kesimler bunu HDP ve Yeşil Sol Partinin bu seçimdeki politikasına yönelik saldırı için kullanmaya çalıştılar. Bunlar aslında sistem içi muhalif güçlerin bu yanlışını ortaya koymayı değil de DEM PARTİ’yi, yani Kürtlerin DEM Parti içinde ortaklaştığı Türkiye demokrasi güçleriyle yaratılan mücadele birlikteliğini hedef haline getirdiler. Yine bileşenler içinde görülen bazı eksiklikler nedeniyle HDP’nin kuruluş fikriyatına saldırılar yapıldı. Kürt oylarıyla bazıları seçiliyor denildi. Halbuki HDP Kürt ve Türk halkının demokrasi güçlerinin partisi olarak barajı aşmış, eskiden en fazla 30-35 arası milletvekili çıkarıyorken şimdi en az durumda 60 milletvekili çıkarmaktadır. Bu açıdan Kürt oylarıyla şunlar milletvekili seçiliyor söylemi de bir çarpıtma ve demagojidir. Zaten AKP-MHP faşizmi barajı %7’e indirerek Türkiye’de HDP’nin milletvekili çıkarmayacağı yerlerde bile AKP-MHP karşıtı güçlerin HDP barajı aşsın, HDP’nin alacağı milletvekili AKP’ye gitmesin diye oy vermesinin önüne geçmek istemiştir. HDP’ye oy verenler HDP fikriyatına yakın insanlardı. Ancak AKP-MHP faşizmi barajı düşürerek bu oylar verilmesin; böylece de HDP’nin oylarını düşürürüm hesabı yapmıştır. Bu durum karşısında alınması gereken tutumu HDP’nin kendi kuruluş fikriyatına sahip çıkarak daha geniş kesimlerin oyunu alma çalışması yürütmesidir. Bu açıdan HDP’nin kuruluş fikriyatına bağlılık Kürt demokratik siyaseti için çok önemlidir. Bu sadece 20-30 daha fazla milletvekili çıkarma projesi değildir. Bu bir Türkiye’yi demokratikleştirme stratejisidir. Kürtler birkaç milletvekili fazla alarak ya da sadece Kürt milletvekilleriyle özgürlük ve demokrasi mücadelesini geliştiremezler. Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye’de demokrasi gelişmesi için HDP fikriyatına Allah’ın ipine sarılır gibi sarılmaları gerekir.
DEM PARTİ’nin Türkiye partisi olması; Türkiye demokrasi güçleri ile ittifak kurması Kürtlere her zaman kazandırır. Demokrasi güçlerinden bize ne, Türkiye’nin demokratikleşmesinden bize ne, biz sadece kendimize bakalım, demek politikasızlıktır ve Kürde büyük kaybettirmektir. Kürtler bu tür yüzeysel ve kaba söylemlere kulak vermemelidir.
Kürt ve Türkiye demokrasi güçlerinin partisi olan DEM PARTİ’nin kent uzlaşısının Türkiye’de demokrasi yönünde bir umut yaratması HDP fikriyatının doğruluğunu bir daha gözler önüne sermiştir. Şu gerçek bilinmelidir ki, HDP geleneği hiçbir zaman birilerine kazandırma politikası yürütmemiştir. Uyguladığı politika ve taktikler sadece demokrasi güçlerine ve Kürt halkına kazandırmak için yürütülmüştür. Böyle yaklaşılırsa doğru değerlendirme yapılmış olur.
Seçimlerin hemen ardından özel savaş yönlendirmesiyle bazıları Kurdistan’da Kürtlerin sandığa katılımının, Türkiye’de ise Dem Partinin oylarının düştüğünü dillendiriyor. Tüm bileşenleriyle DEM PARTİ’nin Kurdistan ve Türkiye’deki aldığı başarı ele alındığında bu değerlendirmeler neden dillendiriliyor?
Şu açıktır ki, Kürtlerin sandığa katılımı kesinlikle düşmemiştir. Kurdistan için böyle bir şey kesinlikle söylenemez. Ancak Kurdistan’da bir kesim AKP’lilerin sandığa gitmediği kesindir. Türkiye’de AKP’ye Kürtlerin önemli bölümü de sandığa gitmemiştir. AKP’li Kürtlerin bir kısmı da Kurdistan’daki devlet uygulamaları, kayyum ve savaş politikalarından rahatsızdır. Çünkü savaş onları da etkiliyor. Bu açıdan Kürtlerin iradesini reddeden kayyum atmak bir kısım AKP’ye oy veren Kürdü de rahatsız etmiştir. AKP iktidarının sürekli savaş söylemlerinden rahatsız olmuşlardır. Yoksulluğun önemli nedeni olarak savaşı görmektedirler. Kurdistan’da DEM tabanı ise çok yoğun biçimde sandığa gitmiştir. Bu nedenle birçok yerde eskiye göre açık farkla belediyelerini kazanmıştır. Van seçim gerçeğinde DEM PARTİ Türkiye’de hem büyükşehir hem de ilçeleri kazanan tek parti olmuştur. Van’daki bu durum bile Kürtlerin sandığa hücum ettiğini göstermektedir. Kurdistan’da DEM tabanının sandığa gitmediği bir yalandır, çarpıtmadır. Gerçeklik tam tersidir.
Türkiye’de de DEM PARTİ’nin oyları düşmemiştir. Genel seçimler olsaydı oyları 2023 genel seçiminin çok üstüne çıkacaktı. Kürtlerdeki siyasal canlanma bunun açık kanıtıdır. Kurdistan’daki canlanma doğrudan Türkiye metropollerini de etkilemektedir. Bu yönüyle Kürtlerin ve bileşenlerinin kent uzlaşısı nedeniyle oylarını Türkiye demokrasi güçleriyle aynı doğrultuda kullanması durumu ortadayken DEM’in oylarının düştüğünün ifade edilmesi çok basit bir demagojiden ibarettir. Bir çocuk bile bunun doğru olmadığını görür. AKP ve bazı işbirlikçi Kürtler zaten DEM için kusur bulma yarışındadır. Sürekli gözünün üzerinde kaş var demektedirler. Bunlar özel savaş ve işbirlikçilerin sanal dünya üzerinde yaptığı çarpıtmalardır. Kürt halkı ve demokrasi güçleri kulak vermemelidir.
Tüm baskı, zulüm, tutuklama, hile, asker taşıma oyunlarına rağmen Kürtler ve mücadele dostları Kurdistan’da büyük bir zafer kazanarak AKP-MHP faşizmini Kurdistan’da darmadağın etti. Bu seçim başarısını büyütmek için ne yapmalı? AKP-MHP iktidarı 2019 yerel seçimleri yenilgisinden sonra saldırılarını artırarak Rojava’ya işgal saldırısı yapmıştı. Faşist şef Tayyip Erdoğan seçim sonrası teröristana izin vermeyeceğiz, dedi. Buna Karşı neler yapılmalı?
Kürt halkı Kurdistan’da büyük bir zafer kazanmıştır. Baskılar dikkate alındığında bu zaferin anlamı daha da büyüktür. Herkes bunu takdir etmelidir. Özellikle tüm Kürtler bundan onur duymalıdır. Sadece Bakurê Kurdistan halkı değil; Rojhılat, Başur, Rojava, Şengal ve dünyanın her yerindeki Kürtler böyle bir halk gerçekliğine sahip olduklarından dolayı onur duymalılar, iftihar etmelidirler.
Kürt halkı, gençleri ve kadınları bu başarıyı daha güçlü örgütlenme ve mücadele zemini yapmalıdır. Bu başarının coşkusunu tabi ki yaşamalı. Halkımız kutlamalarla bunu yapmaktadır. Bunu hak etmiştir. Ancak hala karşımızda soykırımcı sömürgeci güç vardır. Türk devleti sadece sömürgeci değildir. Aynı zamdan soykırımcıdır. Sadece sömürgecidir demek yetmez. O zaman bu devletin politika ve uygulamalarını tam anlayamayız.
Bazıları işte AKP darbe yedi, bu politikadan vazgeçebilir diyebilir. Bu Türk devlet gerçeğini tanımamaktır. Türkiye sadece sömürgeci olsaydı belki böylesi durumlarda politika değişikliğine gidebilirdi. Ancak soykırımcı olduğu ve varlığını Kürdü yok etmeye bağladığı için güçlü bir demokratikleşme gelişmez ve bu soykırımcı zihniyet aşılmazsa Türkiye’de Kürt sorununun çözümünde bir yumuşama beklenemez. Kürt sorununda çözüm bazı görüşme ve müzakerelerle değil, ancak demokratikleşme gelişirse olur. Kürt sorunun çözümü şu bu kişinin iradesiyle olacağı bir iş değildir. Şu kişi çözer demek Türk devlet gerçeğinin ve izlediği Kürt politikasını anlamamaktır. Özcesi yüzeysel ve dar bir siyasi bakışın sonucudur. Önderlik gerçeğiyle demokratik zihniyette olmayanların yan yana ifade edilmesi de bir yüzeyselliği ifade etmektedir. Demokratikleşme mücadelesi ve demokrasi anlayışının gelişmesi görüşme ve müzakereleri yaratır. Yoksa şu iktidar politik dengeler yada şu zorlanma karşısında adım atar dersek yanılgıya düşeriz. Türk devlet gerçeğinin soykırımcı karakterini çok iyi bilmemiz gerekir. Bu devletin ‘tunç kanunu’ soykırımcılıktır. Bu, ya köklü bir kırılma yaşatılarak yada demokratikleşme geliştirilerek aşılabilir. Demokratik çözüm böyle gerçekleşir.
Bu açıdan bu başarı bir rehavet ortaya çıkarmamalı ve böyle bir düşmana karşı mücadeleyi güçlendirme zemini yapılmalı. Gençler ve kadınlar daha fazla mücadeleye atılmalı. Her Kürt bir örgütlenme içinde yer almalı. Örgütlenme demokratik bir haktır; bu iyi değerlendirilmeli.
Erdoğan seçim sonrası yine ‘teröristan’ dedi. Saldıracağız, dedi. Erdoğan sadece Rojava’ya değil, tüm Kurdistan’ı teröristan görüyor. Kim Kürt iradesine sahip çıkıyor, ben dilimle, kültürümle, kimliğimle, kendi öz yönetimimle yaşayacağım diyorsa orayı teröristan görüyor. Erdoğan seçimden hemen sonra işgal saldırıları yapacağım, dedi. O zaman genç kadın ve erkekler savaş cephelerine koşmalıdırlar. Düşman ben savaşacağım diyorsa o zaman bu savaş güçlerinin karşısına çıkmak gerekir. Tabi bu görev de genç kadın ve erkeklere düşmektedir.
Soykırımcı sömürgeci faşist Türk devleti nereye saldırırsa saldırsın tüm Kürt halkı ayağa kalkmalı. Rojava’ya saldırı, Başur’a/Medya Savunma Alanlarına saldırı, Şengal’e saldırı tüm Kürtlere saldırıdır. O zaman Kurdistan’ın 4 parçası ve dünyadaki tüm Kürtler de bu saldırılar karşısında ortak durmalı ve her yerde ayağa kalkmalı. Kobanê savaşındaki ruhla Kürt gençleri nerede saldırı varsa oraya koşmalıdır. Şimdi en fazla saldırılan alan Medya Savunma Alanları, Rojava ve Şengal’dir.
Van şahsında Kürt halkının siyasi iradesine saldırı sıradan bir saldırı olarak görülmemelidir. Bu bir bütün olarak kürt halkının özgürlük mücadelesine saldırıdır. Bu tür saldırılarda tüm Kürtler tutumunu ortaya koymalıdır. Sadece Van yada bu tür saldırılara muhatap olan şehir ve kasabalar değil tüm Kürtler bu saldırılar karşısında alanlara çıkıp demokratik iradelerine sahip çıkmalıdırlar. Van halkının ve diğer şehirlerdeki Kürt halkının bu saldırıya karşı meydanlara çıkıp mücadelelerini ortaya koymalarını da selamlıyoruz.
2024 yerel seçimlerinde ilk defa ikinci parti konumuna düşmesiyle AKP’nin ve faşist ittifaklarının Türkiye’de ağır bir yenilgi; bir bütünen muhalefetin ise tarihi bir başarı aldığı görülüyor. Peki, 7 Haziran 2015 seçimleri de dikkate alınarak AKP-MHP faşist ittifakının tam yenilgisini sağlamak için Türkiye muhalefeti nasıl bir yol hattı izlemeli?
Kuşkusuz seçim sonuçları Türkiye toplumunun geleceği için bir umut verdi. Demokratikleşme mücadelesine zemin sundu. Bu seçimle Kürt halkıyla Türkiye demokrasi güçlerinin ortaklaşması güçlendi. Demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye’nin demokratik birliğinin gelişmesinde önemli bir rol oynadı. Aslında bu seçimle Kürt halkı da ve Türkiye’nin demokrasi güçleri de AKP-MHP faşizminin iddia ettiği gibi bir beka sorunu olmadığı, hatta Türkiye’nin bekasını sağlayacak bir zihniyet ve tutuma sahip olduklarını bir kez daha ortaya koymuştur. Türkiye’yi parçalayan ve bölmeye götüren AKP-MHP politikalarına karşı demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü temelinde Türkiye’nin birliğini sağlama iradesi ortaya konulmuştur.
Ancak bu kendiliğinden AKP-MHP faşist ittifakının tümden yenilgisine götürmez. 2015 seçimlerinde AKP iktidarı kaybetti. Ancak HDP dahil demokrasi güçleri ve muhalif güçler doğru bir tutum takınmadı. AKP’nin seçim yenilgisini iktidardan düşürme doğrultusunda değerlendiremedi. AKP’nin meşruiyetini ortadan kaldıran politik taktik ve hamleler yapılamadı. Sadece AKP’nin hamleleri seyredildi. 7 Haziran seçimi sonrası muhalif güçler ortaklaşamadı. Ama AKP hemen kendi cephesini genişletme yoluna gitti.
Bu açıdan Türkiye’deki radikal demokrasi güçleri daha hızlı örgütlenmeli, güçlerini hemen birleştirmeli. Mevcut dağınıklık giderilmeli. Emek ve Özgürlük İttifakı daha geniş bir cephede genişletilmeli. Çünkü radikal demokrasi güçleri demokrasi mücadelesinin öncülüğünü yapmadan sistem içi muhalif güçlerin demokratikleşmede fazla rol oynayacağı düşünülemez. Hatta ele geçen imkanları çarçur edebilir. Bazı muhalif kanalları ve buraya çıkan konuşmacıları dinleyince demokrasi güçlerini genişletme ve daha geniş kesimlere açılma, AKP-MHP faşizminin tabanını daha da daraltma politikası yerine kendi halinden memnun, hatta klasik politikaları sürdürme gibi yaklaşımlar görülüyor. Türkiye 1920’lerde bir cumhuriyet kurdu. O dönemin koşullarında otoriter bir cumhuriyet oluştu. Ancak şimdi bu cumhuriyetin demokratikleşme ihtiyacı var. Sistem içi muhalefet bu yaklaşımla hareket etmezse ortaya çıkan imkanlar yine çarçur edilebilir.
Demokrasi mücadelesi ve demokratikleşme dünyanın her yerinde bir ittifak sorunudur. Sadece bir parti ve grupla Türkiye gibi çok farklı kesim ve toplulukların bulunduğu büyük bir ülkede demokrasinin geleceğini düşünmek yanılgıdır. Radikal devrimci demokrasi güçleri başta olmak üzere sistem içi muhalif güçler de bu gerçekliği görerek hareket etmelidir. Zaten Türkiye’de Kürt sorununun çözümünü hedeflemeyen hiçbir siyasi güç ve hareket Türkiye’de demokratikleşme mücadelesi veremez ve demokrasiyi geliştiremez. Kürt sorununun demokratik çözümünü hedeflemeyen tüm demokrasi söylemleri aldatmacadır ve kendini kandırmaktan başka bir anlam taşımaz. Sonuç olarak da Türkiye’de 100 yıldır süren otoriterizm kıskacı içinde kıvranılmaya devam edilir.
Öte yandan dünyanın herhangi bir ülkesinde böyle bir seçim sonrası mevcut iktidar istifaya çağrılır ve genel bir seçime gidilir. Bu demokratik bir gelenektir. Bu açıdan tüm demokrasi güçleri bu iktidarı istifaya çağırmalıdır. Çünkü bu iktidar bu seçimle birlikte toplumsal tabanını ve meşruiyetini kaybetmiştir. İktidarda kalması bir yetki gaspı anlamına gelmektedir. Demokrasi güçleri bu tutumu koymadan demokrasi mücadelesini geliştirip bu iktidarı düşüremezler. Bu iktidar devlet imkanlarını kullanıp yeni oyunlar, hatta komplolarla iktidarını sürdürmek isteyecektir. Toplumdaki demokrasi eğilimini değiştirmek için her yola başvuracaktır. Bu açıdan çöküşü yaşayarak toplumsal tabanını kaybetmiş ve düşmüş iktidara karşı mücadele süreklileştirilmeli ve istifaya zorlanmalıdır.
Türkiye’de demokrasi mücadelesinin gerçek anlamda gelişmesi için kendilerinin demokratik olduğunu söyleyenler ve demokrasi mücadelesini vereceklerini belirtenler bu söylemlerinin duruşlarıyla ortaya koymaları gerekir. şu anda Van’da demokrasi düşmanlığı yapılmaktadır. Kürt halkının iradesi gasp edilmiştir. Bu açıdan sistem içi muhalif güçler dahil tüm demokrasi güçleri, aydınlar, yazarlar, sanatçılar, demokratik toplum kuruluşları, tüm etnik ve inanç toplulukları bu demokrasi düşmanlığına karşı ortak tutum takınmalıdırlar. Türkiye’nin demokrasisi için oylarını veren, AKP-MHP faşizmini çökertmede rolünü oynayan Kürtler ve demokratik güçler bunu beklemektedir. İlk tepkiler olumludur. Bu yaklaşımların sürmesi demokrasi güçlerinin birliği ve ortak mücadelesi için önemlidir. Böyle bir tutum sadece Kürtler için değil, tüm Türkiye demokrasisi için gösterilmesi gereken bir tutumdur.